3. Bölüm

3.BÖLÜM

aybala günal
aybalagunal

Okul bitmişti ve ben eve gelmiştim. Neden olduğunu anlayamadığın bir şekilde elimde Göktuğ ile benim fotoğrafımız vardı. Göktuğ’a bakıp bakıp gülümsüyor ve yatakta uzanıyordum. Bir yandan da Selin’in dediklerini, bugün olan o kadar şeyi düşünüyordum. Ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Selim ve kardeşim olacak gibiydi.

Ama ben... Küçüklükten beri kıskandığım birine aşık olduğumu söylemişlerdi. Aşık olduğumu bilmeden onun gidişine üzülmüş ve hasta olmuştum. Bu kadar yıl her yere onunla olan fotoğrafımızı asmıştım. Her baktığımda gülümsemiş ve ona olan özlemim daha da artmıştı. Onu görünce de yine heyecanlanmıştım ve içim kıpır kıpır olmuştu. Her zaman kalbim acıyordu o aklıma gelince.

Ama şimdi... Şimdi her şey farklıydı. Sürekli dans etmek, gülmek istiyordum.“Gizem, balım! Gelir misin?” diyen annemle fotoğrafı yatağa fırlattım ve koşarak mutfağa gittim. Annem bana baktı ve gülümseyerek beni süzdü. Sonra da poşetten çıkardığı hediye paketini bana gösterdi. Heyecanla bana baktı ve ben de pakete baktım. “Bugün gelecek misafirler için güzel bir kıyafetin yoktu. Sana güzel bir kıyafet aldım. Hem senin en sevdiğin renkte! Kırmızı bir elbise...” dedi.“Ne misafiri anne? Kim geliyor? Neden haberim yok?” deyince annemin bakışları sorgularcasına”Nasıl ya? Baban demedi mi bir şey? Bugün şirket ortaklığı yapacak baban. Aile görüşmesi yapmanın iyi olduğunu söylemiş karşı taraf. Baban da sürpriz olmasını istedi galiba. Bir erkek çocuğu varmış aynı okuldasınız.”deyince göz devirdim.

Hangi şirket aile ile anlaşma yapar? Bir de ben yeni insanlarla tanışmayı sevmiyorum. Hiç iyi değilim tanışmada! Bana ne o ailenin oğlundan, kızından, falanından! Benim ilgimi çekmiyordu!Annem göz devirmemden ne düşündüğümü anlamış olacak ki “Bu davete hepimiz gideceğiz! Hemen odana gidiyorsun ve hazırlanıyorsun! Belki çok iyi arkadaş olursunuz.” Deyince ofladım.

Arkamı döndüm ve elimdeki hediye paketiyle odama gittim. Odamda dolabın karşısına geçtim ve dolaptan bir tane askı aldım. Askıya alınan kıyafeti asacaktım.

Hediye paketini açınca içinden çıkan beyaz elbise ile bir kez daha göz devirdim. Elbisenin tasarımı çok güzeldi. Elbise mükemmeldi.

Elbisenin kolları sıfırdı. Çok açık olmayan V yakası elbiseye ayrı bir zerafet katıyordu. Elbise dizin biraz altındaydı. Üstündeki püskülleri elbiseyi giyinen kişiye kuş gibi hissettirmek içindi sanki.Elbisenin üstünde bir de hırkası vardı. Hırkasının kolları uzun ve genişti. Yarasa kollar deniyordu. Bu kollar da çok püsküllüydü.

Dolaptan yeni aldığım saten kumaşı platformlu beyaz ayakkabıya baktım. Ayakkabı topukluydu. Ön tarafı açıktı. Aldığımda beğenerek almıştım. Şimdi de giyinecektim.

Makyaj masama gittim ayakkabıyı yerine koyup. Makyaj eşyalarımı çıkardım ve makyajımı yapmaya başladım.

Bu arada da maşamı çıkardım.Maşamın düğmesine basıp açtıktan sonra da yavaş yavaş makyaja başladım.Keşke sürpriz olan kişiler Göktuğ ve ailesi olsaydı! O kadar çok istiyordum ki! Ama olmazdı.

İçimdeki buruklukla bugünü tekrar hatırladım. Neredeyse ona bakarken yakalanacaktım. Onu izlemek çok güzeldi. Soğuk kahverengi gözlerine bakmak ve orada hapis kalmak isterdim. Ama... Selin bu aşkın imkansızlığını da söylemişti.Bu da canımı ayrı yakıyordu. Canımın yanmasından nefret ediyordum.

Böyle olmamalıydı! Yapmamalıydım! Bu okul ve içindekilerin tehlikeli olduğunu bile bile, Göktuğ’un bir bomba olduğunu bile bile aşık olmam doğru değildi. Hislerime ve kendime hakim olmalıydım.

Hafif bir makyaj için gözlerime rimel ve eyeliner sürmüştüm. Sonra da çok az allık... Son olarak da dudağıma iki ruj sürmüştüm. Bir tanesi mat vişne çürüğü ruj, üstüne de koyu pembe bir ruj... Parmaklarımla dudağıma yedirdim ve saçlarıma geçtim.

 

Saçlarımı taramıştım ve maşası almıştım elime. Saçlarımı yavaşça şekillendirmeye başladım. Büyük dalgalar yapıp doğal durmasını istiyordum. Saçlarımı şekillendirirken sürpriz ile ilgili tahminler de aklımdan geçiyordu. Bir tane tahmin gelince yüzümü buruşturdum.

Ahmet denen bir adam vardı. Adam sürekli olarak oğlunu benimle evlendireceğini söylüyordu. Halen daha bazen “Gelinim de pek hamarat maşallah! Yakında geliriz.”diyordu. Bu da benim sinirimi bozuyordu. Şimdi böyle süslenmişken asla o adamın uyuz laflarını çekemezdim. Kesin orada isterdi beni!

Saçlarımın şekline baktım. Yine çok güzeldi. Memnuniyetle işaret parmağımı ve baş parmağımı yuvarlak şekilde birleştirip dudağıma götürdüm. Hafifçe öper gibi yaptıktan sonra elimi yukarı kaldırdım. Çok güzeldim be! Yine mükemmeldim!

Bu düşüncelerle elbisemi giyindim ve odamdan çıktım. Mutfağa gidince annem bana döndü ve gözleri fal taşı gibi açıldı. “Ay maşallah! Maşallah! Bu ne güzellik? Allah’ım ne güzel kız vermiş bana! Kızım çok yakışmış! Çok güzelsin!”dedi.Ona gülümsedim ve etrafımda döndüm. Annem bana hayran hayran bakıyordu. Gözlerinde gurur, şefkat, şaşkınlık ve beğeni duyguları vardı. Beni her zaman destekleyen meleğime baktım. Benim için hep en iyisini bilen tonton, tatlı ve güzel kadına...

Annem bana bakmaya devam ederken onu inceledim. Annem boyu kısa olduğu için çok kilolu olmasa da tonton duruyordu. Ama hoş sohbet, hayatı en iyi bilen ve mantıklı birisiydi.

Beni benden daha iyi tanırdı.Annemle bakışmamızı “Kızım sen çok güzel olmuşsun! Hadı hazırsanız çıkalım.” Diyen babam kesmişti. Ona da döndüm ve gülümsedim. Sonra babam “Kimin kızı ya! Sanki benim kızım!” dedi. Güldüm ve koluna girdim.

Babam uzun boyluydu. Şimdi giyindiği takım elbise de ona çok yakışmıştı. Siyah ceketinin altında beyaz gömlek vardı. Gömleğin altında da kıravat takmıştı. Annem de tüllü yeşil geniş bir elbise giyinmişti. Güzel olduğu için makyaja ihtiyaç duymuyordu. Yeşil elbisenin kolu uzundu ve taşlıydı. Boynunda da bir tane gümüş kolye vardı.

Babamın ve annemin ortasına geçtim ve yürümeye başladık. Çıkarken köpeğim de ayağınıza dolanmış,başını okşamıştık ve arabaya binmiştik.

GÖKTUĞ’DAN...

Eve gelmiştim yine. Cehennemime... Nefret ettiğim yere... Hayatımın yok olduğu yere... Babam denen pisliğin yanına!Nefretimin sebebi ne miydi?

Babam olacak bu pislik adamdı. Benim ve annemin hayatını yok etmişti. Şu zamana kadar hiç düzelmemişti. Annem hafızasını kaybetmişti. Bir daha da hiç gelmemişti hafızası.Beni de her gün döverdi küçükken.

Milletin babası çocuklarını salıncakta sallarken benim babam beni döverdi. Çok özenirdim onlara.

Çocukluğumun yarısı yaraların iyileşmesiyle geçmişti. Parkta oynayamazdım, evde konuşamazdım, annemi babam her dövdüğünde izlemek zorunda kalırdım. Şimdi de eve annemin isteğiyle zorla gelmiştim.

Annemin hatırladığı tek şey benim onun çocuğu olmamdı. Ne adım vardı aklında ne de soyadım... Sadece yüzüm vardı ve beni öyle tanımıştı.

Kendime öfkeliydim. O adamı eleştirirken şimdi benim çetem olmuştu. Benim çetemdekiler okulda herkesi titretiyordu. En kötüsü de bunu bitiremiyordum ben... O adamı eleştirirken ben daha kötüsü olmaktan korkuyordum.

Bu düşüncelerdeyken odamda kıyafetlerimi giyiniyordum. Babam bir arkadaşına yemeğe gideceğimizi söylemişti. Daha doğrusu annem beni çağırmıştı.

Babam hiç suratıma bakmazdı benim. Beni görünce tiksinen bir bakış atardı. Neden? Çünkü küçükken geç konuşmuştum, geç okumuştum ve geç yazmıştım. Ben onun mükemmelliğine uymuyordum. O yüzden de benden nefret ederdi.

Aynaya son kez baktım. Annemin zoruyla bir takım elbise giyinmiştim. Babam gelen kişinin bir kızı olduğunu, şirket anlaşması için bir söz olayı olacağını söylemişti anneme. Bu sözü istemediğim ve intikam almak için orada onu rezil etmeyi düşünüyordum.

Lacivert olan takım elbisenin cebine de bir tane mendil koyduktan sonra hazırdım. Damada benzemiştim şimdi. Ama kaçak damada...Aynada kendime bakarken birden aklıma Gizem geldi. Sevdiğim her şeyin sebebi olan o küçük kıza... Onu korumak için söz verdiğim kız aklımdaydı.

Kalbimin atışını değiştiren, her şeyden kendimi soyutlamamı sağlayan o kıza... Benimle karşılaştığı ilk günden beni izlemeye başlamıştı.

Küçükken de öyleydi. Onu fark etmediğimi düşünürdü ama ben hep bilirdim. O beni izlerdi. Sırf beni izlemesini güzelliği için bilmezlikten gelirdim. Rahat izlemesini isterdim.Gülümseten tek şeydi o küçük kızın kalbi. Benim karanlığımda yok olmasını istemiyordum. Benimle beraber harcansın istemiyordum.

Onu küçüklükten seviyordum ama olmazdı. Onun soğumasını istemekten başka seçeneğim yoktu. Ben zavallıydım, annem için bu hayata katlanmalıydım. Babam şirketi bana devredene kadar katlanmalıydım. Onun en büyük acısını o şirketle yaşatacaktım ona.

Odadan çıktım ve annemin yanına geldim. Annem “Çok yakışıklısın oğlum benim!”dedi ve bana sarıldı. Sevgiyi sadece ondan görmüştüm. Ben de sarıldım her zamanki gibi. Son bir kez sarılmışım gibi...

Sarıldım ve kokladım. Yine çiçek kokusu sıkmıştı. Papatya kokusu severdi annem. Yakışırdı da ona bu koku.

Ceket giyinmişti, bu omuzlara zaten ceket hep yakışmıştı. Altında beyaz bir badi ve beyaz pantolon vardı. Her zamanki gibi giyinmişti:Resmi ve şık.Sarı saçlarına beyaz bir taç takmıştı. Papatyalı bir taçtı. Her gittiği yerde yakardı bunu çünkü benim ona yaptığım bir taçtı.

Bu tacı hatırlamıyordu ama ilk gördüğünde çok beğenmişti. Kimin tacı olduğunu sorunca da “Senindi o. Ben yaptım” demiştim anneme. O günden beri takardı bu tacı. Bu tacı neden sürekli taktığını sormuştum bir gün. “Seni unutmadım, biliyorum üzülüyorsun. Bu yüzden oğlum ben seni unutmadım. Senin yaptığın tacı unuttum belki ama seni unutmadım. Bunun için takıyorum bu tacı sürekli. Bu taç benim oğlumdan. Ben tacı unuttum, sen benim aklımda ve kalbimdesin.”demişti.

Anıları daha fazla hatırlamamak için annemin yanaklarını sıktım ve”Sultanım çok tatlısınız! Gençleşmişsiniz yine.”dedim gülerek. Bana gülümsedi ve”Ya ne demezsin oğlum! Ben aynada hiç öyle görmüyorum! Yaşlı bir kadın... “ deyince güldüm.El ele tutuştuk ve arabaya bindik. Arabanın şöforü bendim ve bunu çok seviyordum. Hızı değil ama arabayı severdim. Çok hızlı sürmek istesem de olmazdı. Annemde hız korkusu vardı. O yüzden hız yapamazdım.

Bu düşüncelerle anneme”Hanımefendi gideceğimiz yer neresi acaba?” dedim şakayla. Bana döndü annem ve gülümsedi. “Lütfen Yalın Star Otel’e sürün beyefendi.” Dedi. İkimiz de güldük ve ben yavaşça arabayı sürmeye devam ettim.Aklımda babamın dışarıya sergileyeceği mükemmel oyunculuk gelmişti.

Bu sefer acaba nasıl bir aile tablosu çizecektik? Ya da annemin kolunun neresi gizlice morartılacaktı? Babam bu sefer neyden memnun olmayacaktı? Ya da evde annemi ne bekliyordu?

En iyisi bu davetten sonraki her gün evde kalmam gerekiyordu. Çünkü ben evden gittikten sonra annemi yine dövecekti. En azından ben şimdi ona engel olabilirdim.

Bu düşüncelerle arabayı sürmeye devam ettim.

Gizem’den... Otelden...Yalın Star Otel denen bu lüks yere gelmiştik. Lüks olan yerleri sevememiştim bir türlü. Neden seveyim ki? Bence herkes rol yapıyordu. Sosyete hayatlarının hepsi roldü. Bu yüzden buralar bana çok sahte ve yapmacık gelirdi. Sahiden de yapmacıktı.

Otelin içi sadece avize desem yeriydi. İnce uzun geniş lobide tam sekiz tane büyük ve farklı modellerde avize vardı. Ne gerek vardı yani sekiz avizeye?

Lobiye gitmeden zaten bir tane görevli gelmiş yanımıza. Son derece güzel bir kızdı. Boyalı kızıl saçları ona çok yakışmıştı. Çekik gözleri ona Asyalı havası katıyordu. Beyaz tenliydi. Çok ağır olmayan bir makyajı vardı. Gözlerine mor far ve yanaklarına da biraz glitter sürmüştü. Dudaklarına da soft bir ruj sürmüştü. Yalan yok yakışmıştı!

Ben öyle kızı incelerken kız bize hemen gideceğimiz yeri göstermişti. Bir tane kocaman koridordan geçmiş ve restoran kısmına gelmiştik. Koridorda sadece tablo vardı ve tabii ki meşhur avizeler...

Koridordan sonraki durağımız restorandı ve restoranın VIP bölümü... Restoran geniş bir yerdi. Her taraf sandalye, açık büfe yemekler, çalışanlar...VIP bölümünde bir tane kocaman masa vardı.

Tepemizde kocaman avize ve odanın manzarası... Manzara neydi? Şehir ve şehrin ışığı...Bu yapmacık gelen ortama küçümseyerek baktım. “Bu odayı tutan aile neden yok baba? Artı ne kadar yapmacık bir yer burası!” dedim küçümseyerek. Sandalyeler falan hiç rahat değildi. Masa donatılmaya başlanmıştı. İçeri sürekli çalışanlar girip masaya yeni bir yemek koyuyorlardı. Bu neydi ya? Kim yiyecekti bunları!?

Anneme döndüm ve”Ne bunların hepsini biz mi yiyeceğiz? Sadece masraf ya! Ben buna dayanamam, keşke gitseydim!”deyince babam sinirle”Sana da yaranılmaz! Bizim için adam ne güzel bir yer tutmuş ya! Cidden hiçbir şeyin kıymetini bilmiyorsun!”deyince kendimi savunacaktım ki”Sus tamam! Konu kapandı! Bir de cevap veriyor!”diye sesini yükseltti babam.

Ben kötü bir şey düşünmemiştim ki! İsraftı bu masraflar. Yalan mı? Hayır. Yapacağımız şey gayet samimi bir yerde yemek yemek ve anlaşmayı konuşmak, sohbet etmek olmalıydı. Ama adam bir otelin VIP bölümünde yer tutmuştu. Masanın hepsi yemek doldurulmuştu. Sonuçta hiç birisi bitmeyecekti bile. İsraftı işte!

Babama sinirlenerek bu yapmacık kokan yerden çıktım. İçimden kızmaya devam ederken kapıya çıkmıştım. Kafamı eğmiş merdivenlerden bahçeye inerken birden ayağım kaydı. Yere düşmeye kendimi hazırlamış ve gözlerimi kapatmıştım. O sırada birisi bileğimden yakalamıştı.

Ben tutan kişinin kim olduğunu görmek için gözlerimi açtığımda karşımda onu görmek bana sürpriz olmuştu. Ben onu beklemiyordum burada. O da şaşkındı. Bana endişeli ve şaşkın gözlerle bakıyordu.

Onunla bakışırken sanki zaman akmıyordu. Yine heyecan basmıştı ve yine midem değişik olmuştu. Beni yavaşça kendine çekti ve ben de ona bakmaya devam ettim.

Elimden tutması beni heyecanlanmaktan öteye götürmüştü. Hislerime engel olamıyordum.Birden irkildim. Onun gözlerine bakmak çok güzeldi ama yanında ailesi de vardı. Hemen elinden ayırdın ellerimi istemeden.

Kokusunun güzelliği beni hipnoz ederken zorla konuşmaya başladım. “Teşekkürler Göktuğ.”dedim. Bana baktı. Baktı. Baktı. En sonunda”Önemli değil. “ dedi soğuk bir sesle. Az önce endişelenen o değilmiş gibi.

Ona baktım sadece. Sonra da arkadaki tatlı kadına baktım. Geçmişte annemin en iyi arkadaşına... Bana teyzemi yapan bu tatlı kadına...Bana hep hediye veren ve benimle Göktuğ’a arkadaş eden bu minik çocuk kalpli kadına...

Gülerek”Teyzem, seni çok özledim! Ne kadardır görmedim seni, çok özledim ya!”dedim. O bana anlamazca bakarken sarılmak isteyince birden beni itti. Ne olduğunu anlamamış bir vaziyette ona bakarken “Kimsiniz?” dedi gayet resmi bir sesle. Ona şaşkınlıkla bakınca birden Göktuğ “Annem tanıyamadı seni. Gizem anne benimke en iyi arkadaş olan kız.”dedi. Sıkılmıştı bir şeylere. Ne yaptığımı anlamadan bu gergin havadan kurtulmak istedim ve”Ben bahçeye gideyim en iyisi.” Dedim.Nasıl olur da beni tanımazdı? Öyle birisi değildi. Bir şeyler olmuş olmalıydı. Göktuğ’un bakışlarından bunu anlamıştım. Canı acımıştı ve sıkılmıştı. Be olduğunu anlamamıştım. Yanlış bir şey yapmamıştım. Özlemiştim canım teyzemi. Ama o neden bana yabancı hissettirmişti? Belki de gerçekten beni tanımamıştı.Bahçede durmuş ve anın etkisinden çıkmaya çalışıyordum. O kadar güzel bir andı ki! O anı düşünmek bile heyecanlandırıyordu. Kalbim değişmişti. Uçuyordu kalbim. Sevinçten uçuyordu. Acaba anlaşacağımız kişi onun ailesi miydi? Keşke öyle olsaydı! Ama olmazdı maalesef.Bu düşüncelerle çok aydınlatılmamış olan bahçede birden gördüğüm kişiyle duraksadım. Göktuğ buradaydı. Neden buradaydı ki? En başında beri mi buradaydı? Ne olduğunu anlamadan yanına doğru yürüdüm. Dalmış gibiydi. Suratı acı çekiyordu. “Ne oldu Göktuğ? Neden böylesin?” deyince bana döndü. Bakışlarımdaki anlık değişimin her saniyesine şahit olmuştum. “Sana ne!” deyince kalbime bir şey sağlanır gibi oldu. Bu kadar hassas olmamam gerekirdi. Ama yine olmamıştı.Bir şey demedim ve üzüntüyle ayrıldım yanından. Gözlerimin dolmasına bir anlam veremeden ve acı çekerek ayrıldım.Ben otele tekrar girerken birden giriş kapısında bir adam belirdi. Nedense çok şüpheli biriydi. Yüzü gözü maskeyle kapanmıştı. Simsiyah giyinmişti ve kapüşonluydu.Adamın arkasından baktım. Neden bilmiyorum ama birden kalbime kötü bir his oturmuştu. Bu da demekti ki bir şeyler olacaktı. Adamı tek benim fark etmem dışında bir sıkıntı yoktu. Şizofren değildim ama kimse bu durumdan rahatsız değildi. Demek ki bu adam hasta falandı.Bu düşüncelerle VIP bölümüne girdim. İçeride annemler masada oturmuş ve sohbete başlamışlardı. Benim canım Teyzem de oradaydı. Yani Göktuğ’un annesi... Göktuğ’un ailesini görmek başta beni tekrar şoka uğratsa da sıkıntı değildi.Alışmıştım artık!Beni görünce Göktuğ’un babası “Neredesiniz kızım? Sizi bekliyorduk! Göktuğ’a söyle o da gelsin.” Dedi. Ona gülümsedim ve masaya ilerledim.

Masada Göktuğ’un annesinin karşısına ve annemin yanına oturdum. “Efendim kusura bakmayın ama Göktuğ bir telefonla konuşuyor. Az sonra gelir.”deyince gülümsediler masadakiler. Babam”Zamane gençleri de hep böyle telefonla yatıp kalkıyorlar! Önemli bir şey mi bari?”deyince masada ben hariç herkes güldü.Ben sadece tebessüm ettim.

O sırada kapı açıldı ve arkamı döndüm gelen kişiye bakıp. Gelen Göktuğ idi. O da sofraya oturunca”Artık yemeğe başlayalım.” Dedi Göktuğ’un babası.Hepimiz çatalları elimize aldık ve yemeğe başladık. O arada da annemlerin, babamların sohbetini dinliyordum. Tabii ki Göktuğ’a da bakıyordum. Çünkü tam çaprazımda ve karşımdaydı.

Gözlerim beynime meydan okuyor gibiydi ve ben bundan kurtulamıyordum.O sırada ağzıma aldığım lokma babamların şakayla karışık söyledikleriyle boğazıma kaçtı. Hem öksürürken hem de boğulmak üzereydim.

Boğazımda kaldığı yetmezmiş gibi bir de boğazımı çizmişti. Acıyla ve kurtulmanın verdiği mutlulukla bir yudum sudan aldım. Annem sırtıma vuruyordu.

Ona döndüm ve “İyiyim annem.” Dedim.Peki neydi benim boğulmamın sebebi? Göktuğ’un babası benim babama “Bu anlaşmadan sonra da nişan yapalım aramızda. Hem ortaklığımız daim olsun hem de bir daha ayrılmayalım. Ne dersin ortak?” demişti. Sonra da ikisi de gülmüştü.

Göktuğ hiç tepki vermemişti. Sadece kafasını kaldırmış ve bize göz ucuyla bakmıştı. Ben de boğulmuştum. Ama Göktuğ’un annesinin sanki suratına endişe yayılmıştı. Ben öyle düşündüm ya da.Birden Göktuğ masadan aniden kalktı ve “Size afiyet olsun. Yemeğinizi bensiz yiyin.” Deyince babası “Ne oldu?”dedi kızmış bir sesle.

Babasının bakışları alev topuna dönmüştü. Hepimiz sessizleşirken o bana dönmüş ve ifadesizce, acımasızca”Bu kız mı bana layık gördüğün? Hah, ne kadar yazık! Ben başkasını seviyorum bir kere!”dedi.

Göktuğ’dan...

Bu nişanlanma işi her ne kadar şaka gibi dursa da buna son vermeliydim. Babam denen pisliğin yaptığı her şakada gerçeklik payı vardı.

Bu ortalıkta Gizem’in kalbi kırılmamalıydı. Bunu ona yapamazdım. Babamın derdi sadece paraydı. İstediğini elde edince de Gizem ve beni harcayabilirdi. Bizi mahvedebilirdi. Niyeti beni yok etmek bile olabilirdi ileride.Bu yüzden Gizem’in gözlerine bakarak ve onun kalbini paramparça ederek bu sözleri demiştim.

Ama ben... Onun görmediği bir kalbim vardı ve kalbimi onun kalbinden en az yüz kat yok etmiştim bu sözlerle. Onu severken şimdi onu sevmediğimi söylüyordum. Bunu demeliydim.

Babam olacak kişinin ne yapacağını bile bilmezken Gizem tehlikede olmamalıydı.Gizem benim dediklerimden sonra masadan kalkmıştı.

Gözleri dolu dolu olmuştu ama kendini toparlamıştı. Derince yutkunmuştu. Sonra da gülümseyerek izin istemişti. Masadan kalkmıştı.Peşinden ben de kalktım. Onun canından fazla canım yanıyordu. Onun gözlerindeki hayal kırıklığı beni bitirmişti.

Belli etmese de benim de canım yanmıştı. Gizem’den saklanarak onun arkasından gitmeye başladım. Bunları yapmamalıydım ama...

O bunları hak etmezken onu kendinden soğutmak için canını yakmamalıydım. Ama çaresizdim.Ben onu takip ederken o ağlamaya başlamıştı otoparkta. Bir yere oturmuştu.

Titriyordu ve ağlıyordu hüngür hüngür. Canını çok acıtmış olmam beni daha da kahrederken yanına gidememiştim. Ama bir şey olmuştu.

Gizem’den...

Ağlarken ve kalbim paramparçayken birden boynuma dayanan bıçakla şok olmuştum. Ne olduğunu ayırt etmeye çalışırken arkamdaki kişi “Sessiz ol tatlı kız!” dedi.

Ben daha çığlık atmadan ağzıma bir şeyle bastırınca ellerimle ona vurmaya başladım ama geç kalmıştım.

Gözlerim yavaş yavaş kararıyor ve uyuşuyordu bedenim.Artık ellerim yavaş yavaş yan tarafına düşerken adam “Artık sizden istediğim intikamı alabilirim.” Dediğini duymuştum.Sonra da her yer karardı.

Göktuğ’dan...

Gizem çırpınıyor ama olmuyordu. Adam güçlüydü. Gizem bayılmıştı iki dakikada. İçimdeki korkuyla hemen fırladım.

Ona bir şey olmamalıydı!Adam bana bakmıştı ve sonra da maskesinin altında kalınlaşan sesiyle “Ne oldu genç adam? Babalara selamlar Göktuğ!” dedi. Gizem’i bir tane arabaya bindirmişti.

Adamın kolundan tuttum ve suratına bir yumruk attım. Bu yumruk onu sersemletirken arabayı arkama aldım.

Gizem benim arkamda her şeyden habersiz uyuyabilirdi ama o adamın arkasında olamazdı o araba!

Adamın kim olduğunu düşünmeye çalışırken birden suratıma yediğim yumruk ile ufak bir sarsıldım ama sonra karnıma yediğim yumruk ile yere düştüm.

Adam benim üstüme oturmuş beni yumruklarken kollarımı suratıma siper ettim. Sonra da ellerini yakaladım. Adam gerçekten çok güçlüydü. Ben daha yeni elini tutmuşken birden elimden ellerini kurtardı. Sonra da boğazıma yapıştı.

Boğazıma yapışınca elinden kurtulmaya çalıştıkça başarısız oluyordum. Ama olmazdı! Gizem için pes edemezdim!

Bu düşüncelerle ellerimi adamdan çektim ve tüm gücümle burnuna yumruk attım. Adam acıyla bağırırken sizinle kafası tekme attım.

Adam acıdan dolayı yere yatmıştı ve ben de öksürerek boğazımı tutmuştum. Derin nefesler almaya çalışıyordum. Ama zorlanıyordum.

Adamın kim olduğunu bulmuştum sonunda. Babalarımızın tanıdığı ve babamın hayatını yok ettiği bu adam ölmüş denmişti! Ama şimdi buradaydı!

Adamın üstüne çıktım o halen yerdeyken. Suratına doğru yumruklar atmaya başladım, adam bayılmıştı. Sesi çıkmıyordu.

Sonrasında üstünden kalktım.Gizem’in yanına gittim. Çok tatlı bir şekilde gözleri kapalıydı. Melek gibiydi bu duruşu. Az önce öldürülmek üzere değilmişim gibi onun güzelliğine dalmıştım.

Tam o sırada “Ölümün çok kolay oldu Aşık Oğlan!” diyen arkamdaki sese döndüm.Adam kahkaha atarak bana inanılmaz bir acı vermişti. Bu acının etkisiyle kafamı sağıma çevirdim.

Sağ tarafım kanlar içindeydi. Sağ göğsümde bıçak saplı duruyordu.Acıyla birlikte adamın eline vurdum ve gözlerime dolan yaşları zapt etmeye çalıştım. Can acısıyla ve o adamın kahkahasını bölen birisiyle gözlerim kapandı.

Gizem’den...

Gözlerimi açmıştım. Sesler vardı, sanki bir kişinin kavgası birisinin de acı çığlığı. Neredeydim? Ne olmuştu? Bu arabanın koltuğu da neydi?

Birden aklıma dolan düşüncelerle en son olanları hatırladım. Korkuyla ve endişeyle yerimden kalktığımda yere düşen tanıdık bir bedeni gördüm.

Siyah maskeli o adam kahkaha atıyordu. Ama yerde biri yatıyordu. Beni görmemesi için sessiz olarak ve tabii ki korkarak adamın arkasına koştum ve ardından tekme attım.

Adamın kafasına gelen tekmeyle birlikte adam yere düştü. O daha ne olduğunu anlamadan yan tarafta yeni fark ettiğim sopayı aldım ve kafasına doğru vurmaya başladım.

Adam acıyla inliyordu ama durmayacaktım. Adamın sesi kesilip hareket etmeyi bırakınca bayıldığını anladım. İyice kontrol etmek adına sopayla uzaktan dürttüm. Sonra da adamın yanından uzaklaştım. Yan taraftaki yerde baygın kişinin suratını çevirdim.

Göktuğ’un suratını görmemle gözlerime dolan yaşları bıraktım. İçimdeki kırgınlık ve acı daha da büyüdü. Ağlayarak ilk yardım için onun bilincini kontrol etmeye çalıştım.

O sırada “Gizem üzgünüm!” dedi Göktuğ. Ağlayarak ona “Tamam Göktuğ! Kendini yorma lütfen! Sadece bana odaklan ve elimi bırakma tamam mı?” dedim.Bıçak çıkmamıştı. Çıkmadığı için şanslı saydım kendimi ve baygın adamın üstünden bir parça yırttım. Bıçağın çevresine doladım.

Adamın telefonunu da cebinden çıkardım ve “Baba! Baba otoparktayız! Göktuğ yaralandı!” dedim ağlayarak. O daha ne olduğunu sormadan yan taraftan çığlıklar gelmeye başladı.Ben de ağlamaya başladım. Onunla el ele tutuşurken aynı zamanda ambulansı da aradım.

Adresi ve yarayı söyledikten sonra beklemeye başladım. Ambulans bize çok uzak değildi.

Korku neydi? Sahi hiç düşündük mü korku neydi? İşte buydu korku... Kalbi yavaşlatan, sevdiğine yardım edemeden çaresizce dua eden, çaresiz kalan... Korku bir bataklıkta boğulmaktı. Korku ölümcül değildi ama bir ölüm gibiydi.Ölünmüyordu. Ama dakikalar, saniyeler ölüm gibi geliyordu.Kız da öyleydi. Ölmüyordu ama o adam için korkuyordu. Ambulans gelmişti. Ailesi buradaydı. Ama onlar değil bu kızdaydı sevdiğinin kanı... Ellerinde aşık olduğu Adam’ın kanı vardı. Burnunda kokusu, kulağında sesi, Kalbinde aşkı,beyninde anıları... Ağlıyordu Kız. Başka ne yapabilirdi ki? Ellerine bakarak, canı yanarak ve KORKARAK...BU KORKU HAVUZUNDA BOĞULUYORDU. HAREKET ETTİKÇE DAHA DA BATIYORDU.KİMSE YARDIM ETMİYORDU. KURTARAMIYORDU ONU. SADECE BOĞULUYORDU...

 

Bölüm : 29.12.2024 13:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...