
YILDIZ TOPÇU’DAN...
“Evet sayın seyirciler şimdi de sırada yeni bir vahşetin görüntüleriyle karşınızdayız. Arkamda gördükleriniz dershaneden gelen bir kızın...” cümlesine izin vermemek için elimdeki bardağı fırlattım televizyona. Televizyonun parçalanmasını ve hastaneye ait olduğunu umursamadan ağlamaya başladım.
Kendi haberimdi televizyondaki. Benim görüntülerimdi. Bana aitti o vahşet görüntüsü. Bir tecavüzün görüntüsü vardı ekranda.
Öfkem geçmemişti. Dinmiyordu. Bitmiyordu. Nefret ediyordum kendimden! Ölmek istiyordum! Ruhum parçalanmıştı, bedenim her an yanıyor gibiydi. Artık... Neden yaşamalıydım ki?
Gürültüye koşarak gelen hemşireler televizyonun halini görünce bana bir şey dememişlerdi, yine beni uyutmak istemişlerdi.
Uyumak... Bir kız tecavüze uğrayınca uyumak bile istemiyordu. Uyku bile beni rahatsız ediyordu. Hayatım mahvolmuştu iki gün içinde. Kabuslarımda boğuluyordum. O anları görüp çığlık atarak uyanıyordum.
Ailem gelmişti yanıma ama kovmuştum onları. Ben daha gözümü açar açmaz ağabeyim bana o iğrenç soruyu sormuştu:
“O SAATTE NEDEN ARA SOKAKTAN GİTMEK ZORUNDAYDIN? KESİN KIYAFETİNE DE DİKKAT ETMEDİN!” demişti bana. Sesindeki iğrenme ve öfkeyi hissetmiştim. Anneme çevirmiştim bakışlarımı hüzünle. Bana destek olmalıydı, o da bir kadındı. Ama onun bakışlarında utanç da beni bitirmişti. O da bakışlarındaki öfkeyle “Ağabeyin haklı, evden çıkmadan önce o dar pantolonu giyinme demiştim sana. Ama sen inatla giyinip kavga ederek çıktın.” Demişti.
Başımı okşar diye düşünmüştüm. Bana sarılır diye düşünmüştüm. Annem bana sarılırsa geçerdi belki acılarım. Anne benim saçımı okşarsa unutabilirim belki yaşadıklarımı. Belki dizine yatırırsa uyurdum rahatça. Ama annem de benden nefret ediyordu. Ağabeyim de benim yaşadıklarımdan suçun bende olduğunu düşünüyordu.
Ailem... Bana sarılmaları gerekirken benden şüphe etmişlerdi. Bana güvenmiyorlardı ve suçluyorlardı. Hiçbir şey yapmamıştım ben! Sadece dershaneden dönüyordum. Suçlu olan kişi dışarıda cirit atıyordu ama ben... Ben suçlunun yerine suçlanıyordum. Utanılacak bir şey yapmışım gibi davranılıyordu bana. Halbuki ben sadece geleceğimin daha iyi olması için dershaneye gitmiştim ve oradan dönmüştüm.
“Abla ben uyumak istemiyorum! Uykudan korkuyorum lütfen uyutmayın!” Dedim yalvararak. Yine kabus görecektim. Korkuyordum o anları tekrar yaşamaktan.
Saçlarımdan sürüklendiğim o anı... Kimsenin olmadığı o karanlık sokakta takip edilişimi... Direnmek istediğimde suratıma yediğim sert tokadı... Çığlıklarımın duyulmaması için ağzımın kapatılışını... Bıçağın boğazıma dayanmasını... Ölmekle tehdit edilişimi... Direndiğim her an bıçağın daha da şah damarıma bastırılışını... Dava açarsam beni bulup öldüreceğini söyleyişini...
Her şeyi tekrar yaşamaktı benim için uyumak. Öfkem, nefretim ve kendime karşı biten saygım... Ne kadar kötü duygu varsa benim vücudumu ele geçirmiş gibiydi. Zorla bileğimden tutulmasına karşı direnememiştim düşüncelerimde boğulduğum için. İğne ile tekrar uyumak üzereyken kalbimin sesini duymuştum. O bile istemiyordu bu bedeni. Hayata veda etmemi fısıldamıştı yavaşça. Gözlerim karanlığa hapsolduğunda karar vermiştim ben ölecektim... İşlemediğim suçun cezasını çekmeyecektim.
UMAY’DAN...
Çalan alarm sesiyle uyandım. Yatağımdan kalktım ve banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Her zaman erken kalkardım. Saat sabah sekizdi. Erken kalkmayı severdim hem yapılacak işlerimi de erken bitirirdim. Gizemin daha uyanmadığını bildiğim için onun odasına hiç girmedim.
Mutfağa geçtim ve hemen kendime kahve yaptım. Filtre kahve içmek vazgeçemediğim bir alışkanlıktı. Liseden beri hep filtre kahve içerdim sabahları. Gün içerisinde de bir bardak kahve içerdim muhakkak.
Hazırladığım kahveyi içtikten sonra hemen kahvaltıyı hazırlamaya koyuldum. Gizem kalkmadan çıkacaktım bugün evden. Kahve içerken haşladığım yumurtaların kabuklarını soydum ve boş bir tabağa koydum. Sonra da banyoya geçtim, duş aldıktan sonra odama geçtim.
Gizem domates yemezdi. Evde salatalık kalmamıştı. Dolapta da epeyce eksik vardı. Onları almalıydım.
Saçlarımı hemen saç şekillendirici ile kurutup düzleştirdim. Meclis bugün öğleden sonra toplanacaktı. Başkan ve milletvekilleri isteğim üzerine toplantı yapacaktı. Ben de elimdeki kanıtları götürecektim.
Belgeler hazırlamıştım. Belgeler işsizlik ve torpil yüzünden intihar eden gençlerle ilgiliydi. İçinde bir haftada intihar eden gençlerin intihar sebepleri ve yüzdelik dilimleri vardı.
Büyük bölümünün intihar sebebi adaletsizlikti. Bu durumla ilgilenmek lazımdı. Gerekirse yeni anayasa hazırlanmalıydı.
Tam o sırada telefonuma bir bildirim sesi gelmişti. Telefonu açınca Themis'ten bir bildirim geldiğini görmüştüm.
Yıldız Topçu, lise öğrencisi, intihar oranı %85...
İki gündür sabahları bu kızın bildirimi geliyordu. Sonra intihar yüzdesi düşüyordu. Anlayamıyordum. Sistemde herhangi bir sıkıntı yoktu ama intihar oranı düzenli olarak artıp azalıyordu. Neden böyle olduğunu çalışanlara da sormuştum. Kimse sebebini bulamamıştı. Acaba uygulama çökmüş müydü?
Ya da... Kızın mesajları ve düşünceleri sürekli değişiyor muydu? Yaşadığı bir olay onu intihar etmeye istekli hale getirirken başka bir olay onu sevindiriyor muydu? Belki de ölmek isteyip sonrasında fikrini değiştiriyordu.
Ama bu kadar kararsızlık nedendi? Neydi onu bu kadar dalgalı bir ruha haline sokan şey?
Sanırım ilk durağım artık alışveriş merkezi değildi. Ani bir karar değişikliğiyle önce o kızı ziyaret etmek istemiştim. En azından ruh halini ya da yaşadığı çevreyi görerek bir karar verebilirdim.
İntiharı mı yoksa yaşamayı mı istiyordu? Neydi ölümden onu döndüren şey? Daha doğrusu nasıl bir olay bir genç kıza hem ölümü düşletip hem de ölümden korkutan karar verdirirdi?
Bu sorularla kıyafetlerimi aldım dolaptan. Bir tane koyu yeşil deri ceket ve krem bir şapka taktım. Ayakkabı olarak da beyaz süet çizmemi giyinecektim. Bir de İspanyol paça bir pantolon giyinecektim. Ceketin altına da siyah kare yaka bir badi giyinecektim.
Kıyafetlerimi giyindikten sonra da sessizce evden çıktım. Bugün de motorla gidecektim. Kaskımı taktım ve motoru çalıştırıp yola koyuldum.
Kızın konumu bir hastaneydi. Hasta mıydı yoksa kaza mı geçirmişti acaba? Evinin adresi de hastanenin iki sokak ötesinde gözüküyordu.
Aklıma gelen şeyle motoru sağa çektim ve Umut'u aradım. Artık o da bizden birisiydi ve şimdi ona ihtiyacım vardı. "Merhaba Umay Hanım. Bir isteğiniz mi var?" diyen Umut ile gülümsedim. Ardından ciddi bir sesle "Senden bir şey isteyeceğim. 15 Aralık Salı günü haberlerinde olması lazım. Yıldız isimli bir kızın tecavüz haberi yayınlanmıştı. Kızın ismini hatırlıyorum ama soyadı tamamen aklımdan çıkmış. Elimde bir intihar vakası var ve genç bir kız. Adı da Yıldız. Bir bak bakalım, hastane adını da yolluyorum. Bana haberle ilgili bilgileri yollarsın." dedim.
Umut "Hemen bakıyorum Umay Hanım. Beş dakikaya gönderirim belgeleri." dediğinde telefonu kapattım.
Tekrar motoru çalıştırdım. Sanırım şimdi çözmüştüm kızın dalgalı ruh halini. Eğer tahmin ettiğim şeyse kız tecavüze uğramıştı. Haberlerde yayınlanmıştı kamera görüntüleri. Kimin yaptığının belli olmadığı söylenmişti.
YILDIZ TOPÇU’DAN...
Tecavüz... Ölüm... İntihar... Adaletsizlik...
Bu kelimeler hayatımın tümü olmuştu artık. Canım acıyordu. Dayanılmaz bir ağrı vardı bedenimde, kalbimde.
Hemşireler beni uyutmuştu ama ben yine uyanmıştım kabusla. Bağırarak uyanmıştım.
Sevgi görmek istiyordum birinden. Biri beni ölümden ayırsın istiyordum. Ama kimse yoktu. Ailem beni sevmek yerine suçluyordu. Hala ben kovduktan sonra gelmemişti ailem.
Artık ben bu acıyı yaşamak istemiyordum. Ben bu acıya dayanamıyordum. Tecavüze uğramak, benim iznim olmadan vücuduma dokunulmasını hissetmek canım acıtıyordu.
Neden ailelerimiz böyleydi? Bir kız tecavüze uğrayınca sadece kızlarını suçlarlardı? Ya da toplum neden böyle demişti bana? "SENİN NE İŞİN VARDI ORADA?" demişlerdi.
Ben mi istemiştim böyle olmasını yani? Ben mi demiştim bedenime benden izinsiz dokunulmasını? Ben mi istemiştim bunu yaşamayı?
Bir kızın ölümüydü tecavüz. Genç bir kadın için en can acıtıcı şeydi toplumun namus algısı. Sorgulanması gereken namus algısı sadece kadınlar üzerinden yürürken tecavüze uğrayıp soluyordu masum bedenler. Ölümün solgunluğunu yakıştırıyorlardı canlı bedenlerine. Bir erkeğin tecavüz etmesi için herhangi bir ceza verilmezken bir kadının kıyafeti, geçtiği sokağın tenhalığı tecavüze razı olduğunu mu gösterirdi?
Sadece dershaneye gitmiştim. Gelirken otobüste uyuyakalmıştım yorgunluktan. Uyandığımda otobüste kimse kalmamıştı. Bu durum beni korkuturken şoförün normal güzergahtan saptığını görmüştüm. İçimdeki korku katlanarak büyümüştü. Şoför arabayı tenha bir sokakta durdurduğunda artık her şey bitmişti benim için. Adamın niyetini anlamıştım.
Korkuyla karışık adama bağırmıştım. Fark etmemişti uyandığımı ve kapıyı açmıştı. Çığlık attım ve kaçmıştım açık kapıdan. Kendimi dışarı attığımda boş sokakta bağırarak koşmuştum. Çığlık atıyordum belki biri duyar da yardım eder diye. Ama kimse yoktu.
Zaten koşmaya daha fazla dayanamamış dizlerim. Ayaklarım yorgunluktan uyuşurken yere kapaklanmıştım. Ben daha ayağa kalkmadan o pislik benim tepeme gelmişti.
Sessiz kalmıştım korkudan. Korkum tavan yapmıştı. Sesim içime kaçmıştı o anda. Bağırmak istesem de bağıramıyordum.
Ve adam önce beni saçlarımdan sürüklemek istemişti. Acıyla çığlık attığım o anda korkumdan çırpınmayı başlamıştım. İşte o anda ölmek istemiştim. Bana yapabileceği şeyleri düşündükçe canım yanıyordu. Çığlığım katlanıyordu.
Kurtulmak için çırpınırken adam çoktan beni sıkıştırmıştı bir çıkmaz sokağın duvarına.
Önce beni dövmüştü. Boğazıma bıçağı dayamıştı. En son nokta olarak da hatırladığım bir sert tokattı. İyice kendimden geçtiğimde ise...
Uyandığımda bir kadın vardı başımda. Yağmur yağarken o bana hırkasını çıkarıp vermişti. Sonra da ambulansa bindirmişti. Bedenim tir tir titrerken o adamın hapse gireceğini söylemişti.
Ama... Girmemişti hapse. Bana tecavüz eden adam bir milletvekilini araya sokmuştu. O adam hapse girmemişti aksine dışarıda gününü gün ediyordu.
Adaletsizliğin dibine vurulmuştu. Gerçekten her şeyin temeli adaletsizlikti. O adam sadece bir tane milletvekiliyle aklanacaktı. Yarın da dava vardı. Ama aklanacaktı.
Aklandığında da... Beni... Yarım kalan işini bitirecekti belki de. Öldürecekti o adam beni. Kesinlikle öldürecekti. Bu yüzden en iyisi ben kendimi öldürmeliydim.
Bu düşüncelerle yanıma gelen hemşireye gülümseyerek "Biraz hava almak istiyorum da." dedim. Gülümsediğinde onayladığını anladım.
Serum kablosundan ayrıldığımda serbest kalmıştım artık. Bir mesaj yazdıktan sonra çıktım odadan.
İçimde bir yerlerde bir orman yanıyordu. Hektarlarca orman kalbimde yanmıştı. Beş gün içinde her şey bitmişti benim için. Birkaç saat içinde benim bir ömrüm yok olmuştu.
Bir erkeğin izinsiz bir şekilde bedenime dokunması suç sayılmazken benim dershaneden geç dönmem suçtu. Benim giyindiğim kıyafetin durumu suç sayılırken bir erkeğin kemerine sahip çıkmaması suç değildi.
Bir kadının kıyafetinin açıklığı veya kısalığı namussuzluk sayılırken erkeklerin kemerine sahip çıkmaması ERKEKLİK sayılırdı. HALBUKİ PROBLEM ERKEK OLMAK DEĞİLDİ. ERKEKLİK CİNSİYET BELİRTİRDİ. ÖNEMLİ OLANSA ADAM OLABİLMEKTİ.
Kantine inmek için asansörü beklerken etrafıma baktım. Yalnızdım. Herkesin yanında ailesi vardı. Hasta genç kızların yanında ailesi vardı. Saçlarını okşayan babaları vardı, sarıldıkları anneleri vardı.
Gözlerim acıyordu. Gözyaşlarımı tutmak istiyordum. Ama tutamıyorum. Ölmek istiyordum. Yorgundum. Dünya bana iyi davranmamıştı. Belki... Belki ölüm iyi davranırdı. Ölüm bana iyi davranır mıydı?
Ben bu düşüncelerdeyken asansörün kapısını açtım. Karşımda pembe saçlı bir kadın vardı.
Pembe saçlı kadın benim çıkmama izin vermeden beni asansöre itince korkmuştum. Asansörde düğmeye basınca daha da korkmuştum. Giyindiği topuklu çizmenin sesi vardı bir tek kulaklarımda.
Bana yaklaştığında "İntihar edeceksin değil mi?" dedi. Nereden anlamıştı? Kimdi bu kadın? Neden buradaydı? Tanıyor muydu beni?
UMAY’DAN...
Hastanenin önüne geldiğimde Umut aramıştı. "Maalesef haberdeki görüntüler o kıza ait. Kız tecavüze uğramış. İntihar oranına da baktım. İntihar oranında düzenli artışları azalmalar var. Kararsız... Bir şey istiyor ama ne olduğunu bilmiyorum. Sadece bir tane fotoğraf var mesajlarında, hastanede tek çekilip annesine atmış. Altında da "Yalnız bir gün... Sadece başımı okşasaydınız." yazıyor." dediğinde kızın derdini anlamıştım.
Sevilmek... Desteklenmek... Suçlanmamak istiyordu. Yaşadığı olayın ağırlığı onun omuzlarını ezerken tek istediği sevdiklerinin ona sarılmasıydı. Belki de adaletsizlik onu daha da yormuştu. Sorulan sorular, toplumun baskısı...
Derin bir nefes alarak "Suçlu?" dediğimde Umut tereddütlü sesle "Suçlu bulunmuş ama..." dedi ve devamını getirmedi.
Gözlerimi kapattım. Bir kadın olarak yine nefret etmiştim adaletsizlikten. Bir kadın tecavüze uğramıştı. Yok olmuştu hayatı. Uyumak bile ona haramdı artık.
"Malik Yıldız, Umay Hanım. SUÇLUYU AKLAMAK İÇİN RÜŞVET TEKLİF ETMİŞ. SUÇLU ADAM ONUN ÖLEN EŞİNDEN ÇOCUĞUYMUŞ." dediğinde öfkem daha da artmıştı.
Sırf birinin çocuğu olmadığı için bir kızın hayatı yok mu olacaktı? Önemli birinin çocuğu olmadığı için bir kız hayatından olmak üzereydi. Ama onların umrunda olan bu değildi.
Bu düşüncelerle telefonu kapattım Umut'un yüzüne. Sanırım Başkan ile konuşsam iyi olacaktı. Onu kişisel telefondan aradığımda hemen açtı. "Evet Umay Hanım,sizi dinliyorum." diyen Başkan'a "Şu anda Kırca Hastanesi kapısının önündeyim. Başkanım acilen buraya gelmelisiniz. Sizi tanıştıracağım genç bir kız var." dedim.
Olayı o kız anlatacaktı. Başkan kızın yanında konuşurken ben de kızın ailesini bulacaktım. Çünkü masum bir bedende hektarlarca orman yanıyordu.
Bu düşüncelerle kızın yanına gitmek için hastaneye gittim. Asansörün yanında beklerken açılan kapıyla onu gördüm. Dışarı çıkma sebebini biliyordum.
MASUM bedenindeki yangınları ölümle sulamak istiyordu. Aslında bu yangını ölüm söndürmezdi. Bu yangını adalet söndürecekti.
Kız bana "Kimsiniz? Neden dışarı çıkmama izin vermediniz?" dediğinde ona resmi bir sesle "Ben sizin davanızı yönetecek hakimim. Adım Ayla. Durumunuzu kontrol etmeye geldim." dedim.
Dediklerimle sağ kaşını kaldırdı ve kahkaha atmaya başladı. O arada asansörün kapısı açılmıştı. Asansörden çıktığımızda kız bana "Şu halime ki bakamaya geldiniz? Doğruyu söyleyin rüşvet yetmedi mi?" dedi.
Baştan aşağı onu incelemeye başladım dedikleriyle. Yüzünde yaralar vardı, morarmıştı yanakları. Dudakları şişmişti. Beyaz tenliydi ama yüzündeki beyazlık morartıya bırakmıştı yerini.
Bembeyaz tenine yakışan yemyeşil gözleri vardı. Ama onlar da yaşadığı acının etkisiyle yanıyor gibiydi. Acıyla karışık alaycı bir bakış hakimdi şu anda. Zayıf bir kızdı, belki de beyaz hastane elbisesi onu öyle gösteriyordu.
Ellerinde de morartıya ve çizikler vardı. Sarı dalgalı saçları ona ayrı bir güzellik katıyordu. Mankenlere benziyordu ama bu masum güzelliğinin cezası ağır olmuştu.
Kadın olmak her anlamda zordu ama güzel kadın olmak nedense daha da zordu. Çünkü güzel kadınların kendileri gibi güzel yaşaması belki de imkansızdı.
"Bana olayı anlatır mısınız? Gerçi biraz bilgi sahibiyim ama sizden de dinlemek isterim. Asıl mağdur sizsiniz sonuçta." dediğimde kızın yüzündeki acı öfkeye dönmüştü.
Yüzünü göstererek "Nasıl morardığını mı anlatmalıyım ha! Nasıl beni dövdü onu mu anlatayım! Ailemin beni suçladığını mı anlatayım! Ya söylesenize ben ne anlatayım!" dedi bağırarak.
Hemşireler bize bakınca onlara bakmamaları için işaret ettim. İşlerine devam etmelilerdi. Bu kız içini dökmeliydi, ailesi olmasa da tek hissetmemeliydi.
" Hayatım birkaç saatte yok oldu, ben suçluyum Hakime Hanım! En çok ben suçluyum! O gün dar pantolon giyindim ya o yüzden suçluyum! O otobüse bindim ya ben suçluyum! Ben sesimi çıkaramadım diye internette razı olduğumu söyleyenler oldu! Neredeydiniz o zaman? Herkes beni suçladı! Demek ki ben gerçekten suçluyum! Suçluyum işte!" dedi ağlarken.
Hıçkıra hıçkıra ağlarken dengesini kaybedip yere düştü. "Nefret ediyorum işlediğim bu suçtan! Nefret ediyorum kendimden!" dedi yine gözyaşları içinde.
Onun bu perişan hali beni mahvetmişti. Üzülmüştüm, onu anlıyordum. İstediği desteklenmekti ama ona kimse yardım etmek istememişti.
İşte insanlar böyle acımasızdı. Zavallı bir kadın için üzülmek yerine adaletsizce suçlu bir erkeğin safındalardı. Bir suçluyu farkında olarak ya da olmayarak korumak da yapılan suça bedeldi.
Ona acı içinde gülümsedim ve çökerek "Sen suçlu değilsin. Sen sadece masum bir mağdursun. O adam cezasını çekecek. Kanunlar düzeltilecek emin ol.
O gün orada bulunman, dar bir pantolon giyinmen, otobüse binmen, ölmekten korktuğun için çığlık atamaman... Bunlar suç değil güzelim. Yaşadıkların suçlu olduğunu göstermez. Sen yaşadıkların utanmayacaksın. Onlar yaptıklarından utanacaklar." dediğimde eğilen kafasını kaldırdı ve bana baktı.
Gözlerindeki duygu değişimi iyiye işaretti. Çenesinden yavaşça tuttum ve gözlerime bakmasını sağladım. "Sen hayatımda gördüğüm en güçlü kadınlardansın. Senin için savaşacağız, sadece senin için değil senin gibi olan tüm kadınlar için. Bana güven." dedim.
Gözlerindeki umutsuzluk cesarete dönmüştü. "Evet küçük kız, Umay doğru söyledi! Biz sizin arkanızdayız!" diyen Başkan ile bakışlarımı koridorun başına kaydı.
Başkan’ı gören Yıldız şaşırmıştı. Bense gülümsemiştim. Tam zamanında gelmişti Başkan.
Ama bana da sürpriz olan bir şey olmuştu: Başkan’ın arkasından gözleri yaşlı bir kadın gelmişti. Yıldız'a aşırı benzemesinden anlamıştım. Annesiydi o kadın.
Beyaz tenli altın renkli saçları ve mavi gözleri vardı. Yuvarlak yüzlü bir kadındı. Çekik gözleri vardı. Asyalı gibiydi.
Üstünde mavi bir kot pantolon ve yeşil sıradan bir kazak vardı. Saçları topuzdu, çok belliydi aceleyle geldiği.
"Anne, neden geldin?" demişti Yıldız. Tahminim doğruydu, kadın annesiydi. Annesi ağlayarak kızının yanına koştu ve "Özür dilerim kızım! Özür dilerim, çok özür dilerim! Ben gerçekten seni anlayamadım. Korktum ben de! O anda sana söylediklerim gerçek değildi. Gerçek düşüncelerim değildi kızım! Yemin ederim değildi!" diyip kızına sarılmıştı.
Kızının saçlarını okşarken arada kokluyordu. Yıldız da dayanamamıştı ve ağlamaya başlamıştı. Ağlayarak annesine sarıldıktan sonra "Ben korktum anne, çok korktum! Kimse yoktu Anne! O adam bana dava açarsam sizi öldüreceğini söyledi! Ben korktum anne!" dediğinde gözlerim dolmuştu yine.
Annesine söyledikleriyle gözlerim dolmuştu. İntihar oranına baktığımda %30 olduğunu görmüştüm. Oran gayet iyiydi ama risk hala vardı.
Bu yüzden de sıra Başkan ile konuşmaya gelmişti. Başkan'a bakarak"Teşekkürler Başkanım ama umarım olanları biliyorsunuz." dediğimde ciddi bir yüzle kafasını salladı.
Biz onları orada bırakıp yürürken "Başkanım milletvekillerinin güçlerini yanlış şeyler için kullanıyor. Kanunlarda yeni düzenlemeler yapılmalı. Milletvekillerinizden bazıları suçlu bir adamı hapse girmesin diye rüşvetle kurtarmaya çalışıyor." dediğimde Başkan aniden durmuştu.
Sinirli bir sesle"Dediğin şeyin doğruluğunu teyit ettin mi? Bu çok büyük bir suçlama. Emin misin Umay?" dediğinde bir şey demedim. Derince verdiğim nefesten anlamıştı zaten Başkan.
"Nasıl olur? Nasıl? Ben ülkemin refahı için gece gündüz bir şeyler yapmak isterken nasıl milletvekilleri böyle bir şey yaparlar? Aklım almıyor!" dediğinde olayı asıl meseleye çekmek için "Başkanım sizden geniş yetkiler rica etmiştim. Benim yargıç olan çok yakın bir arkadaşım var. Adı Gizem. Ondan bu davaya yargıçlık yapmasını istemek için izin vermelisiniz. Davanın yargıcı rüşvet almış, yani suçluyu aklayacak. Bu duruma dur diyebilmek için önce o yargıca caydırıcı ceza vermelisiniz. Bunun yanında o kız... O masum kızın davasını da Gizem'e devredin. Merak etmeyin ona adalet konusunda kefilim." dedim.
Başkan kafasını evet anlamında salladı ve bir şey demeden yürümeye başladı. Ona eşlik ederken "Arkadaşına söyle o adam ve milletvekili yarın ilk davada ceza alacaklar." dediğinde gülümsedim.
BAZEN BİR SUÇLUYA DESTEK OLMAK DA SUÇSUZ BİR MASUM İÇİN BİNLERCE KEZ ÖLMEK DEMEKTİR. ÇARESİZLİĞİ İLİKLERİNE KADAR HİSSEDEN MASUM BEDEN KENDİNE KIYMAYI ADALETSİZLİĞE KARŞI SAVAŞMAK İÇİN DE TERCİH EDEBİLİRDİ.
~UMAY
TECAVÜZ BİR KADIN İÇİN DÜNYANIN EN BÜYÜK CİNAYETİDİR. TECAVÜZE UĞRAYAN BİR KADININ İÇİNDEKİ YANGIN İSE TÜM CİHANI YAKIP KÜL EDEBİLİR.
~UMAY
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |