
İYİ OKUMALAR
Asme, kaç gündür atıyla ne zaman gezmeye çıksa, ardında onu takip eden arabayı fark ediyordu. Lakin birkaç gün sessiz kalmış, izlendiğinin farkında değilmiş gibi davranmıştı...
"Hadi bakalım, derdiniz neymiş öğrenelim. Deh! Hadi kızım, koş da göster bakalım asiliğini!"
Atının üstünde dört nala giderken, avcu gibi ezbere bildiği kestirme yollardan sapıp, onu takip eden arabanın önünü kesmişti.
Arabanın içindeki adam, son anda yaptığı ani bir frenle durabildi neyse ki.
Asme atından indi, kayışları ellerine sararken kaşlarını çatıp atıyla birlikte arabaya doğru yürüdü.
────────✧❅✦❅✧────────❅•
Beş Dakika Önce...
Araba ilerliyordu, ama adamın aklı hâlâ Nora’daydı. Neden hayatındaki her inatçı kadın bir gün gidiyordu, diye sormadan edemiyordu rabbine.
Nora’ya hesap soracağını sanmıştı ama tüm hesaplar ondan sorulmuştu. Haklıydı kadın; yıllardır başkasını severken onda soluklanan bir adamı kim isterdi ki? Vazgeçmeye çalışmıştı, olmadı. Bağımlısı olmuştu. Esrar gibi tüm hücrelerini ele geçirmişti.
Oysa şimdi, sevdiğini görmeye geldiği yolda, aklında hâlâ kopamadığı o kadındı. Mazisi derin olanın yarası kolay kapanmaz, derlerdi bu topraklarda.
Peki ya Asme Sahra... Onu anlatmaya kelimeler yetmezdi.
Hırçın halleri, her defasında onu reddedişi, daha da cazip kılıyordu. Defalarca evlenmek istediğini söylemişti ama her seferinde geri çevrilmişti. Belki de en çok kendine mahkûm oluşuydu onu çeken.
Yakışıklıydı, hem de haddinden fazla. Kavruk teni, insanı girdabına çeken keskin kara gözleri... Sayısız kadın geçmişti hayatından ama o, yatağını değil, yüreğini ısıtanı istiyordu. Bir çocuk olacaksa ondan olsun, soyu yüreğinin Sahra’sında devam etsin istiyordu. Her gece onun teninde soluklansın, her sabah güneş onun göğsünde doğsun...
Telefonu çaldı. Sevdiğinin peşine taktığı adamlardan biriydi.
“Söyle.”
“Ağam... kızın izini kaybettik,” dedi korkarak.
“Lan ne demek kaybettik!? Size demedim mi, gözünüzü bir an bile ayırmayın diye?” Bağırmadı, adeta kükredi.
“Biz de dediğiniz gibi yaptık ama...”
“O zaman nerede!? Delirtmeyin beni!” Telefonu koltuğa fırlattı.
“Boşuna demiyorlar sana Şahmeran! Neredesin, hangi deliğe girdin belli değil!”
Tam o anda araba, tekerlerini asfalta ağlatırcasına ani frenle durdu.
“Ne oluyorlar?” dedi, sabrını arar gibi.
“Ağam... yolun ortasında biri durmuş.”
Kafasını kaldırdı. Gökte ararken yerde bulmak bu olsa gerekti. “Bekle sen arabada.”
Tüm heybetiyle indi Bahoz Ağa. Ömrünü bir bakışına feda ederim dediği kadının karşısına dikildi.
Asme konuştu: “Adam dediğin karşıma çıkar! Öyle arkadan sinsice dolanmaz!”
Bahoz, aşkından meftun olduğu kadına uzun uzun baktı. Yüzünü ezberlemek istercesine… Dudağının sağ köşesi kıvrıldı.
“Lafı uzatmayacağım. İkimiz de niyetimin ne olduğunu biliyoruz.”
Asme güldü. Hatta kahkaha attı. O gülüşün Bahoz’da nasıl bir etki bıraktığını bilmeden...
“O zaman söyle bakalım, nasıl geçer?”
Bahoz anlamamıştı. Tek kaşını kaldırdı.
“Elindeki kan nasıl geçer diyorum! Sebebi olduğun insanların, özellikle kadınların ve doğmamış çocukların kanı...”
Bahoz’un şahdamarı kabardı. Her an patlayacak gibiydi.
“Ben her zaman törelerin gereğine göre hareket ettim. Pişman değilim!”
“O zaman git başkasını bul. Ben, elinde masum kanı taşıyan biriyle yapamam!”
“Uzatma Asme. Biz evleneceğiz. Hem de en kısa sürede!”
“Kim demiş onu?”
“Amcanın bana sözü var.”
“Adı üstünde: Amcamın! Benim değil! Beni bağlamaz!”
“Sen benimle evleneceksin Asme. Ço-”
Asme lafını böldü:
“Toprağa, taşa gelin olurum sana olmam! Eli kanlı, yüreği paslı adamla işim olmaz! Madem amcam sana söz verdi, o gelsin evlensin seninle!”
Bahoz aralarındaki mesafeyi hızla kapattı. Kuzguni gözlerini Asme’ye dikti.
“Bak, nasıl da evleniyorsun benimle! İzle ve gör!”
“Sen ancak rüyanda görürsün! Tabi öldürdüğün insanlardan sıra bana gelirse!”
Bahoz başını göğe kaldırdı. Sakin kalmalıydı, ama bu neredeyse imkânsızdı. Gözlerini Asme’nin gözlerinin ta derinlerine dikti. Asme ürperdi. Ama hemen kendini toparladı.
“Unutma, ben Bahoz Ağa’yım! Seni bana kılmam iki dakikamı almaz! Ama güzellikle istiyorum. Elinde kınan, üstünde kuşağınla bana gelmeni istiyorum.”
Asme çılgına döndü. İşaret parmağını Bahoz’a salladı:
“Sizin tek derdiniz iki bacak arasında akacak birkaç damla kan değil mi? Ya ilk ben olmadıysam? İster isteyerek, ister istemeyerek…”
Bahoz hışımla kızın kolunu tuttu.
“Öldürürüm lan! Kim o? Doğru mu söylüyorsun? Konuşsana!”
Asme, yüzüne bile bakmadı.
“Bak, duymaya bile katlanamıyorsun... Ya öyleyse?”
Ve ardına bakmadan yürüdü.
Atına bindi ve konağa doğru sürdü.
......
Hastane koridorları ne kadar soğuksa, Fırat’ın yüreği o kadar sıcaktı; kor bir ateşti.
Cehennem ateşi bile onun içindeki yangının yanında sönük kalırdı.
Ameliyathanenin kapısı önünde yere çökmüş, birinin çıkıp “İyi” demesini bekliyordu. Ama saatler geçmişti, ne gelen vardı ne giden…
Birden koridorda bir feryat yankılandı. Ama Fırat başını kaldıramadı.
Çünkü bakacak yüzü yoktu.
Ne diyecekti? “Kızınızı, gelininizi koruyamadım mı?” mı diyecekti?
"Nerede!? Kızım nerede!? Ji min re bêje keçamin li ku ye!? Bapîrê min ê spî li ku ye!?"
(Bana söyleyin, kızım nerede? Benim beyaz gelinciğim nerede!?)
Kadının feryadı yürekleri parçaladı.
O an, hastane koridorlarında yankılanan çığlık, yalnızca sesi değil, çaresizliğin ta kendisiydi.
Ve tam da o an… Sanki Nazlı duymuş gibi, gözünden bir damla yaş süzüldü.
Zaman durmuştu.
Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüşmüştü.
Kimi gözyaşı döküyordu, kimi içten içe kan ağlıyordu. Kimi sahteydi, kimi yürekten.
Ama gözler, hep aynı kapıdaydı: Ameliyathane...
Sonunda kapı aralandı. Bir doktor göründü.
"Nazlı Ceyha’nın yakınları?"
Herkes kapıya koştu.
Fırat’ın sesi titriyordu:
"Nasıl? İyi mi? Ne zaman çıkacak?"
Doktor yorgundu. Ama haberi onlardan daha ağırdı:
"Hastamız çok fazla kan kaybetmiş. Durumu kritik. 0 Rh- kana acil ihtiyacımız var. Lütfen uyumlu olanlar hemen versin. Zamanla yarışıyoruz."
Fırat'ın yüzü düştü. Onun kan grubu uymuyordu. Ailede de kimseninki uymuyordu.
"Sizin uymuyor mu?" diye döndü Nazlı’nın ailesine.
Kadın çaresizce kocasına baktı.
Kocası başını salladı:
"Seninki uymuyor hatun…"
Nazlı’nın babası atıldı:
"Ben akrabalara sorayım, siz de etrafınıza sorun!"
Herkes telaşla birilerini aramaya başladı. Ama ya bulunan uzaktaydı ya da kan grubu tutmuyordu. Umut tükeniyordu. Tam o anda…
Ayşe Hanım’ın aklına biri geldi.
Nasıl da düşünememişti?
"Asme… Asme’nin kanı uyuyordu! Birlikte kan vermeye gitmiştik. Hemşire aynı kan grubunuz demişti!"
Nazlı’nın annesi öfkeyle haykırdı:
"Mardin’in Şahmeran’ı kanını veremez kızıma! Olmaz!"
Ayşe Hanım öfkeyle üstüne yürüdü:
"Kızın ölüyor Zozan! Neyin kini bu, neyin meselesi şimdi!?"
Zozan çığlık attı:
"Uğursuz o kız!"
Ayşe bağırdı:
"Kızın umurunda değil mi!? Başlatma uğursuzluğuna!"
Sonra oğluna döndü:
"Git, bul getir o kızı!"
Fırat bir an bile tereddüt etmedi. Kendini dışarı attı.
İlk durak: Şah Konağı.
Kapıya sertçe vurdu. Hizmetli açtı.
"Asme nerede? Acil, onu bulmam gerek!"
Kadın soğuk bir ifadeyle cevap verdi:
"Burada değil, gidin."
Kapıyı kapatacaktı ki Fırat kolunu uzatıp engel oldu.
İçeri daldı, tüm konak onun çığlığıyla yankılandı:
"Asme! Asme!"
O gürültüye Azad Ağa çıktı.
"Ne oluyor burada?"
Fırat göz göze geldi onunla:
"Asme Şah nerede?"
Azad tek kaşını kaldırdı:
"Ne yapacaksın ona? Ne istiyorsun?"
Fırat patladı:
"Nişanlım ölüyor! Başlatma sorguna!"
Tam o sırada Asme belirdi. Sertçe sordu:
"Hayırdır, ne oluyor burada?"
Fırat ona döndü:
"Sen misin Asme Şah?"
Asme kaşlarını çattı:
"Benim. Derdi ne bu adamın?"
Fırat, gözyaşlarını gökyüzüne saklayarak derin bir nefes aldı.
Sonra Asme’ye yaklaştı, kolundan tuttu:
"Yalvarırım gel benimle… Nişanlım ölüyor. Zaman yok! Ne istersen yaparım. Yeter ki gel… Kanın uyuyormuş. Tüm Mardin’de yalnız senin!"
Asme’nin gözlerinde bir hüzün kabardı.
Yine bir kadın, yine bir feryat…
Başını hafifçe eğdi:
"Tamam… Yürü, gidelim."
Azad Ağa haykırdı:
"Hiçbir yere gitmiyorsun! Otur oturduğun yerde!"
Asme ona döndü:
"Niye? Bir kadının daha ölmesine göz yummam için mi? Ama ben sen değilim, Azad Şah! Ben her feryadı duyarım, her çağrıyı işitirim. Babam beni böyle büyüttü!"
Ve kararlılıkla arkasını döndü.
Gitti. Amcasının bağırışlarına rağmen…
Fırat hemen arabayı çalıştırdı.
Asme, yanındaki adamın perişan hâline baktı.
“Demek bu kadar seviyordu Nazlı’yı…” diye geçirdi içinden.
........
HASTANE
Geceyle gündüz birbirine karışmış, zaman kavramı anlamını yitirmişti.
Fırat arabayı hızla durdurdu.
Asme, kapıyı açıp inerken hareketleri aceleciydi zamanla yarışır gibiydi.
Fırat yol boyu Sessizdi.
Ama gözleri, kelimelerin anlatamadığı bin şey söylüyordu.
Kapıdan içeri girdiklerinde bir koşuşturma, bir telaş…
Bir yanda umut, bir yanda ölümün gölgesi…
Asme’nin ayak sesleri yankılandı koridorda.
Nazlı’nın ailesi, doktorlar, hemşireler…
Hepsi oradaydı.
Ayşe Hanım hemen yanlarına koştu.
Gözlerinde hem minnet hem utanç…
"Kızım… Allah senden razı olsun."
Asme başını eğdi.
"Vakit kaybedemeyiz. Hadi."
Hemşireler eşliğinde içeri alındı.
Küçük bir odada, koluna iğne takılırken gözleri sabit bir noktaya kilitlenmişti.
Sanki o an yalnızca kanını değil, ömründen bir parça veriyordu.
Bir fısıltı dudaklarından döküldü:
“Bir cana can oluyorsam, değerdir bu acı.”
Dakikalar geçti.
Hemşire odadan çıktı, Ayşe Hanım’la göz göze geldi.
"Kan verildi. Doktor elinden geleni yapıyor. Dua edin…"
Zozan Hanım bir köşede hâlâ donuktu.
Asme’yle göz göze gelmemeye çalışıyor, suçlulukla ellerini ovuşturuyordu.
Kapının önünde hâlâ bekleyen Fırat, başını iki ellerinin arasına almış, sessizce Rabbine yalvarıyordu.
Asme yavaşça yanına geldi.
Elinde yara bandı hâlâ duruyordu, ama sesi sakin, kararlıydı:
"Bazen en ağır yük, bir canın sorumluluğudur."
Fırat gözyaşlarını gizlemedi bu sefer.
"Teşekkür ederim… Minnettarım."
Asme gözlerini kaçırdı:
"Beni hatırlaman, Nazlı’yı kurtarmak içindi. O yüzden buradayım. Başka bir sebep arama."
Sessizlik çöktü.
Ama bu defa, içinde minnetle karışık bir saygı vardı.
Asme dönüp gidecekti ki bir doktor kapıyı araladı:
"Hastamız hayata tutundu. Durumu stabil. Şimdilik tehlikeyi atlattık."
Koridorda bir sessizlik oldu önce… Sonra o sessizlik, dualarla bozuldu.
Ayşe Hanım yere diz çöktü, ellerini semaya kaldırdı.
Zozan Hanım gözyaşlarını tutamadı.
Fırat ayağa kalktı, yüzü göğe döndü.
Ve bir adım geri duran Asme, ki
mseye görünmeden usulca yürümeye başladı.
Onun yürüyüşü bir vedayı taşıyordu içinde.
Sanki görevini yapmış bir savaşçı gibi.
"Bazı insanlar dua gibidir…
Sessiz gelirler ama bir ömrü değiştirirler."
Asme’nin adı bir gün unutulsa da…
O gün bir cana can verdiği gerçeği silinmeyecekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |