
Sosyal medya:avin.elif/penumbra36
Tiktok : avinmirza12
Not: düzenlemeye aldım inşallah beğenirsiniz.
İYİ OKUMALAR
Fırat’tan.
Fırat operasyon için hazırlanıyordu. Aylardır beklediği, en ince detaylarına kadar düşündüğü bu an nihayet gelmişti.
Bahoz denen ağa bozuntusunu bugün büyük bir darbe ile vurmak istiyordu. Ona göre, bu tipler vatan hainiydi. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı dışında, pek çok yasa dışı işe bulaşmışlardı.
Operasyona gitmeden önce telefonunu açtı. Nişanlısı, her zamanki gibi tam vaktinde mesaj atmıştı. Bazen üstüne çip taktığından bile şüphelenmiyordu değil.
Baş komiserim❤️: Kızlara bakarsan gözünü oyarım Fırat!
Öküz'üm❤️: Kızım askerim ben, kızların ne işi var yav?
Baş komiserim❤️: Ben dedim, ben dinlemedim Fırat. Valla boşarım seni!
Öküz'üm❤️: Eee… biz nişanlıyız.
İşte şimdi yandım, diye geçirdi içinden. Mesajı geri aldı ama çok geçti; mavi tik çoktan düşmüştü.
Bari kazayla sakatlanayım diye dua etti içinden. O zalımın kızı belki biraz vicdana gelirdi, yoksa nişanlısı onu adeta çiğ çiğ yiyecekti.
Gerçi ne kadar görücü usulü de olsa, nişanlısını seviyordu. Çok merhametliydi. En önemlisi, anne babası onu küçük yaşta evlendirmeye çalışmış, o da evlenmemek için Fırat’ların yanına sığınmıştı.
Fırat’lar onların uzaktan akrabasıydı. O zamanlar on yedi yaşındaydı, şimdi ise on dokuza gün sayıyordu.
Sadece dedikodular çıkmaya başlayınca mecburen Fırat’la nişanlandılar. Ama bilmiyordu ki, Nazlı onu çocukluktan beri seviyordu.
Ayşe annesi bunu gözlerinde görmüştü ve dedikoduları bahane edip nişanlamışlardı.
"Hayrola kartal, yenge gene sorguda mı?"
Arkadaşlarına ters ters baktı. Dillerine düşmüştü bir kere, gelip gidip dalga geçiyorlardı.
O, sırf fuhuş çetesini düşürmek için sivil kılığına girmişti ama şans işte, göreve giderken nişanlısına yakalanmıştı.
Nişanlısı şüphelenip onu takip edince, olan olmuştu. Genel eve girip, nişanlısına sırnaşan bir adet çakma sarışının bütün kaynak saçlarını yolması aynı anda gerçekleşmişti.
Ama neyse ki bütün tedbirler alınmıştı; kaçmaya fırsatları olmadan yakalandılar. Asıl içler acısı, nişanlısının gidip elindeki saçları kıza yedirmeye kalkmasıydı.
Böylece Fırat komiserden çok, nişanlısı konuşulmuştu. Operasyondan sonra çok sinirlenmişti ama nişanlısına kıyamadığı için hırsını ekipten çıkarmıştı.
Sonunda operasyonun yapılacağı yere gelmişlerdi. Burası sınır hattıydı; Mardin’in ilçelerine yakın bir köyün yanı.
Mardin sınırından Suriye’ye silah aktaracaklardı.
İki yeri bağlayan bir dere vardı ve dere boyunca eşeklerle silahlar aktarılacaktı.
İçeri yerleştirdikleri adam sayesinde bu bilgiye ulaşmışlardı – bunu haberlerden okumuştum – ve tam iş üstündeyken yakalayacaklardı.
Telsizden gelen ses, "Şahinden kartala, dinliyor musun kartal?" dedi. Fırat sessizce telsizi açtı, "Kartal dinlemede," diye cevap verdi.
"Operasyon başlıyor kartal!" dedi telsizin diğer ucundaki ses.
Fırat işaret verdi ekibine ve operasyon başladı.
"Eller yukarı beyler, teslim olun!" dedi Fırat. Adamlar neye uğradıklarını şaşırmıştı.
Neyse ki operasyon başarıyla gerçekleşmişti. Orada bulunan Bahoz Ağa’nın adamı anında ağasına haber uçurmuştu.
Fırat sonunda evine gelebilmişti. Gelmesi gerekiyordu ama bunun bedeli vardı. Anasına yalan söylemeden nasıl odasına çıkacaktı?
Yüzde seksen nişanlısının kalbini kırdığını çoktan biliyordu. “Acaba üvey evlat muyum ben?” diye düşünmeden edemiyordu.
Aklına anası geldi; ondan çok nişanlısının anası gibiydi aslında. Gerçi o da küçük yaşta evlenen kız çocuklarından biriydi.
Babası ona kocadan çok baba olmuştu. Hem sabretmiş hem eşini büyütmüştü. Onca baskıya rağmen tek bir gün kötü söz söyletmemişti eşine.
Zamanla onların “çocuk” diye ısrarları bitse de, bu kez kuma baskısı çıkmıştı. Ama babası tek çıkar yol olarak suçu kendi üstüne almış ve böylece olay son bulmuştu.
Adam zamanla karısına aşık olmuştu ve onun uğruna kendi adını kısıra çıkarmıştı. Aşk işte, kiminin Cemşab’ı olur, kiminin Şahmeranı…
Tam iki adımda odaya yetişiyordu ki kulağından çekilmesiyle durdu.
"Hayırdır kûre min oğlum nereye gidesin?" dedi Ayşe Hanım.
"Ana, valla ben yoruldum, bırak gidip yatayım. Valla bila ez bibim qurban — kurban olayım," dedi.
"Hele gelesin, ifadeni alayım kûre min."
Fırat ecel terleri döküp teslim oldu ve anasının peşinden gitti.
❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
"“Anlat hele, kızımı niye ağlattın?”
Fırat başını kaldırıp anasına baktı.
“Ana, ben üvey miyim? Valla artık alınacağım ha!”
Ayşe Hanım bir an durdu, sonra ani bir refleksle ayağındaki terliği Fırat’a fırlattı.
Allah’tan Fırat polisti de refleksleri güçlüydü; anında masanın altına daldı. Yoksa o terlik tam alnının ortasına çakılırdı.
Polisti ama anası kadar isabetli nişancı hâlâ görmemişti.
“Tu çi dibêjî ker?! – Sen ne diyorsun eşek!”
Başını temkinli şekilde masanın altından çıkardı.
“O zaman kesin hastanede karıştım ben. Yoksa bu kadar sevgi eksikliği normal değil,” dedi ciddi ciddi.
Ayşe Hanım şöyle bir süzdü oğlunu.
“Kûre min, maalesef sen bizim oğlumuzsun. Ama o nenene, Xece Hanım’a tıpatıp benziyorsun. Aynı onun gibi, çat çat konuşur, sonra da hiçbir şey olmamış gibi çay isterdin.”
Tam o sırada mutfaktan Aziz Bey çıktı.
“Hayırdır yine anamı diline mi doladın? Kadın öldü gitti ama atışmanız bitmedi. Vallahi bir gün 'ana ana' diye mezardan hortlatacaksın kadını.”
Ayşe Hanım dikeldi, ellerini beline koydu.
“Geçmiş olsuna diye götürüp kocamın görücü kahvesini içirtmedi mi bana? Beni babamın evine geri yollayıp, koynuna o Gülsüm’ü koymaya kalkmadı mı? Hamile kalınca adımı amcamın oğluyla çıkarmaya çalışmadı mı? Sayayım mı daha Aziz Bey? Fakiriz diye yıllarca hor gördü beni o kadın!”
Aziz Bey sustu. Gözleri uzaklara dalmıştı.
O günleri hatırladı. Evet, karısı çok çekmişti. Ama asla belli etmemişti acısını; hep dimdik durmuştu herkesin karşısında.
Gece olunca herkes odasına çekildi mi, o gizlice kilerde ağlardı. Kimse görüp “aciz” demesin diye.
Ama Aziz Bey hep bilmişti. O ağlarken, o da kapıda sessizce oturur, için için dökerdi gözyaşını.
Çünkü ona da öğretmişlerdi: "Erkekler ağlamaz!"
Fırat bu sırada yavaşça süzülerek yukarı kaçmaya çalıştı. Ama Ayşe Hanım gözünden kaçırır mı?
“Kaçma kûro!”
Fırat durdu, iç çekip arkasını döndü.
“Tamam ana. Söz, affettireceğim kendimi.”
Ama nasıl olacağını kendi de bilmiyordu.
Odasına çıktı. Elinde telefon, ekrana uzun uzun baktı.
Nazlı’yı otuzuncu arayışında nihayet cevap aldı.
Nazlı: Ne istiyorsun Fırat?
Fırat: Ya kızım, tamam... öküzlük ettim. Özür dilerim.
Nazlı: Kalbimi çok kırdın Fırat. Seni nasıl affedeceğimi bilmiyorum.
Fırat: Ne dersen yapacağım, söz. Yemin ederim.
Telefonun diğer ucunda bir sessizlik oldu. Sonra Nazlı’nın hınzırca sesi geldi:
Nazlı: Ne istersem mi?
Fırat: Evet, vallahi billahi.
Anlaşıp kapattılar telefonu.
Fırat, yarının ona neler getireceğinden bihaber, derin bir iç çekti.
Ama bir şeyden emindi…
Bu kızla uğraşmak, dağlara operasyon düzenlemekten daha zordu!
❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
Ne mi yapıyordu Fırat? Arabanın arkasına BEN AFFET NAZLI'M yazıp İbrahim Tatlıses'in Tamam Aşkım şarkısıyla tüm Mardin' geziyorlardı...
En son Nazlı'nın ısrarıyla PTT sokağına gelip Reyhani oynadılar. İlk kez Fırat başkomiseri böyle görenler şoka girdi. O ve reyhani...
Bugün sevecekti.
Bugün susmayacaktı.
Nazlı, aşkı diline dolamaya niyetliydi bu defa.
Yutkuna ,yutkuna biriktirdiği sevgiyi, bir cümleyle döküverecekti Fırat’ın önüne.
Sade, sessiz bir akşamüstüydü.
Gökyüzü nar çiçeği rengine boyanmış, Mardin yumuşak bir serinlikle sarılmıştı sokağa.
Reyhani ezgileri çarşının taş duvarlarından yankı buluyordu.
Nazlı’nın gülüşü, o ezgilerle yarışıyordu adeta.
Bütün şehir o gün sevinçliydi...
Bir kişi hariç.
Ve sonra.
Hiçbir şey söylemeden konuşan bir ses duyuldu.
Bir silah...
Sadece bir kez.
O an, çarşıda zaman bir tespih tanesi gibi yere düştü.
Taneler dağıldı.
Hayatın ipi koptu.
Reyhani'nin coşkusu bir çığlıkla kesildi.
Gülüşlerin içinden bir silah sesi geçti.
Ve kurşun, Nazlı'nın kasıklarına saplandı.
İnce bir inilti…
İlk çıkan ses bu oldu Nazlı'dan.
Ne bağırabildi, ne haykırabildi.
Sadece içten içe yandı.
Sessizce...
Derin bir sancıyla.
Önce nefesi kesildi.
Bedeninin en kutsal yerinden vurulmuştu.
Orası…
Sevda taşıyan rahmin yanı.
Geleceğe dair her umudun saklandığı yerdi.
Oraya düşen kurşun, yalnızca eti değil, geleceği de parçaladı.
Eli aniden karnına gitti.
Sıcaklık…
Yoğun, ıslak, utandıran bir sıcaklık.
Parmakları kanla buluştuğunda, gözleri büyüdü.
Sanki utanır gibi, sanki biri utanılacak bir sırrı ortaya dökmüş gibi eliyle örtmeye çalıştı yaranın üstünü.
Ayaklarının bağı çözüldü.
Kan, usulca toprağa süzüldü.
Her damlası “Ben yaşayacaktım” der gibi.
Dizlerinin üstüne çöktü.
Bir çiçeğin dalından koparılışı gibiydi o düşüş.
Ne bir isyan, ne bir çığlık...
Yalnızca çaresizlik.
Karnı sancıyla kasıldı.
Gözleri karardı.
Kasıklarındaki yanma, giderek buz gibi bir üşümeye dönüştü.
Bedenindeki sıcaklık çekildikçe, içi boşalıyordu sanki.
Kadınlığı, aşkı, anneliği...
Hepsi bir kurşunla yere düşüyordu.
“Fırat…”
Ona seslenmek istedi.
Ama sesi çıkmadı.
Sadece dudakları kıpırdadı.
Bir çığlık boğazına takıldı, orada kaldı.
Ve sonra…
Bir acı daha:
Fırat’ın adımlarını duydu.
Koşuyordu, bağırıyordu, nefesi canından öndeydi.
Ama Nazlı’nın canı geri çekiliyordu.
Adeta kendi içine doğru çöken bir gök gibi...
Fırat, Nazlı'nın ellerinin kendi avuçlarından süzülüşünü hissettiği anı ömrü boyunca unutamayacaktı.
Zaman durdu.
Rüzgâr bile yas tuttu.
Dönüp baktığında gördüğü şey, hayatının kendi gözlerinin önünde yıkılmasıydı.
"Hayır lan, hayır!" diye bağırdı.
Ama ses kendine bile ulaşmadı.
Boğuldu.
Nazlı’nın beyaz elbisesi...
O elbise...
Gelinlik provasına hazırlık yapan ellerle seçilmişti.
Şimdi...
Toprağın rengiyle boyanıyordu.
Fırat, yere kapandığında Nazlı’nın dizlerinin altı çoktan kanla dolmuştu.
Ellerini bastırdı yarasına, ama artık çok geçti.
Sanki kendi canını tutmaya çalışır gibi bastırdı.
Ama sevdiğinin teninden hayat değil, ömür süzülüyordu.
"Nazlı! Gözümün nuru! Kurbanın olayım bak bana!"
Nazlı’nın bakışları gökyüzüne asılıydı hâlâ.
Yüzünde bir mahcubiyet vardı,
sanki sevdiğini yarım bırakmaktan utanır gibiydi.
"Ü-üşüyorum..."
O cümle, Nazlı’nın dudaklarından fısıltıyla çıktı.
Ama Fırat'ın yüreğinde çığlık olup patladı.
Karnındaki sıcaklık yerini derin bir soğukluğa bıraktı.
Kasıklarından yayılan o kan, sadece bedeni değil, Fırat’la kuracakları yuvayı da sildi.
Fırat, başını göğsüne bastırdı.
Kanı avuçlarına bulaştı.
Kokladı…
Sevdiğinin teniyle kanı arasında bir fark aradı.
Ama bulamadı.
Ve o anda…
Sadece Nazlı ölmedi.
Fırat’ın içinde, bir baba, bir eş, bir yarın da öldü.
Uzaktan onları izleyen adam, cebinden çıkardığı telefonu titrek bir numaraya çevirdi.
“Alo ağam, iş tamam.”
Bahoz Ağa’nın dudağı alayla kıvrıldı.
“Aferin,” dedi. “Kaybol ortadan. Arkanda iz istemem.”
Sonra ağır adımlarla masasından kalktı. Fırat’ın dosyasını önüne çekti.
Elindeki çakıyı dosyanın tam ortasına saplarken, dişlerinin arasından fısıldadı:
“Ben sana, bana bulaşma demiştim... başkomiser.”
Tam o sırada kapı çaldı. Duruşunu bozmadan, başını çevirip emri bastı:
“Gir.”
Adamı girdi. Önünü iliklerken başını eğdi.
“Ağam, Asme Hanım yine at binmeye gitmiş.”
Bahoz, o an yüzünü göstermedi.
Zihni Asme’nin bulunduğu yere çoktan varmıştı bile.
Sevdiği kadının adımını sayıyordu.
Nefesini bile izliyordu.
Sertçe döndü, masasına yürürken:
“Arabayı hazırlayın. Bir de... nerede olduğunu öğren.”
Adam çıkmak üzereyken duraksadı, sesi tedirgindi.
“Bir de başka bir mesele var, ağam. Nora Yenge…”
Bir anlık bir duraklama...
O isim geçince Bahoz’un göğsüne ince bir öfke oturdu.
Ruhunun çalkantısı sesine taşmıştı:
“Ne olmuş Nora’ya?”
Adam gözlerini kaçırdı.
Cümleleri tarttı zihninde.
Ama Bahoz’un sabrı yoktu.
“Konuş lan! Adam akıllı söyle.”
Adam, korkunun teriyle boğazını ıslatıp, tek nefeste söyledi:
“Ağır Ağa... eve çiçek yollamış.”
Bahoz’ın yumruğu masaya indi.
Telefonu kaptı. Parmakları titriyordu.
Nora’yı ararken, başıyla adamını işaret etti. Adam hemen dışarı çıktı.
Telefon açıldı.
Nora’nın sesi, sakin ama buz gibiydi:
“Adamların sana haber uçurmuş, belli. Ama ben söyleyeyim: Bundan sana ne?”
Bahoz, dişlerinin arasından tısladı.
Sesi tehditti, öfkeydi, gururdan delilikti:
“Asabımı bozma Nora! Ne hakla o şerefsiz sana çiçek yollar, ha?!”
Cevap yoktu. Sessizlik daha da sinirini köpürttü.
Bağırdı:
“Konuşsana lan!”
Ve o anda...
Nora güldü.
O kahkaha, Bahoz’un kulaklarında çınlayan bir tokat gibiydi.
Aşağılanmışlığın, değersizliğin kahkahasıydı bu.
Ama bir kadının kendi iradesiyle konuştuğu gür bir sesle devam etti:
“Gelir gelmez bundan sanane ha?
Ben sana, yüreğindeki kadının hesabını soruyor muyum
?”
Bahoz sustu.
Sahi…
Sahi neden hâlâ Nora?
Onun içinden bir kadın geçmişti.
Oysa o, başka birinin aşkında yanıyordu.
Nora bir kez daha konuştu.
Sesindeki sükûnet, Bahoz’a ölüm gibi ağır geldi:
“Cevabın yoksa, hesap da soramazsın Bahoz.
Meyûs’san, o yüreği taşımaya mecalin yoksa,
sana biçilen hesabın altında kalırsın.”
Bahoz sustu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |