
UMAY'DAN...
Gamze'nin evine gelmiştik. Ben bebeğini kucağıma alıp severken o da bize birer fincan kahve yapmaya gitmişti.
Evi bembeyaz duvarlara sahipti. Bir tek bebeğinin odası pembe boyalıydı. Her yerde biblolar, çeşit çeşit matruşkalar vardı.
Kapıdan ilk girişte bizi geniş bir koridor karşılıyordu. Geniş koridorda bir tane salon vardı. Salonun içinde de mutfak...
Yanda sağ tarafta bir tane bebek odası hemen karşısında bir banyo ve yatak odası vardı. Yatak odasında da bir tane balkon vardı.
Salonda da bir tane balkon vardı. Sürekli güneş alan bir evdi. Biblolar yanı sıra bolca çiçek de vardı: Aloe vera, mor menekşe, orkide, begonvil...
Her yer rengarenk çiçeklerin kokusuyla kaplıydı. Kapıdan ilk girişinizde sizi çiçek kokuları karşılıyordu.
Ben ev hakkında düşünürken Gamze elindeki tepsiyle içeri girmişti. Hepimize kahve getirmişti. İçerisi şimdi de mis gibi kahve kokuyordu.
Ona gülümseyerek kahvelerimizi aldıktan sonra tam karşımıza oturmuştu. Bebek kucağımda uyurken ona gülümsemiştim ve ayağıma yatırmıştım.
"Ne olda sana, Gamze neden bu kadar gözün döndü?" diye sormuştu Serkan. Onunla yan yana olmak beni boğarken Gamze konuşmaya başlamıştı yavaş yavaş.
"Aslında bu olay bir patlamaydı. Kadınlar hissediyor gerçekten. Yaklaşık iki yıldır her akşam işe gideceğini söylüyor. Her hafta bir kez yemek yemeğe çıkarırdı beni ve kızımı. Ama birden bunu yapmayı bıraktı. Sürekli olarak mesai yaptığını söylüyordu. Beraber çalıştıkları bir adam vasıtasıyla öğrendim. Bir otelde sabahladıklarını, oraya gidince de gördüm. Umay Hanım ben neden bunu yaşıyorum? Bizim ne güzel evliliğimiz vardı!" demişti.
Gözleri acıyla tutuşurken sesi titremeye başlamıştı. Hiçbir şey demeden onu dinlediğimizde "Ona bir kız evlat verdikten sonra böyle olacağını tahmin etmemiştim. Ben yetimhanede büyüdüm işin aslı. Kimsesizdim hep. Başımı okşayan bir annem veya babam olmadı. Kimsesizliğimi Halit sayesinde dindirebilmiştim. Bağlanmıştım ona kendimden daha fazla. Ama sanırım hata yapmışım!" diye devam etti.
Onu hiç bölmeden konuşmasını dinlemeye devam edecektim.
Bazen bir insan yüreğindeki sevgisizliği onu onaylayan ilk insanla gidermek isterdi. Kalbinde oluşan o yarayı böyle sarmak isterdi.
"Ben yaşadığım kimsesizliğe rağmen okudum Umay Hanım. Hep okudum, her zaman okudum. Sonunda çok iyi bir öğretmen oldum. Bundan dört ay önceydi sanırım beni yetimhaneye bırakan ailemi buldum. Ebeveynlerim yaşıyordu. Onların yanına gittim. Beni gördüklerinde, benimle tanıştıklarında annem beni istemediğini söylemişti.
Ben annemin bile sevmediği bir kızmışım Umay Hanım! Ben hiç sevilmemiştim ki zaten!" dedi Gamze ağlayan sesle.
Gözleri dolu dolu olmuştu, kendine hakim olmaya çalışıyordu. " Her şey o dört aydan sonra beni daha da bataklığa sapladı. Halit son dört aydır sürekli olarak akşam yemeklerine geç gelmeye başladı. Sadece telefonu ve o varmış gibi davranmaya başladı. Sarılmak istediğimde beni itiyordu kendinden. Yemeklerime her zaman iltifat eden adam yaptığım yemeklere nefretle, memnuniyetsizlikle bakıyordu. Bu beni şüphelendiriyordu. Ama kabullenmek istemiyordum." dedi ve derin bir nefes aldı.
Artık konuşmamın zamanı gelmişti."Yaralanmış hissettin, kalbin kırıldı, ihanete uğradın. Bağlandığın ve hayatının merkezine koyduğun insan seni bir anda yalnız bıraktı. Üstelik masum bir bebekle... Anlık bir göz dönmesi ve ihanet hissiyle intihar etmek istedin. Ama Gamze intihar etmek sence çözüm olacak mıydı?" dedim sakin bir sesle.
"İntihar ettiğinde arkanda bıraktığın bebeğe ne olacaktı? Düşündün mü Gamze? Senin gibi büyüyecekti o da. Çocuk yuvasında belki de sokaklarda... İntihar edecek kadar gözün döndü ama ben olmasam Serkan olmasa bu masum can neler yaşayacaktı? Onun böyle cezalandırılması gerekli miydi?" diye devam ettiğimde gözlerindeki derin acı pişmanlığa döndü.
Bebeğine baktı uzun uzun ve sessiz kaldı. Hiçbir şey demeden bebeğini izledi. Bebekler yeryüzündeki meleklerdi. Hiçbir şey bilmeyen ama her şeyi hisseden masum canlılardı. Sevginin, temizliğin bir parçasıydı bebekler.
Yaşanan bazı şeyler yüzünden onlar da yalnızlığa ve kötü hayat şartlarına mahkum ediliyorlardı. Kötü aile bağları, bilinçsizlik, ani bir öfke kontrolsüzlüğü belki de Gamze gibi ihaneti acı şekilde öğrenmiş ebeveynler onları kötü bir hayata mahkum ediyordu.
Her insanın hayatı zordu. Bir bebek içinse her şey daha da zordu. Hiçbir şey bilmediği bir dünyada anne kokusundan, baba korumasından, aile şefkatinden mahrum kalmak bir bebek için çok zordu.
Belki de bugün sadece bir dakikayla bile o bebek yalnız kalacaktı. Belki de geç kalsaydık yetim bir hayatı olacaktı bu tatlı bebeğin. Acı dolu, sevgisiz, güvensiz bir hayat...
Peki buna hakkı var mıydı ebeveynlerin? Bir bebeği, masum bir çocuğu sevgisizlik dolu hayata atmaya hakkı var mıydı ailelerin?
Beni düşüncelerimden ayıran Serkan'ın "Maddi bir geliriniz var mı? Yoksa devlet size yardımcı olabilir." demesiydi. Gamze üzgünce başını salladı hayır anlamında. "Sadece kocamın maaşı vardı. Ben bebek doğduktan sonra çalışmayı bıraktım. Önceden özel sektörde çalışıyordum. Ama şimdi çalışmıyorum." dedi.
Ona dönüp "Peki şimdi ne yapacaksınız? Boşanmak mı istiyorsunuz direkt yoksa kocanıza bir şans daha mı vereceksiniz? Ya da kocanızın dediklerine inanmak mı istiyorsunuz?" dediğimde Gamze bakışlarını bize çevirdi.
"Eğer onu affetmek istediğimi söylersem... Bu yüzden beni kınar mısınız?" demişti.
"Neden kınayalım? Bu sizin ilişkiniz. Biz sadece sizi kurtardık ve derdinizi paylaşmak istedik. Sonuçta az daha ölüyordunuz! Biz sizin aile hayatınızı bilemeyiz. Ama eğer eşinizle konuştuktan sonra fikriniz değişirse Serkan Bey'in ağabeyi iyi bir avukattır. Bilginiz olsun." dedim.
Sesimde herhangi bir öfke yoktu. Daha çok şefkat ve sakinlik hakimdi. Serkan bana hayran bakışlarla bakarken"Serkan Bey, Gamze Hanım için bir tane kart verir misiniz? Eğer ihtiyacı olursa ağabeyinizle iletişime geçer." dedim.
Gamze Hanım bana minnettar bir ifadeyle bakarken Serkan hemen kartı verdi. Sonra da toparlandık. İntihar seviyesi epeyce düşmüştü. Bu da bizim görevimizin bittiğini gösteriyordu.
Biz kapıdan çıkarken Gamze Hanım"Teşekkürler bana bebeğimi hatırlattığınız için..." dedi.
Sonra da kapıyı kapattı yavaşça.
Şimdi sıra Serkan ve onunla bitmemiş hesabıma gelmişti. Sessizce ve hızlıca binadan çıkarken Serkan aniden kolumu tutmuştu. Ona döndüğümde bana pişmanlıkla" Affedemezsin biliyorum. Ama en azından arkadaş kalalım." dediğinde suratına tokadı geçirmiştim.
Kafası sola çevrilirken attığım tokadın etkisiyle gözünü kapatmıştı. Sakin kalmaya çalışmıştı.
"Aynur tamam vur! Bir tane daha vursana! Bu hırsını ve nefretini alacaksa vur ya!" demişti sonra.
Nefretim geçemezdi ona karşı. Onun yaptıkları yüzünden intihar etmek istemiştim defalarca kez. Gizem yanımda olmasaydı kendimi öldürmeyi düşünmüştüm.
Hala kolumu tutan ellerini ittim ve" Ne hakla arkadaş kalıyoruz biz!? Ne hakla bir söylesene! Ne zannettin? Sen böyle birden karşıma çıkınca her şey bitecek mi? Senin yüzünden ben bu haldeyim! Ama seni affedeceğim öyle mi Serkan!?" diye bağırdım öfkeyle. Sonra da ona fırsat vermeden motora doğru yürümeye başladım.
Hiçbir şey dememiş ve arkamda kalmıştı. Zaten bunu istiyordum. Karşımda, yanımda olmasın hep arkamda kalsın istiyordum.
Nefretim asla bitemezdi ona karşı. Beni öldürmüştü o. Ruhumda derin yaralar açmıştı. Şimdi de utanmamış karşıma çıkmıştı. Hem de iyi biri olarak...
Motora bindiğimde gözlerimin önüne gelmişti onunla ayrıldığım zaman...
Geçmiş...
Gelin odasının kapısını araladım ve Serkan'ın annesine baktım. "Serkan neden gelmedi Halide Anne? Yani alt tarafı lavaboya gidip geleceğini söyledi." dedim nazik sesle.
Halide Teyze bana baktı ve gülümseyerek "Benim güzel gelinim gelecektir o şimdi. Biraz bekle." dediğinde tekrar içeri girdim ve aynada kendime baktım.
Dantelli tüllü volan kolları olan bir gelinliğin içindeydim. Gelinliğim bembeyazdı. Başımda çiçekten taçlı bir duvak vardı. Melek gibiydim. Gözlerimde pembe far, yanağımda bolca allık, dudağımda da pembe ruj vardı. Gözlerime de maskara ve rimel sürülmüştü. Saçlarım dağınık topuz yapılmıştı ve belli yerlere çiçekli tokalar takılmıştı.
Gelinliğimin kolları tül ve danteldi. Çieçğe benziyordum uzaktan. Beli dar ve etek kısmı geniş bir gelinlikti. Belimdeki kırmızı kurdele bile bana paha biçilemez geliyordu. Gelinliğim uzun volan kolluydu. Omzundan yakasına kadar taşlı ve tüllüydü. Gelinliğim çok güzeldi!
İçimde derin bir heyecan vardı. Sevdiğim adamla sonunda evleniyordum. Yıllarca sürecek bir evliliğin ilk günüydü bugün. Mutlu geleceğimin en güzel günlerinden biriydi.
Serkan da az sonra gelecekti odaya. Yani en azından ben öyle düşünüyordum.
Az sonra koridorda bir bağırış sesi gelince kapıyı açtım ve dışarı baktım. Karşımda ağlayan bir adet Gizem vardı. Şaşkınlıkla "Ne oldu Gizem neden ağlıyorsun?" dediğimde elindeki mektubu bana göstermişti.
O mektup benim hayatımın en güzel gününü mahvetmişti.
Serkan bana bir mektup yazıp kaçmıştı. Beni bırakma sebebinin aslında beni sevememesi olduğunu yazmıştı. Gitmişti.
Gitmişti. Sevdiğim adam gitmişti. O gitmişti. GİTMİŞTİ. Ne hissedeceğimi bilemez bir haldeydim. Beni benden çok sevdiğini söyleyen adam mektupta bunların yalan olduğunu yazmıştı.
Yıkılmıştım. Müstakbel kaynanam bayılmıştı. Misafirler açıklama bekliyor ve kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. Gözlerim dolu doluydu.
Hiçbir şey hissedemiyordum. Uyuşuk gibiydim. Kırgındım, yorgundum. Ambulansı çağırdıktan sonra salona çıktım.
Yürürken destek almak zorundaydım. Yoksa bayılacak gibiydim. Başım dönüyordu, midem bulanıyordu ve beynimde onun gittiği yankılanıyordu.
Gözlerimden sicim gibi yaşlar boşalırken sesimdeki titremeye aldırmadan "Damat düğünü terk etmiştir. Siz değerli misafirlerimizden özür dileriz." demiştim. Sonrasıysa karanlıktı...
Uyandığımda yanımda kardeşim ve Gizem vardı. Bembeyaz duvarla bakıştıktan sonra hiçbir şey demeden kalkmıştım yataktan. Ne konuşmak istiyordum ne nefes almak...
Hayatımın en zor dönemini yaşıyordum. Hayatımın merkezine aldığım adam hayatımın hatası olmuştu. O düğün salonundaki insanlara karşı beni utandırmıştı.
Kalbim onun gidişini kabul edememişti. Yapamıyordum. Nefes almak, ağlamak, gülmek, sorulara cevap vermek... İstemiyordum hiçbir şey... Sadece bir tek şey vardı beynimde: Mektuptaki ağır cümleler.
O kadar ağır gelmişti ki bir kağıt parçası bedenimde yavaş yavaş kemikler kırılıyor gibi hissetmiştim. Ama kimseye anlatamıyordum derdimi.
Hastanede tam altı gün yattım. Sakinleştiriciler veriliyordu her gün. Bana bir psikiyatr tavsiye etmişlerdi. Eve gelmeden önce ona da gitmiştik. Konuşmak istemiyordum.
Dışarıdan sakin görünüyordum ama içimde... İçimde kasırgalar kopuyordu. Bağırmak, haykırmak istiyordum. İhanetin acısını gözyaşlarının dindirmeyeceğini biliyor olmam ağlamama engeldi.
Psikiyatr antidepresan vermişti. Ama onu da hiç kullanmamıştım.
Düğünden sonraki ikinci hafta ise kardeşim evde değilken mutfaktaki küçük bıçakları elime almıştım. Bileğime yakın tutmuştum. Acaba intihar etsem ne olurdu? Arkamdan çok insan ağlar mıydı? Halbuki beni seven insan sayısı da azdı. Ağlamazlardı bence.
Bıçakla beraber odama gitmiştim. Ölecektim. Bu acı dayanılmaz geliyordu. Ölmeliydim! Kafamda sürekli o yazılar yankılanıyordu. Ölürsem belki yankılanmazdı. Susardı o sesler.
Bu düşünceyle yatağıma uzandım. O sırada kapı çaldı. Kardeşim anahtarını almamış mıydı? Ama kapıyı açmayacaktım. Beni engellerdi o da.
Ben yavaşça bileğimde kesik açmak isterken birden anahtarla kapı açıldı ve kardeşim içeri girdi. Dolayısıyla da beni ve halimi gördü.
Koşarak elimdeki bıçağı fırlattığında kendimi bıraktım onun kollarına. Bana sarıldığında "Susmuyorlar! Susturamıyorum! Kafamda binlerce kişi var sanki belki ölürsem geçer diye düşündüm!" dedim ağlayarak. Bana endişeli sesle "Abla sen güçlüsün bunu da aşabilirsin! Sadece biraz zaman ver kendine!" dediğinde ondan ayrıldım.
Güçlü olmak... Duygularını belli etmemek... Etraftakiler üzülmesin diye kendi duygularımı kalbime gömmek...
Artık güçlü olmak istemiyordum. Çok ağırdı bu yük. Kaldıramıyordum!
Bu düşünceyle kendimi yere bıraktım ve hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Ellerimi yüzüme kapatmış, omuzlarımı düşürmüştüm.
Kardeşim de yanıma çökmüş ve bana sarılmıştı. Bana endişeli bir sesle "Tamam abla geçti, geçecek! Sadece içini dökmen lazım. Ağla ki rahatla ablacığım." demişti yumuşak sesle.
Belki iki saat o halde durduktan sonra ağlamam geçmişti. Hiçbir şey demeden ağlamamı bitirmem için beklemişti kardeşim. Ben onun kollarında iyice güçsüz bir vaziyetteyken "Yaşadığın şey kolay değil abla ama ben... Beni düşünmedin mi hiç? Ne yapacaktım sensiz? O adam için değer miydi ablam?" dedi fısıltıyla.
Bu olaydan tam iki hafta sonra sonra ise yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştım artık. Ölmeyi düşünmüyordum. Kendimi görevime vermiştim. Hackerlık yapmaya devam ediyordum. Sadece ruh gibiydim, eskisi kadar enerjik değildim. Sürekli yatmak istiyordum.
Uzun saçlarımı da kestirmiştim. Artık değişmeliydim. Onu unutmanın tek yolu bedenimi değiştirmekti. Belime kadar gelen saçlarımı çene hizanda kestirmiştim. Sonra da pembeye boyatmıştım. Artık tamamen farklıydım.
İşte o iki haftanın son günüydü. Sıkılmış bir vaziyette internette gezinirken karşıma bir haber çıkmıştı. Hiçbir şey yapmayan bünyem birden o haberle canlanmıştı.
Themis'i geliştirmek için çalışmaya başladığım bir haber... Bana tekrar gücümü hatırlatan bir haber...
SON DAKİKA: SINAVLARINDA SÜREKLİ DERECE YAPAN ATEŞ ÖZÇELİK MÜLAKATTA İŞE ALINMADI. ERTESİ GÜN İNTHAR ETTİ.
İşte her şeyi başlatan haber buydu. Beni tekrar hayata döndüren şey bu haber olmuştu. Sadece bir son dakika haberi...
O gün tam olarak on kişinin intihar haberini gördükten sonra aklıma gelen uygulamayı pratiğe dökmeye başlamalıydım. Bu düşünceyle gece gündüz çalışmaya başlamıştım...
GÜNÜMÜZ...
Bu düşüncelerdeyken eve gelmiştim. Başım fena halde ağrıyordu. Başım çok kötüydü, midem bulanıyordu. Lavaboya kendimi zor atmıştım.
Gerilim baş ağrım vardı ve ne zaman aşırı strese girsem tutardı. Tıpkı şimdiki gibi olurdum. En ufak bir gürültü bile mahvederdi. Beynim zonklardı.
Gizem koşa koşa yanıma geldiğinde ayakta zor duracak bir haldeydim. Kendimi onun desteği ile yatağa zor atmıştım.
"Gizem biliyor musun kim geldi?" dediğimde Gizem kaşlarını çatıp sorar a bakmıştı. Uykum göz kapaklarına esirken ona yorgun ve bitik sesle "Mektubun sahibi geri geldi, af diliyormuş." demiştim.
Ben cümlemi bitirdiğimdeyse duyduğum son Gizem'in "Pislik herif!" demesi olmuştu.
2 saat sonra...
Gözlerim bana inat açıldığında akşam saatleriydi. Bense hala uyumak istiyordum. Sersem bir vaziyette yatağımdan kalkarken Gizem bana destek olmuştu. Yatağımdan zorla kalktığımda Gizem sadece beni dikkatle izliyordu.
Bu bitkin haldeyken telefonuma bildirim gelmişti. Telefonu açtığımda önemli belgelerin Themis üzerinden gönderildiğini görmüştüm.
Yavaşça belgelere tıkladığımda bir tanesinin Meclis toplantısı hakkında olduğunu, diğer kalanlarınsa bir intihar çetesi hakkında olduğunu görmüştüm.
İntihar çetesi mi? Onların intihar etmek isteyen insanlara acısız yollarla bunu yapabileceklerini söyleyen bir çete olduğunu duymuştum. Ama hiç karşılaşmamıştım.
Peki bu konuda bana yardımcı kim verilecekti? Tek başıma zor olmaz mıydı? Ben tam bu düşüncelerdeyken çalan telefonla kaşlarımı çattım.
Arayan numara Serkan'ın numarasıydı. Değiştirmemiş miydi numarasını? Ben bu düşüncelerde telefonu açtığımda onun neşeyle "Yardımcı lazım olacakmış sana. Ben de Başkan’a rica ettim. Senin yardımcın ben olacağım." dediğinde kaşlarımı çatmıştım öfkeyle.
Anlaşılan bu sefer ondan kurtuluşum yoktu...
İHANET... ÖLÜMÜ ARATAN BİR ACIDIR. HAYALLERİN YIKILMASI İSE ÖLÜME YAKLAŞTIRIR. ~UMAY
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |