12. Bölüm

11.BÖLÜM DEĞER

aybala günal
aybalagunal

"Canım kardeşim nasılsın? Balım benim! Odaya geldik sonunda!" dedim titreyen sesimle.

Canım yanıyordu onu bu halde gördükçe. O bana kızgın değildi, farkındaydım ama... Çok canımı yakıyordu işte!

Kardeşimi vurmuştum! Sonuç buydu! Lanet olası bir çeteyi çökertmek için onu da feda etmiştim! Defalarca kez pişman olsam yine az gelirdi.

Kardeşimi yoğun bakımdan çıkarmışlardı. Odasında Gizem ve ben oturuyorduk. Başkan sayesinde özel bir oda tutmuştuk.

"İyiyim abla, sadece bir an önce buradan çıkmak istiyorum." dediğinde gülümsedim. Hiçbir zaman değişmiyordu.

Yerinde durmaktan nefret ediyordu. Asla sevmezdi boş oturmayı. Yatmaktan nefret ederdi. İlk kez onun bu haline kızmak gelmemişti içimden.

"Balım şimdi doktorlar gelecek. Bakacaklar nasıl olduğuna. Muhtemelen çok kalmayız, çok fazla hasta var."demiştim.

Gülümseyerek onu izlemeye devam etmiştim. Onun için her şeyi yapmaya razıydım. Tek varlığımdı o benim. Biriciğimdi...

Onu odada bıraktıktan sonra Gizem'le kapının önüne çıkmıştık."Bulduğun bilgileri bana anlat. Eksik anlatmak yok Gizem." dediğimde Gizem'in yüzüne endişe yayılmıştı.

"Aynur, o adam... O adamla uğraşma! Kaybedecek bir şeyin yoksa uğraşma! Yapma Aynur." dediğinde gülümsemiştim.

"Sana sadece tek soru sordum. Bana cevap vermezsen kendi başıma da bulabilirim Gizem. Onların yaptıklarını yanına bırakamam! Merak etme kimliğime ulaşamazlar." dedim.

Benim rahat ifademe karşılık gözlerinde endişe hüküm sürüyordu. Korku ve kaygı... Hepsi birlikteydi. Gözlerinin içinde korku denizi vardı. Benim gözlerimdeyse sadece öfkenin ve inatçılığın alevi vardı.

Öfkem çok büyüktü. Sakinliğimse fırtına öncesi sessizlikti.

Tam o sırada tekrar telefonuma bildirim gelmişti. Gizem'e döndüm ve "O adamla ilgili tüm dosyaları bana at. Ne varsa..." dedim. Sonra da bildirime baktım.

Gözlerim kocaman açılmıştı. O mafya bozuntusunun çetesindeki istihbarat üyesindendi gelen mesaj.​​​​​​

Mustafa Karca: Umay Hanım yarın saat sekizde bir operasyon yapılacak. Aşağıdaki dosyada bilgiler mevcut.

Mustafa Karca: Bir dosya eki gönderdi.

Dosyayı açtım ve incelemeye başladım. Bu bir mahalle krokisiydi. Bir alan kırmızı ile gösterilmişti. Alt sayfaya geçtiğimde buranın da işaretli yerin planı olduğunu anladım.

Yani bu sayfadaki de bir binanın planıydı.

Alt sayfaya inince de operasyonun planlamasını görmüştüm. On sayfalık planlamayı çok incelemeden geçtiğimde alt sayfada bana daha çok hitap eden bir şey bulmuştum.

"ÇETENİN İŞLEDİĞİ SUÇLAR" Bu başlığın altına bakınca mafyanın düşündüğümden daha büyük ve zor bir çete olduğunu anlamıştım.

Üyelerin isimleri, işledikleri suçlar, ilgi alanları, zarar verdikleri insanlar... Bunlar hep bağlantılıydı. Mesela çetenin elebaşı olan adamın en sevdiği şey ateş yakmaktı ve işlediği suçlar hep yakmakla ilgiliydi.

Tam iyice odaklanmışken sağıma kafamı çevirince gözlerini açmış bir vaziyette burnumun dibinde duran Gizem'i görmüştüm.

"Kızım sen manyak mısın? Ne dibimde duruyorsun? Git işlerini bitir ya!" dediğimde benden ayrılmıştı.

Elini beline koymuştu ve kaşlarını çatmıştı. "Ne var ya! Ne oldu sanki? Öptük mü ne!" deyince gözlerim açılmıştı.

"Aaa haklısın canım! Lütfen öp! Bir o eksik şu anda zaten!" dedim ve birbirimize baktık.

Birbirimize kaşlarımızı çatarak bakarken ilk gülen Gizem olmuştu. Birbirimize sarılıp gülmeye başladık.

Kahkahalarla gülerken Aslan Bey için gönderttiğim adamdan mesaj geldi telefonuma. Kıyafetlerin bedenlerinin olduklarını yazmıştı.

Gülümsedim ve Gizem'e dönüp "Ozan'ın çalıştığı otelde bir akşam yemeği ayarlar mısın? Özel bir yemek olacak. Başkan da gelecek, sen de geleceksin."dediğimde Gizem şaşırmıştı.

" Ne yemeği bu? Ne zaman olacak? Ne giyineceğim? Nasıl bir yemek? Neden orada? Aniden ne oldu?" diye sorularını sıraladığında gülümsedim. "Detayları sana yazarım şimdi gitmem gereken bir yer var. Görüşürüz."dedim ve onu dinlemeden çıktım.

Tam o sırada bir bildirim daha gelmişti Themis'ten.

Bildirime baktığımda gördüğüm isimle şok geçirmiştim.

Saliha BOZOK, intihar oranı yüzde seksen yedi, 42 yaşında...

Resimde gördüğüm kadın yan komşumun akrabasıydı. Hatta kendisi hamileydi. Bir hafta önce doğum yapmıştı daha...

​​​​YAZARDAN...

Günlerdir uyumuyordu Saliha. Bebeği hastaydı. Kocası bütün işleri onun üstüne yıkmayı tercih etmişti. Her gün başka bir otelde eğlenceye gidiyordu.

Lohusalık depresyonuna girmişti artık. Kocası onu aşağılıyor ve beğenmiyordu. Halbuki önceden böyle değildi.

Bir şey istediğinde onu tersliyordu. Kaynanası sürekli ona hakaret ediyor ve onu şımarık olmakla suçluyordu. Evdeki tüm işlere karışıyor ve Saliha bir iş yaptığında burun kıvırıyordu.

Saliha'nın ailesi yoktu. Yetimhanede büyümüştü. Tek bir hayali vardı: Mutlu bir yuvaya sahip olmak.

Yuvası vardı ama mutlu değildi. Kahverengi dağılmış saçlarına bakıyordu uykusuzluktan morarmış gözlerle. Bir haftadır uyuyamıyordu. Ona destek olan kimse yoktu. Hastaneye bile tek başına gitmişti. Kocası bebeğinde vazgeçmişti. Kaynanası ise bebeğin hasta olmasının tek sebebini Saliha olarak görüyordu.

Çökmüş bedenine baktı. Daha bir hafta öncesine kadar enerjik, mutlu, aşık bir kadındı Saliha. Ama şimdi...

Kalbi yanıyordu. Aynadaki yansımasından nefret ediyordu. Belki de haklıydı kaynanası...

Belki de suçlu kendisiydi. Kahverengi gözleri artık kırmızıydı. Ağlamaktan, yorgunluktan zayıflamıştı bir haftada. Yemek yiyemiyordu. Depresyona girdiğini biliyordu ama engelleyemiyordu kendini.

Birisinin dizine başını koyup saatlerce ağlamak istiyordu. Aynadaki yorgun bedenimi incelerken birden kaynanası odaya girmişti. Aniden odaya girdiği için irkilen Saliha kaynanasına "Bir şey mi oldu anneciğim?"demişti kısık sesle.

​​​​​​"Yetmez mi yattığın? Az sonra misafir gelecek eve. Oğullarım gelecek. Ben senin yaşında gelinken üç tane çocuğum vardı da koca aşireti ağırlamıştım. Bir de sana bak!" demişti küçümseyen bir bakış atarak.

Daha yeni doğum yapmıştı Saliha. Bebeğini bile kucağına alamamıştı. Ama misafir ağırlıyordu. Bu ağırladığı dördüncü misafir grubuydu.

Yorulmuştu. Ruhu da bedeni de yorgundu. Kalbi kırıktı. Kocasının ihmaline, kaynanasının laflarına, ailesinin aşağılamalarına kırılmıştı.

Kaynanası odadan çıkınca tutmamıştı kendini ve pencereye yönelmişti. Evleri tek katlıydı ve atlayabilirdi. Pencereden bahçeye atladığında yapacağı şey belliydi...

Kalbinin sesini dinleyecekti ve gidecekti. Bebeğini bıraktığı için kendinden nefret ediyordu. Bebeğini bir ömür bırakmayı tercih etmişti artık.

Yola kendini bilmez bir halde çıktığında ayakları onu İntihar Köprüsüne yönlendirmeye başlamıştı. Artık Saliha'nın karşı çıkacak bir gücü de mantığı da yoktu.

Aklındaki tek cümle ise "HER ŞEY BİTMELİ" olmuştu.

 

 

​​​Lohusalık depresyonu bir kadın için en tehlikeli zamanlardan biridir. Vücut olarak yıpranan kadına kocası tarafından destek gerekir. Eğer o desteği göremezse kadın intihara giden yola girmeye mahkum edilir. O yoldan onu kurtaracak şeyse sadece görmek istediği ilgi ve sevgidir.

 

 

UMAY'DAN...

Motordan indiğimde tam karşımdaydı Saliha. Ona doğru koşmuştum.

"Saliha dur! Sakın yapma!" diye bağırdım. Arkasını dönüp baktığında ona yaklaştım. Koluna yapıştım nefes nefese.

"Ben bıktım! Bıktım artık Aynur! Ölmek istiyorum!" dediğinde içim parçalanmıştı. Ne olduğunu öğrenmeliydim.

Gözleri kızarmıştı. Kahverengi saçları en az üç gündür taranmamıştı, belliydi. Buğday tenliydi. Gözünün altları şişmiş ve mosmor olmuştu. Uykusuzdu ve ağlamıştı. En son gördüğümden çok farklıydı. Yıpranmıştı. Özgüvenli, neşeli, enerjik kadın gitmişti. Yerine sinirli, üzülmüş,kırgın bir kadın gelmişti.

"Bak şu halime Aynur! Bak ne haldeyim? Ben... Ben yapamıyorum! Yapamıyorum!" deyip ağlamaya başlamıştı.

Kollarımı üstünden çektiğimde yere düşmüştü ağlayarak. "Tek bir hayalim vardı benim Aynur. Tek bir hayal ya! Ne olacaktı mutlu olsaydım?" dedi.

Sessizce sözlerini bitirmesini bekliyordum. Kalbi neye kırılmıştı bilmiyordum ama istediği tek şey destekti. Diğer tüm kadınlar gibi sadece destek istiyordu.

Ağlamasına izin verdim. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Lohusaydı ve lohusalık depresyonuna girmişti.

"Ne oldu anlatmak ister misin Saliha?" dediğimde ağlamasını durdurmuştu. "Bebeğim... Benim bebeğim hasta! Kocam bunu kabullenmiyor, annesinin dolduruşuyla hareket ediyor. Kaldıramıyorum! Sürekli aşağılıyor, hakaret ediyor, hizmet bekliyorlar. Halbuki ben daha bebeğimi göremedim! İnanabiliyor musun Aynur!? O... O minicik yavrunun bana ihtiyacı var ama ben... Ben iğrenç bir anneyim. Lanetliyim ben! Lanetli biriyim! Kocam da öyle diyor!" demişti.

Son cümlelerden sonra tekrar ağlamaya başlamıştı. Anlaşılan evlilikleri geri dönülmez yola girmek üzereydi.

" Sadece bir haftalıktı bebeğim... Hasta ve bensiz mücadele etmeye çalışıyor! Ben onun annesiyim. ANNEYİM BEN! Ama kocamın ailesine hizmetçi oldum. Lanetli olduğumu söylüyor herkes. Yorgunum. Yatamıyorum. Yemek yiyemiyorum. Bir lokma yediysem koşarak gidiyorum lavaboya kusmak için. Söylesene Aynur... Gerçekten lanetlendim mi?"dedi kısık sesle.

Başını önüne eğmiş ağlarken dalgın dalgın konuşmaya başlamıştı. Sorusu bana değil kendineydi daha çok. Sesinde kırgınlık ve öfke vardı.

Ona zorla gülümsedim ve başını kaldırdım elimle.

"Saliha sen lanetli değilsin. Sen sadece yorgunsun. Biraz dinlensen geçecek. Bebeğini çok mu özledin Saliha? Bak hastane iki sokak ileride gidelim mi?" dediğimde gözleri ışıldamıştı.

Birlikte yavaş adımlarla motora gittik. Ona da kaskını taktıktan sonra motoru çalıştırdım.

10DAKİKA SONRA... YAZARDAN...

GÖZLERİ KAPALIYDI KUVÖZDEKİ (KÜVÖZDEKİ) MİNİK BEDENİN. SAÇLARI SİYAH VE GÜRDÜ. BEMBEYAZ TENİ VARDI. AY GİBİ BİR ÇOCUKTU. SAÇLARI GÖZLERİNİ KAPATMIŞTI. HAREKETSİZ DURUYORDU. BİR ELİNDE DOĞUM LEKESİ VARDI. DİĞER ELİNDE DE SERUMLAR,VÜCUDUNDA DA KABLOLAR...

DOĞUM LEKESİ KAN PIHTISI ŞEKLİNDEYDİ. KIRMIZIYDI. DİKKAT ÇEKİCİ BİR LEKEYDİ. HEMŞİRELER ONA "KIRMIZILI" DİYE LAKAP TAKMIŞTI.

ÖLMESİ BEKLENEN BİR BEBEKTİ. HEMŞİRELER KİMSESİZ OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜŞLERDİ. ELLERİNDEN GELDİĞİNCE ONA BAKMAYA ÇALIŞIYORLARDI.

​​​​​​ANNESİ CAMLI BÖLMEDEN BEBEĞİNE BAKMIŞTI İLK KEZ. GELMİŞTİ SONUNDA. GÖZLERİ YAŞLI, KALBİ KIRIK VE BİR O KADAR DA SEVİNÇLİ BİR ANNEYDİ.

ELİNİ CAMLI BÖLMEYE KOYUP BEBEĞİNE BAKTIĞINDA TEKRAR AĞLAMAYA BAŞLAMIŞTI.

ANNESİNE BENZİYORDU. KIZ BEBEKTİ. ADI MENEKŞE İDİ. ANNESİNİN EN SEVDİĞİ ÇİÇEKTİ MENEKŞE. TIPKI KIZI GİBİ...

​​​​​​UMAY DA ONU İZLİYORDU DİKKATLİCE. SALİHA'NIN GÖZLERİ PARILDIYORDU. MUTLUYDU. SEVİNCİ ELLERİNE YANSIMIŞTI.

BİRDEN SALİHA ONA DÖNDÜĞÜNDE UMAY GÜLÜMSEDİ. SALİHA "BAK ORADAKİ BEBEK BENİM KIZIM, UMAY." DEDİĞİNDE UMAY'IN BOĞAZINA BİR YUMRU OTURMUŞTU.

SALİHA KIZINA HASRET KALMIŞTI. AKLINA GELEN FİKİRLE TELEFONDAN GÜLSÜM'Ü ARADI UMAY.

AZ SONRA TELEFONU KAPATTI VE YÜZÜNDEKİ GÜLÜMSEMEYLE SALİHA'NIN YANINA GİTTİ.

​​​​​​"BEBEĞİNİ GÖRMEK İSTER MİSİN? YAKINDAN AMA..." DEDİĞİNDE SALİHA ŞAŞKINLIKLA ONA DÖNMÜŞTÜ.

"İZİN VERİRLER Mİ?.. BEBEĞİMİ GÖRMEME? İZİN VERECEKLER Mİ?" DEMİŞTİ.

UMAY KAFASINI EVET ANLAMINDA SALLAYINCA SALİHA'NIN GÖZLERİ PARILDAMIŞTI. "EVET, EVET BEBEĞİMİ GÖRMEK İSTERİM." DEMİŞTİ.

AZ SONRA İKİ HEMŞİRE SALİHA'NIN YANINA GELDİ. SALİHA'YA MAVİ ÖNLÜK, MAVİ ELDİVEN VE MAVİ BONE GİYDİRDİKTEN SONRA ONU İÇERİ ALMIŞLARDI...

SALİHA'DAN...

Bebeğim... Benim bebeğim... Benim canımdan bir parça... Benim kızım... Kalbim... Ruhum... Ciğerim... Canım... Meleğim...

Beni hissetmiş miydi acaba bu küçük beden? Merakla ve özlemle yaklaştığımda birden hareket etmeye başladı. Gözlerim dolu doluydu. Bir tanecik kızım kablolara bağlıydı. Beni hissetmişti bebeğim.

"Merhaba bebeğim,ben... Ben senin annenim." demiştim titreyen sesimle. Ellerim titriyordu. Ona dokunabilir miydim?

Sanki sesimi duymuştu bebeğim o anda. Gözlerini aralamıştı ve bana bakmıştı. Göz göze geldiğimizde bana çipil çipil bakmıştı simsiyah gözleriyle.

Hareketlerini hızlandırmıştı. Gülümsemişti. Kırmızı lekesi olan elini bana doğru kaldırmaya çalışıyordu. Ayaklarını hareket ettiriyordu. Hemşirelerden biri gülümseyerek bana baktı ve "Bu küçük bebek inatçılığıyla bizi büyüledi hanımefendi. Yaşamayı bırakmayı asla düşünmedi. Annesi sizseniz bir kere bile olsa ona destek olun. Ona dokunun, elini tutun. Yaşama tutunması için şans verin ona." dedi.

Gözyaşlarımla yanına gittim ve ona bir parmağımı uzattım. O anda cama doğru yöneldiğimde kocamı görmeyi beklemiyordum.

Camdan bize bakıyordu. Şaşırmıştım. Mavi önlüğünü, bonesini ve eldivenini giyinmişti. Bebeğimizin yanına gelmişti!

Bize gözleri dolu bir şekilde bakıyordu. Aynur'u aramıştı gözlerim. Ama bulamamıştı. Ne olduğunu bilmesem de onun bir oyunu olduğunu biliyordum. Gülümsedim. Kocam yanımıza gelene kadar bebeğimizin elimi tutmasını izledim.

Biricik meleğimle tanışmaya cesaretimizi toplamıştık.

20 DAKİKA ÖNCE...

UMAY SALİHA KUVÖZDEKİ BEBEĞİ İÇİN HAZIRLANMAYA BAŞLADIĞINDA ÇIKMIŞTI HASTANEDEN. SALİHA İNTİHAR ETMEYECEKTİ. GÜLSÜM VE UMUT İLE KONUŞMUŞTU.

SALİHA'NIN KOCASI ERKAN BEY'İ İKNA ETMESİ GEREKLİYDİ. ERKAN BEY'İN KONUMUNU DA BULMUŞTU.

SALİHA'NIN EN SEVDİĞİ KAFEDE OTURUYORDU ERKAN BEY. ORAYA GİTTİĞİNDE KARŞISINDA DAĞILMIŞ BİR ERKAN BULMUŞTU UMAY.

SİMSİYAH GÖZLERİ KIRMIZIYA DÖNMÜŞTÜ. SAÇLARI DAĞILMIŞTI. HER ZAMAN TAKIM ELBİSE GİYİNEN ERKAN BEY ŞU ANDA EŞOFMAN İLE GEZİNİYORDU.

"Erkan Bey?" dedi Umay. Erkan Bey ellerinin arasına başını almış ve dalmıştı. Omzuna dokunduğunda irkildi Erkan Bey. "Erkan Bey?" dedi Umay tekrar.

Erkan Bey ona doğru döndüğünde Umay sert bir sesle "Neden buradasınız? Bebeğinizin ihtiyacı var size. Hanımınızın ihtiyacı var. Neden burada oturuyorsunuz?" demişti.

Erkan Bey hiçbir şey dememişti. Susmuştu ama gözlerinden belliydi. Canı acıyordu.

Umay "Erkan Bey, size diyorum! Hanımınız orada annenizle can çekişiyor! Bugün intihar ediyordu! Ne yaptığınızın farkında mısınız!" diye bağırdığında şok olmuştu Erkan Bey.

Bilmiyordu. Yaptığı hatayı bilmiyordu. Karısını tek bıraktığının farkında bile değildi! Eğlenceye gittiğini söyleyip her gün buraya geliyordu. Kafası karışıktı.

Doktor kızlarının yaşamayacağını söylüyordu. Menekşe ölecekti. Öleceğini söylüyorlardı. Annesine emanet edip saatlerce burada oturuyordu. Karısının yüzüne bakamıyordu. Çünkü hastalığın baba tarafından geçtiğini öğrenmişti. Tedavisinin de pahalı olduğunu biliyordu.

Hiçbir şey yapamıyordu. Sadece kendini suçluyordu. Umay bu şekilde bağırdığında günlerdir tuttuğu çaresizliğin esiri cümlelerini kalbinden serbest bıraktı.

"Hastalık benden geçmiş. Doktorlar öyle dedi. Yapabileceğim hiçbir şey yok. Kızım ölecek! Hepsi benim suçum Aynur. Hepsi benim yüzümden!" deyip ağladığında Umay anlamıştı Erkan Bey'in neden burada oturduğunu.

Kalbi yanıyordu Erkan Bey'in. Çaresizlik onu kül etmişti. Aylardır hayalini kurduğu bebeği ölümle savaş veriyordu. Rakibi çok büyüktü Menekşe'nin. Çünkü ölümdü.

Umay onun yanına oturmuştu ve "Erkan Bey, eşinize anneniz neler yapıyor biliyor musunuz? Kaç gündür eşiniz depresyona girmiş biliyor musunuz? Bebeğine kavuşmak için evden kaçtığının farkında mısınız? Ya da siz burada kendi kendinizi suçlarken Saliha orada neler yaşıyor fark ettiniz mi?" dediğinde Erkan Bey şaşırmıştı.

​​​​​​"Annem ne yapmış? Ben Saliha'yı anneme emanet ettim. Annemle konuştum. Ne yapmış olabilir ki annem?" dediğimde Umay sakin bir şekilde derin nefes aldı.

"Erkan Bey bence hanımınızla bu konuyu konuşun. Onun ve bebeğimizin size ihtiyacı var. Gidelim hastaneye."demişti. Erkan Bey de kabul etmişti.

 

UMAY'DAN...

Sırada yarım kalmış bir işi bitirmek vardı. Yani Aslan Bey'in ve onun gibi gazilerin hakkını savunmak...

Meclis'te yeni bir yasa tasarısı üzerinde çalışılıyordu. Bu konuyu da gündeme taşımak iyi olurdu. Bu düşünceyle milletvekili arkadaşım Mert Çelik'e mesaj attım. Bu konuyu gündeme getirmeliydi.

Bu işi de hallettikten sonra karşımdaki yıkılmış eve baktım. Siyah takım elbiseli birkaç adam vardı. Aslan Bey ile konuşuyorlardı. Ama biraz sert bir konuşmaya benziyordu.

Adamlardan birisi diğerlerine bir şeyler söylüyordu. Diğer üç adam da yapıyordu. Aslan Bey ise sadece izliyordu. Evdeki iki parça eşyayı attıklarında Aslan Bey kılını kıpırdatmamıştı. Belli hakaretler yağdırıyorlardı Aslan Bey'e.

Vatan için kendinden bir parçayı verdiği için halkı onu bu topraklarda istemiyordu. Kolu olmadığı için, fakir olduğu için...

 

YAZARDAN...

 

ASLAN BEY ÖFKELİYDİ. KALBİ ÇARESİZLİKTEN YANIYORDU. KARŞISINDAKİ ADAM ONUNLA ALAY EDİYORDU. EVDEKİ EŞYALARINI ATMIŞTI. HİÇBİR ŞEY YAPMAK GELMİYORDU İÇİNDEN.

 

HEM NE YAPABİLİRDİ Kİ BU HALİYLE? EKSİK GÖRDÜĞÜ BEDENİYLE NE YAPABİLİRDİ? NE KADAR DİKLENİRDİ BU YAŞLI VÜCUTLA?

 

KARŞISINDAKİ SİYAH SAÇLI BEYAZ TENLİ ADAM VİCDANSIZIN BİRİYDİ. KALBİ YOKTU. İNSANLARI EZMEYİ SEVEN BİRİYDİ. ONA NE DİYEBİLİRDİ Kİ?

 

KALBİ SAĞIR BİR ADAMA YALVARMAK... TAM BİR ACİZ İŞİYDİ ASLAN BEY İÇİN. KOLU OLMASA DA, EKSİK HİSSETSE DE KİMSEYE YALVARMAMIŞTI BU ZAMANA KADAR.

 

BİRDEN ADAM ONUN OMZUNDAN SERTÇE TUTUNCA İRKİLDİ. "KİRAYI VERMEDİN. ÖDEMEYİ FARKLI BİR ŞEKİLDE YAPACAĞIZ ARTIK. YALVARIRSAN İŞ DEĞİŞİR TABİ Kİ." DEDİĞİNDE SUSMUŞTU YİNE.

 

​​​​​​TAM O SIRADA ASLAN BEY GÜLÜMSEMİŞTİ. NE OLDUĞUNU ANLAMAYAN ADAM ARKASINI DÖNDÜĞÜNDE PEMBE SAÇLI BİR KADINLA KARŞILAŞMAYI BEKLEMİYORDU.

 

ELİNDE LEVYEYLE KARŞISINDA DURAN UMAY... UMAY'IN BİR İKİ ADIM SAĞINDA KARAN VARDI...

 

ASLAN BEY GÜLÜMSEMİŞTİ. ÇÜNKÜ DEVLETİ İLK KEZ ONA SAHİP ÇIKMIŞTI.

 

UMAY'DAN...

 

"Hiç utanmanız yok mu yaşlı birine el kaldırmaya?" diye seslendiğimde siyah saçlı adam beni süzdü ve yüzüne pis bir sırıtış ekledi.

 

"Güzel kadınsın. Yüzünde iz çıkmasını istemem. Karışma işimize!" dediğinde gülümsemiştim. Elimdeki levyeyi elime hafifçe vurup "Sen benim yüzümü merak etme ama kendine ambulans çağırsan iyi olabilir." dedim.

 

Adamın yüzündeki sırıtış silinince gülen ben olmuştum. Yanımdaki Karan'a döndüm. "Sence biz mi onlar mı kazanırız?" deyince Karan da sırıtmıştı.

 

Siyah saçlı adam yavaş adımlarla önüme geldikten sonra belini açtı. Silahını göstermişti bana.

 

Dövmem için özel çaba sarf ediyordu. O öyle silahı gösterince "Emanetin ruhsatı var mı?" deyip gülmüştüm.

 

Bana anlamazca bakarken boşluğundan faydalanıp silahı belinden aldım ve direkt alnına doğrulttum.

 

Benim bu hamlem karşısında adamın yapabildiği tek şey korkmak olmuştu. Gülümseyerek yüzüne baktım ve "Eğer şimdi bana kimin adına çalıştığını, patronun olacak adamın yerini, ona ait tüm bilgileri vermezsen..." deyip silahın ucunu alnına daha fazla bastırdım.

Sonra da "Bum! Biter her şey! Nefes almak istersin diye düşünüyorum." diye sözlerimi devam ettirdim.

Siyah saçlı adamın bakışlarına bir tereddüt gelmişti. Korku ve tereddüt...

Sadece benden mi korkuyordu yoksa patron korkusu da mı vardı işin içinde bilmiyordum. Ama bu bana engel olamazdı.

İşte tam o anda adamın ağzından çıkan iki kelime beni şoka uğratmıştı.

"MERT ÇELİK." dediğinde kaşlarımı çatmıştım.

Mert mi? Milletvekili olan, benim tanıdığım kişi? Mert Çelik mi?

Düşüncelerim karmaşıklaşırken polis sireninin sesleri duyulmuştu uzaktan.

Ben gülümserken adamın karnına sert bir şekilde tekme atmıştım. Adam acıyla yere düşerken diğerleri de kaçmaya çalışmıştı. Ama polis ekipleri onları yakalamıştı.

Umut her şeyi halletmişti. Sorguya girmeyecektim yani onlarla gitmeme gerek yoktu.

Bu düşüncelerdeyken Karan' a döndüm ve "Cesur birisin Karan. Teşekkür ederim."dedim ve yanından geçtim.

Aslan Bey kıpırdamadan bana bakıyordu gülümseyerek. Takım elbise çok yakışmıştı. Genç göstermişti. Bunun yanında onun düşündüğü gibi kolunun olmayışı belli bile olmuyordu.

Ona gülümsedim ve" Arka sokağa araba çağırdım. Bizi bekliyor. Benimle bir akşam yemeği yersiniz umarım Aslan Bey. Yemeğimizi Gökyüzü Otel'de yiyeceğiz." dediğimde Aslan Bey şaşırmıştı.

" Orası bana göre değil kızım. Hiç gerek yok öyle yerlere. Mütevazı bir yere gidelim bence."demişti.

Sesinde hafif bir heyecan sezmiştim. Bu sezgilerim güvenip gülümsemeye devam ettim. Ardından arkamı döndüm ve Karan Bey'e" Aslan Bey ile gelirsiniz. Ben ufak bir görüşme yapacağım. Önden gidiyorum."demiştim. Sonra da yürümeye başlamıştım.

Çok güzel bir şekilde yemek hazırlattırmıştım. Gizem, ben, Başkan,Aslan Bey ve Karan Bey olacaktı. Otelin en üst katını ayarlatmıştım.

Oranın balkonu çok güzeldi. Tüm şehri görüyordu. Akşama yakın olduğu için de ayrı güzel olacaktı ışıklandırmalarla.

​​​​​​40 DAKİKA SONRA...

Önümdeki valeye anahtarı uzattıktan soknra gülümseyip otelin önünde durmuştum.

Mavi gösterişli bir binaydı. Çiçekli işlemeler kazınmıştı duvarlarına ve bu işlemeler ışıklandırılmıştı.

Otel beş yıldızlı bir hizmet sunuyordu. On beş ülkenin bayrağı vardı. Rengarenkti bayrak direkleri.

Kırmızı halıdan geçip içeri girdiğimizde hemen yanımıza bir tane kız gelmişti.

Sarı saçları, beyaz teni, yeşil gözleri vardı. Yemyeşil gözleri çimenlerin güzelliğini hatırlatıyordu.

Büyük yeşil gözlerine onu ortaya çıkaracak makyaj yapmıştı. Saçlarını salık bırakmıştı.

Bembeyaz yüzünü tatlı gösteren şirin bir burnu ve minik dudakları vardı. Boyu 1.65 olmalıydı. Siyah bir yeleğin altına beyaz gömlek giyinmişti. Altına da siyah bir pantolon giyinmişti.

Bize bakıp "Merhaba Aynur Hanım. Bana Gizem Hanım haber verdi sizi karşılamam için. Lütfen sağ taraftaki koridorun sonuna geçin. Müdürümüz odasında sizi bekliyor."dedi.

Gülümsedim ve onu takip etmeye başladım. Ben önde Aslan ve Karan Bey arkada yürüyorduk.

Otelin girişi de kendisi kadar gösterişliydi. Bembeyaz boyanmış duvarlara tablolar asılmıştı. Lobinin önünde beyaz koltuklar vardı. Karşılıklı üç tane masanın üstünde kokteyller vardı. 12 katlıydı bina. En alt katta havuzlar vardı, zemin kattaysa lobi ve idare odaları vardı. Bir üst katta ise restoran ve hediyelik eşya marketleri vardı. Bir üst katta hamamlar, spor salonları, kuaför vardı. Diğer katlarda da odalar vardı.

Kapıdan girişte müşterileri karşılayan lobinin tam üstünde kocaman bir avize vardı. Bir çiçeği andıran şekle sahipti. Yerde mozaik taşlarıyla çeşitli bulut resimleri çizilmişti. Otelin girişi size gökyüzünü anımsatıyordu adeta.

Geniş ve büyük koridorda toplam altı tane asansör vardı. Altı asansörün iki tanesi havuzlar içindi.

İdare ile ilgili odaların kapısı özel dizayn edilmişti. Siyah parlak bir kapının kenarları sarı bir kaplama ile süslenmişti.

Odaya girdiğimizde bizi altmışlı yaşlarda bir adam karşılamıştı. Lacivert bir ceket, altına beyaz gömlek giyinmişti. Altına da lacivert bir pantolon ve siyah rugan ayakkabı giyinmişti.

Yaşlanmanın verdiği etki alanındaki kırışıklarla belli oluyordu. Her kırışıklığın bir yaşanmışlığı vardı. Esmer, ela gözlüydü. Kemikli bir yüz hattı vardı. Yorgun görünüyordu.

Güzel bir odası vardı. Sade bir tasarımı vardı hatta neredeyse hiç gösteriş yoktu. Bir tek gökyüzünün resmi tavana işlenmişti. Bir de masasında iki tane kuş şeklinde kalemlik vardı.

Normal bir çalışma masası ve kenarda küçük bir dolapta evraklar vardı. Masasının arkasında bir klima ve önde de misafirler için ayrılmış koltuklar vardı.

El sıkıştıktan sonra müdür "Hoş geldiniz Aynur Hanım. Hoş geldiniz Aslan Bey. Hoş geldiniz Karan Bey. Aslan Bey, bize şeref verdiniz." demişti.

Gülümseyip bana dönmüştü ve "Gizem Hanım az çok anlattı. Biz de istediğinizi yapmaktan büyük onur duyarız. Umarım yukarıdaki yemek masası ve hizmetimizden mutlu olursunuz. Başkan da yukarıda sizi bekliyor. Geç kalmayalım."dediğinde onu onayladım.

Beraber asansöre binip yukarı çıktık. En üst kata çıktığımızda bizi direkt VIP Salonu karşılaşmıştı.

Kapımızı bir görevli açmıştı. Bizi içeri aldıklarında Aslan Bey'e dönmüştüm. Gözleri kocaman açılmıştı, gözleri dolmuştu. Yüzünde mahcup bir gülümseme vardı.

Kocaman yuvarlak bir masanın etrafına tam altı sandalye konmuştu. Yemek tabakları ve bazı mezeler vardı masanın üstünde. Yanında bardaklar ve içecekler vardı.

Büyğk bir pencere ile yemek masasının karşısından manzara görünüyordu.

Şehrin ışıkları, hilalin ve yıldızların güzelliği... Büyüleyici bir güzellik vardı. Tam hayal ettiğim gibi olmuştu.

Başkan bizim yanımıza gelmişti o sırada. Aslan Bey'le el sıkıştıktan sonra "Nasılsınız Aslan Bey? Umarım güzel geçmiştir yolculuğunuz. Masaya geçelim. Lütfen en baş tarafa geçin Aslan Bey." demişti.

Tam o sırada içeri Gizem de girmişti. Mavi bir ceket elbise giyinmişti. Saçlarını düzleştirmişti. Gökyüzünün rengine boyanmıştı arkadaşım.

Ayağında beyaz gardiyan sandalet giyinmişti. Ona uyumlu beyaz bir çanta takmıştı. Çantası gayet sade, şıktı tıpkı elbisesi gibi.

Yarım kol ceket elbisesinde altı tane düğme detayı eklenmişti. Dizin bir karış altındaydı elbise.

Yüzüne doğal bir makyaj yapmıştı. Rimel sürmüştü ve pembe bir allık vardı yanaklarında. Bir de parlatıcı sürmüştü.

Bize gülümseyip "Kusura bakmayın trafik vardı. Aslan Bey ben Avukat Gizem." demişti enerjik ve mahcup bir sesle.

Aslan Bey ile el sıkışırken "Merhaba kızım ,tanıştığıma memnun oldum." demişti sevgi dolu bir sesle. Gizem sonra "Karan Bey merhaba." deyip onunla da el sıkışmıştı.

"Başkanım size de merhaba. Nasılsınız?" demişti hemen ardından. Herkesle tek tek el sıkışmıştı. Sıra bana gelince boynuma sarılmıştı.

Gülümseyip ben de ona sarılmıştım. "Yardımına ihtiyacım var Umay." diye fısıldamıştı çekilirken. Kaşlarımı çatıp baktığımda bana göz kırpmıştı.

Bu bizim aramızdaki özel bir anlaşma şekliydi. Düşündüğüm şey mi olmuştu yoksa? Kaşlarımı kaldırınca onaylamıştı. Tam o sırada Başkan "Lütfen oturalım. Midemiz kazındı!" demişti.

Beraber masaya oturmuştuk. Gizem yanımdaydı. Aslan Bey'in sağ tarafındaydım. Sol tarafında da Başkan ve Karan Bey vardı. Tam karşısında da otel müdürü...

Yemek servisi başlarken Gizem'e dönüp telefonu işaret ettim.

Gönderen :AYNUR

Ne yaptın söyle bakalım?

​​​​​​Gelen mesaj: Bir çocukla yazışıyordum ya... O çocukla buluşmaya karar verdik. Yarın.

 

Okuduklarımla şok olurken bakışlarımı Gizem'e çevirmiştim. Kaşlarımı kaldırıp bakınca bir daha kafasını sallamıştı. Gerçekti yani...

Gülümsedim ve tekrar yazdım:

Gönderen: Aynur

Tebrikler inşallah eniştem olabilecek kabiliyette biridir :)

 

Yazdıklarımı okuyunca Gizem'in yüzü kızarmıştı. Onun bu haline bakıp gülümsemiştim.

Biz bu haldeyken Başkan konuşmaya başlamıştı. "Aslan Bey size ve sizin gibi tüm gazilerimize yardım etmek istiyoruz. Evet, sizlere bu zamana kadar yeterli değeri veremedik. Bunu düzeltmek istiyoruz. Lütfen devletimize güvenin. Yeni bir yasa tasarısı üzerinde çalışılıyor. Eğer bu tasarı onaylanırsa gazilerimize için de devlet olarak bazı şeyler yapılacak. Maaş artışı dışında, sizin durumunuzda olanlara ev verilecek. Bunun yanında ailelerine ulaşımda, özel ve devlet bürolarında yardımlar yapılacak." deyip susmuştu.

Onun bıraktığı yerden ben konuşmaya girmiştim." Aslan Bey siz bu vatana, bizlere kolunuzu verdiniz. Hayatınızı verdiniz bizlere. Bu gördüğünüz ışıklar sizin sayenizde yanıyor. Şu gördüğünüz evlerdeki, işyerlerindeki insanlar sizin sayenizde mutlu ve özgür yaşıyor. Sizin gibi gaziler, ölenler sayesinde...

Lütfen kendinizi değersiz hissetmeyin." dediğimde Aslan Bey'in gözleri dolmuştu.

 

Değer görmek insanı güzelleştirir. Değer vermek insana değer katar. ~UMAY

 

 

 

 

 

 

 

​​​

 

 

Bölüm : 05.07.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...