
GÖKTUĞ’DAN… ERTESİ GÜN…
Gizem şu anda karşımdaydı. Bordo bir badi giyinmişti. Altında beyaz İspanyol paça pantolon ve beyaz bir ceket ile çok şıktı. Yine çok güzeldi. Her zamanki gibiydi. Güzel ve şık… Ben yatağımda o da karşımdaki koltukta.
Hep olduğu gibi beni incelemek istiyor ama yapamıyordu. Çünkü ben de onu izliyordum.
Ben onu izlerken bana bakmazdı ve utanırdı. Yanakları hafifçe kızarırdı ve bu görüntü hiçbir zaman değişmemişti.
Gülümsedim ve “Nasılsın Gizem? Çok korktuğunu söyledi annemler!” deyince Gizem bakışlarını bana çevirdi. Bana o güzel badem gözleriyle bakmış ve gözlerindeki hüzünle “Biraz korktum evet. Ama iyisin sonuçta, sıkıntı yok.” Dedi.
Bana soğuk davranıyordu. Daha doğrusu deniyordu. Boynundaki kolye yeniydi. Kelebek şeklindeydi ve taşlıydı. Pembe taşlarla süslenmiş bu kolyeyi beğenmiştim. “Yeni kolye almışsın. Sen kolye takmazdın hiç. Önemli birinden olmalı.” Deyince elini hızlıca kolyeye götürdü ve gözlerine bir öfke bulutu çöktü.
Kolyeyi tuttu ve çekip kırdı. Onu sadece izlemiştim. Okulda neler olduğunu biliyordum. Mert ve yaptıklarını bana anlatan kuşlar çoktu. Önce Ahmet Bey ve şimdi de Mert… Nedense bunlar bana bağlantılı olabilecek şeyler gibi geliyordu. Nedenini bilemediğim şekilde içimde böyle bir his vardı.
Mert’in Gizem’e yaptığı her şeyi de öğrenmiştim. Bu yüzden sadece Mert’ten bir hamle bekliyordum.
Onu yapacağı hamlede boğacaktım. Kazdığı kuyuya düşecekti. Selin’in üstünden ve benim üstümden Gizem’i dize getirmek istemesini ona ödetecektim.
Onu bir kasırga bekliyordu ama o bunu bilmeden halen daha kibirle ilerliyordu. Gizem’e yaptıklarından sonra bu yaptığı şey planım için yeterliydi.
“Bu kolyeyi birisi vermedi. Zaten değeri de yok. Unutmuşum çıkarmayı.” Dedi bana düşüncelerdeyken. Tekrar gülümsedim ve “İsterse versin Gizem. Beni ilgilendirmez. Sadece güzelmiş.” Dedim. Bu sefer Gizem’ in yüzünde bir üzüntü belirdi. İçimde bir kızgınlık vardı kolyeden dolayı ona karşı.
Ben onun zayıflığı olamazdım. Ama öyleydim. Ona kızgındım. Kolyeyi unuttuğunu söylemesini ve yalan söylemesini kaldırmak istemiyordum.
O çocuğun yaptığı şeyleri bana anlatmak varken sevgili olma olayını kabullenmişti. Bu beni sinir ediyordu. Kıskandığımdan değil! Dediğim gibi bana yalan söylemesi, bana durumu anlatmaması beni sinir ediyordu.
“Neden bu kadar suskunsun? Ne düşünüyorsun Göktuğ?” dedi bana. Adım onun ağzından o kadar güzel çıkarken beni mest etmişti. Tüm kızgınlığım geçmişti. Ama yine de içimde değişik bir duygu vardı. Sebepsiz bir duyguydu ve beni her şeyi bilmeme rağmen sinirlendiren bir duyguydu.
“Göktuğ neden konuşmuyorsun benimle? Küstün mü bana? Yoksa söz olayı mı?” deyince ona döndüm ve “Bir şey yok. Söz falan şakaydı o gün. Zaten senin gibi bir kızla nasıl sözlenirim?” dedim.
Dediğim gibi pişman olmuştum. Bunu neden dediğimi sorgularken bakışlarım Gizem’e dönmüştü.
Gözleri dolmuş ve bana üzüntüyle pişmanlıkla bakıyordu. Sonra da “Benim gibi bir kız derken?” diye sordu titreyen sesiyle.
Ben ne diyeceğimi bilemez vaziyette bakarken annem odaya neşeyle girmişti. Bana ve Gizem’e bakmıştı. Gülen yüzü hemen solarken ben sadece sessizce durmuştum.
Gizem ise bana kırgınlıkla bakmıştı ve koşarak odadan çıkmıştı. Annem sorarcasına bana bakarken bir kapı sesi duyulmuş ve annem “Kızım dur! Nereye?” diyerek koşmuştu. Ama gitmişti çoktan.
Yavaşça yerimden kalkmış ve endişeli annem bana kızmadan önce “Anne ben gideyim ve bakayım ona. Merak etme bulacağım onu.” Dedim. Bir elimde onun unutup bıraktığı telefonu ve diğer elimde de fırlattığı kolyesi vardı. Annemin itirazlarını duymadan kapıdan çıktım. Gizem buraya yaya gelmişti ve nereye gideceği hakkında bir şey düşünemiyordum.
GİZEM’DEN…
Dediği şeyle beraber kırılmıştım. Sadece kırgındım. Kalbimi çok kötü kırmış ve paramparça etmişti. Onunla daha fazla muhattap olmak istemezken gözlerim dolu bir şekilde ayağa kalktım.
Bana aşağılayıcı, kızgın ve itici bir şekilde söylediği şeyle kalbim tuz buz olmuştu. Ben yanlış hiçbir şey yapmamıştım. Ben sadece onun için Mert’ten korumak istemiştim.
Ben sadece onun iyiliği için uğraşırken, her an aklıma gelince gülümserken onun bana dediği şey çok kırmıştı beni.
Onu ziyarete gelmiştim. Bugün tatil olduğ için sabah gelmiştim onlara. Annesi beni aramış ve bir işi olduğu için çıkmak zorunda olduğunu, yarım saate geleceğini söylemişti. Ben de gelmiştim. Onun için endişelenirken ve onun için yok olurken o bana ne demişti?
Evden çıkmıştım. Kafelerden birine gidecektim ama orada rahatça ağlayamayacağım için fikrimi değiştirdim.
Ben onun dediği hiçbir şeyi hak etmemiştim. Söylediği şeyler ağırdı. Çok değişmişti, yıllar onu çok kötü birisi yapmıştı.
Yanından geçtiğim insanların meraklı bakışları altında yürümeye devam ettim. Ben onu tanıyamıyordum.
Bu dediklerini normalde demezdi. Ne olmuş, ne öğrenmişti bilmiyordum ama şunu biliyordum: Göktuğ eskiden benimle oynayan o minik, iyi kalpli çocuk değildi.
Beni sevmeyen, bana sadece kızacak olan ve beni kırmaktan zevk alan insandı artık. Bana dediği şeylerde hep bakışları aynıydı. Benden nefret eden, beni sevmeyen hatta beni öldürmek isteyen bir insan gibi bakıyordu. Onu sevmek bana eziyet, işkence gibiydi.
Bu düşüncelerde tanıdık kokan sokaktan içeri girdim. Eski evimizin oraya… Eski binamızın önündeydim.
Masmavi boyası olan bu bina benim anılarımın dolu olduğu yerdi. Duvarlarında saklambaç oynadığım binaydı.
Anılar da saklambaç oynardı bizimle. Bazen hatırlamazdık onları. Hayatın koşturmacası içinde unuturduk onları. Biz bu oyunda ebeydik. Anıları bulmaya çalışırdık. Ama çoğunlukla çok iyi saklanan bu anıları bulamazdık ve unuturduk onları.
Fotoğraflarla bazen çıkardı karşımıza, sevdiklerimiz anlatırdı bazen, karşımıza çıkan bir eski tanıdık yüzle hatırlardık bazen de.
Bu oyunda hep saklanan anılar olurdu ve istedikleri zaman bizi ansızın ebelerlerdi. Bu binaya gelme sebebim de anılarımzdı. Anılarımdaki Göktuğ’a sarılmak ve onunla kalbimde oynamaktı.
Binamızın ufak bir bahçesi vardı, ince ve uzun… Hanımelleri bahçenin her tarafını kaplamıştı. Bahçedeki küçük kamelyanın yanındaki çitlere dikmiştik ve şimdi tüm çitlerdeydi neredeyse.
Mis gibi kokardı. Kahverengi minik kamelyamızı biz yapmıştık. Tüm komşular para toplayıp çalışmıştık. Babalarımız özellikle…
Kamelyanın yanında beyaz sarmaşık güller vardı. Kamelyanın üst kısmını çatı şeklinde kaplamıştı.
Beyazlığı o kadar tatlıydı ki! O çiçeklerden parfüm yapardık. Yere dökülen yapraklarını alıp mis gibi kokan minik parfümler yapardık hayalimizde.
Bu çiçek dolu bahçemizde her şey vardı: Böğürtlenler, badem ağacı, vişne ağacı, erik ağacı, incir ağacı, ceviz ağacı, Çin Kavağı… Her yer mis gibi kokardı ve yaz gelince o ağaçlarda her gün meyve yerdik.
Çocukluğuma geri döndüğümde parka döndüm. Parkta iki tane kaydırak vardı. Biz çocukken iki taneydi: Birisi pembe birisi sarı.
Pembe olan dümdüz bir kaydırakken sarı olan kıvrımlıydı. O kaydıraklarda Göktuğ ve ben sürekli kayar ve evcilik oynardık.
Kaydırakların sağ çaprazında tahterevalli vardı. Mordu o da. Bazen oturmak için olan kısımlarına oturmaz ve afacanlık yapardık. Parktaki çocuklarla tahterevallinin oturulmayacak yerlerine otururduk.
Sonra da salıncaklardan birine gittim ve oturdum. Salıncakta sallanmayı hep çok sevmiş biriydim. Arkamdan Göktuğ sallayınca daha da güzel olurdu.
Sonra da karşımda minik kum havuzuna baktım, rüzgar suratıma huzurla çarparken. Göktuğ ben sallanınca orada oturur ve oynardı. Onu izlemek çok hoşuma giderdi.
Ben anıların güzelliğiyle sakinleştiğimde birden salıncak durdu. Birisi arkamdan salıncağı durdurmuştu. Ben tam arkama dönecekken “Kemerinizi bağlayın çünkü Göktuğ Havayolu sizi uçuracaktır!” diyen Göktuğ’un sesiyle şok oldum.
Ben daha ne olduğunu anlayamadan rüzgarın hızla saçlarımı uçurmasıyla çığlık attım. En sevdiğim şekilde yine sallıyordu.
Ben kahkaha atarken birden Göktuğ’un kum havuzunun kaldırımına eskiden olduğu gibi oturduğunu gördüm.
Orada bana bakıyordu, hem de kalbimi hızlandıran bir şekilde. İçimdeki heyecanla gülümsemem solarken birbirimize bakmaya başladık.
Bakışları o kadar güzeldi ki! İçimi ısıtan ve huzurla dolduran bakışı vardı. Kırgınlığımı telafi eden bir bakışla bakıyordu.
Kalbimde yavaş yavaş kırgınlığım telafi edilirken salıncak durmuştu. Salıncaktan indim ve kum havuzuna gittim. Onun tam yanına oturdum. Ellerimden tutunca içimdeki heyecan utanmaya dönmüştü.
Gözlerinin içine bakamazken Göktuğ “Özür dilerim. Çok özür dilerim.” Dedi pişmanlık dolu bir sesle.
İçimdeki utanç daha da büyürken bakışlarımı yere çevirdim. Ben o kadar heyecanlanmıştım ki! Yanaklarım alev almıştı sanırım.
Göktuğ birden yüzüme dokundu ve suratımı gözlerine çevirdi. Soğuk kahverengi deryaları aşk okyanusuna dönmüştü ve beni de oraya hapsetmişti.
Ben orada hapsolmaktan memnundum. Zaman durmuştu o anda. Birbirimize bakarken Göktuğ beni heyecandan yok eden o cümleleri söylemişti: “EĞER BİR GÜN BİR FISILTI DUYULURSA RÜZGARDAN SANA OLAN SEVGİMİ ANLATACAKTIR. EĞER BİR GÜN KALBİMİ VEREBİLİRSEM SANA , AŞKIMI HİSSETTİRİRSEM TÜM YAĞMURLAR YAĞSIN İSTERSİN EMİN OL. ÇÜNKÜ BU AŞK TÜM DÜNYAYI YAKACAKTIR KALBİMDEN DIŞARI ÇIKTIĞI ANDA. İŞTE SENİ ÖYLE SEVİYORUM.” Sonra da beni öpmüştü…
KIZ, ADAMI SEVİYORDU. AYNI ONUN DEDİĞİ GİBİ, EĞER KALBİNDEN AŞKINI ÇIKARIRSA DÜNYA YANARDI. YANACAKTI DA… BU YANGIN NE ZAMAN VE NEREDE BİLİNMESE DE DÜNYA YANACAKTI. ONLARIN DÜNYASI YANACAK VE YOK OLACAKTI. AŞKLARI ÇOK BÜYÜKTÜ ONLARIN. KIZ ADAMA, ADAM KIZA AŞIKTI. KALPLERİ YANIYORDU. HER GÜN DAHA DA ARTAN BU İKİ ATEŞ ŞİMDİ YANGIN OLMAYI BEKLİYORDU. HİÇBİR YAĞMURUN SÖNDÜREMEDİĞİ BİR YANGIN OLACAKTI BU AŞKIN ALEVLERİ. SONUÇTA YOK EDECEKTİ BU ATEŞ ONLARI ÇÜNKÜ ATEŞİN DE FAZLASI ZARARDI. BU AŞK ATEŞİ DE OLSA SONUÇ DEĞİŞMEZDİ…
GÖKTUĞ’DAN…
Gizem’i seviyordum. Onu uzun uğraşlar sonucunda ortak yaşadığımız binanın önünde salıncakta bulmuştum.
Onu kaybetme korkusunu yaşamıştım. Kalbim korkuyla deli gibi atmıştı. Ahmet’ten korumak isterken kendi elimle ona sunduğumu düşünmek beni çıldırtmıştı.
Ben yok olmuştum onu görene kadar. Sevdiğim kişiyi kaybetme korkusunu ikinci defa yaşamıştım. Gözyaşlarım yavaş yavaş kalbime doğru akarken sadece her yere bakıyor ve sesleniyordum.
Masmavi eski binamızı görünce durmuştum. Buraya nasıl geldiği hatırlamıyordum ama ayaklarım beni buraya getirmişti bile. Kalbim onun burada olduğunu söylüyordu bağırarak.
Onu dinleyip şansımı denemek istemiştim. Parka doğru giderken heyecanlıydım. Kalbim hızla çarpıyor ve ellerim korkunun verdiği hisle titriyordu. Ahmet’in kaçırma ihtimaline inanmak istemesem de sanırım inanmalıydım.
İşte ben o korkuyla iyice ilerlemişken birden sallanan Gizem’i görmüş ve derin bir nefes alıp vermiştim.
Salıncakta her zaman ben onu sallardım ve anılar kalbime dolmuştu. Kalbimin ani isteğiyle beynim kontrolü bırakmıştı ve kendimi salıncağın arkasında bulmuştum.
Sonra da onu sallamıştım. Önce biraz korkmuştu, çığlık atmıştı. Ani bir istekle onu izlemeye kum havuzuna gitmiştim.
Sonra da onu izlemiştim. Kalbim onu bulmanın verdiği huzurla hızla atıyordu. O anda bir karar vermiştim.
Bir gün Ahmet bana bir şey yaparsa Gizem bana kırgın olmamalıydı. Artık ona gerçeği söylemeliydim. Gerçek de onu deliler gibi sevdiğimdi.
Ona aşık olduğumdu. Gizem yanıma oturunca verdiğim bu kararla onun o yumuşacık ellerinden tuttum. Onun ellerinden tutmak bana en güzel ödül gibiydi.
Her şeye değecek bir ödüldü Gizem’in elleri. Kalbimin derinliklerindeki pişmanlıktan utanmadım ve ona belli etmek istedim. Çektiğim vicdan azabının tarifi yoktu.
Ben ona aşıkken onu itmeye kalkmak ve bu son yaptığım yanlış beni pişman ediyordu iliklerime kadar. Kalbim onun pişmanlığıyla ölmüştü sanki.
Onu kaybetme korkusu da eklenince daha da ilerlemişti pişmanlığım. Hiç sevmemiştim ondan başkasını ve birden kaybedecektim. Yani öyle sanmıştım. Bu yüzden özür dilemek istiyordum. Ama öyle normal bir istek değildi. Beni yakıp kavuran bir istekti.
Ben de bu yakıcı isteği ona hem açılarak hem de hatamın telafisi olan sözcüklerle ifade etmek istemiştim. O, utançla bakışlarını benden kaçırırken çekinmeden bana bakmasını sağladım.
Ben onun gözlerini gözlerimde sonsuza kadar hapsetmek istiyordum. Gözlerinden fışkıran aşkı son zerresine kadar –sonsuza kadar- görmek istiyordum.
Ve bu bakışma sırasında onun o tatlılığıyla içimden geçenleri direkt söyledim. “EĞER BİR GÜN BİR FISILTI DUYULURSA RÜZGARDAN SANA OLAN SEVGİMİ ANLATACAKTIR. EĞER BİR GÜN KALBİMİ VEREBİLİRSEM SANA, AŞKIMI HİSSETTİRİRSEM TÜM YAĞMURLAR YAĞSIN İSTERSİN EMİN OL. ÇÜNKÜ BU AŞK TÜM DÜNYAYI YAKACAKTIR KALBİMDEN DIŞARI ÇIKTIĞI ANDA. İŞTE SENİ ÖYLE SEVİYORUM.” Deyince gözlerinde bana karşılık verdiğini anlamıştım bile.
Bu beni dünyanın en mutlu insanı yaparken birden dayanamadım ve içimdeki fırtınayı dindiremedim. SONUÇTA DA ONU ÖPTÜM…
ADAMIN YANGINI KIZIN YANGINI KARIŞMIŞTI BİRBİRİNE. ADAM KIZI ÖPMÜŞTÜ AMA BU ÖPÜCÜK SADECE ÖPÜCÜK OLARAK KALMAYACAKTI. ÇÜNKÜ HER AŞKTA BİR KÖTÜ KARAKTER OLURDU, OLMALIYDI. KÖTÜ YOKSA İYİNİN DE KIYMETİ OLAMAZDI ÇÜNKÜ. BU HİKAYEDE DE BİR KÖTÜ OLACAKTI, OLMUŞTU. O KÖTÜ DE PARKIN DIŞINDA ONLARI İZLİYORDU. BU AŞK MİLADINI BU KÖTÜYLE BERABER BAŞLATMIŞTI, ACABA SONUNDA NELER OLACAKTI? MERAK EDİLEN SORU ŞUYDU: BU HİKAYEDE KAZANAN AŞK MI YOKSA BU AŞKA KIYMAK İSTEYENLER Mİ OLACAKTI? BU AŞK KARA SEVDA MI OLACAKTI YOKSA MUTLU SON(SUZ) MU OLACAKTI?
GİZEM’DEN… 2 SAAT SONRA…
Şaşkınlığım hala devam ediyordu. Bıraktığı buse ve etkisinden çıkamıyordum. Evde yemek masasındaydık. Yemeğimi sadece karıştırıyordum.
İçimdeki heyecan bir türlü geçmiyordu. Ne olduğunu sürekli düşünüyordum ve istemsizce gülümsüyordum.
Kalbimi saran bu ateş, bu heyecan ve onun beni sevdiğini öğrenmek bana her şeyi unutturuyordu. Gerçekten içim içime sığmıyordu hala. İki saat sanki hiç geçmemiş gibiydi.
Beni öptükten sonra “ Ne dersin, şansım var mı?” demişti muzip bir ifadeyle.
Bunu derken bana dünyanın en güzel gülümsemesini göndermişti. Ben onun gülüşünde hapisken birden “Neden şansın olmasın ki?” demiştim.
İçimden sadece tek bir şey geçiyordu. Göktuğ’u yıllarca nasıl özlediğim… Onsuz olduğum ve beni yok eden yılların içimde biriktirdiği özlem… Öyle bir özlemdi ki içimdeki kelimeler, cümleler kifayetsiz kalırdı anlatmaya.
Yıllarca hiç unutmamıştım onu. Hep onu tekrar görmeyi dilemiştim. Şimdi dualarımın kabul olduğunu gösteren bu eşsiz buse ile onu neden sevdiğimi, anılarımızın neden eşsizleştiğini anlamıştım.
Gidişi ile beni yok etmişti ama şimdi tekrar bana dünyanın en güzel hediyesini vermişti. Onu gerçekten her zaman farklı sevmiştim ve şimdi bu adını bilmediğim sevginin ne olduğunu anlamıştım: AŞK. Tüm duyguların en güzeli, en özeli olan o duygu… Her duygunun biraz karışımıydı gerçek aşk. Yıllar geçse de değişmeyen ve hatta her gün artan o duygu olan gerçek bir aşktı bizimkisi.
Söylediğim cümle ve benim sonrasında olan utangaçlığımla gülmüştü. Ben daha da utanırken Göktuğ “Hadi kalk Utangaç Prenses! Beraber eve gidiyoruz.” Demişti.
Ben dediği şeyle kafamı kaldırıp güldüm ona. Göktuğ birden bakışlarını bana odaklayınca gülümsemem soldu. Ona sorgularcasına bakarak “Ne oldu, gitmiyor muyuz?” deyince irkildi.
Ardından da “Kusura bakma daldım birden. Sevgilimin gülüşüne daldım.” Dedi. Bilmem kaçıncı kez utanırken Göktuğ ayağa kalkmış ve her şeyin başladığı bu yerde tekrar elini bana uzatmıştı.
Gözlerimde anılarımız canlanırken Göktuğ’un elini tutmuştum ve sonra da ona “Hatırladın mı bu sahneyi?” demiştim. Benim ani sorumla beraber gülmüş ve “Hayır çünkü hiç unutmadım.” Deyince ona sarılmış ve yürümeye başlamıştık.
Birbirimizden hoşlanmaya başladığımız zaman yine bu parktaydık. Sevgili olduk ve yine bu parktayız. O anı hatırlayınca ikimiz de birbirimize baktık ve yürürken el ele tutuştuk.
11 YIL ÖNCE…
Geldiğimiz bu yeni binaya iki hafta olmuştu taşınalı. Hiç evden çıkmamıştım. Biraz korkuyordum. Neyden korktuğumu bile bilmeden korkuyordum ve çekiniyordum. Asla insanlarla tanışmada ve kaynaşmada iyi olamamıştım. Korku ve çekingenlik beni ele geçiriyordu.
Apartmana taşındığımızdan beri her gün bir komşu yemek getiriyor ve dayayıp döşediğimiz evde biz rahatça karnımızı doyuruyorduk. Gelen komşularla annem ve babam tanışıyor, kapıda biraz sohbet ediyor ve az çok apartmanla ilgili bilgi sahibi de oluyorduk. Komşularımız çok iyi insanlara benziyordu yalan yok!
Bugünse canım evde o kadar sıkılıyordu ki! Hiçbir şey yapmıyordum iki haftadır. Annem bana dışarı çıkmamı söylese de çekindiğim için çıkmak istemiyordum.
Annem veya babam da benimle gelmeliydi. Yoksa cesaret edemiyordum tanışmaya. Yatağımın üstünde oturmuş parka bakıyordum. Şimdi burada bir tane arkadaşım olsa ne güzel parka gider ve onunla oynardım.
Ama tek başımaydım işte! yataktan aşağıya ayağımı sallarken elimdeki kahverengi köpek şeklindeki kuklaya ”Ne dersin Toprak, çıkalım mı dışarı? Ben korkuyorum ama sıkıldım iki haftadır da evde oturmaktan. Kimseye faydam da yok burada!” dedim.
Kuklamın konuştuğuna ve bana fikir verdiğine inandığım için ondan yanıt beklemeye başladım. Bana cevap vermeliydi ama konuşmuyordu bu kukla!
Elimle sallayarak “Toprak küstün mü? Toprak hadi konuş benimle!” dedim. Birden Toprak’ın “Artık dışarı çıkmalısın. Hem sorulara cevap verilmezse bu olumlu bir cevap demektir.” dediğini duyunca gülümsedim.
Korkmuştum benimle küstü diye! O sırada babam içeri girmiş ve “Toprak da cevap verdiğine göre artık tek başına dışarı çıkmalısın. Canım kızım artık kocaman oldu ama burada arkadaş edinemiyor. Kızım küçüldü mü ne?” deyince ona baktım ve öfkelendim. “Ben küçük değilim! Kocamanım hala. Bak, gidiyorum şimdi.” Dedim.
Sonra da hızla evden çıktım. Toprak da elimde evden çıkarken çok öfkeliydim. Hızlıca merdivenden aşağıya indim.
Apartman kapısından da öfkeli bir halde çıkarken parkta tüm öfkem kaybolmuştu. Öfkenin yerini korku ve çekingenlik almıştı.
Ayağım bir ileri iki geri giderken ağlamak üzereydim. Üç tane erkek çocuk vardı parkta. Onlarla tanışmam gerekiyordu. Başıma gelecekleri bilmeden babama olan inadım ve içimde başlayan çekingenlik duygusuyla çocukların yanına gittim.
Parkta top oynuyorlardı, en iyi olduğum oyunlardan biriydi yani. Sevinç de içimdeki o duygulardan birisi olmuşken çocukların yanına gittim.
Bir tanesi bembeyaz tenli ve simsiyah saçlıydı. Saçlarının karası ve gözlerinin renkli oluşu birbirine çok zıttı.
Korkuyla ve çekingen bir sesle bu siyah eşofman giyinen çocuğun yanına gidip “Ben de oynayabilir miyim?” dedim. Çocuk benden uzundu ve büyük ihtimalle yaşça büyüktü de.
Bana küçümseyici bir bakış atıp “Çekil git işine! Erkekler topla oynar, sen erkek misin Minik?” dedi ve ardından beni itti. O sırada çocuklardan kaleci olanı topu atınca top ayağıma geldi.
Çocuğa sinirlendiğim topu atmamaya kararlıydım. Kızgınlıkla bana doğru adım atan çocuğa “Topu istiyorsan ben de oynayacağım!” dedim. İçimde çekingenlikten eser kalmamıştı. Öfkeliydim şimdi.
Çocuk benden topu almaya çalışınca ona çalım attım ve kaleye fırlattım topu. Az önce bana izin vermeyen çocuk sinirle “Bana bak Minik, ben oynamanı istemiyorsam zorlama şansını!” deyince kafamı kaldırdım ve ben de bağırdım. “Ben Minik değil Gizem!” diye bağırınca kaleci ve yandaki bir tane daha esmer çocuk geldi.
Benim karşımda durdular. Korkuyordum ama inatçı bir insan olduğum için geri adım atmamıştım. Üç çocuktan kaleci olanı zayıfça biriydi.
Hatta sıskaydı. Uzun boylu siyah saçlı ve en uzun olanlarıydı. Hafif kambur duruyordu. Üstünde beyaz bir tişört ve siyah bir şort vardı. Dizleri hep yara olmuştu. Sık sık düşüyordu galiba.
Diğer esmer çocuk simsiyah gözleri vardı. Şişmandı bu çocuk da. İçlerinde en kısa boylu ve en şişman olanı oydu. Ondan daha fazla korkuyordum.
o sırada en uzun boylu kambur olanı “Ne oldu Gizem? Susup kaldın, korktun mu?” dedi sonra da güldü. Böyle deyince sinirlendim ve onu ittim sertçe.
O sırada kolumdan tutan en kısa boylu olan çocuk beni sertçe itti. Ben kolumun acısıyla onu ısırınca, topu en başında vermeyen çocuk tuttu beni.
Ben kolumun daha da acımasıyla bağırınca çocuk güldü ve “Gizem misin nesin, seni daha da hırpalamamı istemiyorsan defol! Küçüksün diye bırakıyorum!” dedi ve sertçe fırlattı beni.
Ben dengemi sağlayamadım ve yere düştüm. Geriye doğru düştüğüm için kollarımın üstüne doğru düşmüştüm ve bileklerim, dirseklerim çok ağrıyordu.
Ben gözlerim yaşla dolduğu halde ne bağıracak ne yalvaracak biriydim. Can acıma rağmen ayağa kalktığım ve yine kafa tutacağım sırada birden arkamdan bir ses “Çekilin onun yanından!” dedi. Arkama bakınca onun soğuk kahverengileri benim kahverengilerimle buluştu.
Ben gözlerim yaşlı bir şekilde ona bakarken bana gülümsedi. “Göktuğ senin arkadaşın mıydı? Bilmiyorduk biz, kusura bakma!” dedi en kısa boylu olanı. Sonra da tek tek özür dileyip gittiler.
Onlar gittiğinde kollarımı tutarak ağlamaya başladım. Bileğim ve kollarım çok acıyordu. Korkmuştum hem de çok korkmuştum.
Göktuğ denen çocuk bana bakmış ve umursamayan bir sesle “Yeni taşındınız değil mi? Bizim apartmandasınız ve bizim üst komşumuzsunuz.
Bir daha tanımadığın kişilerle inatlaşma.” Dedi. Sanki büyümüş de küçülmüş biriydi.
Kahverengi gözleri beni tuhaf duyguların girdabına sürüklerken bakışlarını benden çekti.
Birden kendimi boşluğa düşmüş gibi hissetmiştim. Bu his neydi bilmiyordum ama o gözlerin bana bakmasını istemiştim birden. O istekle acımı unutmuştum ve sakinleşmiştim.
“Tanışalım mı? Ben Gizem.” Demiştim tam gideceği sırada. Durmuştu arkası bana dönükken. Ben ona hayran bir şekilde bakarken “Ben de Göktuğ. Adın çok güzelmiş.” Dedi sıradan bir sesle.
Ama bu da beni hayran bırakmıştı. Ben benimle daha da konuşsun isterken onun gitmesiyle koşmaya başladım. Çok merak etmiştim çocuğu. O sırada ayağım taşa takılmıştı ve yere düştüm. Ben yerde dizlerime bakarken kanamasını fark edince ağlamaya başladım.
Hem dizlerime bakıyor hem ağlıyordum. O sırada önümde duran bir çift ayak gelince kafamı kaldırdım. Göktuğ karşımda duruyordu.
Elini uzatmıştı ve ben ona bakarken “Ne bekliyorsun? Tut elimi.” Dedi. Burnumu çekerek elini tuttum ve kalktım.
Beraber yavaş yavaş gittik apartman merdivenlerine. Orada oturduk. Göktuğ “İyi misin Gizem? Dizlerin çok kanıyor. Anneni çağırayım mı?” deyince kafamı salladım ve iç çekerek “İyiyim, teşekkürler.” Dedim ve elimi uzatarak “Arkadaş olalım.” Dedim.
İşte her şey o zaman başlamıştı. Onu bilemem ama ben… Kalbim o zaman onu ilk gördüğüm zaman değişmişti. Sonra da gün geçtikçe daha da artmıştı hislerim.
GÜNÜMÜZ…
Evin önünde beni bırakmıştı. Hiç konuşmamıştık. Ama kalpler ve bakışlar sohbet ediyordu, ikimiz de bunu biliyor ve onları susturmamıştık.
Bu düşüncelerdeyken bahçe kapısında havlayan Kar’a bakmıştı ve onun başını okşamıştı. Sonra da gitmişti. Ben onu giderken izleyip eve girmiştim. Evde de sofra kurulmuştu ve annemle babam oturmuştu. Ben de geçtim ve yemeğe başladım.
Ben en başından her şeyi düşünürken yemeği yemiştim. Sonra da bir şey demeden odama geçmiştim. Yatağa uzanıp ellerimle değişik hareketler yapmaya başladım.
İçim içime sığmıyordu. Telefonu açtım ve Göktuğ’a mesaj atmak için Whatsapp’a girdim. Ona ne yazacağımı düşünüyordum. Bir şey yazıp siliyordum. Ne yazılırdı ki? Nasıl yazılırdı? Yazarsam hemen cevap verir miydi? Yazmasa mıydım yoksa yazsa mıydım?
Artık sevgili olmuştuk ama ben ne yapmalıydım? Nasıl veya ne yazacağımı bilmiyordum. Selin’den yardım almak istesem de ona en başından nasıl anlatacağımı bilmiyordum.
Doğrusu azıcık da utanıyordum. Bir de sanırım hala olayın etkisinden çıkamamıştım. En iyisi onu yarın eve çağırıp anlatmaktı.
Hem annem ve babam da bir yere gidecekti. Büyük ihtimalle de akşam geleceklerdi. Bu fikri aklıma not ederken uygulamadan çıktım.
O sırada Whatsapp’tan bir bildirim gelmişti. Bildirimi görünce içimdeki tüm sevinç hüzne dönmüştü. Mert yazmıştı. Hem telefonumu bulmuş hem de yazmıştı. Mesaja dokundum.
Yazdığı şey ile birlikte öfkelenmiştim. Ben hiçbir zaman onu sevmezken ve onu kabul etmezken o zorla kendini kabul ettiriyordu.
“Merhaba Ufaklık! Pardon sevgilim! Göktuğ’un casusunu bulman için onunla yakın olacaksın. Unutma Selin’e senin yüzünden olabilir.
Yazmıştı bana. Açıkça beni tehdit ediyordu. Ama aklındaki planı öğrenmiştim. Bu kadar çabuk planını öğrenmem iyi bir şeydi. Ama dahası lazımdı. Bu yüzden Mert’in suyuna gitmem gerekliydi. O sırada bir bildirim daha gelmişti.
Whatsapp’ı açınca gördüğüm profil fotoğrafıyla yine şaşırmıştım. Bu sefer de Umut denen o çocuk da bana mesaj atmıştı. Kaşlarımı çatmış telefona bakarken tekrar düşünmeye başlamıştım. Bu çocuk kimdi? Nereden çıkmıştı? Neden onu hatırlamamı istiyordu ve casus denen kişi o muydu?
Merhaba Gizem. Halen beni hatırlamadın değil mi? Onur’un en yakın arkadaşlarından biri. Seni yangında hastaneye götüren ve uyanınca da giden gizemli kişiyi hiç merak etmedin mi mesela? Ya da araştırmak mı istemedin? Sanırım yeterince ipucu verdim sana. Evet, ben o gizli kişi. Sana bir kez daha yardım edeceğim. Seni Mert’ten koruyacak ve Mert’in aradığı kişi benim. Aldığım haberleri ulaştıran kişi daha doğrusu…
Okuduğum mesajla şaşkına dönerken defalarca kez başa sarıp okudum mesajı. Benim hastanede uyanmamı bekleyen birisi vardı iki yıl önceki yangında.
Ama kim olduğunu bilmediğim birisi… Yangından kurtulduğumuzda bayılmıştım. Birisinin benimle hastanede ailem gelene kadar ve hatta uyanıncaya kadar beni bekleyen bir çocuktan bahsedilmişti. Ama ben uyandığımda o kişinin gittiğini de söylemişlerdi.
Tek bildiğim o hastanede çalışan birisinin oğlu olmasıydı. O çalışanın da ismini bir türlü öğrenememiştim. O çocuk Umut muydu yani? Ama şimdi neden bana tekrar yardım ediyordu. O hala daha çevrimiçi iken aklımdakileri yazmaya başlamıştım:
GÖNDEREN GİZEM: NASIL YANİ SEN O KİŞİ MİSİN GERÇEKTEN? PEKİ NEDEN SENİN YERİNE BEN CEZALANDIRILDIM? MADEM ADAMDIN NEDEN ÇIKMADIN ORTAYA?!
İçimde oluşan kızgınlık ve anıların acısıyla ekrana bakıyordum sadece. Nasıl olur da ben bunları yaşarken ortaya çıkmazdı? Neden bunu yapmıştı? Peki sonra neden hastaneye gelmişti? Vicdan mı rahatlatmıştı orada? O yangında çok daha kötü şeyler olabilirdi! Nasıl casus olduğunu saklardı!? Neden? Birden gelen mesajla irkildim ve okumaya başladım:
UMUT: ÇIKMAK İSTEDİM ORTAYA. HATTA SEN UYANDIĞINDA GİTME SEBEBİMDİ SENİN HALİN. AMA YAPAMADIM. NEDENİNİ ÖĞRENMEK İSTİYORSAN YARIN SABAH BİR KAFEDE BULUŞALIM. ÇÜNKÜ ÖĞRENECEĞİN ŞEYLER TELEFONLA YAZILACAK ŞEYLER DEĞİL.
Yazdığı şeylerle kaşlarımı çattım ve ne olabileceğini daha da merak ettim.
Anlaşılan gerçekleri öğrenmek daha doğru olacaktı. Bu yüzden en iyisi gitmekti. Buluşmak istediği yeri mesajla atmıştı. Burası çok uzak değildi eve. Rahatça gidebilirdim.
Onaylayan bir emoji atınca sohbeti bitirdik. Rehbere onu kaydettikten sonra düşünmeye başladım. Ne olabilirdi ki bu kadar uzun? Nedeni dediği ve yazamayacağı kadar uzun ve önemli olan şey neydi?
Göktuğ’a mesaj çekmek istesem de yapmamayı tercih etmiştim. Sebebi belliydi aslında. Saçma sapan bir şeyse eğer kızabilirdi. Ya da çocuk bu amaçla başka bir şey derse… Ya da Mert de orada olursa sıkıntı çıkardı. Şimdilik kimse o ve beni bilmemeliydi.
Nasılsa yarın ne olduğu ortaya çıkacaktı. Beklemekte ve görmekte bir sıkıntı yoktu bence.
KIZ VE ADAM ARTIK AŞKLARINI BİLİYORDU. BİRBİRLERİNİ DELİCESİNE SEVİYORLARDI. YILLARIN BİTİREMEDİĞİ BU AŞK HERKESİ YAKABİLİRDİ. KENDİ KALPLERİ CAYIR CAYIR YANARKEN NASIL BAŞKALARI YANMAZDI Kİ! BU YANGININ DIŞARI ÇIKMASINA DAHA VARDI AMA BELLİ DE OLMAZDI. BU İKİ MASUM KALP KIRILINCA EŞSİZ BİR AŞKI TAŞIYAMAYACAKTI VE O AŞKIN YANGINLARI HER TARAFI YOK EDECEKTİ. BU AŞK ALEVLERİ ZARARLIYDI VE ZARARLI OLAN ŞEYİ SEVİYORDU BU KALPLER. İŞTE BU YÜZDEN BU AŞK ‘KIRIK’ OLACAKTI, KIRILMIŞ AŞKIN ALEVLERİ SEVENLERİ AYIRACAKTI VE YAKACAKTI ONLARA ACIMADAN. KİM BİLİR BELKİ DE SADECE ONLARI DEĞİL DÜNYAYI DA KÜL EDENE KADAR ACIMASIZCA YAKARDI...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |