
Gözlerimi açtığımda başımda bir tane kız vardı. Tanımadığım ve okulda da görmediğim…
Ela gözleri vardı ve pürüzsüz bir cilde sahipti. Hafif esmerdi ve iri gözlü bir kızdı. Saçlarını en tepeden toplamıştı. Elleri ceplerinde kafası öne eğik duruyordu. Saçlarının kızıllığı onu çok güzel gösteriyordu. Ama bu kız kimdi ve neden buradaydı? O sırada hareket etmek isteyince edemeyişimden anlamıştım çoktan bağlandığımı.
Bunu akıl edip bayılmadan önce arka cebime doğru attığım çakı beni kurtaracaktı. Hafif kısık sesle “Merhaba! Acaba siz kimsiniz?” deyince kızın bakışları bana döndü.
Bakışlarından ne tür bir kötü olduğunu anlamak kalbimin korkuyla atmasını sağlamıştı. Bu kız neden bana kin ve öfkeyle bakıyordu? Mert neredeydi? Bu kız ile Mert neden beni casus bellemişti? “Azra ben Ufaklık! Anlat bakalım, ne kadar iyi rol yaptığını göreyim!” dedi bana ince bir sesle.
Ona baktım ve “Neyden bahsettiğini bilmiyorum ve neden sana cevap vereyim ki?” deyince kız öfkeyle suratıma vurdu.
Ben acıyla ve umutsuzlukla dururken Azra bana “Beni Mert ile karıştırma! Seni öldürürüm, kimse duyamaz!” deyince gözyaşlarımı yuttum ve ani bir cesaretle gözlerine baktım. Gözlerindeki öfke ve sadistlik beni korkutsa da ben de ona bakmalıydım. Psikolojik olarak ondan korkmadığımı anlamalıydım.
Her saniye daha da koyulaşan gözlerine bakmak çok zordu. Ama benden gözlerini çekene kadar onun gözlerine bakmayı başarmıştım. Yüzünde beliren gülümseme genişledi ve “Daha çok toysun Ufaklık! Gözlerindeki korkuyla bana zarar veremezsin!” dedi.
Sonra da “Birazdan Onur gelecek! O benden daha serttir, öt bence!” dedi ve arkasını dönüp gitti. Beni hazır boş bırakmışlarken yavaşça ayağa kalkar gibi yaptım.
Ayağım bağlı değildi ama belimden ve ellerimden bağlanmıştım.
Ağırlığımı ayağıma verip yavaşça bedenimi kaldırmaya çalıştım. Pantolonumun cebi çok derin değildi. Ellerimi çözmeyi bilmiyordum. O yüzden açkı bence gayet iyi bir şeydi.
Ellerimi yavaşça oynatarak çakıyı aldım. Bu arada tuttuğum nefesimi rahatlayarak verdim.
Tam çakıyı ipe götürüp keseceğim anda içeri Onur ve Mehmet girdi. Hemen karşıma oturdular ve bana bakmaya başladılar.
Gözlerindeki acıma duygusu canımı yakarken ellerimi açmaya çalışıyordum.
Onur “Gizem değil mi? Mert’in babası geldi ve o da gitti. Eğer buradan kurtulmak istiyorsan bu gece senin iyi bir şans. Ama o zamana kadar Azra ne yapar bilemiyorum.” Deyince sırıttım.
Başıma bunların gelme sebebi oyken niye ona güvenmeye devam etmeliydim? Onun dediklerini yapmalıydım?
Bunlar onun bir şeyleri gizlemesinden oluyorken neden şimdi ben bu çocuğa güvenmeliydim? Sinirle “Pardon ama ben niye seni dinleyeceğim? Sen casussun diye neden ben tanımadığım biri için buradayım? Neden ben dövüldüm? Neden ben kaçırıldım? Ya ben neden seni yani tanımadığım birine güvenmeliyim?!” diye bağırınca sadece beni dinledi.
Her dakika ela gözlerindeki pişmanlık artarken benim öfkem azalıyordu. Ona güvenmem doğru muydu?
Evet bana çakıyı vermişti ama planı olmazsa daha kötüsü de olabilirdi. Azra bana bir şey yapabilirdi. Artı zaten ben karanlıktan ve kapalı yerlerden korkardım tek kalınca.
Onur bir şey diyecekken susunca Mehmet “Üzgünüz Gizem. Ama sana söz biz seni buradan çıkaracağız. Sadece Azra bize engel olabilir. Seni bu yüzden başka bir yere götürmeliyiz. Mesela…” dedi sonunda düşünerek.
Onur’a döndüm “İspiyoncu birisine güvenemem ama Mehmet’e güveneceğim.” Dedim.
O sırada kapı açıldı ve içeri Azra girdi. Kız sinirliydi, ne olduğunu anlamadan ona bakarken “Mert onu başka yere götürmemizi söyledi! Bir de zarar vermememizi istiyormuş.” Dedi.
Bu ikimizin de bakışlarını kesiştirirken sevinme sırası bendeydi. Kimse daha fazla konuşmadı ve bu karanlık yerden beni çıkarmak için Onur ellerimi çözmeye başladı.
Elimdeki çakıyı alıp cebime koydu çaktırmadan. Sonra da beni ittirdi. Bu durum kolumdaki ağrıyı yine başlatırken sadece dayanmaya çalıştım.
O sırada Azra’ya bir telefon geldi. Azra gelen telefonla ikimize de odaklanırken gözleri bir kara delik gibi olmuştu. Bakışları öfkeden delirdiğini belli ederken birden Onur’a doğru geldi telefonu atıp.
Önce sert bir tekme attıktan sonra “Sen casussun! Mert’e sen ihanet ettin şerefsiz! Seni geberteceğim!” dye bağırmaya ve tekmelemeye başladı. Mehmet benim şaşkınlığımla araya girmeye çalışırken birden her tarafa duman dolmaya başladı.
Azra, Mehmet’in kasıklarına attığı tekmeyle devirirken kahkahayla “Sizi gerzekler! Mert, Gizem ile birlikte sizin de ölmenize çok sevinecek!” dedi ve bizi oradaki hiçlikte bıraktı.
Biz yavaş yavaş dumandan etkilenirken öksürüklerimiz artmaya başladı. Azra bu kadar canice bir şeyi neden yapmıştı?
Onur’un yanına koştum ve ona baktım. Bayılmıştı. Ama bu duman onu daha da etkileyecekti.
Mehmet yanıma geldi yüzünü kapatarak “Beni iyi dinle şimdi! Burası yanacak! Bizim kurtulmamız zamana bağlı. Ben Onur’ u alıp önden gideceğim sen de gel!” dedi. Onu onayladım öksürüklerimle.
Korkumun sınırı yoktu. Korkuyla onun dediklerini yapmaktan başka çarem yoktu. Korku içimi yavaş yavaş kemiriyor ve buradan çıkamayacağımızı düşünüyordum.
Mehmet’in arkasından öksürükle yüzümü kapatarak ilerliyordum. Her taraf alevlerle kaplanmıştı.
Gözlerim bulanıklaşıyordu ama duramazdım! Mehmet de yavaş yavaş yalpalamaya başlamıştı. Birden durdu Mehmet ve yere çöktü.
Telaşla yanına gidince “İyiyim Gizem ama yoruldum.” Dedi. Ona “Lütfen Mehmet yaparsın! Çıkmalıyız yoksa hepimiz yanacağız!” dedim.
Sonra da onu destekleyerek kaldırdım. O sırada tavandan üstümüze bir parça düşerken Mehmet’in kafasına doğru elimi kaldırdım. Parça hızlıca tenime değerken acısı ağlatmaya başlamıştı.
Korku, acı ve endişe ile sesimi çıkaramadım. Çığlık atabileceğim acıya sadece ufak bir iniltiyle geçiştirmeye çalıştım.
Mehmet ile birlikte yürürken arka kapıya gelmiştik bile. Kapıyı açtım ve önce Mehmet, ardından da ben dışarı çıktık. Dışarıda biriken insanlar vardı.
Bizim içeride olduğumuzu bilmedikleri için hepsinin uğultusu bulanıklaşarak bana geliyordu. Başım dönüyor, kolum yanıyordu. Sonrası da zaten ambulansın yok olan görüntüsü...
GÜNÜMÜZ…
Birden tuvalet kapısını yumruklayan ve “Gizem aç kapıyı lütfen! Benim Selin! Aç kapıyı!” diyen Selin ile ağlayarak kapıyı açtım.
Ben salya sümük ağlarken Selin bana sarılmış ve benimle beraber ağlamaya başlamıştı. Ben titriyordum ve hatırladıklarıma ağlıyorken o sadece benim için ağlıyordu.
Ben ona sarılmışken beni kendinden ayırmış ve “Ne olduğunu biliyorum. Sakin olmalısın! Sen güçlüsün kardeşim!” demişti gözlerinden inci taneleri süzülürken.
Yavaş yavaş titremem geçerken tekrar ona sarıldım ve “Ben güçlü değilim Selin! Mert buradayken değilim.” Dedim.
Benim bunu dememe karşılık o sadece beni yanlışladı. Ben herkese göre güçlüydüm. Ama öyle değildim! Her insan dışarıya karşı mükemmel olurdu. Dışarıya güler, dertsiz görünür ve hatta mutlu rolü yapardı. Ama aslında hiçbir şey öyle değildi. Rol yapmak yorardı ve insanın gerçek yüzü o zaman ortaya çıkardı. Güçsüz yanı, savunmasız ve çocuksu yanı…
Hayat hepimize bir yerden sonra rol yaptırırdı. İyi rolü, mükemmel rolü, güzellik rolü, muhteşemlik rolü… Bunların hepsi yapamadığımız ama yapmaya çalıştığımız şeylerdi. Hepimiz mükemmel olamazdık ama mükemmellik ne bilirdik. Bu yüzden de rol yapardık. Her şeyimiz çok iyi gibi maskelerdik gerçeklerimizi. Toplum maskeli balo gibiydi. Huylarımızı, güçsüz yanlarımız maskeyle kapattığımız bir balo… Herkesin mükemmel olduğu bir balo… İşte ben de o baloda maskeyle dans edenlerdendim.
İyi olmuş gibi yapan, güçlendiğimi sanan ama zayıf olan yanımı unutan ben… Herkese rol yapan ama aslında gerçeklerimle yüzleşmeyi unutan ben… Kendini role çok kaptıran ben… Bu yüzden canım daha fazla acıyordu. Demek ki hiç değişmemiştim. Yaşadıklarımdan sonra halen daha güçsüz ve zayıftım.
Ben Selin ile dışarıya çıkarken Selim’i kapının önünde görmüştüm. Selin hiç oralı olmazken ben ona bakmış ve bakışlarındaki üzüntüyü, pişmanlığı görmüştüm.
Ben acıyla gülümserken Selim dudak oynatarak “Senden özür dilerim. Korkma!” demişti. Ben yorgun ve halsizce gülümserken bakışlarıyla beni süzmüştü.
Mert’i biliyor muydu bilmiyordum ama bu okul da bana hapisti. Ben bu hapishanede yanacak biriydim. Bu hapishanede yanarak korkumla yüzleşmeliydim. Ben eski Gizem değildim. Ben güçsüz değildim!
Yapmalıydım. Yok etmeliydim bu korkuyu!Bu düşüncelerdeyken bakışlarım Mert’i bulmuştu hemen. Herkesin içinde sadistçe sırıtıyordu.
Her zamanki gibi sadece sırıtıyordu. Hiçbir şey yapmıyordu. Yapacaktı ama daha planlıyordu. Kafamı dikleştirip ona baktım ani bir cesaretle.
Mert’i yenmeliydim. Dışarıdakini olmasa da beynimdekini yok etmeliydim ve yapacaktım. Ben Selin ile birlikte bahçeye çıkarken Selin “İyi misin sen? Mert bir bahçeye çıkarken Selin “İyi misin sen? Mert bir şey mi yaptı yoksa?Konuşsana Gizem!” dedi bana endişeyle.
Ona baktım ve hayır dercesine kafamı salladım. O derin bir nefes alırken ben de düşünüyordum. Artık ona dün olanları anlatmalıydım. “Sana bir şey anlatmalıyım. Ama dinlerken beni bölme!” dedim ve anlatmaya başladım.
GÖKTUĞ’DAN…
Gözlerimi açmıştım ve beyaz duvarla bakıştım. Kafamı hafif sağa çevirince koltukta yatan babam ve sağ elimden tutarak yatan annem vardı.
Babamın beni beklemesine hayret ederken onu incelemeye başladım. Bizim aile olmamamızın sebebi olan bu adama… Halen daha genç duran bir yüzü vardı.
İri gözleri masmavi bir derya gibiydi. Sinirlenince Karadeniz gibi olurdu. Neye nasıl sinirlenir bilinmezdi. Sonra da dimdik burnu vardı. Ressamın elinden çıkmış gibi bir burna sahipti. Burnu kendisi gibiydi.
Kibirli… Herkesi aşağıda gören ve aslında en dipte kendisi olduğunu bilmeyen… Sonra da buruşmuş takım elbisesine baktım. Ona buruşmuş kıyafetler hiç yakışmazdı. Her zaman ütülerdi annem kıyafetlerini.
Şimdi onu böyle buruşmuş kıyafetlerle görmek beni gülümsetmişti. Dağılmış saçları her zaman düzenli olurdu. Simsiyah saçlara sahipti, gür ve onu gençleştiren.
Ama kalbi… İşte orası dışı gibi güzel değildi. Hiç beni ve annemi düşünmemişti o kalbi. Hep aşağılamıştı bizi ve şimdi hastane köşelerinde bile değişmemişti.
Biz ona sadece engeldik. Sonra anneme döndü bakışlarım. Bu fedakar, vefalı, çilekeş kişiye döndü. Benim için her zaman kendinden feda eden annem… Beni benden bile çok seven annem…
Saçlarındaki taç hala yerindeydi. Saçları dağılmıştı ama o taç yine oradaydı. Tombul yanakları ile şirin teyzeleri andırırdı hep.
Çok tatlı bir teyze olurdu ondan eminim.Dolunay gibi yuvarlak beyaz tenli bu tatlı surata simsiyah gözler eklenmişti. Simsiyah ama şefkat akan ve binlerce renkli göze bedel bir kara… Annemin alnında incecik çizgiler vardı, yılların çilesini çektiğinin ispatı bu güzel çizgiler… Bunu fark etmemle gülümsemiştim.
Artık yaşlanıyordu babamın aksine. Elleri de sıcacıktı hep. Ne kadar üşürsem üşüyeyim ısıtırdı bu elleri. Yaz veya kış, yağmurlu veya karlı…
Fark etmezdi, elleri hep sıcaktı. Yine sımsıkı tutmuştu beni. Korkunca böyle ellerimden tutardı ve belli ki çok korkmuştu. Serum yüzünden çok ağrı hissetmiyordum ama hatırlıyordum.
Her şeyi hatırlıyordum. Aklıma düşen görüntülerle beraber kalbimdeki birikmiş korkuyla yavaşça kıpırdandım.
Gizem… Gizem ne yapıyordu? O adam onu kaçırmış mıydı? Onu koruyamamıştım! Yapamamıştım! Kim bilir ne haldeydi şimdi! Kıpırdanmamla annem kalkmıştı hemen. Ben telaşla serumu çözmeye çalışırken annem “Dur oğlum! Ne oldu? Bir şey söyle lütfen!” dedi ellerimden tutarak. Ben halen daha sersem halimle annemden elimi kurtarıp serumu çıkarmaya çalışırken babam kalktı.
Yanımıza geldi ve annemle benim halimi görünce “Dursana lan!” diye bağırdı. Annem ağlarken ben durmuş ve sinirlerime hakim olmaya çalışarak “Gizem… onu bulmalıyız! Adam onu kaçıracak!” dedim.
Annem bana baktı ve kafasını iki yana salladı ve gülümsedi. Ben ona anlamazca bakarken “İyi ve şu anda okulda! Sen de iki gün sonra taburcu olabilirsin eğer herhangi bir şeyin yoksa.” Diyen babamla rahatladım. İçime su serpilmişti.
Ona bir şey olsa kendimi affedemezdim. Annem bana dönüp “Oğlum gittiğimizde Gizem çok kötü durumdaydı. Çok korkmuş olmalıydı. Senin için çok endişelendik ve ona odaklanamadık.
Ama ambulans gelene kadar bıçağı çıkarmayarak doğru bir şey yapmış.” Dedi minnet dolu bir sesle. Gözleri halen yaşlıydı ve üzgündü.
Onun ellerinden tutarak “Merak etme anne. Gizem güçlüdür. Sen nasılsın?” deyince annem daha fazla kendini tutamadı ve bana yavaşça sarıldı. Yarama temas etmeden ne kadar sarılabilirse o kadar sarıldı ağlayarak ve ardından da saçlarımı okşadı.
Hem ağlıyordu sevincinden ve korkusundan hem de saçlarımı okşuyordu. Bense sadece ona gülümsüyordum.
O sırada kapı çaldı ve içeri doktor girdi. Bizim o andaki duygusal halimizi görünce “Oooo, uyanmışsınız Göktuğ Bey! Nasılsınız bakalım?” dedi ve elindeki ışıklı kalem tarzı şeyle gözlerime ışık tuttu.
“İyiyim efendim. Ne zaman çıkacağım?” deyince Doktor Bey “Sizi birkaç gün bu odada misafir edelim ve sonra taburcu olun. Durumunuz iyi ama herhangi bir yerinizde bir uyuşma veya his kaybı var mı acaba?” dedi.
Kafamı iki yana sallayınca gülümseyerek “ O zaman şoka giren o kıza müjdeyi verin. Önce anneniz sonra da o kız çok korktular!” dedi ve göz kırptı.
O göz kırpınca ben sorgularcasına baktım. Doktor kapıdan çıkarken benim jeton yeni düşmüştü.
Kız dediği Gizem idi ve onu benim kız arkadaşım sanmıştı! Bu tesadüf beni hem sevindirirken hem de üzerken babam “Şimdi anlatın bakalım Göktuğ Bey! O adam kimdi?” deyince sevincim öfkeye döndü.
Bu olay babam yüzünden başımıza gelmişti. Öfkeyle “Senin şirketten casus yaftasıyla kovduğun o masum adamdı! Yani Sekreter Ahmet, hani senin araba kazasında ölmüş deyip sevindiğin adam! Bize bunu yapan o adamdı! Senin yüzünden Gizem ve ben yok olabilirdik!” diye bağırdım.
Babamın yüzü renkten renge girerken hemen telefonundan bir numarayı aradı. “Alo, Seyfettin! Hemen bana birini bul! Çok önemli ve hayat memat meselesi!” dedi. Sonra da adamın adını verdi ve kapattı.
Ardından da odada volta atmaya başladı. Bir sağa bir sola gidiyordu. O sırada ağlayan annem sakinleşmiş ve duyduğu şeylerle tekrar ağlamaya başlamıştı. “Ben sana dedim! Seni uyardım ama sen hep olduğu gibi dinlemedin! Şimdi de oğlumla kızım gibi sevdiği kıza musallat oldu o adam!” diye ağlıyordu.
Yaşanan her şey babamın kendini kurtarmak için kurduğu bir oyundu ve bu oyun her an başka yerlerden de devam edebilirdi.
O adam bizi nereden bulmuştu? Nasıl takip etmişti? Ne olmuştu da bu kadar zaman sonra gelmişti? Öldüğü tüm sitelerde, televizyon kanallarında öldü diye çıkan adam nasıl yaşıyor olabilirdi? Her şey bir oyun muydu yoksa bu adam öldü mü sanılıyordu?
Peki Gizem’i nasıl biliyordu? Onu neden kaçırmak istedi de beni öldürmek istemişti? Onunla ne derdi vardı? Kaçacak mıydı yoksa daha geniş çaplı bir şey mi düzenleyecekti? Fidye mi isteyecekti yoksa?
Neydi planı bilmiyordum ama bildiğim şey bundan sonra bu tehlikeli rakipten Gizem’i korumalıydım. Yani Gizem’e yakın olmalıydım ve onunla sürekli yan yana olmalıydım. Gizem’i ailemizden korumak isterken şimdi benim tarafımdan daha fazla incinmesini izlemek zorunda kalabilirdim ama ona zarar verilemezdi.
Yıllarca sadece onunla yaptığı hiçbir şeyi unutmadan hafızasında saklayan kişiye yani bana öfke duyabilirdi. Ama başkasının onu yıpratmasına izin vermemeliydim.
Ben ona kötülük yapmadan sevemeyeceğimden korkuyordum ama sanırım kaderin cilvesi buydu.
Ne kadar uzak durup onu benden ve dünyamdan uzak tutmak istesem de şimdi onu bu dünyaya mahkum edecektim.
Ben bu dünyamın karanlığına zincirlenmişken şimdi onu da zincirlemek… Ona bu kötülüğü yapmak canımı yakıyordu maalesef. Bunu yapmak zorundaydım.
Ahmet denen o herif bana her şeyi yapabilirdi ve ne yapacağı belliydi.Gizem’e ne yapacağını bile bilemezken şimdi nasıl onu korumazdım ki?
Benim kalbimi verdiğim kişiydi o. Bana gülmeyi öğreten ve benim için hastalanan kişi… En zor anımda bile anılarıyla bana yardım eden kişi Gizem olmuştu. Benim iyileşmem onun sayesinde olmuştu. Kim bilir belki yine beni iyileştirir ve bana bir ışık olurdu?
Bu düşüncelerle ağlayan ve sürekli beni öpüp koklayan anneme baktım. Benim canım ve kanım olan anneme…
Babama döndüm ve “Merak etmedin mi neler oldu? Nasıl bu hale geldim? Neden bıçaklanmıştım?” dedim kızgın bir sesle.
Annem ağlamaktan soramamıştı ama o istememişti sormak. Derya gibi gözlerini bana çevirdi ve “Ne olduğunu annenin yanında soramam.” Deyince güldüm.
Annem bize bakarken “Neden soramazsın baba? Annemi düşünüyor gibi yapmayı bırak bence. Bu numaraları başkalarına yap!” dedim iğneleyici bir şekilde. Benim o halime sadece bakmıştı ve ifadesiz kalmıştı.
Sonra da hızlıca odadan çıkmıştı.Aklıma birden Gizem gelmişti. Hep böyle olurdu. Birden ve ihtiyacım olunca aklıma gelirdi.
Beni gülümsetirdi. Yine öyle olmuştu. İçimde kışı geçirirken mevsimimi değiştirmişti onu düşünmek. Kalbim onu düşünmem için yalvarırken ilk kez isteyerek ona uymuştum.
Gizem’in gözlerini ve minik gözlere bakmanın şansına tekrar sahip olmak bana daha da güç veriyordu. Ona verdiğim sözü tutmak için yanıp tutuşuyordum. Bir an önce okula dönmeli ve onu koruma sözümü yerine getirmeliydim. Bu sözü ona çocukken vermiştim. O anı hatırlamak yine gülümsememe neden olmuştu.
10 YIL ÖNCE…
Bugün Gizem ile beraber dışarı çıkacaktık ve ben yine heyecanlıydım. Onunla dışarı çıkmak çok güzeldi. Onunla oynamak, onu güldürebilmek ve hatta onu görebilmek… Hep beni heyecanlandırırdı.
Lacivert gömleğimi giyindim ve lacivert pantolonumu giyindim. Babamın yasakladığı jöleyi de saçıma sürdüm ve saçımı şekillendirdim. O minik kıza yakışıklı gözükmeliydim yani!
Annem evde yokken jöleyi istediğim gibi kullanabilirdim sonuçta. Aynaya baktım ve kendime bir gülümseme gönderdim. Hafif havaya kaldırıp yana yatırdığım saçlarım yine çok yakışıklı göstermişti beni.
Göz kırptım ve koşarak evin kapısını açtım. Gizem beni beğenmeliydi. Lacivert yeni ayakkabımı da giyindikten sonra koşarak merdivenden indim ve içimdeki heyecanla beraber binanın kapısından çıktım.
Parka doğru yürümeye başladım. O sırada parkta olay oluyordu. Bir yavru köpek vardı. Herkesin peşindeydi. Bir kız çığlık atıyordu. Kim olduğunu göremiyordum.
Merakla oraya doğru koşmaya başladım. Yavru dediğim köpek boyut olarak biraz iriydi ve Gizem olabilirdi o kız.Kızın yanına doğru koşarken birden bana doğru döndü. Gizem’di!
Bana doğru peşindeki köpekle koşarak geldi. “Göktuğ yardım et! Korkuyorum!” diye bağırdı.
Ağlıyordu. Ona doğru koştum ve köpeğe küçük bir taş atıp onu korkuttum. Köpek parktan çıkarken Gizem bana sarılıp ağlıyordu.
Onu inceleyince yine içim bir tuhaf olmuştu. Çok güzel bir elbise giyinmişti yine. Kısa kollu ve iki renkli elbiseydi. Beyaz ve pembeydi. Pembe kısmı çeşitli dantel süslemelerine sahipti. Ama beyaz kısmı yani üst kısmı renk renk çiçeğe bezenmişti.
Her renk ve her çeşit çiçek vardı. Çok güzeldi. Başına da tatlı bir çiçekli taç takmıştı. O çiçekler de pembeli beyazlı güllerdi. Bana sarılıp ağlamaya devam etmesiyle bu tatlı rüyadan uyandım ve bana sarılan ellerini tuttum.
Yumuşacıktı yine.Pamuk gibiydi. Bana baktı ve “Ben çok korktum! Çok korktum!” diye iç çekerek konuştu. Ona gülümsedim ve ilk sözümü verdim ona. “KORKMA! BEN SENİ HER ŞEYDEN KORURUM GİZEM! SÖZ VERİYORUM.”DEDİM.
Küçük ama büyük aşkı yüklenen bu iki kişi birbirlerine söz vermişti. Birbirlerine aşık kalpleri bu sözü ölene kadar tutacaktı. Sarmaşık gibi kalplerinde büyüttükleri ve kalplerini saran bu aşk gülünü soldurmamışlardı hiçbir zaman. Küçük boylara sahipken bile içlerinde büyük bir aşk taşımışlardı. Zarif ve nazende bir aşkı...Yıllar geçmiş ve büyümüşlerdi. Ama o gün de bugün de unutmamışlardı sözlerini. Aşklarını kuvvetlendiren, aşklarının can suyunu nasıl unutabilirlerdi ki? Onların aşkları Çin inanışındaki kader bağı gibiydi.Efsaneye göre kaderleri bağlanmış insanların kader bağları kopmazdı. Esnerdi, dolanırdı ama asla kopmazdı. Onların kader bağı da aslında hiçbir zaman kopmamıştı. Kopamazdı da… Kader bağı olmasa da onlar yine birbirini bulacaktı. Farklı yerde ve şekilde…
GÜNÜMÜZ… GİZEM’DEN…
Selin ben anlattıktan sonra yerinden kalkmış ve bir oraya bir buraya volta atıyordu.
İkide bir “Ne diyorsun sen? Kim, neden, nasıl? Nasıl bana söylemezsin?” diyordu.Cevabım yoktu. Hiçbirine bir cevabım yoktu.
Ben de bilinmezlikteydim ve bu bilinmezlik beni de boğuyordu.Kim yapardı bunu, neden yapardı, bizi nereden tanıyordu? O kişi kimdi? Neden beni kaçırmaya, Göktuğ’u öldürmeye kalkmıştı? Niyeti neydi? Selin birden durdu ve öfkeyle yanıma gelip suratıma bir tokat attı.
Ben gözlerimi kapatmıştım ve sinirlenmiştim. Karşımdaki kişi benim kardeşimdi ama neden beni tokatlamıştı? Yanlış ne yapmıştım? Ona döndüm yavaşça ve sesimdeki sinire hakim olmaya çalışarak “Ne yaptığını sanıyorsun?” dedim.Gözleri dolu dolu olmuştu.
Hem tokatlayıp hem de ağlayacak mıydı? Gözlerindeki öfke deryası yok olmuş ve bulutlanmıştı.
Bana baktı ve “Neden bana demedin? Ben yanına gelirdim! Neden bu yükü tek taşımak istedin? Bana anlatsaydın ben senin kardeşinim! Benim bir tanecik kardeşim tehlikedeyken ben bambaşka şeyleri kafaya takıyorum. Bilmeden… sen nasıl bana söylemezsin?” dedi.
Sonra da ağlamaya başladı. Gözlerim dolu bir şekilde onu izliyordum. Haklıydı. Gözlerimi kapattım ve gözyaşlarım akmaya başladı.
Ona sarıldım ve “Üzgünüm Selin. Senin üzülmeni de istemedim ama daha fazla tutamadım. O adam kimdi bilmiyorum ama bize daha fazla zarar verebilir. Tehlikedeyim. Benimle kardeş olsan da artık benimle sadece mesajlaşmalısın. Bir şey olursa… Sana zarar verilmemeli. Beni anlıyor musun?” dedim.
Sesim titriyor ve her kelimemde üzüntüm artıyordu.Benimle sadece arkadaş olmalıydı bundan sonra. Kardeş gibi olamazdık. Bu onun içindi.
Eğer bir gün Göktuğ ile başımıza bir şey gelirse onu da tehlikeye atamazdım.Benimle artık sadece evde görüşmeliydi.
O adam ne istiyor bilmiyordum. Kimdi bilinmiyordu. Annemle babamın olduğu zamanda eve gelmeliydi.Artık çok sık gezemezdik.
O adam bizi takip edecek ya da ettirecekti. Her an bize bir şey yapmak isteyebilirdi. Selin ile birlikte olmamalıydı.
Ya Göktuğ ile ya da tek… Göktuğ’u da korumalıydım. Polise babam haber vermişti ama ne olacağı şüpheliydi. Bildiğim şey adam ölmüş ama ölmemişti.
Selin ben böyle düşünürken “Olmaz Gizem! Yapamam, senin yanında olmalıyım! Sen tehlikedeyken nasıl huzurla durabilirim! Ben sana yardımcı olmak istiyorum. Yanında olmak ve sana yardım etmek istiyorum.” Deyince kafamı onaylamazca salladım.
Selin burnunu çekti ve beni bildiği için “ O zaman sana ne zaman mesaj atarsam bana yanıt vereceksin bir saat içinde. Anlaştık mı?” dedi üzgün bir sesle.
Gözlerimle onayladım ve ona dönüp “Bence Selim ile konuş. Çok pişman aşkın!” dedim konuyu değişerek.
Suratı aniden şok olmuş bir hal alınca göz kırptım.Bildiğimi anlamıştı. Verdiği tepkiden anlamıştım. Doğruydu tahminim.
O sırada kafamı yukarı kaldırınca Selim’ i gördüm ve elimi yumruk yapıp başparmağımı kaldırdım.Anlamıştı, gülümsedi. Ben de sırıtarak okula girdim.
Okula girerken aklıma yine Göktuğ gelmişti.Göktuğ ve onun güzel gülümseyişi… Onun soğuk ama bir tek bana sıcak bakan kahverengileri… Onun sevgi dolu kalbi… Her şeyiyle onu çok özlemiştim.
Ben… Sanırım onu gerçekten çok özlemiştim. Ben onu seviyordum.Platonik olsa da olmasa da ben onu seviyordum. Karşılık alamayacağımı bilsem de ben onu seviyordum. Seviyordum.
Özlemiştim ve o an aklıma geldiğinde sürekli olarak ağlamak istiyordum. Gözlerim dolduğu için kafamı yere eğdim ve koridorun ortasında durdum öylece.
Kalbimde bir boşluk vardı. Her şey burada bana bomboş geliyordu. İçimdeki bu hislere hakim olmak istesem de yapamıyordum.
Canım yanıyor ve gözlerimden o görüntü gitmiyordu. Ellerimde olan kanı, o adamın onu bıçaklayıncaki acısı…Tam bunları düşündüğüm sırada birisi omzuma çarpıp gitmişti. Ben ne olduğunu anlamadan kafamı kaldırınca Mert’i görmüştüm.
Mert bana sırıtıp öylece giderken çoktan arkadaş toplamıştı çevresine. Çevresindeki çocuklar da bana bakıp giderken öfkem artmıştı. Hayır, Mert ile bir geçmişimiz olabilirdi ama bu çocukların niyeti neydi?
Cinlerim tepeme çıkınca öfkeden bir tanesine “Ne bakıyorsun lan? Ayı mı oynuyor!?” dedim.Çocuk tek kaşını havaya kaldırıp yanıma doğru geldi. Ben de kaşımı kaldırıp ona baktım.
Çocuk esmer ve siyah saçlıydı. Gözlerini birisine benzetsem de hatırlayamıyordum. Siması tanıdıktı.Simsiyah saçları dalgalıydı ve esmer tenine uyumlu koyu kahverengi çekik gözleri vardı.
Bu siması çok tanıdıktı ama nereden?Çocuk bana yaklaştı ve “Hatırlamadın beni değil mi Gizem? Bence B12 eksikliğin var. Hatırla!” dedi ve arkasını dönüp gitti. Kimdi bu çocuk ve neden bana böyle demişti? Ne demek istemişti?
Hatırlayamıyordum.Onu boş vermiş bir şekilde yine aklımda Göktuğ ile sınıfa gitmek isterken birden dışarıdan bir kız çığlığı duyuldu.
Ben kapıya doğru giderken kızın Selin olmaması için dua ediyordum. Kapıdan çıkınca ne kadar şanssız olduğuma bir kez daha inanmıştım. Mert her zaman Selin yoluyla bana zorbalık yapmak istemişti. Bu sefer olmayacaktı.Bu sefer karşısında farklı bir insan vardı.
Mert’i yenecektim bu sefer! Selin’e yapacağı şeyi tahmin ediyordum az çok. Ama maalesef! Ben buna izin vermeyecektim.Mert’e “Ne yapacaksın Mert? Yine mi beni Selin ile tehdit edeceksin?” deyince Mert kahkaha attı.
Bir şey demeden Selin’in kolunu tuttu ve sıkmaya başladı. Selin can acısıyla Mert’e vurmaya başlayınca sinirle atıldım ama durduruldum.Az önce benimle konuşan çocuk benim kolumdan tutmuştu.
Suratı ifadesizdi. Sinirle kolumu çekip yürümek isteyince “Şimdi olmaz. Canını yakacak amacı o!” demişti fısıltıyla. Ben ona aldırmadan kolumu çekmeye kalkınca daha da sıkı tuttu beni.
Mert gülerek beni ve Selin’i izlerken çocuk “Dur şimdi. Az sonra bitecek!” dedi. Gerçekten de Mert benim tepkisiz kaldığımı ve Selin’in de artık tepkisiz kaldığını görünce istediğini alamamış ve sinirlenmişti.
Selin’i de sertçe bırakmış ve sonra da sırıtarak “Selin sana yazık cidden.” Demişti. Selin kafasını kaldırmış ve sadece bana odaklanmıştı.
Birden Mert yanımda benimle konuşan çocuğa “Umut şunu ver!” deyince Umut cebinde tuttuğu hediye paketini getirdi.Mert birden hediye paketini bana getirdi ve asla tahmin edemeyeceğim bir şeyi yaptı. Kolyeyi boynuma taktı ve bir yere bakarak “Artık sevgiliyiz. Buna mecbursun yoksa Selin ve Selim için hatta Göktuğ için kötü şeyler olur Ufaklık!” dedi ve ben şoktayken boynuma kolyeyi taktı.
Beni yine tehdit etmişti ve ben hiçbir şey yapamamıştım. Selin, Selim, Göktuğ ile beni tehdit etmişti. Ama neden? Bu sefer ne istediği için bunu yapmıştı? Amacı neydi? Boynumdaki kelebekli kolyeye baktım.
Göktuğ için, kardeşim için reddedemezdim.Ne yapabileceğini bile bilmeden onu reddedemezdim. Aklındaki oyunu öğrenmeliydim, niyetini bilmeliydim. Ben ne diyeceğimi bile bilemez vaziyetteyken Selin bana korkuyla bakıyordu.
Göktuğ’un yokluğunda okul karışmıştı. Umut denen çocuğa döndüm. Sadece bize bakıyordu. Ama bir şeyler hissediyordum bu çocuğa karşı. Şüphe, şüphe, şüphe… Bu çocuk bana yardım edecek biriydi. Bunu anlamıştım.
KIZ KARŞISINDAKİ GENCİN TEKLİFİNİ KALBİ PARAMPARÇA KABUL ETMİŞTİ. KADERİN CİLVESİ KENDİSİNİ İŞTE BUNDAN SONRA GÖSTERECEKTİ. TABİİ KİMSE BUNU BİLEMEZDİ. BU BÜYÜK AŞK YA ÖLECEK YA DA ZORLUKLA YAŞAYACAKTI. ADAM İSE BİLİYORDU HER ŞEYİ. ÇÜNKÜ GENCİN PLANINI BİLİYORDU. İÇERİSİNDEKİ UMUT İLE HER ŞEYİ ÖĞRENECEKTİ. ACABA BU BÜYÜK AŞK DAHA NELER GÖRECEK VE NELER YAŞAYACAKTI? ADAMIN SEVGİSİ HER ŞEYİ KURTARACAK MIYDI? EVİNDE OTURAN ADAMA TELEFON GELMİŞTİ. ADAM HER ŞEYİ ÖĞRENMİŞTİ VE PLANIYLA O GENCİ MAHVEDECEKTİ, GENÇ HAKKINDA BİR ŞEY BİLMEDEN…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |