19. Bölüm

SAKLANAMAYANIN ACISI

aybala günal
aybalagunal

YAZARDAN...

Baran ve Umay'ı görmüştü Ozan. Gülümsemişti. Ertelemeyi sevmezdi kuzeni, biliyordu. Geçmişte çok geç kalmıştı. Umay'a geç kalmıştı. Onu yıllar öncesinden seviyordu aslında ama asla cesaret edememişti. Aynur ve Baran birbirlerini tanıyorlardı.

Gizem ve kendisini birleştirmişti Aynur. Bu yüzden de Gizem ondan bunu rica etmişti. Baran'ın artık korkmamasını söylemişti. Ozan da bunu desteklemişti.

Aynur ile Baran sekiz yıldır birbirlerine geç kalan iki ruhtu. Aynur ve Baran bir kavgayla birbirlerinden kopmuşlardı. Baran'ın cesaretsizliği, Aynur'un deliliği ikisini de yıpratmıştı. Sonra Aynur için hayat bambaşka acılar yazmıştı.

Çok canı yanmıştı Aynur'un. Gizem anlatmıştı. Sevdiği adamı kendi elleriyle vurmuştu. Kardeşi için her şeye nasıl dayandığını, babasını kaybettiği zamanları, nikah masasında terk edilişini... Hep birileri için fedakarlık yapmıştı ama kendisi ve duygularını içine atmıştı hep.

Hayat herkese eşit davranmazdı. Ama Aynur için her şey her zaman daha acı vericiydi. Dışarıda yüzünü maskelerdi. Gülümserdi. Kan kussa da kızılcık şerbeti içtiğini söylerdi. Gururundan ödün vermezdi. Ama sonra yatağında sessiz sessiz ağlardı. Aynur'un ağlaması bile farklıydı. İçine ağlardı. Yüzündeki gülümseyişi silmeden ağlardı. Dudakları bile titremezdi. Kalbi paramparça olmuştu. Hele Baran'ın gidişinden sonra... Bir daha hiç toparlayamamıştı.

Yapbozun parçaları gibiydi hayat. Bazılarının yapbozu kolay yapılırdı, bulmaca kolay çözülürdü. Bazılarınınsa yapbozu zordu. Belki iki bin parçaya bölünmüş bir yapboz... Belki üç bin parça... Ama bilinen tek şey en zor yapboz o insanlara aitti: Kalbine gömüp zincirlerini kırmaya çalışanlara.

Hayat kalbini dinleyenlere daha zordu. Kalp ve beyin arasında sıkışıp kalırdı insan, yolları farklıydı ikisinin de. Bazen kalp doğru olurdu bazense beyin...

Öyle bir ikilemdeydi Aynur şu anda. Bu rüya mıydı? Gerçek mi? Onu öpüyordu! Yıllar öncesinde sevdiği adam, hayaliyle uyuduğu adam şu anda onu öpüyordu.

Kalbi zincirlerini kırmıştı. Yıllardır bastırdığı özlemi gün yüzüne çıkmıştı. Onu gördüğünde tanıyamamıştı ama şimdi biliyordu. Çünkü Baran... Baran kalbinin sesini duyuran tek adamdı.

Beynini yok etmesini isteyen tek kişiydi Baran. Ona özgürlüğü veren kişiydi. Yanında duygularını saklamadan yaşadığı tek kişiydi. Kardeşinin yanında bile kendini gizlerdi ama Baran... Onun yanında kendini gizleyemezdi. Yapamıyordu hiçbir zaman.

Baran ondan uzaklaştığında kalbinin sesi kulaklarındaydı. Nefesi sıklaşmıştı. Bedeni titriyordu. Elleri terlemişti. "Ben sana çok geç kaldım. Senin her haline, her gününe, her saatine geç kaldım Aynur." demişti özlemle.

"Asiliğine, gururuna, bana özel yaratılmana... Senin her haline geç kaldım, affet beni! Kırdığım kalbini sarmama izin ver!"

Aynur susmuştu. Toparlanamıyordu. Çünkü... Beyni ve kalbi arasında seçim yapmalıydı. Bir daha gider miydi? Affet beni demesi yalan mıydı gerçek miydi? Bu sahnenin bir benzerini yaşamıştı. Sonra da Baran tekrar gitmişti.

Kalbi onu istiyordu. Beyni ise bırakacağını söylüyordu. Hangisine inanmalıydı? Gider miydi yine? Ciddi duruyordu ama ya değilse? Ya gerçekten kötü bir niyeti yoksa? Daha ne kadar yıkılabilirdi ki zaten? Bedeni de kalbi de ona zıt yönleri işaret ediyorsa insan ne yapmalıydı? Kalbine mi yönelmeliydi yoksa beyninin dediğini mi yapmalıydı?

Herkes bir şansı daha hak eder miydi? Seven kişi devamlı gidiyorsa, korkuyorsa, arkasında kocaman bir enkaz bırakıyorsa bile bir şans verilir miydi? O şansa da ihanet etmez miydi? O şans da hayal kırıklığına dönmez miydi?

Bakışlarını onun kahverengilerine çevirdi. İçine işleyen gözleri Aynur'dan cevap bekliyordu. Aynur ise sadece ikilemdeydi. Yüreği aşıktı ona. Ama korkuyordu. Yine giderse...

"Aynur... Eğer beni istemiyorsan, giderim Aynur. İstiyorsan giderim." dediğinde Aynur acıyla gülümsedi.

"Daha başlamadan bitirmenin derdindesin. Yanılmamışım. Sen hep gideceksin zaten. Yanımda yürümeye yüreğin yetmiyor değil mi? Sürekli gitmekten bahsediyorsun ve bunu uyguluyorsun."

Aynur arkasını döndüğünde Baran hiçbir şey söylememişti. Geçmişte yaptıklarının Aynur'un yüreğinde bıraktığı hasarı yeni fark ediyordu.

"Affetmen için ne yapmalıyım?" demişti birden. Aynur Baran'dan duyduğu bu cümleyle ona döndü.

"Gitmemen yeterli. Başka bir şeye gerek yok. Sadece gitme Baran. Bunu yaptığına inanırsam..." demişti sadece.

Cümlesinin devamını getirmemişti. Baran kendisi tamamlamıştı cümleyi...

 

1 HAFTA SONRA...

UMAY'DAN...

Yeni bir ev bulmuştuk. Nadir o güzel evde bizimle kalacaktı. Eşyalarımızı oraya taşımıştık.

" Ozan, yeter ama! Döveceğim seni en sonunda!" diye bağırmıştı Gizem.

Ne olduğunu anlamak için yan odaya gittiğimde gülümsemiştim. "Bak sevgilim, şu duvarda seni utandırmak istiyorum. Büyütülecek bir şey yok." dediğinde Gizem'in yüzü otomatik kızarmıştı.

Gizem'in yüzündeki boyalar neden kızdığını da gösteriyordu. Ozan yüzünü boyamıştı. Yine onunla uğraşıyordu.

Boyayı Gizem'in suratına tekrar sürdüğünde Gizem sinirle bir tane omzuna vurmuştu. " Duvar hariç her yeri boyadın!" dediğinde gülümsedi Ozan.

Sonra da "Saçlarımı düzeltir misin sevgilim?" dedi. Gizem anında yumuşayıp onun saçlarına doğru elini uzattığı esnada Ozan bir anda dudağına hızlı bir buse kondurup çekilmişti.

Bu sahnede ben bile utanırken hızlıca arkamı dönmüştüm. O sırada kolumdan hızlıca kenara çekilmiştim.

Ne olduğunu anlamaya çalışırken kendimi Baran'ın kollarında bulmayı hayal etmemiştim. Şaşkınlıkla ona bakarken yavaşça kulağıma doğru fısıldamaya başlamıştı.

"Ne kadar beklemeliyim sevdiğim?" dediğinde kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.

"Sonsuza kadar. Yoksa sıkıldın mı?" demiştim ona. Baran gözlerime bakmıştı, sonra gözleri dudaklarıma kaymıştı.

"Seni beklemekten asla bıkmam. Seni sevmekten asla sıkılmam. Çektirdiğim acılar yüzünden sen ne kadar istersen o kadar beklerim." dedi ve dudağıma yaklaştı. Ama öpmedi. Yanağımdan öptü bu sefer.

Ani bir kararla kolundan çekmiş ve "Seni özledim." diyerek onu öpmüştüm.

Temastan nefret eden ben onun yanında çok değişiyordum. Özlüyordum, onunla el ele tutuşmak istiyordum. Bana dokunmayı bıraktığında boşlukta gibi hissediyordum.

Özlem neydi? Hasret kalmak neydi? Ruhunu gördüğün, ruhuna aşık olduğum adamı yıllardır kalbime gömmüştüm. Her dokunuşunu. her sözünü yıllarca içime gömmüştüm. Ama her seferinde benden gitmeyi seçmişti ya da mecbur kalmıştı.

Aylarca toparlanamamıştım. Şimdi anlıyordum özlemin ne olduğunu: Onsuz nefes alamamaktı, yokluğunu her yerde derin bir yara olarak hissetmekti.

​​​​​Özlem yarası nasıl acıtırdı? Özlem kanamaya devam eden bir yaraydı. Ne pansuman dinlerdi ne kabuk bağlardı. Özlem sadece kanardı, yakardı, yıkardı. Ben Baran'ı özlemeyi bile sevmiştim. Yanmayı, yıkılmayı, acıyı sevmiştim.

Baran şaşırmıştı. Bu hızlı ve özlem dolu buseye karşılık gülümsemişti sersemce.

Gülmüştü.

Bana gülmüştü.

Yıllar sonra...

Yıllar sonra ilk kez onu gülüşünü bu kadar yakından görebilmiştim. Özlemiştim. Çok özlemiştim. Gülünce kısılan kahverengi gözlerini, dudağının kenarının hafifçe kıvrılmasını, gamzesinin zarifçe kendini belli edişini...

"Özledin demek?" demişti ve benim yanağıma dokunmuştu. Bedenim alev almaya başlamıştı. "Hala kızarıyorsun sana dokunduğumda, hala kalbin hızlı atıyor. Hala kalbindeyim." demişti.

Söylediği her cümlede yüzünü biraz daha yaklaştırıyordu. Bedenim kavruluyordu. Heyecandan hiçbir şey diyemiyordum. Ona olan özlemim, heyecanım...

"Biliyor musun Aynur? Senden koptuktan sonra başka hiçbir kadına gülümseyemedim ben. Hep eksiktim." demişti dudaklarımda elini gezdirirken.

Dokunuşuyla irkilmiştim. "Seni çok özledim Ay Işığım." demişti ve dudağıyla dudağım buluşmuştu. Gözyaşlarım yanağımdan akarken onun beni öpmesi... Ona olan özlemim, sadece ona gösterdiğim kırılgan tarafım...

Eli yavaşça belime dokunduğunda ben de boynuna dolamıştım kollarımı. Belimden kavrayıp beni kendine yaklaştırdığında nefesimiz kesilmişti. "Şu anın hayalini kaç mevsim kurdum bilemezsin! Her zerreni özlemişim kadın, her haline aşığım!" demişti.

"Ben de seni özledim." demiştim anın sersemliğiyle. "Kızardın yine tıpkı sekiz yıl önceki gibi..." dediğinde kafamı yan taraftaki aynaya çevirmiştim ve fark etmiştim yanaklarımın pembeleştiğini.

Sonra ona döndüm, gülümsedim. "Özledim seni adam, tahmininden çok özledim." dedim.

"Lanet olsun!" diye bağırışıyla ikimizin de dikkati dağıldı. Birbirimize baktıktan sonra hızlı adımlarla salona gelmiştik.

Gördüklerimiz hepimizi şoka uğratırken ilk kez korkuyu bu kadar yürekten hissetmiştim. Tüm bedenim ekrandaki resmime çevriliydi. Milletvekilleri... Son dakika alt yazısı, SAKLANAMAYAN GERÇEĞİN KENDİSİ....

Başkan'ın öldüğünü söylüyorlardı. İşin en kötü yanıysa... Benim yaptığımı halka isyana teşvik ederek söylemeleriydi.

Ekrandaki kadın elinde bir bildirim okuyordu.

"Güzel Ülkemizin Aziz Halkı,

Devlet Başkanı tatile gönderilmemiştir. Canice katledilmiştir. Bunu tüm kanallarda zorunlu olarak okutuyoruz. Kod adı Umay olan Aynur yüzünden tüm bilgileriniz hem yurt dışındaki casuslarla paylaşılmış olmakta hem de devlet başkanımız katledilmiştir bulunmaktadır.

Herkesi takip eden sistem telefonlardan silinmeyecek bir özelliktedir. Devletimizin Başkanı acı bir şekilde kaybedilmiştir. Artık öfkenizi saklamayın! Ayaklanın! Umay ÖLDÜRÜLMELİ! Umay ülke geleceğini tehdit etmektedir."

Duyduklarımız bizi şoka uğratmıştı. Her şey berbat olmuştu ve işin en kötü yanı evimin açık adresinin de şu anda ekranda görünür olmasıydı. Ben şu anda açık bir yem olmuştum!

Halkın öfkesini kullanarak beni karalamaya çalışanlar vardı. Hatta bu karalamak değildi,bu bariz beni silmek için yapılmış bir suçlamaydı.

Başkan’ın casus olduğunu açıklamak gerekliydi. Ama ben şu anda hiçbir şey yapamazdım. Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Baran ve Ozan bir şeyler konuşuyordu; duyuyordum, görüyordum ama algılayamıyordum. Beni vatan haini ilan etmişlerdi!

Hiçbir şey yapmayan devlet yöneticileri üzerlerine çevrilen halkın öfkesini bana yöneltmişlerdi. Beni kullanarak koltuklarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlardı.

Niye beni kullanıyorlardı? Niye halkım için olan uğraşımı karalamaya çalışıyorlardı? Hain birini öldürmüş olmam, halkımın memnun olmadığı şeyleri araştırmak istemem neden kötü bir şeymiş gibi lanse ediliyordu?

Aklımda o kadar çok soru ve cevap vardı ki... Beynim yavaş yavaş uyuşuyordu. Öfkem kalbimi ele geçirmişti. "Yeter!" diye bağırıp elime aldığım kumandayı televizyona fırlatmıştım.

"Aynur sakin ol!" diye bağırmış Gizem. Ozan ve Baran sessizce beni izliyorlardı.

Bense titriyordum. Bana söylenen şeyler ağır suçlamalardı. Kaldıramayacağım kadar ağırdı hem de...

Gözlerimdeki yaşların aktığını bile fark edememiştim. O kadar canım yanıyordu ki... Sadece düşündüğüm şey benim vatan haini olarak görülmemdi. Halkın bundan sonraki adımı ne olacaktı bilmiyordum. Dışarı çıkabilir miydim onu da bilmiyordum.

"Karşı açıklama yapmalıyız. Ama bu açıklama Aynur'un itibarını da düzeltmeli. Halk ayaklanmamalı. Aynur birkaç gün dışarı çıkma. Fotoğrafların yayılmış internete." dedi Ozan.

Sonra da telefonunu gösterdi. Bir haber kanalı son dakika olarak paylaşmıştı bile. Hem de saniyeler içinde...

 

Fotoğraflarım her yere yayılabilirdi. Öfkeme hakim olmak için yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Gizem"Şimdi ayvayı yedik." dediğinde ona döndüm.

Anlamıştı. Benim sinirimin son boyuta ulaştığını biliyordu. Bu yüzden de böyle demişti. Baran'a döndüm ve" Kardeşimi ara ve ona olayı anlat. Bu süre zarfında dışarı çıkmasın hatta yanımıza gelsin." dedim.

Ellerim yavaşça boynuma gittiğinde Gizem elimi tutmuştu."Sakin ol ve derin nefes al. Şu anda öfkene hareket ediyorsun ve kendine zarar veriyorsun. Yapma bunu kendine. Bağır, kız, küfret ama sessizleşme." dediğinde gülümsememi sürdürdüm.

"Hepsini yakacağım o meclisin. Zaten en başından beri işe yaramazlar. Sadece kendi menfaatleri var. Hepsi... Cayır cayır... YANACAK!" dediğimde herkesin gözüne korku hakim olmuştu.

Neler yapabileceğimin farkındaydı. Öfkelenince ne kadar canavarlaştığımı biliyordu.

Baran yan odaya geçmiş biriyle konuşuyordu. Ozan ailesine haber veriyordu. Gizem ise beni izliyordu sessizce.

Ne benim kendime verecek tesellim vardı ne de onun bana verecek bir tesellisi vardı. İkimiz de az önce yaşanan şeyin şokuyla sessizleşmiştik ve düşünüyorduk.

"İntihar etmeye kalkan ama senin kurtardığın insanlar bize yardım etmez mi?" demişti Ozan.

"Edebilirler ama karşı tarafın diğer suçlaması... Onu ne yapacağız? Başkan ölmüş ve bu durumdan Umay'ı suçlamışlar. Bir suçlamayı yalanladık, diğerine ne yapacağız? Ya da nasıl bir kanıtla insanların aklını çelebiliriz?" diye devam etti Gizem.

"Basit. Aynur'un yapmadığını söyleyeceğiz." demişti Baran içeri tekrar girince.

Ozan kaşlarını çatmıştı ve ona "Nasıl yani?" demişti. "Kanıt?"

Baran "Aynur yapmadı, yalan değil. Ben yaptım. Bunu söyleyeceğiz ve babamın yaptığı hainliklerin belgesini göstereceğiz. Eğer hala inanmazlarsa da beni mahkemeye vereceksiniz. Halka açık yargılanacağım." dediğinde ona çevirmiştim bakışlarımı.

"Bunun anlamını biliyorsun. Seni... Seni idam ederler. Kanunlar açık. Sebep ne olursa olsun... Seni kendi istedikleri şekilde öldürürler."

Korkuyla söylediğim cümleler hepsinin korkusunu artırmıştı. Evet, kanunlar basitti. İstedikleri şekilde öldürebilirlerdi onu Başkan’ın öldürdüğü için.

Ben onun gidişinde yok olmuşken o beni ölme ihtimaliyle yakmak istiyordu. Bir daha gelmeyişiyle, onun yüzünü göremeyişimle... Geç kalmıştık biz zaten her şeye...

Baran hüzünle gülümsemişti bana. "Belki de bir üç nokta olmalıdır bizim hikayemiz. Belki de gökyüzünde tamamlanır. Yıldızları belki bizim aşkımızın mekanı..." demişti.

Sesinde acı vardı, kararlılık vardı,çaresizlik vardı. Beni benim için bırakmak istiyordu şimdi de. "Yapmayacaksın böyle bir şey. Yapamazsın. Ben bu sefer dayanamam." dediğimde Gizem ve Ozan da endişeliydi.

Ozan "Saçmalıyorsun Baran. Dediğin şeyi yapamazsın, yapmayacaksın. Bizi bırakamazsın." dedi net bir öfkeyle.

Baran ise sadece gülümsemişti. "Başka şansımız var mı?" demişti.

Çaresizliğin sessizliği nasıldır o gün anlamıştım. Ne bir cevabım vardı ne de sevdiğimden geçebilecek yüreğim... O soruya cevap verememek ne kadar acıydı...

Ben bunu artık anlamıştım. Çaresizlik içinden haykırmak gelse de sessizce susmaktı. Susmak ve bağırmak... İki zıt isteği tüm benliğinle hissetmekti.

Beden kalptekileri sessizce zincirlerken kalp acılar içinde kıvrandırıyordu ruhu. İşte bu çaresizlikti. Ruhum kıvranıyordu ama yapabilecek hiçbir şeyim yoktu.

Baran arkasını döndüğünde "Birlikte gidelim. Öleceksek de birlikte ölelim." dediğimde durmuştu.

Kahverengi gözlerinde acı ve şaşkınlık vardı. "Hayır. Gelmiyorsun, kalıyorsun." demişti.

Arkasını dönmüştü. Gidecekti. Ölümüne gidecekti. O açıklamayı yaparsa ölecekti.

Ölecekti!

Yine biri ölecekti!

Sevdiğim biri ölecekti!

Sevdiğim ölecekti.

Onu durdurmalıydım. Ozan ve Gizem sessizdi. Çaresizliği kabul etmişlerdi. Ama ben edemezdim.

Hiç ışık yoktu ama vazgeçmek için yeterli değildi. Çaresizlik vazgeçmeye bahane değildi. Hiç ışık olmasa da parlamayı öğrenmiştim. Parlamak gibiydi mücadele etmek de. Şimdi de ışık yoktu ama bu yüzden parlamalıydım.

"Vazgeçeceksin yine benden! Sevdiklerinden, seni sevenlerden! Arkanı dönüp yine gideceksin, tek farkla... Bu sefer asla gelmeyeceksin! Bu yüzden mi af diledin?" diye bağırmıştım.

Baran bana döndüğünde Gözlerindeki soğukluk beni yok etmişti. Kararlıydı, onu tanıyordum. Bir karar aldıysa vazgeçmezdi biliyordum. Şimdi de vazgeçmiyordu. Verdiği karar için ölebilirdi. Ama unuttuğu bir şey vardı: Ben de ondan vazgeçmemiştim.

"Anlamıyorsun değil mi Aynur? Bugün ben gidip lanet açıklamayı yapmazsam sen öleceksin! Ben... Benim hatamı itiraf edip cezasını çekeceğim! Peki sen? Sen neyin cezasını çekeceksin? Hiç işlemediğin bir suçun cezasını mı çekeceksin?" dediğinde gözyaşlarım akmaya başlamıştı yine.

"Bizim suçumuz yok! Ama sen direkt vazgeçiyorsun! Hemen mücadeleyi bırakıyorsun!" dedi Ozan da araya girerek. Sesinde bariz bir öfke vardı. Beni ve Gizem'i işaret etti ve sonra konuşmaya devam etti.

"Kızları bulmak için bu kadar zaman uğraştık. Onlara olan sevgimiz bir kere bile azalmadı. Ama sen bulana kadar yaşadığın hiçbir şeyi düşünmüyorsun. Tek bildiğin inat etmek! Ne ben Gizem'i bırakacağım ne de sen Aynur'u bırakacaksın! Eğer o kapıdan dışarı bir adım atarsan beni yok bil!"

Şaşkınlıkla Gizem ile birbirimize baktık. Hem rest çekmesine hem de söylediği cümlelere şaşırmıştık.

Bizi mi aramışlardı bu kadar zaman?

"Hepiniz şu anda duygusal bakıyorsunuz olaya. Bu açıklamayı birimiz yapmalıyız. Birimiz o mahkemeye çıkmalıyız! BİRİMİZ ÖLMELİYİZ!" diye bağırmıştı bu sefer de Baran.

Tekrar kapıya gitmeye kalktığındaysa aklıma gelen son çareye başvurmuştum.

Parmağımdaki yüzüğü çıkardım ve"Eğer gidersen kendimi öldürürüm." dedim yüzüğü göstererek.

Gözlerindeki karanlığın yerine korku inmişti. Kahverengi gözlerinde şaşkınlık, korku duruyordu artık.

"Yüzüğün içindeki zehri içerim. Bu sayede ikimiz de ölürüz." demiştim soğuk bir sesle.

Ellerim titriyordu ama belli etmiyordum. Arkasını dönüp gitmezdi değil mi?

“Gitmeyeceğim. Sen de elindekini bırakacaksın ve bana öyle bakmayı kes! Ben vicdansız değilim!”

Baran bunu söylemiş ve yanıma gelmişti. Yüzüğü tekrar parmağıma takmıştı. Sonra da saçlarımı okşamıştı.

Yüzüğüme bakmıştım. Yıllar önce babamın verdiği o yüzüğe... Yeşil zümrüt taşlı gizli kapağı vardı. Etrafı küçük pırlantalarla çevriliydi. Babam bana ölmeden önce vermişti o yüzüğü. Kendisinin de vardı. Bana da yaptırmıştı.

Önceleri normal bir yüzük olarak düşünmüştüm. Ama sonra bir gün kenarındaki düğmeyi fark etmiştim. Oraya dokunduğumda açılmıştı. İçinde bir sıvı vardı. Ne olduğunu araştırdığımda eski bir intihar yöntemi olduğunu görmüştüm.

Esir olmamak için bu yüzükleri parmaklarına takarmış devletin adamları. Esir olmaktansa ölmeyi yeğlermiş. O günden sonra bende daha büyük bir anlamı olmuştu bu yüzüğün.

Bedenim onun dokunuşlarına karşı savunmasız kalıyordu. Gözlerimdeki yaşları silmişti. “Gitme.” Demiştim kısık sesle. Ona sarılmamak için zor duruyordum. Korkuyordum.

Belki yolumuzun sonuydu. Belki de bir daha hiç onu göremeyecektim. “Gitmeyeceğim.”demişti yumuşak bir sesle.

Sonra da sarılmıştı. Onun güvenli kollarında olmak yine hakimiyeti kaybetmemi sağladı.

“ Ömrüm saçlarına zincirli.” Dedi ve ben artık gözyaşlarımı tutamadım.

Ondan ayrıldığımda Gizem ve Ozan'ın odadan çıktığını görmüştüm. Yere kendimi bırakmıştım.

Kalbi hayata kırılmış kadın nasıl ağlardı? Bağıra bağıra mı, feryat figan mı, hıçkırarak mı, sessizce mi? Dudakları titrer miydi mesela? Gözyaşları toprağa düştüğünde bedeni sarsılır mıydı? Yalnızken mi ağlardı yoksa kalabalıkta ağlayabilir miydi?

Kalbi hayata kırılmış bir kadın susarak ağlardı. Dudakları titremezdi artık. Bazen yağmurda ıslanırken bazen hiçbir şey yokken bazen yalnızken bazen kalabalıkta bir müzik çalarken...

Uzaktan ifadesiz gözükürdü o kadınlar. Gülüşleri bile hüzünlüydü. Yaraları kanarken gülümsemişti onlar dünyaya. Ağladıkları belli olmasın diye dudakları titremeden gözyaşlarını sessizce serbest bırakırlardı onlar. Uzaktan bakınca görünmezdi gözyaşları. Söyleyemedikleri akardı gözlerinden. Yüreğinden gözlerine,gözlerinden yanaklarına...

Ben de böyleydim. Hiçbir zaman hıçkırarak ağlayamazdım bugüne kadar. Dizlerimi kendime çekip ağlamayı hiç bilmezdi bedenim. Sarsılarak hiç ağlamamıştım. Ama şimdi...

Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir tarafta işim bir tarafta düşmanlarım ve bir tarafta sevdiklerim... Söylenenler ağırdı. Haberde gördüklerim ağırdı. Omuzlarımdaki yük ağırdı.

“Taşıyamıyorum! Baran ben taşıyamıyorum!” dedim ellerimi yüzüme kapatırken. Baran karşımda dizlerinin üstüne çökmüştü, beni izliyordu.

Yavaşça beni kendine çekti. Hiçbir şey demeden, bana sımsıkı sarıldı. Saçlarımı okşadı tekrar.

“Öleceğim değil mi? Öldürecekler beni. Ölüm çok canımı yakar mı?” demiştim. Sessiz kalmıştı.

“Bilemiyorum Aynur. Tek bildiğim şey... Sen ölmeyeceksin ve vazgeçmeyeceğiz!” dedi.

Kararlıydı, kendinden emindi. Saçlarımı okşarken hıçkırıklarım yavaş yavaş kesilmişti. Uykum gelmişti.

“Çok uykum var. Uyumak istiyorum. Ama bir daha uyanmasam...”

Söylediğim cümlelerden sonra hatırladığım şey”Her şey için özür dilerim.” Diyen Baran’ın üzgün sesiydi...

YAZARDAN... MECLİS İÇİ...

“ Size bir flash getirildi. İçinde önemli bir şey olduğu söylendi Milletvekilim.” Dedi koruma.

Arkası dönüktü, pencereden manzaraya bakıyordu milletvekili. Sessizce masayı işaret etti.

Simsiyah saçları, ela gözlere sahipti. Buğday tenliydi. Alnında siyasette geçirdiği yıllar kadar çizgi vardı. Yaşına inat bedeni dinçti. Ona” Siyaset Tilkisi” deniyordu Meclis içinde. Onunla Siyaset yapmak tehlikeliydi, çoğu insan ondan korkardı. Bu yüzden o bir cümle söylediğinde kimse karşı çıkmazdı.

Yavaşça flash belleğe döndü yüzünü. Yüzüne sinsi bir sırıtış yerleştirdi. “Demek bir koz bulundu.”

Bilgisayarına flash belleği taktığında çıkan görüntüyle şaşırmıştı. Ama bu şaşkınlık kısa sürmüştü.

Yavaşça dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. “Demek Başkan öldü... Tahminim doğru çıktı yine.”

Sesindeki sevinç ve kurnazlık yeni planların habercisi gibiydi. Ekrandaki görüntüler de o kurnazlıkların kanıtıydı. Beyninde dönen senaryolarsa daha da fazlasıydı...

Şimdi her şey keskin bir bıçak gibiydi. Ya her şey bitecekti ya da her şey yeniden başlayacaktı. Tüm ülkeyi karıştıracak planı şimdi tıkır tıkır işleyecekti.

Hırs beyne yerleşince sınır tanımazdı. Ne sınır bilirdi ne merhamet... Bildiği tek şey vardı o da ihanet... ~ UMAY

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 26.11.2025 22:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...