
UMAY'DAN... ERTESİ SABAH...
Yıldız için her şey bitmemişti aslında. Daha devlet destekli psikolojik tedavi alacaktı. Gözlerini kapattığında korkuyla çığlık atıyordu ve uyanıyordu. Bu yüzden de Başkan psikolojik tedavi alması için bir psikologa yönlendirmişti.
Başkan sadece bununla kalmamıştı. Kadınlara, çocuklara yönelik taciz ve tecavüzün engellenmesi için hem bir uygulama geliştirilmesi için çalışmalara başlamıştı hem de onlara ücretsiz psikolojik tedavi avantajı sağlamıştı.
Bu insanlar için de her ilde Kadına Şiddet Engelleme Binaları kurulması emrini vermişti. Burada her yaşta şiddete uğrayan kadına ve çocuklara destek verilecekti. Ayrıca savunma sanatları öğretilmesi hedefleniyordu.
Bu düşüncelerdeyken yatağımdan kalktım ve mutfağa doğru yol aldım. Enfes bir koku vardı evde! Kokuyu bulmak istiyordum.
Mutfağa bakınca Gizem'in kalkıp yemek yaptığını gördüm. Gözleme miydi bu? Yanında da çay vardı! En sevdiğim kahvaltıydı!
Dağınık saçları topuzluydu Gizem'in. Yüzünde makyaj yoktu ve gözleri şişmişti. Uykulu bakıyordu tavaya. Demek ki hiç uyumamıştı.
Kafasına bir şey takarsa hiç uyuyamıyordu. Sersem sersem tavaya bakarken beni hala fark etmemişti. Üstünde mor bir pijama tulumu vardı. Bu hali cidden komik gelmişti.
Arkasından yavaşça yaklaştım ve karnına dokundum. Kendisinin tiki vardı ve otomatik çığlık atıyordu. Yine çığlık attığında gülmeye başladım. Arkasını dönüp bana baktığında surat ifadesinin fotoğrafını çektim hemen. Korku dolu yüz ifadesi çok komikti!
Benim gülmeme karşılık elini beline koydu ve "Ayıp be! Ben sana hiç böyle yapıyor muyum? Yazık ve günah değil mi bana?" dediğinde gülmeye devam ettim. "Ama fotoğrafına bir bak! Çok güzel çıkmışsın! Sevgiline atayım mı?" dediğimde elimdeki telefonu almaya çalıştı. Ama boyu benden kısa olduğu için ne kadar atlasa da alamamıştı telefonu.
Gülmem geçince ona sarıldım ve "Ama kızınca da çok tatlı oluyorsun!" dedim. Öyle deyince yüzündeki kızgınlık gitmişti ve o da kahkaha atmaya başlamıştı. İkimiz de birbirimize gülüyorduk.
Gülmemiz durunca böreğe bakmak aklımıza gelmişti. Az daha gülsek yanacaktı. Ocağın altını kapattıktan sonra böreği masaya koyduk ve ortadan ikiye böldük.
Beraber Gizem'in yaptığı enfes böreği yemeye başladık..
GAMZE KARLI'DAN...
Sıkıntıdan ve korkudan kalbim duracaktı neredeyse. Neden gelmiyordu bu adam? Neredeydi? Ne olmuştu? Başına bir şey mi gelmişti?
Pencerenin kenarından gelip gelmediğini izliyordum. Normalde iki saat önce gelmesi gerekliydi ama daha gelmemişti. Acaba kaza mı yapmıştı?
Kocam bir türlü eve gelmemişti. Dün gece işe gitmişti, bu sabah da çıkması gerekiyordu. Ama iki saattir ortada yoktu.
Telefondan yirminci kez aramıştım. Çalmıştı, çalmıştı, çalmıştı ve açmamıştı. Merakla en yakın arkadaşını aradım. Acaba ona söylemiş miydi? Bir yere gitmesi gerektiği falan mı tutmuştu? Ama bana söylemeden bir şey yapmazdı ki!
Karşı taraftan "Buyur Gamze Yenge bir şey mi oldu?" diyen kalın erkek sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. "Kusura bakmayın Ramiz Ağabey. Halit eve gelmedi de acaba bir şey mi oldu aniden? Sana söyledi mi hiç?" dedim.
İçeriden derin bir nefes verme sesi geldikten sonra Ramiz Ağabey'in sesi geldi. "Bak Gamze Bacı. Benim sana şimdi söyleyeceklerim çok önemli. Dün gece Halit Bey ve Genel Müdür Ayşe Hanım fabrikadan çıkmışlar. Şoförün dediğine göre de Saray Hotel'e gitmişler." dediğinde gözlerimi kapattım ve kafamı sağa sola salladım.
Duyduklarım doğru olmazdı! Olmazdı değil mi? Benim kocam beni seviyordu! Bana aşıktı. Biz birbirimizle severek evlenmiştik hem de on yıl önce.
On yılda binlerce anımız olmuştu bizim. Gittiğimiz nice yer, güldüğümüz nice sahil, yemek yediğimiz nice lokanta, eğlendiğimiz nice park vardı. Bunlara ihanet etmezdi o! Edemezdi. Etmemeliydi!
Eğer gerçekten öyleyse... Öyle bir ihtimal doğruysa... Ben ve üç yaşındaki bebeğim ne yapacaktık? Bebeğim babasız mı kalacaktı, bebeğim için onunla evli mi kalacaktım? Ben nasıl davranmalıydım?
Böyle bir ihtimalin gerçek olduğuna inanmıyordum. Ramiz ağabey yanlış anlamıştı belki. Olamaz mıydı?
Bu düşüncelerdeyken bebeğimi kucakladım ve evden çıktım. Evimizin aşağısında bir taksi durağı vardı. Oraya yürüyüp taksi bulacaktım.
Acaba gerçek miydi Ramiz Ağabey'in dedikleri? Ya gerçekten böyle bir şey varsa? Ama... Ama biz birbirimizi seviyorduk! O üç yaşındaki kızını seviyordu! Kızına, bana nasıl bakacaktı?
Ama hayır, hayır, hayır! O bana böyle yapmaz! Halit'i böyle aşağılık bir pozisyonda düşünmek bile onunla olan yıllarıma ihanet etmek demek! Böyle bir şey sadece dedikodudur. Başka bir şey yok!
Kendi kendime böyle teselli verirken taksi durağına geldiğimi zor fark etmiştim. Taksi durağında bir tane taksi olduğunu görünce içimden sevindim. Taksinin başındaki adama baktım ve yanına gittim.
"Pardon bir şey soracaktım da ben. Saray Hotel'e götürür müsünüz?" dediğimde adam bana ve bebeğe bakmıştı. Kafasını sallayıp "Geç abla, bin arabaya." dedi.
Gülümsedim ve arabaya bindim. Arka koltuğa iyice oturduktan sonra bebeğime baktım. Mışıl mışıl uyuyordu. Melek gibiydi. Bembeyaz teni ve masmavi gözleri vardı. Tıpkı babası gibi yuvarlak yüzlüydü. Simsiyah kahküllü saçları ona ayrı bir tatlılık katıyordu.
Çok güzel bir bebeğimiz vardı bizim. Masum, tatlı, bıcır bıcır bir bebekti. Uyandığında önce boncuk gözlerle etrafa bakar ve sonra o güzel gözlerini kaşırdı. Bana bakıp gülümser hatta bazen kahkaha atardı.
Ona bakıp gülümserken taksici "Abla çok tatlı bebek maşallah. Kaç yaşında kendisi?" dediğinde gülümseyerek "Üç yaşında." dedim.
Taksici kalın sesle "Maşallah. Allah nazardan saklasın. Anasına babasına bağışlasın. Adı nedir acaba?" dedi. Bebeğime bakarak "Onun adı Ayliz Ela." dedim.
Sonra hiç konuşmamıştık. Taksici beni otelin önünde bırakınca fiyatı ödemiş ve otel kapısında durmuştum.
Gitmeli miydim? Ya denilen gerçekse? Göreceğim şey ne olacaktı? Burada beklesem? Yüksek ihtimalle beni atarlardı. Ben ne yapmalıydım?
Kalbim büyük bir hızla atarken masum bebeğime baktım tekrar. Bana güç veren o vardı bir tek. Bulunduğum ruh hali o kadar kötüydü ki... Birkaç dakikada harabeye dönmüştüm. Hiçbir işe yaramayan bir harabe olmuştum.
Kalbim gitmemi istemiyor beynimse gitmem için ısrar ediyordu. Hazmedebilecek miydim? Eğer hazmetmeyeceksem neden gelmiştim? Bu kapının önüne gelmem nedendi?
Otelin önünde öyle boş boş dururken birden Halit ve o kadını gördüm. Kalbim bin parça olmuş gibiydi. Sanki kemiklerimi kırıyorlardı o anda. Halit başka bir kadının elinden tutuyordu!
Halit kadının elinden tutuyor! Halit kadının elinde tutuyor!
Beynimde yankılanan bu cümle bedenime işkence etmişti. Kalbime ihanetin kazığı saplıydı. Gözlerim dolmuştu. Öfkelenmiştim, her şeyden o anda nefret etmiştim. Tek yapmak istediğim onu öldürmekti.
Onu öldürmek ve tüm anılarımı yok etmek istiyordum. Bebeğime baktığımda o da ağlamaya başlamıştı. Bebeğimi susturmaya çalışırken aklıma telefon gelmişti. Boşanacaktım! Bunu için de delil olmalıydı!
Onların el ele ve öpüşürken fotoğraflarını çektim gözyaşları içinde. Bebeğim de ben de gözyaşlarına boğulmuştuk.
Ona sarılmış ve ağlamaya devam etmiştim. Nefret ediyordum artık her şeyden. Onunla yaşadığımız anılar, onun söylediği o güzel sözler, ona inandığım her an zihnimde defalarca kez yankılanmıştı. Ruhuma işkence etmişti.
Acıydı ihanet. Kadın bunu yaşıyordu. Artık ne nefes almak istiyordu ne de bebeğine bakmak istiyordu. Masum bebek de bunu hissetmiş gibi ağlıyordu. Bir kadın... İhanete uğrayan ve zavallı olan...
Bir bebek... Masum olan ve kadına her güzel anı hatırlatıp acı veren... Hikayenin en masumu...
Ayaklarımın üstüne düştüm gördüklerimden dolayı. Ne bir kadın ne bir erkek bu acıyı yaşamamalıydı. Kalbim kırıktı. Ruhum dağılmıştı. Bedenimde sanki kemikler kırılıyor gibiydi. Acının herhangi bir tarifi yoktu.
Sakladığım gözyaşlarım yavaş yavaş dökülürken bebeğime sarılıyordum. Onu susturmaya bile mecalim yoktu. Beni aldatması için sebep bulmaya çalışıyordum. Beni aldatması için bir sebep olabilir miydi ki? Sebebi onu çok sevmem miydi acaba? Ya da çok değer vermiş olmak mıydı?
Bebeğim kucağımda ağlarken bir el dokunmuştu omzuma. Arkamı döndüğümde beni aldatan adamı görmüştüm. Deli gibi aşık olduğum ama beni aldatan adamı...
Bana sorarcasına bakmıştı ve ardından "Ne işin var burada, neden ağlıyorsun?" demişti. Sorduğu soruyla güldüm gözyaşlarım gözümden boşalırken. "Bilmem belki az önce gördüğüm görüntüleri açıklarsın." dediğimde kaşı hafif yukarı kalkmıştı.
Kucağımdaki ağlayan bebeği ona göstererek "Hiç mi utanmadın kızımızın yüzüne bakarken? O bizim biriciğimizdi. Ya ben... Beni hiç mi düşünmedin Halit!? Hiç mi utanmadın yalan söylerken?" dediğimde anlamıştı artık.
"Üzgünüm ama... Ama ben onu seviyorum Gamze. Madem her şeyi gördün o zaman bunu da söylemem gerekir." dediğinde kalbim daha da kırılmıştı.
Onurumu ve gururumu ayaklar altına alarak"Neden onu sevdin? Neyini eksik ettim ki ben? Çok sevemedim mi? İlgimi gösteremedim mi? Ya neden yaptın bunu ya neden?!" dediğimde gözlerini kapadı.
Sonra da "Güzel değilsin artık. Benim sevdiğim kadın olan Gamze güzeldi. Hem de çok güzeldi. Ama sen... Şimdiki halin... Üzgünüm Gamze ama artık birbirimize uygun değiliz." dedi. Dedikleriyle kalbime bir hançer saplanmıştı.
Bunu hak etmiş miydim? Güzelliğimi mi sevmişti on yıl boyunca? Saçlarım dağınık diye aldatılmıştım? Gözlerimin altı uykusuz kaldığım için şişti diye mi şu anda buradaydım? Kilo aldığım, kendime bakmadığım ya da güzel olmadığım için miydi bu yaşadıklarım?
Bebeğime baktım ve arkasını dönüp giden sevdiğim adama baktım. Gözlerimi kapadım ve ağlamaya devam ettim.
Sonra da yürümeye başladım. Enkaz gibiydim. Yok olmuştum. Yok olmak istiyordum artık. Ölmek... Ölmek istiyordum.
Ruhumda oluşan bu yaraya dayanamıyordum. Kalbim acıyordu. Gözyaşlarım sel olmuştu. O sırada İntihar Köprüsü'ne gelmiştim.
Buraya böyle denemesinin sebebi intihar eden insanların bazılarının buradan atlamasıydı. Altında bir göl vardı.
Buradan atlayan insanları önceden tam anlayamazdım ama şimdi anlıyordum.
Hepsinin ruhu yaralıydı intihar edenlerin. Onların hepsi yaralıydı. Hayat onlara iyi davranmamıştı. Belki ölümün onlara iyi davranacağını düşünmüşlerdi.
Bebeğime baktım. Sonra yoldan geçen arabalara baktım. Trafik yoğundu ama durmamıştı. Yayalar yanımdan geçiyorlardı. Onların gözü önünde bunu yapmak istemezdim ama dayanamıyordum.
Bebeğime baktım ve sonra da kulağına fısıldadım. "Affet beni annem! Seni yalnız bıraktığım için lütfen affet beni." dedim. Sonra da onu bıraktım yere.
Aşağıya baktım, yeterince yüksekti sanırım. Demek ölümüm böyle olacaktı!
Son kez kızım için telefonda not yazdım ve telefonu yanına bıraktım.
Köprünün kollarının üstünden kendimi diğer tarafa geçirdiğimde her şey hazırdı. Sadece ben ve bebeğimin ağlama sesi kalmıştı.
Hayatımın her anında bir şekilde nefret edilen olmuştum. Eskiden ünlü biriydim. Ama adım bir skandala karışınca ne ünüm kalmıştı ne adım...
Her şeyden ümidini kestiğim anda Halit çıkmıştı karşıma. Sonra da Halit benim yaşama sebebim olmuştu. Ama o da artık beni bırakmıştı.
"Özür dilerim." dedim ve gözlerimden yaşlar akarken kendimi aşağı bıraktım.
UMAY'DAN...
Yemekten sonra biraz daha sohbet etmiştik ve Gizem yeni davasının duruşmasına gitmişti. O gidince ben de İnstagram'a dalmıştım.
İnstagram'da gezinirken karşıma nefret yorumlarıyla linçlenen bir kadın çıkmıştı. Videoda kadının arka planda fotoğrafı ve ön planda hesapların yorumları vardı. Videonun açıklamasına girdiğimde gördüklerim beni şaşkına çevirmişti.
Skandala karışan bir ünlü ile ilgiliydi haber. Ne olduğu hakkında pek bir bilgim olmadığı için Gamze Çıralı'yı internette arattım. Direkt karşıma haberler çıkmıştı.
Tam o sırada telefondan alarma sesi ve bildirim gelmişti. THEMİS uyarı vermişti.
GAMZE KARLI, İNTİHAR ORANI%89...
Gördüğüm yüze ve internetteki yüze baktım. Aynı kişiydi. Zamanım olmadığı için hızlıca motora bindim. Sonra da Umut'u aradım.
Umut'a "Umut merhaba. Bana acilen Gamze Karlı hakkında bilgi bul." dediğimde beni onayladı ve telefonu kapattı. Motorla gideceğim yere varırken Gamze'nin hikayesini de merak ediyordum. Acaba ne yaşamıştı? Ne olmuştu?
Gamze denen kadın çok güzeldi. Badem gözleri vardı. Kahverengi gözleri ona ayrı bir güzellik katmıştı. Zayıf ve tatlı biri gibiydi. Kahverengi saçları gürdü. Çok güzel bir sanatçıydı.
İntihar Köprüsü'ne geldiğimde kadının köprünün kenarına bebeğini bıraktığını görmüştüm. Karşı yolda olduğum için koşmaya başladım. Arabaların arasından canımı hiçe sayarak koşmaya başladım.
Kadın telefona baktı ve bir şeyler yazmaya başladı. Sonra da ağlayarak bebeğine baktı. O sırada THEMİS tekrar bildirim gönderdi. Yazdığı yazıya bakınca gözlerim dolmuştu.
"SEVGİLİ KIZIM, ÖZÜR DİLERİM. YAPTIĞIM ŞEYİN TELAFİSİ YOK. AMA BAŞKA ÇAREM DE YOK. SENİN SIRTINA YÜK OLMAMAK İÇİN GİDİYORUM." yazmıştı.
Köprünün kolundan diğer tarafa geçmişti. Kendini aşağıya bıraktığında onun peşinden atlamıştım. Bir elimle köprüden tutup diğer elimle Gamze'yi tutmuştum.
Birinin beni çekmesi gerekiyordu. Yavaş yavaş elim kayarken Gamze bana" Kimsiniz? Beni neden kurtarıyorsunuz? Buna değmem ben. Bırakın!" dediğinde öfkeyle" Kes sesini! Yaşayacaksın!" dedim.
Yavaş yavaş elim kayarken ona baktım ve" Sanırım beraber öleceğiz." dediğimde gözleri dolmuştu." Bırak beni bırak! Bırak ki kurtul sen!" demişti.
Ellerim iyice kaydığında artık her şey bitmiş gibiydi. Sanırım benim ölümüm de böyle olacaktı...
Artık iyice tutunamaz hale gelince kaderime razı gelmişken birden elimden biri tuttu. Kim olduğuna baktığımda"Sakın elimi bırakma Deli Hacker!" sesini duyduğumda şaşırdım.
Serkan Tunç...
Çevredekilerin el birliğiyle yukarı çekildiğimizde Serkan bana ben de Gamze'ye bakmıştım.
Serkan"Nasılsın? Bir yerinde bir şey yok değil mi?" dediğinde tuttuğu kolumu sertçe çektim. Yüzüne baktım. Eski halini değiştirmişti.
Beni bıraktığı zaman aklıma gelmişti. Nefretinin gözünü kör ettiği an... Themis'i tasarlamama neden olan o olay... İntiharımın sebebi olan o olay...
Onu görmek benim için çok zordu. Onu görmezden gelerek yanından geçtiğimde kolumdan tuttu. "Konuşmak istiyorum, işin bittiyse konuşmalıyız." dediğinde kolumu sertçe çektim.
Gözlerinde bariz bir hayal kırıklığı vardı ama bu benim umrumda değildi. Beni aylar önce tek bırakmıştı. Ela gözleri kırıldığını belli ediyordu.
Artık her şey bittiği için onunla konuşmak istemiyordum. Kırgınlığımı dışarı vurmadan üstümü silkeledim ve kadının yanına gittim.
Serkan'ı umursamadığım için arkamdan konuştuğunu duyunca öfkeyle ona dönmüştüm, o da anında susmuştu.
Gamze'nin yanına gittim. Bebeğini kucağına alıp ağlıyordu. Korkunun ve şokun etkisindeydi. Gamze'ye "İyi misin? Ne oldu, anlatmak ister misin?" dediğimde ayaklarıma sarılmıştı ağlayarak.
"Ben... Ben bebeğimi nasıl bırakmak istedim! Ben az önce bebeğimi annesiz bırakıyordum! Onu acılardan korumak yerine bencilleştim ben! Teşekkür ederim!" demişti.
Yavaşça yere eğildim ve ona sarıldım. "Ben bebeğimden özür dilesem affeder mi beni?" demişti gözlerindeki kırgınlıkla.
Hayata kırılmıştı Gamze. O kadar kırılmıştı ki anneliğinden vazgeçmişti. Bir masum meleği tek bırakmak istemişti bu acımasız dünyada.
"O daha küçük bir bebek. O senin özrünü kabul eder. Senin yaşadığın şeyi, kalbindeki acıyı hisseder bu masum kelebek. Melek o daha. Melekler masumdur. Masum olan her şey affeder hataları." dediğimde gözlerindeki kırgınlık ümide dönmüştü.
Ümitle bebeğine daha sıkı sarılmıştı ve" Özür dilerim bebeğim. Özür dilerim Ayliz'im. Özür dilerim kızım!" demişti.
Bebeği sanki annesini hissetmiş gibi ağlamasını gülümsemeye çevirmişti. Hiçbir şeyden haberi olmayan bu yavru annesinin gözyaşlarını hissetmiş gibi yanaklarına dokunuyordu. Annesinin gözyaşlarını silmek istiyordu sanki.
Hırkamı çıkardım ve Gamze'nin üşüyen bedenine sardım. "Hadi gidelim, evini tarif et bana." dediğimde Serkan "Arabam var benim. Ben götüreyim onları sen de motorla gel." dediğinde isteksizce kabul ettim.
YARIM SAAT SONRA...
Gamze'nin evinde oturuyorduk. Gamze sürekli bir şey içip içmeyeceğimizi soruyordu.
"Neden atladın oradan? Bebeğini bırakmak isteyecek kadar ne yaşadın Gamze?" dediğimde Gamze stresle elleriyle oynamaya başlamıştı.
"Ben... Ne anlatayım ki? Ne anlatsam yaptığım yanlışı kabul ederler?" dediğinde Serkan yumuşak sesle "Her insan bazen bunalır. Evet, bunalırlar ama ölümü hemen düşünmezler. Neden sen ölümü düşündün?" dedi.
Gamze bize baktı ve "Aslında her şey altı yıl önce başladı..." dedi ve biz de onu dinlemeye başladık.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |