
"Nasıl durumu? İyi mi?" diyordu Baran endişeyle. Saf endişe gözlerindeydi. Kalbi ağzında gelecek cevabı bekliyordu doktordan. Doktor ise umutsuz bir sesle "Bundan başka yapacağımız bir şey yok. Midesini temizledik. Belki etki eder. Ama gerisi hastanın tercihine kalmış. Kendinizi her şeye hazırlayın lütfen."
3 saat geçmişti. Hastaneye geldiklerinde Aynur'un nabzı çok yavaşlamıştı. Başkan özel doktorlar getirmişti farklı ülkelerden.
İlacın bilinmeyen yan etkileri vardı. Kimsenin bilmediği, duymadığı bir ilaçtı. Uyuşturucudan tek farkı vardı o da direkt zehir etkisi göstermesiydi. Öldürüyordu hem de parça parça.
Önce uyuşukluk hissiyat veriyordu, sonra baş dönmesi ve en son da... Aynur uyutuluyordu. Ne olacağı belli değildi.
Herkes onun uyanması için dua ederken Aynur'un sevenleri de ona uzaktan bakmakla yetiniyorlardı.
Aynur uyanmalıydı. Uyanmalı ve tekrar aralarına gelmeliydi. Aynur ölmek üzereydi. Kimse bunu kabul etmek istemese de durum bundan ibaretti.
Gizem, Aynur'un haberini tesadüfen öğrenmişti. Aynur'un kardeşi onu aramıştı. Gözleri yaşlı bir şekilde apar topar gelmişti hastaneye. Nasıl geldiğini bile hatırlamıyordu.
En büyük acıyı ise Aynur'un kardeşi çekiyordu. Ablasına yaşattığı acının kat kat fazlasını çekiyordu. Ablasının halinin sebebi olarak kendini görüyordu. Gizem ne olduğunu defalarca sorduğunda cevap verememişti.
Ne diyebilirdi ki? Ne yapabilirdi ki? Gizem ve ablasının arasındaki dostluk lise yıllarına dayanıyordu. Asla ayrılmayan ikiliydi onlar. Şimdi ise kendisinin gafleti yüzünden ablasının yatakta hayat mücadelesi verdiğini mi söyleyecekti?
Düşünceleri bulanık olsa da bariz hissettiği tek şey vardı: Bitirilmez, tarifi olmayan vicdan azabı...
Giderek bulanıklaşan düşünceleriyle ellerini saçlarına geçirdi. Babasının, annesinin emanetine sahip çıkamamıştı! Ablasının bu hali kendisi yüzündendi!
Yapacağı şeyin ne olduğunu biliyordu. Acısına son vermenin tek yolu buydu. Ablası tek başına yapabilirdi.
Yalnız bir şekilde gidecekti. Ablasının başına bela olmuştu. Onun acı çekme sebebi Demir değildi, kendisiydi. Ablasına ihanet etmişti.
Ölüm bazen sadece bir kaçıştı. İntihar ise yardım çığlığı... Aynur'un kardeşi içindeki haykırışları susturmak istiyordu. Azabının sesine tahammül edemiyordu. İç sesi haklıydı. Ona hak vermek istemediği için en büyük kumarı oynamaya hazırdı. Kumarın adı ise İNTİHAR'dı. Bu kirli kumarda kaybetmesinin tek sebebi vardı: TEMİZLENMEYECEK HATALARI.
Çünkü masumiyeti kirli ellerde yok edilmişti. Artı masumiyetinin acısına ve siyahlığına dayanamıyordu.
Ablasına son kez baktı. Odaya girdi. Ona özel ayrılmış odada kimse yoktu. Gözleri dolmuştu, boğazında düğüm vardı, dudakları titremeye başlamıştı.
"Özür dilerim abla. Bensiz hayatın çok daha güzel olacak. Ölümden deli gibi korkan kardeşin artık olmayacak. Gafletimin bedelini masumiyetimle ve seninle ödedim. Hayatına bir daha yük olmayacağım. Görüşürüz." dedi.
Gözlerinden yaşlar akarken ablasının elini tutmak istedi. Ama sonra ellerine baktı.
Ablası temizdi. Masumdu. Ona dokunmayı hak etmiyordu. Sanki ona dokunursa ablası kirlenecek gibi gelmişti. Ellerini hemen çekmişti. Ablası melek gibi uyurken arkasını döndü ve odadan çıktı.
Kimse fark etmeden oradan yavaş adımlarla çıktı...
AYNUR'DAN...
Sesler duyuyordum. Nereden geldiği belli olmayan birtakım sesler... Karanlıktaydım. Karşıma açılan kapının kolunu açmıştım.
Babam ve annem... Kardeşim ve ben... Çocuk hallerimiz...
Annem ve babam bizi çağırıyordu. Ağaçların çok olduğu, menekşelerin olduğu bir yerdeydik. Kilim sermiş oturuyorduk.
Annemin ve babamın kahkahaları bizimkilere karışıyordu. Gözlerim dolu dolu onları izlerken ayaklarım onların yanına götürmüştü beni. Onları özlemiştim.
Ne zaman ben onlara kavuşacaktım? Özlem yakıyordu beni. Onlara dokunmak istemiştim. Sesimi duysunlar istemiştim.
Tam o sırada annem bana bakmıştı ve her şey değişmişti. Her yer tekrar kararmıştı. Ne olduğunu anlayamamanın paniğindeyken yer değişmiş ve babamı görmüştüm.
Babam...
"Kızım, bir tanem. Ne işin var burada?" demişti bana. Gözlerim dolmuştu. Onun kokusunu koklamayalı ne kadar zaman olmuştu? Ona sarılmak istiyordum.
Gözyaşları içinde ona baktım. "Baba ben... Ben yoruldum, seni özledim." dediğimde kırgın bir tebessüm etmişti. Bakışları özlem doluydu. Ama bir şey vardı. Adını koyamadığım bir şey...
"Güzel kızım, maralım benim! Mazinin ağır yüklerinden arınamazsın belki ama kendine acı çektirme. Sana ihtiyacı olanlara sırtını dönme. Sen benim kızımsın! Başarman gerekenler var. Yanıma gelemezsin." demişti.
Ağlamaya başlamıştım. "Baba geçmişim yakamı bırakmıyor. Çok canım yanıyor! Kırgınlıklarım geçmiyor aksine daha çok kırılıyor bir şeyler! Ellerimden her şey kayıyor! Kaç kez daha öleceğim, kırılacağım, yok edileceğim?"
Ağlarken dayanamamıştım ve yere çökmüştüm. Dizlerimi kendime çektim ve başımı yere eğip ağlamaya devam ettim.
Babam da yanıma oturdu. Saçlarımı okşadı."Benim güzel kızım! Benim kızım dik durur, haksızlıklara karşı isyankardır. Onun bu asi tavrı nereden geliyor biliyor musun güzelim?" dediğinde başımı kaldırıp ona baktım.
Babam gülümsedi. En son onu gördüğüm gün gibi gülümsedi. "Geçmişteki senler bugünkü asi,savaşçı kızı oluşturdu biriciğim. Geçmişteki senlere ihanet etme! Onlara acı çektirme! Onları kalbinde zincirli tutma güzel kızım! Sen benim küçük inatçı keçimsin! Vazgeçme!" dedi.
Tam o anda her şey bulanıklaştı ve aniden gözlerimi açtım. Bembeyaz tavan gördüğüm ilk şeydi. Oksijen maskesi, kocaman boş bir oda ve tabii ki bir sürü kablolar... Her tarafım kablolarla bağlanmıştı. Monitör ölçümlerimi yapıyordu.
Gözlerim yanıyordu, ağlamak istiyordum. Sesim çıkmıyordu. Canım acıyordu. Kalbim atıyordu ama bana acı veriyordu.
Derin bir hasret çekiyordum. Babam rüyama girmişti. Yaşamamı ve değişmememi istemişti. Kalbimi dinlemem gerektiğini anlatmıştı. Geçmişimdeki acılardan sıyrılmamı öğütlemişti. Hangisinden kurtulacaktım? Nasıl kendimi özgür bırakacaktım? Ruhumu acıdan nasıl arındıracaktım? Geçmişimdeki benleri nasıl mutlu edebilirdim?
Bugünkü ben geçmişimdeki benler sayesinde varken hem geçmişime sadık kalıp hem de nasıl ruhumdan o acıları silebilirdim?
Gözlerimden akan yaşlara hakim olamazken birden odaya birisi girmişti. Girene bakmak için kafamı çevirdiğimde karşımda şaşkınlıkla ve sevinçle beni izleyen Gizem'i görmüştüm.
Gizem sevinçle çığlık atmıştı. Üstünde beyaz bir kazak ve altında mavi bir kot pantolon vardı. Ağlamaktan gözleri şişmiş ve kızarmıştı. Kıvırcık saçlarını bir kalemle yukarıdan sabitlemişti. Demek ki dava dosyalarını inceliyordu buraya gelmeden önce.
Sevinçle yerinde zıplayıp bağırdı. "Uyandı! Aynur uyandı! Çabuk gelin!".
Sonra yanıma geldi. Ellerini heyecanla birbirine vuruyordu. Gülüyordu hem de ağlıyordu.
"Çekilin lütfen!" diye onu uyaran doktoru bile fark edemeyecek kadar heyecanlıydı. Konuşamayacak kadar bitkindim.
Doktor yanıma geldiğinde ciddi bir ifadeyle bana baktı. Sonra ifadesinin yerini şok aldı.
"Uyanması bir mucize! Buraya geldiğinde neredeyse ölmek üzereydi. İlaçların verdiği hasarı bilemem tabii. Ama uyanması... Hem de bu kadar kısa sürede... Hemen hemşireleri çağırın ve Gizem Hanım lütfen odadan çıkın!" demişti.
BARAN'DAN...
"Durumu iyi. Herhangi bir hasar yok vücudunda. Hafızası yerinde. İlaç onu neredeyse öldürecekti ama çok kısa bir sürede düzeldi. Hem de değerleri birkaç ay önceki tahlillerine göre kat kat iyi. Doğrusunu isterseniz... Bu gerçekten şaşırtıcı." demişti Doktor Metin.
Onun gibi ben de şaşkındım. Birden uyanmıştı, bunu kimse beklemiyordu. Herkes sevinmişti. Tahlilleri yapılmıştı. Her şey normaldi. O zaman neden bu kadar kötüleşmişti?
Ona verilen uyuşturucu hapı değiştirmiştim ama benden önce iki doz içirilmişti. Etkisini hiçbir hapın, ilacın kesemeyeceğini Demir bana söylemişti. Onun sağ kolu olmuştum ve bu tam dört yılımı almıştı. Bana projesinin her detayını yavaş yavaş anlatmıştı. Bu uyuşturucuların etkisini ise hep saklamıştı. Umay geldiği zaman ben de tesadüfen öğrenmiştim. Bir gün boyunca ona bu ilaçları vermişlerdi. Geri kalan iki günde ben ilaçları aynı renkte başka haplarla değişmiştim.
Şimdi nasıl oluyor da bu ilaç etkisini göstermemişti? Vücuduna zarar vermesi gerekiyordu. Demir öyle anlatmıştı.
"En dayanıklı kişi bile yavaş yavaş zehirlenir. Aklını kaybeder, bedeni uyuşur ve acı içinde zamanla ölür. Geri dönmesi imkansıza yakın ihtimal. Dönse bile... Sakat kalır!" demişti bana.
Acaba... Acaba Aynur'un ilacını farklı bir ölçüyle mi yapmıştı? Ona aşık olduğunu, hastalıklı derecede ona tutulduğunu biliyordum. Gerçekten Aynur'dan intikam almak isterken ona kıyamamış olabilir miydi? Hem ölmesin diye uğraşmış hem de Aynur onu sevmediği için intikam mı almıştı?
Bu planla yüzümü buruşturmuştum. Gerçekten inanılmaz şerefsizdi!
Karşımdaki doktorla daha fazla konuşmayı uzatmak istemiyordum. Alacağım tüm bilgileri almıştım. Ayağa kalktım ve "İyi günler Doktor Metin. Ben Başkana haber vermeliyim. Bir de Aynur'un yanına uğrayayım. Bu arada... Aynur'un kardeşini hiç gördünüz mü?" diye bir soru yöneltince Doktor Metin biraz düşündü.
Sonra gülümsedi ve "Evet, zavallı çocuk dağılmış gibiydi. Hatta bana çarptı. Özür diledi. Sanki aklı yerinde değildi. Hastaneden çıktı sonra." dediğinde şaşırmıştım.
"Ablasının yanına neden gelmedi peki? Neden ablası bu haldeyken gitti ki? Ne zaman gördünüz siz onu?" dediğim sırada Gizem Hanım panikle içeri girdi.
Elinde bir telefon tutuyordu. Sürekli alarm veriyordu telefon. Kırmızı bir ekran ve ortasında da...
Şokla Gizem Hanım'ın yüzüne bakınca Gözlerindeki korkuyu görmüştüm. Aynur'un kardeşi...
Rehberinizdeki kişi... KARDEŞİM, YAŞ: 23, İNTİHAR ORANI: %97...
Ne ara bu kararı vermişti, ne olmuştu da böyle bir düşünceye girmişti?
Öfkeyle elimi saçlarıma geçirdim. Bunu nasıl durduracaktık! Aynur biliyordu kardeşini. Bir konum vardı.
Konuma baktığımda burayı göstermesine şaşırmıştım. 4.katı yani çatıyı gösteriyordu.
"Gizem hemen koş! Çatıda! Aynur'un kardeşi... Yetişmeliyiz!"
Tam o sırada kapıdan bir ses gelmişti. "Kardeşime ne oldu? O da mı gitti Gizem? Neden Themis ötüyor? Ne oluyor?"
Bunları soran kapının önünde yürüyen Aynur'un kendisiydi. Gözlerindeki korku kalbinden geliyordu.
Gizem sakinleşmeye çalışan bir sesle "Sakin ol önce. Themis ötüyor çünkü... Kardeşin çatıda." dediğinde Aynur'un gözleri kocaman açılmıştı.
Ağzından çıkan tek bir kelime olmuştu. "Hayır!"
Onu tutmamıza bile fırsat vermemişti. Kolundaki serumu sökmüştü ve koşmaya başlamıştı.
Merdivenleri hızlı hızlı çıkarken onun peşinden koşmaya başlamıştım. "Gizem Hanım, hemen doktorlara ve hastanedeki güvenliğe haber verin! Başkanı da arayın acilen!" deyip merdivenleri çıkmaya başlamıştım.
AYNUR'DAN...
Merdivenleri ikişer üçer çıkıyordum. Beynimde sadece tek bir düşünce vardı: Kardeşimi de kaybedemezdim.
Neden yaptığını biliyordum. Geç kalamazdım! Hastalara çarpıp duruyordum. Doktorlara çarpıyordum. Arkamdan insanlar bir şeyler diyordu. Baran sesleniyordu ama umrumda değildi hiçbir şey.
Kalbim ağzımdaydı. Bedenim yorgundu. Nefes nefese kalmıştım. En sonunda çatı katına geldiğimde kapıyı açıp dışarı çıkmıştım.
Oradaydı! Sert bir rüzgar esiyordu. Kardeşim de kollarını açmıştı, atacak mıydı kendini?
"Hayır! Sakın!" diye bağırmıştım. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Kardeşim arkasını döndüğünde elinde resmimiz vardı.
Daha birkaç aylık bebekken çekilmiştik bu fotoğrafı. Ben üçüncü sınıftaydım daha o zaman. O ise minik bir bebekti.
Mor pijamalarımla onun yanına uzanmıştım. Her tarafında çiçek desenleri olan kışlık bir pijamaydı. Altı kare desenli üstü çiçekliydi.
Kardeşim de yanımda uzanıyordu. İkimiz birbirimize bakıp gülümsüyorduk. Oyun oynarken çekilmiştik bu fotoğrafı.
O zaman saçlarım kısaydı. Alnımda bir kahkül vardı. Kardeşim de benim gibiydi. Yüzünde bir kahkül vardı. Tatlı bir bebekti. Okuldan gelmemi hep beklerdi. Yürüyemese bile ben gelince yerinde oynar ve gülerdi. Ellerini birbirine vurur ayağa kalkmaya çalışırdı. Benim de onu görünce yorgunluğum geçerdi. Onunla oynamaya bayılırdım.
Uyurken hele... Saçlarını okşardım sürekli. Dizimde yatırmak hobimdi. O uyurken uyanana kadar onu izlerdim.
Şimdi büyümüştük. Ama aramızdaki bağ zayıflamıştı. Zayıflamasa burada ne işi vardı kardeşimin?
Bana baktı yaşlı gözlerle. Yaşamayı severdi, korkardı benim balım ölümden. "Özür dilerim abla. Ben sana yaptığım şeyin acısını kaldıramıyorum! Bensiz daha mutlu olacaksın!" dediğinde gözlerim dolmuştu.
"Beni bırakacak mısın? Sen de mi gideceksin kardeşim? Babam, annem ve şimdi sen... Nasıl kendi kendine bu karara varabilirsin ha! Beni nasıl sensiz mutlu düşündün? Ben o kadar kötü bir abla mıyım?" demiştim.
Korkuyordum. Ona bir şey olacak diye ödüm kopuyordu. Babamın ve annemin tek emanetiydi o. Şimdi ona bir şey olmamalıydı.
O benim geçmişimdeki en güzel "ben" di. Kardeşim benim en masum zamanlarımdı. Şimdi masumiyetim acı çekiyordu. Benim bir tanem yok olmuştu.
Tam o sırada Baran'ın sesini duymuştum. "İn aşağı hemen, ablan üzülüyor! Ona bir şey olmadı, saçmalama artık!" demişti.
Sesinde korku ve endişe vardı. Kardeşim bana baktı ve gülümsedi. Bu gülümsemeyi biliyordum. Ölecekti, vazgeçmemişti.
Arkaya doğru bir adım attığında "Lütfen dur! Kardeşim sen... Ölümden korkarsın neden bunu yapıyorsun kendine?" diye bağırmıştım.
Onu oyalarken yaklaşmıştım ona. Hem de epeyce. Kardeşim bunu fark edemeyecek kadar dalgındı.
"Gözlerine bakacak gücüm yok abla. Kalbinin kırıklığını tamir edecek gücüm yok! Benim yüzümden bir daha incinmene tahammülüm yok! Kalbim acıyor abla. Senin can çekişmen beynimde yankılanıyor!" diye bağırdı bana.
Pişmandı. Biliyordum. Ama ölüm yakışmazdı benim balıma. Yaşayacak daha güzel günlerimiz vardı. Hem... Ben onu affetmiştim bile.
"Affettim seni, lütfen gel artık. Söz veriyorum hatırlamayacağız o günleri. İn aşağı hadi!" dedim.
Bir adım daha attım. Artık ona çok fazla yaklaşmıştım. Eğer atlarsa tutabilirdim.
"Abla görüşürüz. Ben... Ben yapamam! Seni öldürecektim ben. Bunun acısı nasıl yakıyor bilemezsin! Ben ölmek istiyorum!" demişti.
Arkasını dönüp atladığı anda bağırmıştım ve ben de kendimi öne doğru atmıştım...
Masumiyet siyaha bulandıktan sonra bile temizlenebilmekti. Eğer kalp siyah kalırsa geçmişimizdeki "ben" lere ihanet edilirdi. Ruhun en iyi özgürlüğü bazen yok saymak, bazen unutmak, bazen de pişman olabilmekti. Hepsi de hem geçmişimize sadık kalmamızı hem de masumiyetin acı çekmemesi için gereken şeylerdi. Ruhun özgürlüğü masumiyetin kendisinde gizliydi. ~ AYNUR.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |