4. Bölüm

4. Bölüm

aybala günal
aybalagunal

Her şey bitmiş gibiydi. Hiçbir şey yoktu. Elimdeki kana, elbisemdeki kana bakıp sadece ağlıyordum. Kalbimdeki endişe, telaş, üzüntü, kaygı, en önemlisi de korku sarmaşık gibi büyüyordu ve kalbimi ele geçiriyordu. Ne yapmam ne yapmamam gerektiğini bile bilmeden sadece elime bakıyordum.

 

Korkuyordum, titriyordum ve bağırıyordum. Ama sessizce... Dışarıdan bakan kişi aşırı sakin olduğumu görürdü ama kalbimdeki fırtınaları bilmiyorlardı. Ağlamam durmuştu, sadece elime bakıyordum.

 

Elimde kan vardı. Elbisem kandı. Akan kan her yere bulaşmıştı. Uzaktan bakan birisi benim bir katil olduğumu ya da benim kendimi kestiğimi düşünebilirdi ama daha kötüsüydü olay.

 

Hastanedeydik. Göktuğ'un annesi ağlıyordu. Babam ve annem sakin kalmaya çalışıyordu. Göktuğ'un babası ise sadece oturuyordu ve boşluğa bakıyordu. En çok endişelenen annesi olmalıydı. Bir saate yakındır hastanedeydik.

 

Ambulans gelmişti, babası ile beraber önden hastaneye gelmişlerdi. Biz de arkadan arabayla gelmiştik. Annem ve babam önce sürekli olarak olayın nasıl olduğunu sorsalar da ağlamaktan başka cevabım yoktu.

 

Titriyor ve ağlıyordum ama sonra sakinleşmiştim. Eğer güçlü olmazsam kaldırmazdım bu korkuyu. İçimde verdiğim bir savaştan sonra kazanan soğukkanlı tarafımdı. Ona uymuş ve her şeyi içimde yaşamaya başlamıştım. Hiçbir şeye tepki vermiyordum. Robot gibi bir oraya yürüyordum bir buraya.

 

Annem Göktuğ'un annesini, babam da Göktuğ'un babasını teselli ediyordu. Doktorlar ameliyata almıştı ve kimse haber vermiyordu. Arada mavi önlüklü hemşireler çıkıyordu ameliyathaneden. Ama kimse konuşmuyordu.

 

Sorularımızın cevabı ölüm sessizliğiydi ve bu bizi daha da kahrediyordu. Ona bir şey olma korkusu beni her salise daha da yok ediyordu ama dışarıya gösteremiyordum. Kulaklarımda, beynimde, kalbimde sadece bu korku vardı.

 

O sırada içeriden kırklı yaşlarındaki ameliyatı yapan doktor çıktı. Göktuğ'un annesi koşarak doktorun yanına gitti. "Nasıl oğlum Doktor Bey? İyi geçti mi ameliyat?" diye sordu ağlayarak.

 

Bir annenin iç parçalayan sesine karşılık doktor "Sonunda ameliyat bitti. Ama bir gü yoğun bakımda gözetim altında tutmak daha iyi olur. Ameliyat başarılı geçti. Sonuçları uyanınca göreceğiz. Geçmiş olsun" dedi gayet sıcak ve resmi sesle.

 

Göktuğ'un annesi sevinçten ağlamaya başladı ama ardından annemin kollarına düştü. Bayılmıştı. Yaşanan şeyler kolay değildi. Bir anneydi o, evladı neredeyse ölmek üzereyken o sadece kapalı kapılar ardında korkuyla beklemişti. Çaresizce ve ağlayarak...

Herkes derin bir nefes alacakken bayılma olayının olması tekrar kısa süreli telaşa sebep olmuştu. Göktuğ'un annesini gelen hemşireler ayrı bir odaya almış ve serum bağlamıştı.

 

Vücudunun zaten çok yıprandığını, şimdi de tansiyonunun çok düştüğünü söylemişlerdi. Biraz uyumak ona iyi gelecekti.

 

Peki bana ne iyi gelecekti? Mesela elimi yıkamak ya da kıyafetimi değişmek? Uyumak ve her şeyi unutmak nasıl bir tercihti peki? Ne yapmalıydım ben? Yaşadığım bu şoku nasıl atlatacaktım üstümden? Kimse şu anda benim içimden geçeni sormuyordu. Benim kalbimi ve fırtınalarımı bilmiyordu. Ben ölüyor gibi hissediyordum. Ben boğuluyordum! Saniye saniye daha da bataklığa batıyordum ve boğuluyordum!

 

Ameliyathanenin geniş koridorlarında turlamaktan başka ne seçeneğim vardı benim?

 

Benim içimden bunlar geçerken "Kızım elini neden yıkamadın?" dedi annem arkamdan. Elime baktım ve sonra dönüp ona baktım. Omuz silktim sadece. Annem şu anda benim sessizliğime sadece bakışlarıyla cevap vermişti. Telaşlanmış bakışlarla...

 

Zorla kolumdan tuttu ve birkaç adım ilerimizdeki tuvalete götürdü. Elimi lavaboya doğru uzattı ve "Babana söylüyorum, eve gidip uyuyorsun! Ben de geleceğim ama birkaç saat sonra. Duydun mu beni kızım? İlaçlarını da iç!" deyince kafamı aşağı yukarı salladım.

 

Annem beni kendine çevirdi ve beni silkeledi omuzlarımdan tutup. Sonra da "Gizem, balım yapma böyle! Kendine gel, lütfen!" dedi gözleri dolu dolu.

 

Ama bende tık yoktu. Ben halen daha put gibiydim. Elimi kaldıramıyor ya da bir tepki veremiyordum. Öylece anneme bakıyordum.

Dediklerini duysam da anlamıyordum.

 

Annem tuvaletten beni çıkardı ve koltuklara oturttu. Sonra da babamın yanına gidip bir şeyler konuştu. Babamla ne konuştularsa babam bana baktı uzaktan ve koşarak yanıma geldi.

 

Sonra da benim elimden tuttu ve kaldırdı. "Kızım gel hadi eve gidelim! Sen iyi değilsin bir tanem!" dedi. Ayağa kalktım ve yürürken bir anda gözlerim karardı ve midemin bulandığını hissettim. Başım dönmeye başlamıştı, gözlerimin önü iyice kararınca bedenim beni daha fazla taşıyamadı ve yere yığıldım. Duyduğdum son şey ise hemşirelerin sesiydi.

Selin'den...

Elimdeki telefona bakıyordum. Yatakta uzanmıştım ve sadece mesajlara bakıyordum.başka ne yapabilirdim ki? Canım sıkkındı ve müzik açmak bile istemiyordum.

 

Bugün Selim'in bana yaptıklarını ve Gizem'in itirafını düşünüyordum. Gizem ve Göktuğ gerçekten eskiden tanışmışlar mıydı? Gizem bana öyle demişti de okuldaki kişi ve Göktuğ'un sınıfta Gizem'e bağırması neydi?

 

Gizem benim hayatımdı. Ben Gizem ile tanışana kadar sadece kendi dünyası olan ve bu minik dünyasında yalnız yaşayan bir prenses gibiydim.

 

Benimle konuşmak isteyen insanlarla konuşmak istemez, oynamak isteyenlerle de oynamazdım. Sebebi yoktu. Aslında var ama yoktu.

 

Babam her zaman insanların sınıfları olduğunu söylerdi bana. Öyle ahlaka, edebe göre bir sınıf ya da grup değildi bu. Bu grupta parası olan ve olmayanlar vardı. Fakirler kötüydü her zaman. Fakir arkadaşlarım olduğunda bana kızar ve onun kötü olan ne yönü varsa bana anlatırdı. Ben de o kişiden nefret eder ve babamın gösterdiği, uygun gördüğü kişilerle arkadaş olurdum. Haliyle de bir yerden ben de babam gibi kibirli ve şımarık bir prenses olmuştum.

 

Sadece kendi dünyası olan ve sadece bu dünyada yaşayan bir kızdım. Dışarı çıkmaz veya kimseyle konuşmazdım. Zaten öyle bir ihtimalim de yoktu.

 

Çünkü babam beni her zaman mükemmel olmam için yetiştirirdi. Onun istediği kişilerle arkadaş olmalıydım. Babama karşı çıkarak edindiğim ve onun da zamanla memnun kaldığı tek kişiydi Gizem olmuştu. Onunla karşılaştığımız ve tanıştığımız günü hatırlayınca gülümsemiştim.

 

9 yıl önce...

 

"Anne ben bu elbiseli kızla arkadaş olacağım! Prenses gibi bir kız! Ben onu istiyorum!" diye ağlıyordum yine. Ağlamamın bir sebebi vardı tabii ki. Sebep her gün parka çıkıp başka insanlarla arkadaş olan elbiseli kızdı.

 

Elbisesini istesem de içten içe o kızı da istiyordum. O kız nasıl olur da herkesle oynardı? O insanlar fakirdi! İki gün önce onu parkta görmüştüm. Annemle beraber yürürken yanıma tanışmaya gelmişti. Ama annem izin vermemişti.

 

Ben her ne kadar istesem de annem sadece "Selin asla!" diye bağırmıştı bana. Bizden sonra bu beyaz elbiseli kız üzülmüş ama bir arkadaşı çağırınca da koşarak oraya gitmişti.

 

Kızın elbisesinden belliydi, zenginlerdi. Ama nasıl olur da fakirlerle arkadaş olurlardı ki? Fakirler zenginler gibi nazik, kibar, görgülü olamazlardı. Ama bu kız oradaki tüm çocukları başına toplamış, onlarla oynuyordu. O anda içime dolan kıskançlıkla o kıza imrendim.

 

Elbisesi yüzünden o kadar arkadaş edinebilmişti bence. O kadar şık elbiseyle dışarı çıkarsam benim de arkadaşım çok olurdu! Kesinlikle o elbiseyi almalıydım!

 

Elbise siyah askılı kollara sahipti. Altında beyaz elbise devam ediyordu. Yakası açıktı. Dizinin biraz üstünde olan bu elbise siyah çiçekli bir kemerle daha da şıktı. Dümdüz bir elbiseydi, hiçbir detayı yoktu aslında. Ama çiçekli kemerle ve buz kızdaki duruşuyla muhteşemdi.

 

Benim etkilendiğim şeyden başkaları da etkilenmişti kesin! O yüzden arkadaştılar! Benim de elbisem öyle olursa tüm zengin ve kibar insanlar beni de severdi.

İşte iki gündür sürekli olarak bu yüzden ağlıyordum. Kızın çok olan ama benim hiç olan arkadaşlarımı elde etmek istiyordum.

 

Annem birden bana bağırınca yine ve yine sustum. Ağlamam zaten numaradandı ve onu bezdirmek içindi. Ama annem de en az benim kadar inatçıydı. Bu yüzden asla bezmiyordu. Ama galiba artık sabrını taşırmıştım.

 

Annem sinirle "Mola cezasını hak ettin. Geç şimdi odana! Derhal!" diye bağırınca yerimden kalkıp kolunu ısırdım. Annem acıyla çığlık atarken ben çoktan evin kapısına koşmuştum. Annem benim peşimden gelmezken ben evden çıkmış ve parka doğru koşmuştum. Parktan geldiğimdeyse kızın her tarafının çamur olduğunu ve elbisenin de mahvolduğunu görmüştüm.

 

Sinirden ve suçluluk duygusundan yere oturmuş ve ağlamaya başlamıştım. Bir elimle gözlerimi silerken diğer elimi burnuma sürüyordum. O sırada birinin ayağı bana doğru geldi ve birisi dizlerinin üstüne çöktü. Kafamı kaldırınca gördüğüm yüzle ağlamam şaşırmaya dönmüştü.

 

Bana mendil uzatan birisi vardı ve bu kişi de elbiseli kızdı. "Merhaba ben Gizem. Senin adın ne?" demişti bana. Verdiği mendille hem gözümü hem de burnumu silince ağzımdan "Elbise" kelimesi çıkınca kız bana gülmüştü. Ben o sırada dediğim şey ile renk değiştirirken kız "Gel oynayalım" demişti bana. Sonra da elini uzatmıştı.

GÜNÜMÜZ...

O günden beri benim değişimim bilhassa yepyeni bir Selin doğmaya başlamıştı. Beni ve ailemi değiştiren kişi Gizem ve ailesi olmuştu. Çok iyi kalpli ve çok mükemmel bir insandı kardeşim. Her zaman beni korumuş, benim için her kötülüğe göğüs germişti.

 

Mert benim yüzümden ona zarar vermişti. Bana olan saplantılı duygularını Gizem değiştirmeye çalışmıştı ama olmamıştı. İkimize de zarar vermişti sonuçta. Kötülüğünü bize gösterince önce ben bu okula gelmiş sonra da Gizem'i çağırmıştım.

 

Bu okul da çok iyi değildi. Disiplinli falan değildi, uzaktan öyle görünüyordu. Ama Gizem burada daha güvendeydi. Çünkü buradaki çetelerin kuralları vardı.

 

Buradaki öğrencilerin neredeyse yüzde altmışı disiplinle okul değiştirenlerdi. Bu yüzden çeteler oluşmuştu. Zamanla da birlikte durabilmek için ve dışarıdaki kavgalarda güçlenmek için kendi kurallarını oluşturmuştu.

 

Tarafsız olanlar da bu kurallarda zarar verilmemesi gerekenlerdendi. Zarar vermek sadece dövmekti. Bunu küçümseyemezdim ama Gizem için bir şey değildi. Çünkü dövüş derslerinde çok iyiydi ve hızla kuşak atlamaları yapmıştı. Bu yüzden buradakiler ona bir şey yapamazdı. Bir de buraya gelmesini istememin en önemli sebebi de zorbalıktı.

 

Bu okulda ben dahil çoğu kişi zorbalığa uğruyorduk. Eğer bunu ailelere söylersek başımıza daha kötüsü de gelebilirdi. Bu yüzden kimseden yardım isteyemiyorduk. Yani umut Gizem olmuştu. Bu okula o yüzden de çağırmıştım.

 

Bu düşüncelerdeyken ani bir arama ile irkilmiştim. Selim'in aradığını görünce şaşırmıştım ve heyecan basmıştı. Selim'den hoşlanıyordum ama kimseye söylememiştim. Sürekli olarak o aklıma geliyordu.

 

Onu düşündükçe kalbim halay çekiyordu sanki. Hızlı hızlı atıyor ve beni sakarlaştırıyordu. Kalbime sarmaşık gibi dolanmıştı Selim. Bakışı, gülüşü kısaca her hali bana güzel geliyordu. Bana bakışında hiçbir duygu sezmediğim için kahrolsam da kızamıyordum ona.

 

Kıskançlıktan ölüyordum ama onda herhangi bir duygu olmadan bir şey diyemez ve yapamazdım. Bu yüzden de sessizce onun beni fark etmesini bekliyordum. Sınıfta çaprazda ve arkada oturması ona bakmamı engelliyordu ve ben de teneffüste sürekli onun olduğu yerde takılıyordum. Özlüyordum. Hem de çok...

 

"Efendim?" dedim sesime hakim olmaya çalışarak. Heyecanlandığımı göstermemek için tutmaya çalışıyordum kendimi. Karşıdan derin bir nefes aldığını duyunca gülümsedim. "Benimle çık!" deyince şok olmuş bir vaziyette kalakaldım. "Ne? Seninle mi çıkayım?" dedim. Karşı tarafta oflayan bir ses geldi. Ben şaşırmıştım ve bir o kadar da heyecanlıydım.

 

Benim onunla çıkmamı mı istiyordu? Benim onu sevdiğimi biliyor muydu? Nasıl yani? Ama neden beklemişti? O sırada arkadan erkek sesleri gelince Selim'e "Ne oluyor, neredesin Selim?"dedim.

 

Heyecanlıydım. Çok sevinçli ve mutluydum. Elim ayağım titriyordu ama sevinçten saçma sapan hareketler yapmaya başlamıştım bile. Selim'in birden kahkaha atan arkadaşı telefondan "Saçmalama kızım! Benim kardeşim sana bakmaz! Doğruluk mu cesaret mi oynuyorduk." dediğindeyse gülüşüm dondu ve gözlerim dolmaya başladı. Birden telefonu birisi aldı ve "Selin öz..." devam etmeden, dinlemeden kapattım.

 

Beni bir oyun için eğlence olarak kullanmıştı! Bilmiyordu belki ama benim hislerimi kullanmıştı! Benim ona karşı duyduğum sempatiyi, sevgiyi, hoşlantıyı sadece birkaç dakikada yok etmişti. Geriye sadece kalp kırıklığım ve gözyaşlarımla kalmıştım .

 

Ben kendi halime öfkeyle gülerken bir yandan da ağlıyordum. Beni kullanmıştı! Arkadaşlarının eğlencesi için beni kullanmış ve sonra da özür diliyordu! Arkadaşları da beni biliyordu ki bunları diyordu.

 

En başından beri benim duygularımla oynamıştı. Ben histerik bir şekilde ağlarken kalbim daha da can çekişiyordu.

 

Gözyaşlarım incinen gururumu da ona olan sevgimi de telafi etmiyordu ve aksine daha da canım yanıyordu. Dizlerimi karnıma çektim ve telefonu fırlattım. Ağlamaya devam ettim.

Aşk böyleydi işte. Bazen sizinle oyun oynardı. Size yanlışı gösterirdi, sanki bir oyundu aşk. Ne başı ne ortası ne sonu belli olan... Canı isterse eğlenceli, canı isterse acılı, canı isterse de bol şakalı bir oyun... İçinde her duygu vardı. Ama en çok körebeydi. Birisini seçerdi ve gözlerini doğruya kör ederdi. Sonra da yanlışı, istenmeyeni gösterirdi. Bu Selin için de böyleydi. Aşk yine erken karar vermesini istemişti. Körebemiz de erkenden yanlış yeri seçmişti. Sonuç olarak Selim ile yollarının birleşmesini engellemişti.

GİZEM'den...

Gözlerimi açınca ilk gördüğüm odamın tavanları olmuştu. Yatağımdan kalkınca hafifçe dönen başımı umursamadan saate baktım. Sabah olmasına bakarak yeni bir gün olduğunu anlamıştım.

 

Bugün okulda Göktuğ olmayacaktı. İçim sızlıyordu. Dün neler olduğunu hatırlayınca hemen telefona koştum. Yine gözlerim dolu dolu olmuştu ama ağlayamazdım. Güçlü durmalıydım.

 

Göktuğ iyiydi. Telefondan en son aranan kişiye bastım. Babam "Uyandın galiba kızım! Annen hastanede ben de iki dakika önce çıktım. Kahvaltın hazır. Nasılsın?" dedi.

 

Acıyan boğazıma aldırmadan "İyiyim baba ama ben eve ne ara geldim? Neden hastanede değilim?" deyince babam "Kızım dün bayılınca doktorun evdeki ilaçları kullanmanı söyledi. Gece kalktın hastanede ama annen eve gelmemizin daha iyi olacağını söyledi. Ben de seni eve getirdim. Eve gelince de ilaç verdim sana. Yine yattın." Dedi.

 

Bunları dediğinde yavaş yavaş aklıma gelmişti gece yaptıklarım. Sersem gibi uyanmıştım ama sonra ilaç içmiş ve tekrar uyumuştum. İlacı psikoloğum vermişti. Sabah da sersem gibi uyandığım için mutfakta olmama rağmen kahvaltı tabağımı görmemiştim.

 

Canım sıkkındı ve hala onu merak ediyordum. Dışarıda belli etmesem de şu anda o kadar sormak istiyordum ki! Ne olmuştu? Canım acıyordu onu düşündükçe. Nasıldı durumu? Uyanmış mıydı? Uyandıysa ağrı durumu nasıldı? Ne yapıyordu şimdi? Başka bir yerinde bir şey var mıydı? Ailesi nasıldı? Annesi uyanmış mıydı ve iyi miydi?

 

Kahvaltı tabağını önüme çekmiştim. Yağda sevdiğim şekilde yapılan yumurtayı bile yemek istememiştim. Canım istemiyordu. Yağda yumurtayı çok severdim.

 

Küçüklükten beri yağda yumurtaya bayılırdım ve her şekilde yerdim. Hiçbir zaman yememezlik yapmamıştım. Yumurtasız kahvaltı yapamıyordum.

 

Ama şimdi... Şimdi farklıydı. Hiçbir şey istemiyordum. Anlamsızdı her şey. Gözlerim, beynim, kalbim ondaydı. Onu düşünmekten kendimi alamıyordum.

 

İştahım yoktu. Bu yüzden masadan kalktım ve her yeri topladım. En iyisi okula gitmekti. Kafam dağılmalıydı. Bu yüzden Selin'in bana verdiği okul formasını giyindim ve hafifçe makyaj yaptım. Güçlü olmalıydım.

 

Göktuğ olmayabilirdi ama ben onsuz da yaşamalıydım. Acı da verse güçlü durmalıydım ve dışarıya gülmeliydim.

 

Bu düşüncelerle birlikte çantamı alıp evden çıktım. Evden çıkınca Kar ayağımın dibine geldi hemen. Gülümseyerek "Canım nasılsın? Bu sabah babam yemeğini verdi mi? Doydun mu bebeğim?" dedim.

 

Hem bunları dedim hem de onu okşayıp rahatladım. Kar her zaman beni anlardı. Şimdi de anlamıştı üzgün olduğumu. Tüylerini okşamam için önüme oturdu ve kafasını okşamam için kaldırdı .

Ona baktım ve dolan gözlerimle "Kızım dün ne oldu biliyor musun? Onun kanı elime, elbiseme bulaştı. Ben... ben korktum Kar! Çok korktum! Onu öldürmek istediler Kar! Kimdi bilmiyorum ama önce beni sonra da onu öldürmek istedi." Dedim.

 

Kar beni anlamış gibiydi ve ben onu okşadıkça daha da okşamamı ve rahatlamamı istiyordu. Kar ile rahatlama seansına ara vermeye karar verdim ve "Kızım ben gidiyorum. Kendine iyi bak." Dedim. Sonra da bahçeden çıktım.

 

Yine kafamda binlerce tilkiyle okula doğru gitmeye başladım. O sırada telefonum çaldı. Arayana bakınca Selim'in ismini görmemle kaşlarım çatıldı.

 

Beni aramasının sebebi neydi? Daha dün kavga ettiğim kişiyi bugün aramazdım ben. Salak ya da yüzsüz olmam gerekiyordu.

 

Telefonu açtım ve "Hafıza kaybın mi var Selim? Dün kavga ettik bugün neden aradın acaba? Çıkışa mı çağıracaksın? Sen zararlı çıkarsın!" dedim. Espirili sesime karşı telaşlı sesle "Ben çok büyük bir öküzlük yaptım Gizem! Selin'e çok büyük bir yanlış yaptım ve özür dilemeliyim. Ama telefonunu açmıyor ki!" deyince yolda durdum.

 

Selin mi küsmüştü? Benim arkadaşım olan... Hani şu kardeşim dediğim kız?.. Selim'e "Bana ne yaptığını anlatsana sen! Ne yaptın kıza ki o seninle küstü? Duygularıyla mı oynadın?" deyince karşı taraftan ses gelmemişti.

 

Bu da yaptığı şeyin ne olduğunu anlamam için yeterliydi. Ona "Selim ben kardeşimi tanıyorsam ancak rüyanda konuşursun onunla! Bu arada ben de sana bir şey anlatmalıyım. On dakikaya geleceğim." Dedim adımlarımı hızlandırarak.

10 dakika sonra okulda...

Selim ile sırada oturmuştuk ve Selim bana yaptığı şeyi anlatıyordu. Benim sinir kat sayılarım yavaş yavaş artarken dayanamadım ve "Sen gerzek misin?! Salak mısın oğlum! Nasıl yaptın lan?" diye bağırdım sıraya vurup.

O sırada Erdinç denen çocuk yavaşça yanımıza sokuldu ve şakayla "Aynen Selim. Nasıl yaptın lan?" dedi. Ona döndüm ve sertçe çıkıştım. "Kes be, dalganı başka zaman geç!" deyince Erdinç ellerini teslim olur gibi kaldırdı. Sonra da kafasını eğdi ve "Pardon abla, affet!" dedi.

 

Ona aldırmadan tekrar Selim'e döndüm. "Sadece tek bir şekilde özür dileyebilirsin ama şimdi zamanı değil! Sana söyleyeceğim şey daha da acil. Direkt ve tek baskı diyeceğim. Göktuğ dün bıçaklandı." Deyince Selim'in bakışları değişti ve tek kelimeyle "Nasıl?" diye sordu.

 

Her şeyi anlattım ve sonra da Selim bana telaşla baktı. "Sen nasılsın peki? Düzeldin mi biraz daha?" dedi meraklı bir sesle.

 

İçine su serpmesi gerektiği için rahatlatıcı ve numaradan bir gülümseme kondurdum yüzüme. İyi değildim ama iyi olmaya çalışmalıydım. Buna mecburdum.

 

Zorunluluklardan nefret eden ben içimdeki acıya rağmen gülümsemeye, endişeme rağmen teselli vermeye mecburdum. Ben aklımı kaybetmek üzereydim daha birkaç saat önce. Ama şimdi... Şimdi farklı olmalıydı her şey. Hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydım.

 

Sanki dün şoka girip bayılmamış gibi, elimde ve elbisemde onun kanı yokmuş gibi davranmalıydım. Güzel bir rol yapmalıydım yani.

 

Biz konuşurken birden içeri birileri girdi. Selim kaygılı ve endişeli bakışlarını benden aldı ve anında öfkenin elli rengine birden büründü gözleri. Ben onun gözlerindeki öfkeyle yüreğimdeki titremeyi engellemeye çalışırken "Ne oldu Selim?" dedim. O sırada arkamdan bir el omzuma dokundu ve Selim'in ağzından dökülen kelimelerle tekrar uçurumun kıyısında olduğumu anladım.

 

"Selim nasılsın? Bu prenses de kim acaba?" diyerek elini uzatmış bana eşek şakası yapmak isteyen kişiyle korkudan titremeye başladım.

 

Hastalıklı denebilecek kadar beyaz tenli, sadist denecek kadar iğrenç bakan kara gözleri, bakımlı gözükmek için jölelediği saçları, zorbalık yaparken zevk alan suratı...

 

Karşımdaki Mert'ten başkası değildi. Şok olmuş ve korkmuş bir halde bana uzattığı eline bakarken birden Selim'in "Ne işin var burada?" demesi ile sadist gözlerindeki içime işleyen korku sarmaşığı bakışlarını benden çekti ve Selim'e yöneltti.

 

İğrenç bir kahkahayla "Ama ayıp be Selim! Okulunuza misafir kabul etmiyor musunuz?" deyince arkadan bir ses "Hayır kardeş etmiyoruz! Çünkü senin nasıl bir misafir olduğunu biliyoruz! Bas git sınıftan hemen!" diyen Mustafa ile ona döndüm.

 

Tamam hepsi cesur çocuklardı belki ama Mert kimdi en iyi ben biliyordum. Onun yapacaklarının sınırı yoktu ve benim için gelmişlerdi. Yanındaki kardeşiyle gelmişlerdi.

Mert, Mustafa'ya "Zaten bu sınıfta okumayacağım! Karşı sınıftayım. Ama bir şeyi merak ettim ben: O da bu Ufaklık!" dedi ve bakışları bana döndü.

 

Olamazdı! Ben ondan kaçarken o buraya gelemezdi. Sırf benimle daha fazla eğlenmek, beni köşeye sıkıştırmak için böyle davranmazdı. Başka bir amacı vardı. Daha kötü, daha yok edici ve daha zorbaca...

 

Ben onun gözlerinde boğulurken o benim gözlerimdeki korkuyla eğleniyordu. Korkum artarken Selim "Gizem'den uzak duracaksın!" dedi dişlerinin arasından.

 

Mert eliyle teslim olur gibi yaptıktan sonra bana göz kırptı ve gitti. Onu azıcık tanıyorsam benim için yine korkulu rüyalar, geceleri ağlamalar ve hatta ağır krizler geri dönecekti. Çünkü onun gelişi bile yok edici bir kasırgaya benziyordu.

 

Ben titremeye başlarken ayağa kalktım ve hızlıca sınıftan ayrıldım. Mert ile olan geçmişim aklıma gelirken tuvalete gittim ve bir kabine geçip ağlamaya başladım. Hem titriyor hem ağlıyordum.

 

Kimseye bir şey anlatamazdım. O zaman Mert ne yapardı bilemiyordum. Ben ağlamaya devam ederken yavaş yavaş ellerimdeki titreme tüm vücuduma yayıldı.

 

Korku beni krizimle beraber ele geçirirken yapabildiğim sadece elimi saçıma atıp çekmek ve ağlamamı bastırmaya çalışmaktı.

Kötü anılar beni oradan oraya savururken sadece sessizce ağlamak tek çaremdi. Olanları hatırlamak bile bana yetiyordu.

2 yıl önce...

Okuldan çıkmış eve gidiyordum. Bugün zorbalık görmememin verdiği bir mutlulukla sekerek ilerliyordum. Birden arkamdan birisi "Gizem Banu seni çağırıyor!" diye seslenen Mine ile mutluluğum yok olmuştu. Karşımdaki kız çakma sarışınlardandı. Bir de kendini baştan yaratanlardan...

 

Makyaj ile boya badana yaptığı suratı ile birlikte sapsarı çakma saçları onu çok itici gösteriyordu. Bembeyaz okul lakosunun üstündeki kan kırmızısı deri ceketi ile siyah dar kot pantolonu onu daha da korkunç hale getiriyordu. Onun arkasından yürüyüp onun gibi olmadığıma dua ediyordum. Ama daha da güçsüzdüm ben. Güçlü olmalıydım, onların istediği bir köle değil Gizem olmalıydım!

Arkadan yürürken okul bahçesindeki beyaz bir kedi bize doğru geldi. Mine kediden korkardı. Ama uyarmak istememiştim. Hep ben korkmamalıydım ya!

 

Az sonra nasıl rezil olacağını bildiğim için kediyi sadece izledim. Emin olun bana yaptıklarının yanında bu bir hiçti.

 

Sigaralarını her aramada ben çantama ya da üstümde bir yere saklardım. Ne zaman canları isterse beni tehdit ederlerdi. Onların istediği olmadığı zaman beni tokatlar ve bana iğrenç şeyler yaparlardı. Bense sadece gizlice ağlardım.

 

Birden gelen çığlık ile yüzüme yavaş yavaş bir sırıtış geldi. Mine ayağının altındaki kediyle çığlık atıyor ve herkes onu izliyordu. Burası zayıflar için bir ufak yangındı. Yangını devam ettiren de bizim zayıflığımızın eğlencesiydi.

 

Bu eğlence şimdi de benim eğlencem olmuştu. Ben Mine ile eğlenirken kedi hala daha onu çıldırtıyordu. Mine'nin az sonra beni döveceğini bildiğimden artık eğlenceme son vermeliydim.

 

Kediyi kucağıma alıp götürdüğümde Mine bağırmayı kesmişti. Kediyi bahçeye bırakıp geri döndüğümde onun karşısında durmuş, ona bakıyordum. Kaşları çatık ve gözleri açılmıştı yani sinirlenmişti. Kendimi tokada hazırlamıştım ki "Neden gelemediniz acaba?" diyen Banu ile arkamıza döndük.

 

Banu da biraz çakmaydı. Doğal olan tek yeri gözleriydi. Her yeri boya ve her yeri saf kötülüktü.

 

Mor bir badi giyinmiş ve altında siyah renk kot pantolonuyla çok şıktı. Açık yakasını kapatan bir beyaz inci kolyesi onu daha da güzelleştiriyordu.

 

İçimden onun kadar iyi giyinmek isterken birden Banu sevgilisi Mert'e "Bunu kullan işte!" dedi. Ben ne olduğunu anlamazken Mert iğrenç bir sırıtışla bana döndü. Sonra da kolumdan çekerek beni çıkardı. Ne olduğunu anlamadan yapabildiğim tek şeyi yapıyordum: Çırpınmak.

 

Başıma ne geleceğini, tehlikenin ne olduğunu bilmeden sadece çırpınıyordum. Çaresizce kolumu kurtarıp kaçmak istiyor ama başaramıyordum. Ağlamaya başladığım sırada birden Mert durdu ve derin derin nefesler aldı.

 

Bu okulda hayvan ve bitkiler hariç her şey kötüydü. Yok yoktu burada. Her türlü tehlikenin gezindiği yerdi burası. Korkudan tir tir titrerken birden beni fırlattı bir kapıya doğru. Ben çığlık atarak yere düşerken her tarafım cam kesikleri olmuştu. Bomboş bir duvara karşı bağırmanın çaresizliğime yardım olmayacağını bilsem de yardım için çığlık atmıştım.

 

Mert arkadan gelip saçımı sertçe çekince ellerimle saçımı kendime doğru çektim. Her tarafım sızlıyordu.

 

Ne için kullanılacağımı bile bilmeden korkuyla çırpınıyordum. Yardım yoktu, çığlıklarıma yardım edecek kimse yoktu. Yalnızdım ve çaresiz.

 

Bana "Göktuğ ile bir yakınlığı olan herkesin sonu burası olacak. Şu kapıyı gördün mü? İşte o kapı senin korkuların ve zayıflıkların dolu. Oraya gitmek ister misin?" deyince gözlerimi kapattım ve kafamı hayır dercesine salladım. Neyden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.

 

Hangi Göktuğ? Kimdi o çocuk? Neden beni öyle görüyordu? Bu yaşadıklarımın sebebi sadece o muydu?

"Gerçekten konuşmayacaksın değil mi! Çünkü sendin bizim her yaptığımızı bilen! Ne zamana kadar saklayacaksın ki Gizem?" deyince titreyen ve kısık bir sesle "Mert lütfen! Ben casus değilim! Bırak gideyim ben!" dedim.

 

Bunu dediğimde saçıma daha fazla abandı. Artık dayanamayacak durumdaydım, çığlık attım yine ama duyan olmadı.

Beni yerde sürükleyerek kapıdan içeri sokunca artık her şeyin bittiğini biliyordum. Ama bir umut ışığı görmemle tekrar bağırdım.

 

Onur... Işığım o ve Mehmet olmuştu. Beni görmüşlerdi ve bakışları değişmişti. Mert'in kardeşleriydi. Üvey kardeşleri...

 

Onur kumral saçlı ve ela gözleri ile okulun en popüler çocuğuydu. İyi birisiydi.

 

Mehmet benimle aynı boyda ve kısa siyah saçlı, suratı yuvarlak birisiydi. Mehmet, Onur ve Mert kardeşti. Ama üçlünün en acımasızı Mert olmuştu hep. Yine öyleydi.

Mehmet sinirlenmiş bir vaziyette "Ne yapıyorsun lan sen?! Kızın ne işi var burada!" demişti bağırarak.

 

Onur ise hiçbir şey dememiş ve benim şüphelenmeme neden olmuştu. Normalde her zorbalığa karşı çıktığı söylenen bu çocuk benim halimi biliyormuş gibi hiç tepki vermiyordu.

 

Ben hem her tarafım acırken hem de şüphe tohumlarını içimde can suyuyla beslerken Mert "Defolun lan! Burası sizin gözlerinize çok uygun değil!" diye bağırmıştı. Korkuyla ona baktım. Yalvarabilirdim korkudan.

 

Mehmet tam Mert'e vurmak üzere elini kaldırmıştı ki birden Onur araya girdi. Onur "Gidelim hadi! Sen de kıza bir şey yapma!" dedi Mert'e bakarak. Mert umursamaz ve bir o kadar gururlu bir bakış attı.

 

Onur acaba Mert ile yakınlaşmaya mı çalışıyordu? İyi de neden? Yoksa... Yoksa casus... Onur casustu! Bu gerçekle şok olurken kafamı hızlıca kaldırdım. Bana baktığını görünce gözlerim daha da açıldı. Mehmet çeşitli küfürler ederken kapıdan çıkmıştı. Onur ise karşıma geçti ve elimden sertçe tutup kendine çekti.

 

Ben ona şaşkınlıkla bakarken "Kızın canını fazla yakma Mert. Bu kız yüzünden karakola gitmeye değmeyecek!" dedi. O arada ise beni sertçe itti. Ben sadece yere düşerken yanımdan geçti ve bana göz kırptı. Ben ne olduğunu anlayamamıştım. Ama şunu anlamıştım: Onur casustu ve elime koyduğu bir tane tel toka ve bir tane çakı da bunu gösteriyordu. Mehmet ile birlikte bana yardım edeceklerdi. Elimdekini pantolonun cebine doğru atarken yavaşça ayaklandım.

 

Mert arkası bana dönük duruyordu. Ses çıkarmadan kaçmaya çalışırken birden saçımdan çekilmemle yerle buluştum. Ben kolumun acısıyla daha fazla duramazken son duyduğum şey "Hemen kaçmaman gerekir Ufaklık! Daha işimiz bitmedi!" diyen bir kız sesi oldu.

KIZ ANILARIN ACISIYLA BOĞULUYORDU. ONA YARDIM EDEN KİMSE YOKTU. ONU DUYAN KİMSE YOKTU. BU SEFER ADAM DA YANINDA DEĞİLDİ. ADAM VE KIZIN KALBİ ANILARIYLA, HAYALLERİYLE VE GERÇEKLERİYLE DOLU RÜYADAYDI. İKİSİ DE İMKANSIZLIK İÇERİSİNDE BOĞULUYORDU. BU AŞK KIRILMIŞTI. BİR PARÇASINDA ANILARI VARDI ,EN GÜZEL ANILARI... BİR PARÇASI İSE KÖTÜ ANILARI DOLUYDU. KÖTÜ ANILARI İKİSİNİ DE BOĞUYORDU. BİRBİRİNE MUHTAÇTI BU İKİ KALP. YOKSA YARALARDI BU KIRIK AŞK, İKİ ZAVALLI YÜREĞİ...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 05.01.2025 13:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...