
💙💙💙Özel Bölüm:TUĞRUL
( Tuğrulun anlatımıyla )
Çok şanslı bir çocuk olarak dünyaya geldim. Çok şanslı bir evlat olarak onlara her zaman minnettar oldum. Babam, kendisi şu anda Albay olur. Annem emekli bir ilkokul öğretmeni, erkek kardeşim de Ispartada, annemle birlikte memleketimizde hukuk okuyor.
Bizim oralarda bana kız bakarken uzun zamandır duyduğum tabiri söylemişlerdi bana. ' gülü seven dikenine katlanır da, Isparta gülü bir başka olur...' derlerdi. Ama bizim oralarda bunu erkeklere söylerler ve aralarında alay konusu yapıp gülüp eğlenirler. Benim arkadaşlarım bu gibi tabirlere çok sinirleirken ben ise annemlere hep hak veriridim. Kendimi naza çekmek gerçekten hoşuma gidiyordu.
Anneme göre ben asla asker olamazdım, bana göre bile ama oldu işte... iyi ki de oldu.
Okuldayken tüm derslerim başarılıydı fakat babamla annemden gizlice gittiğimiz poligonda çok iyi ve isabetli atışlar yaparken babam keşfetmişti beni. Gülerek ' asker adamın asker çocuğu olurmuş zaten ' der dururdu.
Harp okuluna girdim, bu hem derslerim hemde atış başarım ile çocuk oyuncağı olmuştu ama sırf annesi ikna etmek ölüm gibiydi.
Harp okulunu 1.likle bitirdim. Türkiye genelinde 2017 senesinde derece yapmış birisi olarak götümün kalkması gerekiyordu ama hayır...
Onca duygu eğitiminden sonra duygusuz bir piç olmuştum.
Anneme ve babama da sadece saygı ve sevgi dışında hiçbir yakınlık hissetmemeye başladım. Halbu ki bunun olamaması gerekirdi...
Ben yavaş yavaş tüm duygularımı yitirmiştim. Bunun aslında olmasının sebebi ise mesleğinin üçüncü senesinde yani bundan 3 sene önce sevdiğim kadını ve timimi şehit vermemdi. Hain bir suikastte bizi esir almışlardı ve gözlerimin önünde sevdiğim kadına tecavüz etmişti. Burçin, Burçinim ise buna dayanamadı ve kendini kayalıklardan aşağı attı. Timimi diri diri yaktılar. Kan kardeşlerimi, sevdiği benden aldıklarında yalnızca 23 yaşındaydım. Komutan değildim elbette, komutanımı da yakmışlardı. Generaller neden komutanı değilde beni sağ bıraktıkları için benden şüphe duydular ve tam 5 ay uzaklaştırma aldım.
Ama açıklamam vardı. Yasin komutanımın yıldızlı apoletini ben almıştım. Beni komutan sanmışlardı.
Göreve geri döndüğümde başıma bir tim verdiler. Çok sert bir komutan olarak gördüler beni. Ki öyleydim...
Sonra birgün göreve çağrıldım. Tek başıma. Timimi kaybedenleri yakalamak için.
Gittim...
3 sene oldu, 3 sene!
Annemi görmeyeli 3 sene,
Kardeşimle atışmayalı 3 sene,
Babama sadece komutanım diyeli 3 sene...
Emindim ki buradan ayrıldıktan sonra bena tekrar uzaklaştırma verecekler hatta görevden alacaklardı. Çünkü bir asker en fazla terör ile iç içe 2 sene kalmalıydı. TSK işini sağlama almazsa belki de ben terör ajanı çıkardım içlerinde. Tabiki de öyle birşey olamazdı.
Birgün kampa bir kadın geldi. Saçları kumraldı ve bir köylü çobana gore oldukça bakımlıydı. Gözleri terör örgütünün ele geçirdiği bir kadına nazaran daha cesur bakıyordu ama korku ayağına yatıyordu.
Ona acıdım, eğer ona burada ben sahip çıkmazsam bu itler anında paramparça ederdi kızı.
" bundan böyle o benim karım olur! Dokunanı yakarım " dediğimde kadının gözünde hiçbir duygu görememek beni işgillendirmişti.
Gel zaman git zaman bu benim gibi müslüman olan kadınla aynı yastığa baş koyuyorduk fakat ne bir kez eli elime değmişti nede bedenini görmüştüm. Onun gelmesinin ardından 7 ay geçmişti ki Albay ile telsizde konuşmak için kamptan biraz uzaklaştım. Albay ile konuşamadan kapmtan birisi gördü beni ve var gücüyle bağırmaya başladı. Onu susturmaya çalıştım, hatta öldürmeye çalıştım ama çok geçmeden kamptakiler beni aldı ve Kampa götürdü.
Şu anda asla kendimi düşünmüyordum, O kadını düşünüyordum. Bacım gibiydi ama buradakiler karım olarak biliyordu.
Ona benden sonra dokunacaklardı...
Kampta gözlerim ilk önce onu aradı. Bizim çadırımızın önünde bana her zamanki gibi hiçbir duygu barındırmayan fakat da anlamayan gözlerle bakıyordu. Buraya geldiğinde toz toprak içinde olan kıyafetleri bile şu an giydiği terörist kıyafetlerinden daha iyiydi.
Beni büyük çadıra, bir zamanlar TSK ya bilgi sızdırdığım çadıra götürdüler.
Başına 3 tane adam dikip gittiler. Fakat onlar bilmiyordu ki ben zaten iplerimi daha ilk saniyede çözümüştüm...
Adamları daha ne olduğunu anlamadan öldürdüm. Çadırdan çıktığım an ilk işim kaldığın çadıra gitmek olacaktı ve o kadını bu kamptan çıkarmak. Ama çadırdan çıktığım anda kafama yediğim bir şey ile yere düştüm. ilk önce. kulaklarım uğurladı, ardından da gözlerim karardı.
Ayaklarımın yerde sürüklendiğini, bir helikopterin pervane sesini duydum önce ardından da büyük bir patlama sesi. Gerisini de hatırlamıyorum...
💙💙💙
Gözlerimi açarken gözüme vuran yoğun ışık hüznesi ile bir iki defa kırpıştırdım. Ardından beyaz bir tavan ile karşılaştım. Etrafıma baktığımda burasının bizim revire ait olduğunu anladım ve derin bir nefes verdim. Fakat yüreğime öyle bir ağırlık çökmüştü ki...
O kadını orada bırakmıştım, 3 yıldır topladığım bilgileri alamamıştım.
Fakat anlayamadığım şey şu;
Beni kim bayıltıp buraya getirmişti ki?
" Sanırım kendinize geldiniz, serumunuzu yenileyelim." diyen zarif bir kadın sesi ile irkildim. Aslında onu duyardım ama artık bana ne olduysa veya orada ne gibi bir olay gerçekleşmişse kulaklarım uğulduyordu.
Kadına döndüğümde beni türbanlı bir ve benden 2-3 yaş küçük bir kadın doktor karşıladı beni. Buraya 3 yıl içinde gelmiş olması gerekiyordu. Zaten 3 yolda belki neler neler değişmişti buralarda.
" B-bana ne oldu?" Dediğimde kadın benimle göz teması kurmuyordu.
" Bildiğim kadarıyla Binbaşı Dilsiz, sizin ve onun görev yaptığı kampı patlattı ve bundan önce de sizi kurtardı " dediğinde şaşırmıştım.
Ne yani, Dilsiz denilen Azerbaycanlı efsane komutan benimle aynı görevdeydi ve ben bunu fark etmemiş miydim?
Kadına dosyaları ve o masum kadının da gelip gelmediğini sormak istiyordum ama nereden bilecekti ki o?
" anladım, peki ben ne zaman geldim buraya?"
" Dün." Dediğinde şaşırmıştım.
" neden bu kadar uyudum ki?" diye kendime sorarken kadın kıkırdadı ve eşarbını yan kısmını düzeltti.
" Binbaşı Dilsiz sizi bir terör mensubu sanmış, bu nedenle de size biraz sert vurmuş. Yani uyuma değilde bayılma diyelim " dediğinde sadece benim olayı çakmamasına sevinmiştim.
Kadın ise halâ gülerken gözüm istem dışı kadının sol yanağındaki gamzeye takıldı. İçimden bir kıro
' gamzelerinde boğ beni ' dememek için adeta zor duruyordu. Kadının dünyada en az %80 inde olan göz rengi yani kahverengi gözleri vardı ama bana çok güzel gelmişti. Gözleri iriydi, kaşları gözlerine çok uyumluydu ve sanki hiç alınmamış gibi ip gibiydi. Kardeşimden bilirdim böyle şeyleri. Hokka burunluydu ve burnunun üstünde hafif çilleri vardı, alt dudağı üst dudağına nazaran daha dolgundu. kendime geldim. Yalandan öksüren kişiye baktığımda kapıda gözlerini sinirle bana dikmiş Batu ile karşılaştım. Bu adamdan hiç haz etmezdim.
Doktor " Siz konuşun ben sizi yalnız bırakayım " deyip çıktı. Çıkarken Batuya omuz atmıştı. Batu da göz devirerek ağzının içinde birşeyler homurdandı ve yanıma gelip oturdu.
" ooo nihayet görevden gelebiliniz Tuğrul Bey!" diyerek alay etti.
ona " hmm, çok kolay oldu ya gelmem " dediğimde güldü. İyi bir arkadaşımdı.
Gülüşü bir anda solarken sinirle bana döndü. Herhalde bipolardı.
" Senin Tomris ile ne işin vardı?" Dediğinde Tomrisin daha deminki gelen kız olduğunu sandım.
" doktor da işte Batu! muayene etti " dediğimde sinirlendi ve " Nazlıyı mı diyorum lan ben, seninle gelen kadın var ya! onu diyorum " dediğinde bir an anlamadım. " yanımda ki kadın Fatmaydı, Tomris diye bir kadını tanımıyorum " dediğinde kaşları düzeldi ve sırıttı.
" şimdi senin onu tanıyamamana mı gülsem yoksa Binbaşının seni nasıl oyuna getirdiğine mi üzülsem belli değil." dediğinde ona uzaylı hibi bakmam yetmişti sanırım.
" Birde Yüzbaşı olacaksın- ne vuruyorsun oğlum! neyse taman dur anlatayım-" tam anlatıyordu ki açıldı ve içeri albay girdi.
Batu hızla as duruşa geçerken ben yerimden doğrulmaya çalışıyordum.
Beni eliyle oturmalı isteyerek uyardı ve Batuya da başıyla dışarıyı gösterdi.
Batu bana bir bakış atıp çıktığında Albay yanıma geldi. Sakin olmalıydım.
Tedirginlikten ve Albayın karşısında yatar pozisyondayken sakin olmak mümkün değildi.
" Rahat oğlum rahat " dediğinde yılların da verdiği saygıyla doğruldum ve sırtımın olduğu bölgeye yastık koydum.
" Nasılsın evlâdım?" Diye sordu babacan sesiyle. 3 Yılda herşey değişmişti bu karargâhta ama Nizami Albayın bana karşı babacan tavrı değişmemişti.
" iyiyim Komutanım, sizler nasılsınız? Karargahta durumlar nasıl? Yengem nasıl " diye sordum. Anlaşılan dilimin bağı çözülmüştü. Güldü ve konuşmaya başladı.
" Valla Allah'a şükür ben iyiyim evlâdım, Senden sonra ise karargahta Dilsiz Komutan sayesinde üç tane hain yakalandı. Yengen de iyi, hala formunda " dediğinde Tuğrul gülümsedi. Aklıma birşey takılmıştı.
Dilsiz Komutan burada mıydı?
" Dilsiz Komutan derken komutanım?"
dediği nde Albay sırıttı ve
" evet, Fısıltı Timinin komutanı ve Ünlü Dilsiz Komutan bizim karargâhta. Hatta şu anda çardakta timiyle çay içiyor " dediğinde gerçekten şaşırmıştım.
" peki, benimle gelen kadın. O suçsuz komutanım, orada sadece-" diye Fatmayı soruyordum ki Nizami albay güldü ve " biliyorum oğlum biliyorum. Hatta o da şu anda Fısıltı Timi ile çardak da çay içiyor " dediğinde hemen ayaklandım.
Başım biraz dönse de aldırmadım.
" onunla konuşmam gerek komutanım " dediğinde Albay yine güldü. Bu adam çok mu güler olmuştu ne?
" iyi git bakalım ama üzerinde ki şu gavur kıyafetlerini bir çıkar " dediğinde yüzü mu buruşturdum ve selam durdum.
" Emredersiniz Komutanım " deyip revirden çıktığımda kendi odama doğru yürüdüm. Yolda timimin odasını gördüğümde gülümsedim ama şimdi onlara gözükemezdim.
Odama girdim ve güzelce bir banyo yaptım. 3 senenin kirini 40 dakikaya sığdırıp dolabımdan 3 senedir hasretini çektiğim üniformayı aldım ve giydim. Bordo apoletimi de alıp kafama taktığımda aynada kendime gururla gülümsedim.
Sonra dikkatimi omzumdaki yıldızlar çekti. İlk önce kaşlarımı çattım ama sonra mutluluktan gülümsedim.
Binbaşı olmuştum...
Gülümseyerek dışarı çıktığımda karşımda Albayın postasını gördüm.
" Komutanım Albay sizi odasında bekliyor "
" tamam sen git geliyorum ben "dedim. Kendi içimde bir değerlendirme yaptım ve Albayı bekletmemekte karar kıldım.
Albayın kapısına geldiğimde Albayın postası Albaya haber geçti ve bende içeri geçtim.
" Binbaşı Tuğrul Özçelik/ Isparta! Emredin Komutanım "
" rahat asker, otur "
oturmadım.
" otur oğlum!"
Bu sefer oturduğumda söze uzatmadan başladı.
" Biliyorsun oğlum, kurallarımızı.
3 sene boyunca dağda o teröristlerin arasındaydın. Biliyorsun ki TSK 2 seneye kadar kabul edebiliyor "
Boynumu eğdim ve gelecek hükmü bekledim." Biliyorum komutanım "
" Ama biz komutanlarla toplandık ve zaten sana yeterince haksızlık yaptığımızı kabul ettik. Artık Binbaşısın ve timin başına dönebilirsin. Uzaklaştırma falan yok koçum." dediğinde şaşırmıştım ama minnetle gülümsedim.
" teşekkür-"
" teşekkür falan etme oğlum. Bu bizim sana olan borcumuz " dediğinde izin alarak odadan çıktım ve kendi timinin odasına girdim.
Herkesin beni görünce gözleri büyüdü. Hazır ola geçtiler . Ben görmeyeli sanki biraz daha mı irileşmişti bunlar ne?
" Rahat asker " dediğimde timin en küçüğü olan Maksut ağlayarak yanıma geldi ve sarıldı.
Sadece onlarla 4 ay geçirmiştim oysaki. Onun ağlamasını şu an tam 3 yıldır göreve çıkamadıklarına yoruyorum.
" ağlama lan!?" dedim ne yapacağımı bilemez bir şekilde.
O benden ayrıldığında diğerleri geldi tek tek. Hepsiyle sarılıp hasret giderdikten sorna dışarıya çardakların olduğu yana doğru gittim.
Bir çardaktan kahkaha sesleri yükseliyordu.
O tarafa baktığımda ilk olarak bu tarafa dönük kolunda Azerbaycan simgesi olan bir asker çekti dikkatimi.
Azerbaycanlı Dilsiz Komutan oydu demek...
Yanındaki onun gibi maskeli askerlere baktığımda hepsi ürkütücü gözüküyordu ama kahkaha sesleri oradan geliyordu.
Selam vermek için daha da yaklaştığımda Dilsiz Komutanın sesini duydum. Kadındı...
Bu şok dalgasını atlatamazken sesi çok tanıdık geliyordu. Fatma burada demişti Albay ama yoktu.
Oradaki tim ayağa kalktığında karşı-karşıya geldik. Kadının gözleri de çok tanıdık geldiğinde artık şok üstüne şok yasamak benim kaderimdi sanırım.
O Fatmaydı... Ama değildi.
O Fatma değildi, Dilsiz komutandı.
Ve ben Dilsiz Komutan ile 8 aydır aynı yastığa baş koymuştum...
Sert tavrımı bozmadan onun yanına gittim ve " merhaba karıcım " dedim.
O da şaşırmıştı beni gördüğünde ama benden çok çabuk toplandı.
Yanında ki tim bana çatık kasları ile bakarken birisinin gözlerinden ateş püskürüyordu sanki. O da azerbaycan asıllıydı sanırım. Onun da kolunda Azerbaycan simgesi vardı.
" m-merhaba " deyip yakalığıma baktı ve " özçelik " dediğinde işte o zaman gerçekten tanışmıştık.
Ve o tanışmadan sonra gerçek bir abi kardeş olduk.
O gözleri ateş püskürten adam ile evlendi. Ondan önce görevde bir evlat sahibi oldular. Bir anda hem kardeşim hemde Yeğenim olmuştu.
Kardeşim vardı ama bir tane daha olsundu, ne olurdu ki?
Herşeye sahipken birde gönlüme üç senedir düşmeyen bir ateş düştü.
Biliyordum bu duyguyu,aşktı.
Ben Doktor Nazlı'ya kör kütük aşık olmuştum ve onu da kaybetmeye hiç niyetim yoktu.
Ben bir kadının elini tuttuysam ölene kadar bırakmazdım.
Ben ki Binbaşı Tuğrul Özçelik'tim...
💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙
Nazlı&Tuğrul
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.28k Okunma |
2.72k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |