18. Bölüm

16. Bölüm

aybala günal
aybalagunal

UMAY'DAN...

1HAFTA SONRA...

"Lan gitti kurabiyeler! Yakmışsın! Ozan!" diyen Gizem ile uykumdan uyanmıştım. Evin içinde ne olduğunu anlamak için uykumdan uyandığımda Gizem bir kez daha bağırmıştı.

 

"Ozan alt tarafı bir kurabiyeye bak dedim ya! Bir elmalı kurabiye ya! Yanmışlar!".

 

Ben istesem yapmayan kız dün gece Ozan istedi diye elmalı kurabiye mi yapmıştı? Gerçekten birbirlerine aşıklardı.

 

Gülümseyerek çekyattan kalktım ve pijamalarımı değişmeden odadan çıktım. 1 haftadır onların evinde kalıyorduk. Onlar odalarında biz de salondaki çekyatlarda.

 

Ozan ve Gizem aralarındaki buzları eritmişlerdi. Ozan cidden pişman olmuştu.

 

Mutfağa doğru sessizce ilerlediğimde Gizem'in ağzından o büyülü sözler dökülmüştü.

 

"Ben sen istediğin için yaptım bunları. Ama yandılar!". Söyledikleri Ozan'ın mahcup ifadesini silmişti. Saçma sapan bir gülümsemeyle "Benim için mi?" diyr sorduğunda Gizem ne dediğinin farkına yeni varıyordu.

 

Yüzü kızarmıştı. Ozan onu kolundan tuttup yavaşça tezgahla arasına aldığında Gizem "Kahvaltılık peynirleri çıkarmamışım!" demişti panikle.

 

Ozan'ı itmeye çalışsa da yapamamıştı. Beni fark etmemişlerdi. Sırıtarak arkamı döndüğümde sert bir bedene çarpmıştım. Geri çekilirken de ayaklarım dolanmıştı ve beni belimden birisi tutmuştu.

 

Belimden kavranan eller kalbimin hızını artırmış ve utanmama sebep olmuştu.

 

Baran'ın kahverengi gözleri beni izliyordu. Yanaklarım yanıyordu! Hemen onun kollarından kurtulduğumda sırıtarak beni süzmeye başlamıştı.

 

Bu ne yakışıklılıktı! Sabahları daha da karizmatikti! Kalbimin sesini durdurmaya çalışırken aklım başıma gelmişti! Üstümde kırmızı bir tane pijama takımı vardı.

 

Askılı... Üstüne hırkasını almayı unutmuştum! Üst tarafında beyaz puantiyeli askılı bir tişört, alt tarafında ise kırmızı bir şort vardı. Bir de onun üstüne de belden bağlamalı ve uzun kırmızı yeleği vardı.

 

Ama ben giyinmemiştim onu! Mahcup bir şekilde Baran'a baktığımda "Yakışmış." demiş ve göz kırpmıştı.

 

Gözlerimi utançla kapatmış ve bakışlarımı mutfağa çevirmiştim. Gizem ve Ozan kendilerini sıkıyorlardı gülmemek için!

 

Bense karşımdaki aynaya baktığımda yanaklarımın elma gibi pembeleştiğini görmüştüm.

 

Hızlıca odaya geçip hırkamı üstüme atmıştım. Yatağa kendimi atmış ve kalbimin yavaşlamasını beklemiştim.

 

"Salak Aynur! Öyle çıkılır mı odadan? Amacın ne senin? Of ya!" diye kendi kendime söylenirken Gizem girmişti odaya.

 

Sırıtarak yanıma geldiğinde "Neydi o öyle? Bacım sen iyi misin?" demişti. Susmuştum çünkü utanıyordum. Gizem benimle uğraşacaktı ama önce ben uğraşmalıydım.

 

"Asıl sizinki neydi öyle? Öptü mü kız?" diye sorduğumda gözleri açılmış ve yanakları kızarmıştı.

 

"Şey... İsterdim aslında!" dediğinde gözlerimi kocaman açmıştım. Gerçekten biz aşık olunca salaklaşıyorduk!

 

Kızarmış suratımıza bir müddet sessizce baktıktan sonra gülmeye başladık.

 

Tam o sırada bir bildirim gelmişti telefona.

 

NADİR GÜRAN, YAŞ:17, İNTİHAR ORANI %89...

 

Gizem bana endişeyle baktığında neden intihar etmek istediğini öğrenmek için telefonuna erişimi açmıştım. Fotoğraflarına girince ne olduğunu anlamıştım.

 

İkimiz de dehşete telefondaki videoyu izlemeye başladık.

 

Arkada iki erkek bir tane de kız sesi geliyordu. Zorbalık... Kızın kıyafetlerini çıkarmaya çalışıyorlar, iğrenç cümleler kullanıyorlar, en önemlisi de bu durumdan zevk alıyorlardı.

 

Nadir'in fotoğrafına baktığımda dünyalar güzeli bir kız olduğunu fark etmiştim.

 

Ela gözlere, kıvırcık çikolata kahvesi saçlara, küçük burna, pembe yanaklara sahipti. Yuvarlak bir yüzü vardı ve yanakları ona tatlılık katmıştı. Badem gözlüydü. Bir tane gözlüğü vardı.

 

Gizem ile hiç konuşmadan birbirimize bakmıştık. Sonra da ben üstümü giyinmeye başlamıştım. Üç sokak ötemde oturuyordu...

 

Nadir GÜRAN'dan...

 

Defalarca kez izlemiştim. Her baktığımda deliye dönmüştüm.

 

Bir yıl önce bu mahalleye gelmiş ve bir okula başlatılmıştım. O okuldaki bir kızın sigarasını saklamayı kabul etmediğim için bu video çekilmişti.

 

Öğle arasıydı.

 

Eve gitmek için yürüyordum. Ormanlık bir mahallede yaşıyorduk. Her yerde ağaçlar vardı. Bahar gelmiş ve ağaçlar yeşermişti. Birden onları fark etmiştim. Gözlerim dehşetle açılmıştı.

 

Sevde, Gökhan, Batuhan...

 

Okulun en zorba üçlüsü yan yana duruyorlardı ve ben de karşılarındaydım.

 

Başıma gelecekleri tahmin etmiş ve kaçmak için arkamı dönmüşken Gökhan'ın kolumdan çekmesiyle dengemi sağlayamamıştım. Yere düştüm sertçe.

 

Ellerim, dizlerim kanamış ve canım acımıştı. Ne yapacağımı bilemez bir vaziyette onlara baktığımda Batuhan çoktan telefonu çıkarıp video kaydına almaya başlamıştı bile.

 

Gökhan birden üstümdeki hırkaya asıldığında çığlık atmıştım. Evi en uzak olan ben olduğum için şu anda yolda öğrenci yoktu.

 

Dışarıda kimse yoktu.

 

Beni kurtarabilecek kimse yoktu.

 

Çaresizce yırtılan hırkamı tutmaya çalışırken Sevde saçlarımdan çekmişti. Çok canım acıyordu. "Bir yıldır bu okuldasın ve dediğim şeylerin yapılmaması beni ne kadar sinirlendirir bilmen gerekliydi. Yazık oldu senin gibi bir güzelliğe!" demişti.

 

Sonra Gökhan'ın insafına bırakmıştı beni...

 

Beni dövmüş, videoya almış ve kıyafetlerimi yırtmışlardı.

 

​​​​​​Videoyu yayınlayacaklarını biliyordum. Ama zamanını bilmiyordum. Ta ki karşıma çıkana kadar...

 

Video yayınlanmıştı! Sosyal medyada kıyafetlerimin parçalandığı o kısım vardı. Alttaki yorumları korka korka okumaya başladım.

 

"Kıza bak dünya güzeli be!"

 

"Keşke bizim okulda olsaydı."

 

"Bir de istemiyor gibi davranıyor, kurgu bu gerçek değil."

 

"Erkek kardeşlerime attım bu videoyu. Altta telefonum var. Güzellik beni ara!"

 

"Kızımız iyi oynamış."

 

Bu yorumlar en kibar olanlarıydı. Daha neler yazılmıştı neler... En altlara indiğimde gördüğüm yorumları okudukça nefes alamıyordum. İğrenç şeyler yazılmıştı...

 

YAZARDAN...

 

Telefona bakıyordu Nadir. Adı gibi nadir bir güzelliği narin bir kalbi vardı onun.

 

Gözlerinde akan yaşlar yastığa süzülmüştü. Yorganı kafasına çekmek onun kötü olaylarda yaptığı şeylerden biriydi.

 

Annesi ve babası boşanmıştı. Babasında kalıyordu. İlk kez annesine bu kadar özlem duyuyordu. Sonuçta bir kızı bir kadın anlardı.

 

Babası acaba ne derdi bu videoyu görse? Nasıl anlatacaktı? Ne derdi kızına? Alttaki yorumları okusa hele...

 

Korku tüm bedenine işlemişti, kanında zehirli bir gaz gibi yayılıyordu. Ağlaması şiddetlenirken elini bastırdı dudaklarına. Sesi çıkmamalıydı.

 

Okula nasıl gidecekti? Babasına ne diyecekti? Annesi görmüş müydü acaba bu videoyu? Telefonu titreyen elleriyle tekrar bıraktığı yerden aldı.

 

Saçlarını yolmaya başladı. Nefesi daralıyordu. Saate baktı. Babası bir saat sonra eve gelecekti. Babasının yüzüne bakabilir miydi? Peki annesine anlatabilir miydi? Annesini şimdi arasa... Annesi işte asla telefonu açmazdı ama zor durumdaydı.

 

Tam annesini ararken Sevde'den sınıf grubuna bir mesaj geldi. Video yazısını görünce içine baktı hemen. Kendisiyle beraber Gökhan, Batuhan da çevrimiçiydi.

 

Gördükleri yıkmıştı onu. O video sınıf grubundaydı. Artık kesin kararlıydı. Telefonu hızlıca duvara fırlattı.

 

Kalbinin atışları kulaklarındaydı. Artık düşünme yetisini kaybetmişti. Parçalanan telefon umrunda değildi. Duvara bakıp gülmeye başlamıştı. Önce hızlı hızlı odasında yürümeye başladı. Sonra ellerini saçlarına attı.

 

"Video grupta! Video grupta! Rezil oldum, okula nasıl gideceğim!" diye söyleniyordu.

 

Saçlarını sertçe çekmeyi bıraktığında ellerinde o güzel kıvırcık saçlarından teller kalmıştı.

 

Sonra aklına geldi. Babasının uyku ilaçları vardı. Babası uyku problemi çektiği için uyku ilacı çok içiyordu.

 

Hızla dolaba yöneldi. O ilaçları aldı. İki kutu ilacı aldı ve ağzına atmak için titreyen elleriyle kapağını açtı.

 

Uyuyacaktı. Sonsuza kadar uyuyacaktı. Bu sayede kimseye açıklama yapmasına gerek kalmayacaktı.

 

Babasını çok seviyordu, annesini çok seviyordu. Ama mecburdu.

 

Tam ağzına ilaçları aldığında kapı hızlı hızlı çalmaya başlamıştı. Kimdi şimdi gelen?

 

NADİR'DEN...

 

Çalan kapıyı açtığımda karşımda Başkan’ın yüzünü görmeyi beklemiyordum. Ama daha da kötüsü elinde silahla bir ülke başkanını görmekti.

 

Gözlerim kocaman açıldığında Başkan sırıtmıştı. "Babasının güzeller güzeli kızı! Mehmet Güran'ın zeki kızı." demişti.

 

Az önce ölmek isteyen ben şimdi... Korkuyordum. Tir tir titriyordu bedenim. Gözyaşlarım yanaklarımdan tekrar süzülüyordu. Gözlerime korkunun perdesi inmişti. Şaşkınlık, adrenalin ve silahın ölüm soğukluğunun korkusu...

 

" Ölecek miyim?" demiştim cılız sesle. Başkan güldü ve beni içeri itti. "Eğer istediğim bilgileri bana sağlarsan... O zaman düşünürüz!" dedi silahı daha fazla yakınlaştırarak.

 

"Ne yapacağım? Ne istiyorsun?" dediğimde Başkan rahatça koltuğa yayıldı.

 

"Babanı öldürmemi ister misin ufaklık?" dediğinde şok olmuştum. Kalbimde acı ve korku yer edinmişti.

 

"Senden istediğim tek şey var Minik Kız. Eğer bana babanın bilgisayarını verirsen belki baban yaşar. Ha tabii ki bu tamamen sana bağlı!".

 

Babamın bilgisayarında ne vardı ki onu istiyordu? Neden özellikle babamın bilgisayarı için buraya gelmişti? O bilgisayarda ne vardı? En önemlisi babam neredeydi? Rehin mi alınmıştı?

 

Babamın çalışma odasına girdiğimde bilgisayar çantasını masanın yanından almıştım. Bilgisayarı tam çantadan çıkardığım esnada bir not düşmüştü.

 

Arkama baktım ve gelen var mı diye kontrol ettim. Başkan gelmiyordu. Hemen notu çıkardım ve okumaya başladım...

 

YAZARDAN...

 

Odadan ayrıldı Nadir. Gözlerindeki yaşları Başkan’ın odadan gitmeden önce silmişti.

 

Mektubu okumadan önceki kız mektubu okuduktan sonraki kız arasında çok fark vardı artık. Her adımda duygularını kalbine gömmüştü. Yaşadığı her şeyi bir kenara bırakmıştı.

 

"Bilgisayar yok." demişti Nadir kendinden emin bir sesle. Başını dik tutmuştu. Babası öyle istiyordu.

 

Dünya güzeli kızım,

 

Bu bilgisayarda ülke geleceği için en önemli bilgiler var. Eğer senden bu bilgisayarı isteyen pembe saçlı bir kadın olursa ona hemen ver. Onun dışındaki hiç kimseye bu bilgisayarı verme.

 

Bilgisayar eğer o kadın dışında biri isterse kitaplığın 3.rafındaki 5.kitabın arkasına koy bilgisayarı. Orada gizli bir bölme var güzel kızım.

 

Ben bu mektubu okuyorsan ölmüşümdür zaten Bir Tanem. Annenin yanına git. Annenle o pembe saçlı kadını bul. UMAY'I BUL. KORUYUCUYU BULMALISIN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

~MEHMET GÜRAN~

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KALBİM HEP SENİNLE GÜZEL KIZIM.

 

"Bilgisayar bu evde! Biliyorum!" diye bağırmıştı Başkan. Nadir suskundu. Tepkisiz, nötr... Tüm duygularını susturmuştu şimdilik. İçinde kopan fırtınayı sessizliğe esir etmişti.

 

Tepkisiz bir şekilde Başkan'ın öfkelenmesini izliyordu. Babası ölmüştü.

 

Babası yoktu.

 

Babası yoktu.

 

Babası yoktu.

 

Babası ölüydü.

 

Umay bulunmalıydı.

 

Kaçmalıydı!

 

Tam o sırada kapı zili çaldı. Başka anında silahı Nadir'in kafasına dayadı ve "Eğer tek bir yanlış yaparsan seni vururum." demişti.

 

Yavaş yavaş kapıya yöneldiklerinde kapı zili çalmıştı bir daha.

 

Kafasının yanındaki silahın ölüm soğuğu sırtına inmişti.

 

Yine tepkisizdi Nadir. Dürbünden baktığında yüzüne saniyelik bir gülümseme gelmişti.

 

Pembe saçlı kadın... Umay... Karşısında Koruyucu vardı. Babasının bahsettiği kadın buradaydı.

 

Kapıyı açarken Başkan kapının arkasına geçti. Silah hala onun elindeydi.

 

"Hatanda... Bam!" dediğinde Nadir gülümsemişti.

 

Kapıyı açtığında siyah deri ceketli bir kadın vardı karşısında. Pembe saçları, pembe farı çok güzeldi. Bordo bir elbise vardı üstünde. Elbisesinin yakasında tül detay vardı. Omuzlarına kadar olan tül detayın üstünde boncuklar vardı. Kolları da yarıdan sonra tüldü.

 

Siyah bir pantolon vardı altında. Siyah İspanyol paça kumaş pantolon giyinmişti.

 

"Merhaba Nadir sensin değil mi?" dediğinde kaşlarını kaldırmıştı. İsmini biliyordu. "Evet." diyebilmiştim sadece.

 

Birden arkadan gelen kahkaha sesi ve alnımda hissettiğim soğuk demirle irkilmiştim.

 

Ölüm... Bu kadar yakın mı olurdu insana? Babası da mı böyle hissetmişti? Korkuyu tüm bedeninde hissetmesine kızmıştı o anda. Babasının nasıl öldüğünü bile bilmezken kendisi bir kurşunla yok olacaktı.

 

Hiçbir tepki vermiyordu. Umay endişeliydi. Başkan konuşuyordu. Ama o hiçbir şey duymuyordu çünkü sadece hislerine odaklanmıştı. Mantığıyla zincirlediği duygularını şimdi zapt edemiyordu. Bağırmalı mıydı? Çırpınırsa ölür müydü? Acaba Umay onu kurtarabilir miydi?

 

"Yaşamak istiyorum. Yaşamak istiyorum. Yaşamalıyım."

 

Aklından sadece bu cümleler geçiyordu tekrar tekrar. Sesleri artık duymuyordu. Korku böyle miydi? Ölüm... Kafasındaki silah... Karşısında endişeli bir çift göz...

 

UMAY'DAN...

 

"Nasıl buraya geldin sen!? İndir o silahı hemen!" diye bağırmıştım. Bir kişi daha ölemezdi benim yüzümden.

 

Başkan gülmüştü. "Kapıdan girdim inanır mısın? Ve silahı indiremem Umay. Yoksa istediklerimi alamam değil mi?" dediğinde yumruğumu sıkmıştım.

 

"Ne istiyorsun insan müsveddesi?" demiştim öfkeyle. Başkan kahkaha atmaya başlamıştı.

 

Nadir'in yüzüne odaklanmıştım. Transa geçmiş gibiydi. Hiçbir tepki vermiyordu. Şoka girmişti sanırım. Bakışlarında duygu belirtisi yoktu. Ama bedeni titriyordu.

 

"Bu kız Mehmet Güran'ın kızı. Mehmet Güran da senin en yakın arkadaşlarından. Themis ve daha birçok yapay zeka uygulamasını beraber tasarladınız biliyorum. Ama en önemlisi...

 

Bütün devlet bilgisayarlarına erişebilecek bir uygulama yaptınız. Yakın zamanda da tanıtımını yapacaktınız. Devlet bilgileri de onun içinde. Bu küçük kız bana babasının bilgisayarını vermiyor. Sen verecek misin?" demişti bana.

 

Mehmet Güran... Ölmüş müydü? Bu kız... Onun kızı mıydı?

 

Tasarladığımız uygulama bir şifre çözücüydü. En son Mehmet üstünde çalışmaya devam ediyordu. Herhangi bir uğraşa gerek kalmadan istihbaratın istediği tüm bilgileri bize sağlayabilecek bir hack uygulamasıydı.

 

Ama bu uygulama kötü ellere geçmemeliydi. "Sana onu veremem." dediğimde Başkan Nadir'in kafasındaki silahı daha da bastırdı.

 

"O zaman elveda demelisin bence bu güzelliğe. Yazık oldu!" dediğinde Nadir'e gülümsedim.

 

"Gökyüzüne hoş geldin." dedim. Mehmet ve benim aramda bu bir işaretti. Başımız sıkışınca bu cümleyi söylüyorduk. Hep kızına bu cümleyi öğrettiğini söylerdi.

 

Nadir'den beklemediğim bir şeyi yaptı ve Başkan'ın ayağına basmıştı. Başkan bağırdığında bana doğru koşmuştu. Ben koridorun sonundaydım.

 

"Seni küçük şeytan!" diye bağırmış ve bir el silah sesi duyulmuştu.

 

Kim vurulmuştu? Nadir'e bakıp "Hayır!" dedim ve ona sıkıca sarıldım.

 

Nadir'e sarıldığımda fark etmiştim vurulanı. Başkan... Arkasında Baran... Baran'ın elinde silah... Baran Başkan'ı vurmuştu!

 

Baran'a şokla bakmıştım. Baran yere hissizce bakıyordu. Yerde babası vardı. Ülkenin Başkan’ı vardı. Bir hain vardı. Ama o Baran'ın babasıydı.

 

YAZARDAN...

 

Hisler...

 

Düşünceler...

 

Beyninin içinde bir sürü ses vardı. Bir sürü duygu... Mantığının ona duyduğu öfke... İçinde bir karmaşa vardı. Sanki yüzlerce duygu, onu delirtmek için bağırıyordu kafasında.

 

Başkan’ı öldürmüştü.

 

Babasını öldürmüştü.

 

Babasını kurşunlamıştı.

 

Bu cümleler beynini işgal etmişti. Babasını seviyordu. Ama babası kimdi?

 

Bazen sevdiğimiz kişilerin bir kahraman olduğunu düşünürdük. Çünkü kahraman gibi davranırlardı. Ama sonra bir şey olurdu ve kahramanların aslında kötü karakter olduğunu anlardık. En sevdiklerimizin rol yaptığını, aslında kötü olduklarını kabullenmek ise kalbimizde isyanlar oluştururdu. Yüreğimizde haykırışlar, beynimizde bir savaş meydana gelirdi.

 

Baran da bu noktadaydı şimdi. Babasını, onu büyüten adamı kahraman zannetmişti yıllarca. Ama şimdi kahramanını kendi elleriyle yok etmişti. Tüm anıları önce beyninde yer edinmişti, sonra da parçalanmıştı. Kalbinde duyguları haykırırken mantığı kalbine zıt bir şekilde suskundu. Babası aslında en başından beri kötüydü. Babası casustu. Babası haindi. Bu gerçekle yüzleşmekse binlerce bıçağın vücuduna girmesiyle aynı şeydi.

 

İhanet eden mi, ona güvenen miydi suçlu bu hikayede? İyi rol yapan mı, rol yapana saf değer veren mi suçlu bu öyküde? Kimdi gerçekte en haklı, kimdi bu hikayede en kötü? Yaralayan mı yoksa çok değer verdiği için yaralanan mı? Baba mı oğul mu? Bu hikayenin en masumu ve en acımasızı kimdi? Maskeyi takan mı maskeyi fark etmeyen mi?

 

BARAN'DAN...

 

Babamı yok etmiştim. Kendi ellerimle... Acımasızca... Bir gün bana en sevdiğim kişiyi öldüreceğimi söyleseler inanmazdım. Ama şimdi...

 

Babam yerde nefes almadan yatıyordu. Bense onun kanlar içindeki bedenine bakıyordum. Sonra bakışlarım Aynur ve yanındaki genç kıza kaydı. Kız da tepkisizdi ben de tepkisizdim.

 

Babam artık yoktu. Acısını çekemezdim. Ülkenin başkanı yoktu. Onu ben öldürmüştüm. Ülke karışacaktı. Başkan'ın ölümünü saklayamazdık. Bir yere kadar saklanabilirdi. Açığa çıkacaktı.

 

Ülkenin karışmaması için ne yapacağımı düşünmeliydim. Herhangi bir isyan çıkmadan bu işi halletmeliydim. Delilleri göstersem halk inanır mıydı? Ben bile olanlara inanamazken halk nasıl inanacaktı bana?

 

Aynur elimden tuttuğunda ona çevirdim bakışlarımı. Suskunduk hepimiz. Soğuk bir sessizlik hakimdi.

 

Sevdiğim kadın benim hakkımda ne düşünüyordu? Yıllar öncesinden görmüştüm onu aslında,tanıyorduk birbirimizi. Altı ay önce de Serkan ile konuşurken görmüştüm. Şimdi de yan yanaydık. Hayrandım ona.

 

Sevdiği adamı, kardeşi için öldürmüştü. Asi kişiliğine hayrandım. Olaylara mantıklı yaklaşmasına, objektif olmasına, sevdikleri için tüm dünyayı karşısına almasına, isyankarlığına hayrandım.

 

Kimsenin karşısında düğme ilikleme gereği duymamıştım bu zamana kadar. Başkan oğlu olmamı her zaman kullanmıştım. Şimdi ise bir kadın karşısında tüm düğmelerimi ilikleyebilirdim. Ona o kadar saygı duyuyordum ki...

 

"Ozan ve Gizem gelecek az sonra. Baran... Nadir... İyi misiniz?" demişti bize endişeyle.

 

Pembe saçları, pembe farı... Bakışları... Keşke onunla daha güzel bir ortamda olabilseydim. Keşke onunla normal bir yerde normal şartlarda konuşabilseydik...

 

"İyiyim ben. Sen Umay olmalısın. Babam bahsetti senden. Abla... Babam..." dediğinde Umay bakışlarını yere eğmişti.

 

Sessizlikten anlamıştı Nadir. Sonra da gülümsemişti. "Abla ben bir şey diyeceğim. Sosyal medyada bir videom yayınlandı. Yeri değil ama..." dediğinde Umay gülümsedi hüzünle.

 

"O videoyu yapan kişiler videonu sildi. Sen merak etme." demişti bana bakarak.

 

"Senin için bir ev hazırlattık. Babanın dediğine göre yazılımda çok iyisin. Sen de eğer istersen istihbarat için devlet seni özel yetiştirecek." demiştim. Nadir'in bakışlarında ilk kez duygu hakimdi. Heyecan ve şaşkınlık...

 

Gözlerinde parıltılar vardı. Bu bile yeterliydi bizim için. Gülümsedim Umay'a.

 

"Başkan... Öldü mü?" diyen Ozan ile arkamıza döndük. Ozan bana baktı şaşkınlıkla. "Evet ben öldürdüm." dediğimde Ozan'ın gözleri açılmıştı.

 

"Şimdi ne yapacağız?" dediğinde kafamdaki planı söylemeye başladım.

 

"Başkan’ın yurt dışında tatile çıktığını söyleyeceğiz. Bu cesedi de sahiplerine göndereceğiz. İki hafta falan sonra Başkan’ın ağır hasta olduğunu söyleyeceğiz." dediğimde Aynur kafasını sallamıştı olabilir anlamında. Ozan da "Bir iki hafta içinde koltukta biri olmalı ama." dediğinde gülümsedim.

 

"Birkaç hafta gizli olağanüstü hal olacak. O arada yeni seçim olana kadar biz koltukta olacağız. Yani ben..."dediğimde Aynur gülümsedi.

 

"O zaman siz Meclis'e gidin. Ben de burayı toplayayım. Özel servis için hediye paketi hazırlayacağım." demişti esprili bir sesle.

 

Gülümsemiştik. Sonra da çıkmıştık evden.

 

"Aynur. Sana bir şey demem lazım." demiştim binadan çıkarken.

 

AYNUR'DAN...

 

Binadan çıkmıştık yola. Tam arabasının yanındayken "Söyleyecek misin bana?" dedim. Bir şey söyleyeceğinden bahsetmişti ama hala dememişti.

 

Baran birden arabanın kapısına kolunu koyduğunda ona dönmüştüm. Neden böyle yapmıştı?

 

Gözlerinde bir arzu hakimdi. Yüzümü dikkatle incelerken bakışlarımı ondan kaçırmıştım. Birden yüzüme doğru yaklaşmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken "Bizim için bir şeyleri ertelemek diye bir olay yok. Hayatımızda sürekli bir aksiyon olacak. Sence Aynur... Biz duygularımızı nereye kadar saklayacağız?" diye fısıldamıştı.

 

Sesi bedenimi kavururken susmuştum. Konuşamıyordum! "Aynur, önünde diz çökeceğim tek kadın... Seninle sevgili olabilir miyim? Benimle sevgili olmaya var mısın?" demişti.

 

Sonra da beni öpmüştü. Dudakları dudaklarıma değdiğinde gözlerimi kapatmıştım...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ertelenemeyen tek duygu AŞK'tır. ~AYNUR

 

 

 

 

 

​​​​​

 

 

 

 

 

 

 

​​​​​

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 19.10.2025 13:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...