26. Bölüm

26. Bölüm

Gizliyazar_1907
ay.gece

♠️♠️L Â L

 

Dünya, güneşin etrafında bulunan gezegenlerden 5.büyük gezegendir.

İçinde her türlü canlı yaşar, belki görünen varlıklar, belki de görünmeyen varlıklar.

 

Ama neden? Neden ben bu dünyaya sığamıyordum!

Neden hep benim üstüme üstüme geliyordu.

Hayır, isyan etmiyorum. Bu benim kendime isyanım...

 

Tam mutlu oldum, herşey yolunda, tüm duvarlarımı yıktım, en yumuşak yüzümü gösterdim derken hayat bir defa daha vurdu bana.

 

Kendimi yetimhaneye sadece terk edilmiş azeri vatandaşı olduğumu düşünerek büyüdüm. 15 sene! 15 sene boyunca ailemden nefret ettim...

En sonunda beni bir çöp gibi yetimhaneye bırakan sözde vicdansız anne babayı bulmak için müdire hanımın odasına girdim ve girdiğimde ise raporumu buldum ve okudum.

 

Acı gerçeklerle yüzleştim, meğerse ailem şehit olmuş...

Beni asla bırakmamışlar, hatta beni bulmasınlar diye dolaba saklamışlar.

Beni bir türk askeri bulmuş, o zamanlar savaş varmış Azerbaycanda o yüzden gelmişler.

 

Bana bir o asker sahip çıkmış,

Şehit Namık Gürkan...

 

18 yaşına bastığımda ise her şey değişmişti.

Bedenim biraz daha olgunlaşmış ve aç insanların gözüne batmaya başlamıştı, âşık olmuştum ve bedenimi ise sadece aşık olduğun kişiye göstermeyi planlıyordum. Belki bu ne saçmalık dersiniz, ama ben öyle istedim ve öyle oldu. Yargılamayın lütfen...

 

Bedenimi gizledim ve babam sayılan Namık Gürkan' a yakışır bir meslek olarak asker oldum, iyi rütbeler edindim, çok fazla şehit verdim, kan gördüm, düşman vurdum.

 

Kimi zaman çok konuşmadığım için ezik dediler, ağızlarının payını bir güzel alıp oturdular. Sonra ise başka başka lakaplar. Baktım susmayacaklar en son adım ' Dilsiz ' olarak kaldı.

Oysa ki ben gayette güzel konuşan birisiydim ama elbette ki hak edene.

Hak etmeyen kişiye 1000 tane aynı kelimeyi söylesen de o, onu ne anlar ne de hak etmek için bir çabada bulunur.

 

Sonra ekip arkadaşlarımı tanıdım. Zamanla...

Çok sevdiğim bir azeri yazar derdi ki;

" bir insanı dört mevsim tanımadan sevme, güvenme. Her mevsimin bir özelliği vardır " der.

 

Mesela bir örnek vereyim, bir ağaçtan.

İlkbaharda çiçek açar, hoşlanırsın ondan ' ne güzel çiçek açtı dersin ', sonra yaz olur meyve verir kimi tutup yemek istersin ama belki kurtlu çıkar.

Ama sen sadece görünüşü güzel diye alırsın o elmayı veya başka bir meyveyi ama sonbaharda görürsün bir zamanlar sırtını yasladığın o ağaç, meyvesini kopardığın o ağaç çatırdamaya başlar, yapraklarını döker ve belki de yıkılır.

Kışın ise ne yaprağı kalır ortada ne de meyvesi...

 

Ama o ağacı sen iyi biliyorsan, yani onun o kış köklenmeyeceğini biliyorsan o ağaç ilkbaharda tekrar yeşillenir ve sana gölge sunar, eşsiz kokular verir.

 

İşte hayatta böyledir, insanı dört mevsim tanıman gerekir.

Ama bizim, biz askerlerin normal meslek yapanlardan daha kısıtlı vaktimiz olur. Belki de hiç...

 

Ama sen yine de belki görev esnasında söylediği türküyü duyacak, okuduğu şiiri dinleyecek ve ne tür yemeklerden zevk aldığını bir boşluk anında öğreneceksin ve bu da o kişiyi yine tanımana vesile olacak.

 

Mesela Onur, annesine ve babasına çok düşkündür ama bunu asla belli etmez. En sevdiği şair ise ' Necip fazıl kısakürek '. En sevdiği müzisyen ' Resul Dindar '.

Şu ana kadar ne sevdiği oldu ne de hayallerini süsleyen bir kadın. Ama sevdiği kadınla evlenmeyi o kadar çok istiyor ki şu anda bile olmayan çocuğuna bir isim uydurduğundan eminim.

 

Bulut ise çok içine kapanık birisi.

Belki de baba eksikliği çektiği içindir.

Bir kere nişanlandı ama sonradan kız onu aldatınca ayrıldılar. Biraz da bunun etkisi büyük tabi. Zor toparladık onu...

Onun da en sevdiği müzisyen ' Ahmet Kaya ' en sevdiği şair ise ' Özdemir Asaf'

 

Yavuz mu? O her zaman şen şakrak birisi olmuştur ama içinde ki yangını bir kendisi bilir. Annesi babası sağ ama onun için bir ölü, kız kardeşi vardı onu da daha küçükken kaybetmişler. Bunun suçlusu da annesi ve babası gibi gözüküyor. Uzun hikaye...

Onun da mesela en sevdiği müzisyen

' Tufan Altaş ' en sevdiği şair ise belirsiz. Her telden takılır.

 

Alparslan ise... bambaşka.

Birlikte büyüdük onunla. Kaç mevsim geçirdik ama bana hep kapalıydı. Ama ben herşeyi biliyordum, bazı şeyler hariç.

O da çok kötü çocukluk geçirmiş. Babası öldüğünde üvey babası tarafından tacize uğramış, annesinin gözü önünde. Sonra kaçmış ve yurda sığınmış, Onu oradan evlatlık alan bir Albayın evinde bulmuş aile sevgisini.

Bir abi edinmiş orada, annesini anne babasını baba bilmiş. Sonra ise hepsi tek tek şehit olmuş. Yaban ellerde bir başına Azeri yurduna vermişler onu.

Yanıma...

 

Orada birbirimizin sırdaşı, yoldaşı olduk, ama ben bunu pek hissetirmemişimdir.

 

Birlikte onunla, kardeşlerimle çok fazla operasyona katıldık, çok fazla leş gördük ve çok fazla asker verdik toprağa. Ama hiçbirinde de canım yanması, neden mi? Vatan Sağ Olsun diye.

 

Kaç kardeş gömdüm, neden mi?

Vatan Sağ Olsun diye...

 

Anamı babamı şehit verdim, neden mi?

Vatan Sağ Olsun diye...

 

Kalbimi söküp attılar, neden mi?

Vatan Sağ Olsun diye...

 

Karşımda ki yangın o kadar büyüktü ama kalbimdekiyle eşdeğer değildi, olamazdı.

Elimde ki künye de neyin nesiydi?

Alparslan bunu boynundan hiç çıkarmazdı ki?

Neden çıkarmıştı?

 

Hayır, hayır, hayır! Kendime sahip çıkmalıydım. Bana ait olan askerler, eşim belki de o yangının içindeydi ve bir umut kurtulmayı bekliyordu?

 

Ayağa kalktım ve belimde ki silahı çıkartıp yine sert adımlarınla karış karış aramaya koyuldum.

Kimi zaman yanıma militan kolu, bacağı düştü, kimi zaman da demir, tahta parçaları.

 

Uzaktan bir inilti gibi birşey duydum.

Hızla oraya gittiğimde ise yerde kanlar içinde yatan Bulut ve Vedatı gördüm.

Bulutun yanına gidip çöktüğünde ise gözleri açıktı ve inliyordu.

Nabzı atıyordu ama çok yavaştı.

 

" komutanım " dedi kesik kesik.

" hakkınızı helal edin " dediğinde ise ciğerim 5 parçaya bölündü.

" hayır hayır hayır. Dayan yiğidim kurtulacaksın " dediğinde ise buruk bir şekilde gülümsedi.

" yeğenimi, benim için öpün komutanım " dediğinde ise gözleri yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı bile.

Sarstım, gözleri kapalıydı.

 

" Bulut! Yapma bize bunu! Yapma kardeşim " diyerek son çırpınışlarımı da koydum ortaya.

 

Ama artık kalbi durmuştu.

 

Şehit Bulut Boz,

Memleketi Adana...

 

Şehit Vedat Tuncer,

Memleketi Erzurum...

 

Onları bir kenara çektim dolu gözlerle. " iki şehit " dediğimde ise bunun ikiyle kalmayacağını biliyordum.

O yüzden acele etmeliydim.

 

Silâhı belime koydum çünkü bu yangından bir militanın dahi kurtulamayacağını biliyordum.

 

Az uzakta bir kol gördüm, yüreğim o kadar acıdı ki tarifi yok.

Hızla koşarken o kola baktım. Bir asker koluydu, bizim timden değildi Kazımlardan olması gerekiyor, kim olduğunu parmağında ki yüzüğü görünce tanıdım.

 

" Güray..." diye fısıldadım. Kolunu yanıma alarak aradım o bölgeyi. O buradaysa bedeni de buradaydı. Bedeni buradaysa, Feyzullah ve Alparslan da buradaydı.

Aradım, iki şehit daha...

 

Şehit Güray Tekin,

Memleketi Antalya...

 

Şehit Feyzullah Sağlam,

Memleketi Tekirdağ...

 

Alparslan yoktu, " 4 etti " diye mırıldandım. Verdiğimiz her bir şehidin kanının her damlasını söke söke alırdık evelallah.

 

Aradım taradım, Onur, Burak ve

Olcay 'ı sersemlemiş bir şekilde yere çökmüş olarak buldum. Derin bir soluk verdim.

" Onur!" Diyerek koşarak yanlarına gittim ve sıkıca sarıldım.

" nasılsınız bir şeyiniz var mı?" Dedim ve hepsini tek tek kontrol ettim.

İyilerdi, sadece sersemlemişlerdi.

 

" kaç?" Diye soran onur yüzünün renginden anlamıştı muhtemelen.

Boğazıma oturan yumru ile " dört " dedim. Gözlerini sıkıca yumdu ve

" kim?" Diye sordu. Diğerleri de anlamıştı ne olduğunu.

" Vedat... Feyzullah... Güray ve..." deyip sustuğumda bizden biri olduğunu anlamıştı. Ağlarken " ve?" Diye sordu.

" Bu-Bulut " dediğinde sıkıca sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ama çabuk toparladı.

" diğerleri neredelar? Eğer bulamaduysan vakit kaybetmeyalum " dediğinde ise haklıydı.

 

Olcay ve Burak diğer tarafa giderken aramaya koyulduk. Her bir yeri ararken kimi zaman çocuk kimi zaman da sivil köylülerin parçalanmış bedenlerini gördük.

 

" nereda kardeşum? " diye sorduğunda Buluttan bahsettiğini anlamıştım.

İlerde ki dağı gösterdim " Şehitlerimizi oraya bıraktım, Alparslanın... künyesini buldum ama kendisi yok " dediğinde ise elini sırtıma koydu.

Abim sayılırdı.

 

" geçecek " diyen onur, geçmeyeceğini biliyordu o yüzden lafını geri aldı.

" siktir et! Geçmez " dedi ve yan tarafta döndü. Benim görmediğimi sandığı gözyaşlarını elinin tersi ile sildi ve sanki birşey görmüş gibi kaşlarını çattı.

 

" Alparslan?" Dediğinde ise bedenimde bir elektrik akımı varmış gibi onun baktığı yere baktım. Alparslan...

Bir ağacın dibinde yatıyordu.

Hızla ona doğru koşarken kaşlarımı çattım. Bedeninden üstü çıplaktı ve ne bir patlamaya dair iz ne de bir kurşun yaradı vardı. Sadece morluklar vardı kimi yerinde. Ama benim için önemli değildi. Ne olursa olsun o şu anda yerde bir ölü gibi yatıyordu.

Hızla yanına eğildim ve nabzını kontrol ettim. Nabız normal bir düzeyde atıyordu. "Onur tut da taşıyalım " dediğimde Alparslanı kaldırdık ve onu şehitlerimizin olduğu yere taşıdık. Ben üzerimde ki montu Alparslanın üstüne örterken Onur ise Bulutun yanına diz çökmüş ağlıyordu.

Elimi omzuna koydum ve sıktım ona destek vermek adına.

 

Ayağa kalktığında geri döndük ve Kazımı koyduğum yerden alıp geri getirdik. O sırada silah sesleri köyün diğer tarafından yani Olcayların gittiği taraftan geldiğinde silahlarımızı çıkardık ve hızla oraya doğru koştuk.

Yaklaştığımızda 5-6 kişilik militan grubunun Olcay ve Burağa ateş ettiğini gördük. Onur sinirden köpürmüş gibiydi. Yerden aldığı taramalı tüfek ile bir saniye bile düşünmeden onlara dogrubates etmeye başladı.

 

Korkmuştum, ya ona birşey olursa, timinden bir şehit daha veremezdim ama onu şu anda durduramazdım da.

Onur militanları başladığında Burak ve Olcayın yanına gittik.

Yerde yatan iki bedene baktık.

Tahir ve Hamit...

 

Burak ve Olcayın gözü yaşlı " iki şehidimiz daha var komutanım " dediğinde elimi orada bulunan ağaca geçirmiştim. Hem sinirli,hem üzgün, hem korkuyor, hem de cesaret damarlarımda kol geziyordu. Şu an duygusal bir boşluktaydım yani her an herşeyi yapardım.

 

Tahir Gökdeniz

Memleketi Zonguldak...

 

Hamit Rasim,

Memleketi Adana...

 

Gözlerim Yavuzu aradı, ileride Onur ile sarılarak ağladığını gördüm. Öğrenmişti...

 

" Telsiz yanında mı Bulu- " derken Bulutun olmadığı geldi aklıma ve gözlerim dolarken geri çektim lafımı.

" Telsiz yanında mı Olcay "

 

" yanında komutanım ama bağlantı kesik " dediğinde sıkıntılı bir nefes verekerek getirmesini söyledim.

 

Telsiz gelirken zar zor bağlandık,

Onlar şehitlerimizi taşırken ben bir başıma o ağacın dibine çökmüş vaziyette yanan evleri izliyor ve ağlayarak telsizle bağlantıyı bekliyordum.

 

Nihayet telsiz açıldığında;

" Görev Başarı ile tamamlanmıştır komutanım, 6 Şehidimiz var VATAN SAĞ OLSUN " dedim ve tam koordinatları söyleyip kapattım.

 

Başımı ağacın gövdesine yasladım ve bu gece hiç yıldızı, ışığı olmayan gökyüzüne baktım.

Yüzüne düşen yağmur damlalarını hissettiğimde ellerimi çıplak kollarıma sardım.

 

" Bu gece de beni yalnız bıraktın öyle mi? Sana demedim mi ben, beni bir başıma bırakma öksüz kalırım,

Sen bari duy lâl olurum...

Ama biraz zor değil mi senin için!

Her acı günümde tektim, hiçbir zaman yanımda yoktun. Biliyormusun ortaya çıktığın gecelerde hep mutlu olurdum, seni annem gönderdi sanardım ama hayır, benim annem hem mutluluğumda hemde acımda yanında olur " dediğimde derin bir nefes verdim ve yağmurda yüzüme yapışan saçlarımı geri ittim.

"6 şehit var! 6 ana ağlayacak, belki 6 sevda kopacak, 6 can gidecek, 6 can ile birlikte kendilerini gömecekler o kara toprağa!

Ve sende üzerlerine yağacaksın?

Adalet mi bu? "

 

Ağladım, içim dışıma çıkana kadar ağladım...

Yine de be! Yine de Vatan Sağ Olsun!

 

 

♠️♠️♠️♠️♠️

 

 

Bölüm : 28.01.2025 12:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...