7. Bölüm

7.BÖLÜM

aybala günal
aybalagunal

Sabah gözümü açtığımda yüzüme yapıştırdığım şeyi elime aldım. Sersemlikle onu kendimden uzaklaştırınca telefonumu gördüm. Yatakta oturur pozisyona gelince dün geceyi düşündüm.

Umut ile mesajlaşmış ve biraz dizi izlemiştim. Sonra da biraz müzik dinlemiştim. Ama galiba müziğin yarısında uyuyakalmıştım. Yaklaşık on saattir uyuyordum ve halen uyumak istiyordum ama yapamazdım.

Bugün Umut’un yanına gitmeliydim. Evden hiç ses gelmiyordu. Saatime baktım ve saatin öğlen olduğunu gördüm. Hemen yataktan fırladım ve mutfağa koştum.

Hazırlanmalıydım! Geç kalmaktan, bekletmekten, bekletilmekten, geç kalınmasından nefret ederdim. Şimdi ise ben aynı şeyi yapıyordum.

Hızla kahvaltıdaki demlikten çay döktüm bardağa. Biraz peynir aldım. Ayakta biraz zeytin ve peyniri ekmekle beraber ağzıma attım. Panikle bardağa koyduğum çayımdan bir yudum içince çayın sıcağı ile “Of, yandım ya! Anneciğim!” dedim. Elimi ağzımın önünde sallarken dilimi de dışarı çıkarmıştım. Birkaç lokma daha alıp çayımla odama gittim.

Canım güzel ama rahat bir şeyler giyinmek istiyordu. Bu yüzden beyaz renkli crop ve altına da beyaz pantolon aldım. Beyaz pantolonumun dikiş yerlerinde ‘POWERFULL’ yazıyordu. Siyah ve büyük yazıyla yazılmıştı. Cropta ise hiçbir şey yoktu. Sadece kolu kısaydı. Kısa kolları ve darlığı gayet ferah hissettiriyordu.

Onun dışında bir tane de tabii ki gömlek aldım üstüne. Gömleğim croptan biraz uzundu. Yarım ceket olarak kullanabileceğim bir gömlekti. Bu yüzden güneşli havada bunu tercih etmiştim.

Ayağıma da beyaz spor ayakkabımı giyinecektim büyük ihtimalle. Sırada ufak dokunuşlar vardı! Biraz rimel, biraz da ruj sürdüm. Tatlı bir koku da sıktım.

Kiraz çiçeği kokusu olan bir parfümü aldım ve nabız bölgelerime sıktım. Boynuma sıktım ve bileklerime… Bugün öğleden sonra Göktuğ’a gitmeyi düşünüyordum. Ama daha karar verememiştim.

Bu karasızlıkla kulağıma hafif bir küpe takmak istedim. Zultanit taşlı bir takımım vardı. Onun zarif bilekliği ve güzel küpesini taktım. Kalp şeklinde olan bu taşlı gümüş taşlı takım çok güzel dururdu hep. Bu taşın ilgi çeken yanı renk değişimiydi. Sarı ve beyaz ışıkta renk değişiyordu. Benimki yeşil ve mor oluyordu.

Takı kısmı da bittiği için koşarak masayı topladım ve Umut’un mesajı var mı diye baktım. Bir bildirim vardı ve gönderen kişiyle göz devirdim.

Mert göndermişti. Onun mesajına bakmadım bile. Salak salak davranıyordu! Kendi işlerini hep benim üstümden görüyordu. Nefretlikti bu insanlar benim için. Her zaman kızardım onlara. Mert de bu kişilerdendi ve ben maalesef böyle birisinin yüzünden kolumda bir izle yaşamak zorundaydım.

Onun yaptığı yanlışta suç bulunmamıştı ama ben kolumdan olacaktım neredeyse. Aklıma gelen şeylerle birlikte gözlerim yine doldu. Kafamı yukarı kaldırıp gözlerimden yaşların akmasını engelledim. Sonra da evden çıktım.

Beyaz spor ayakkabımı giyindim ve anahtarla kapıyı kilitledim.

Hemen bahçeye çıkınca Kar’a baktım. Koşarak yanıma geldi. Benim üstüme doğru kalkınca gülerek “Dur, dur! Ha ha! Kar seni çok seviyorum bir tanem!” dedim.

Ben onu okşarken bana baktı sadece. Sonra da arkasını dönüp havlamaya başladı. Ne olduğuna baktım ama kimse yoktu orada. Ben ne olduğunu anlamaya çalışınca onun baktığı yere bakınca yabancı bir araba içinde bizi izleyen bir adamla içime hafif bir korku düştü. Adam bizi görünce bizim yanımıza geldi ve önümüzde durdu. Sonra da camını açtı.

Simsiyah saçları ve karışmaya başlamış yüzü birbirine zıttı. Adamın suratında bir iz vardı. Bu iz ona korkunç hava verirken adam bize “Merhaba, acaba buralarda Çiçek Butik Otel var mı?” dedi. Sesi çok kalındı ve biraz pürüzlüydü.

Bana hatırlattığı olayla korkuyla titremeye başladım. Adamın sorduğu yer karşı caddedeydi. Beyaz binası olan tatlı bir oteldi. Ama daha önce hiç o oteli soran olmamıştı.

Bu adamın bizi izlemesi beni şüphelendiriyordu. Korku bütün damarlarımı ele geçirirken “Karşı caddede beyaz bina.” Dedim.

Adamın sesi o gün Göktuğ’u öldürmek isteyen adamla çok benziyordu. Adam bana biraz daha bakıp gitti. Kar beni anlamış olacak ki hemen ayaklarıma sürtünüp dikkatimi dağıtmak istedi ama korkuyordum işte.

Onu biraz daha okşayıp Umut ile buluşacağımız kafeye doğru yola çıktım. Kalbimdeki şüphe her adımımla daha da büyüyordu sanki. O adam beni kaçırmak isteyen adamın sesiyle benziyordu. İkide bir arkama bakarak kafeye vardım. Daha Umut gelmemişti.

Ben bir masaya oturdum. Bugün bu kafenin boş olması beni biraz daha ürkütürken telefonuma gelen bildirimle korkuyla irkildim.

BİLİNMEYEN NUMARA: KÜÇÜK KIZ BAŞINA GELECEKLERİ BİLMEDEN OTURUYORDU GRİ RENGİN ORTASINDA. GRİ, SİYAH- BEYAZ KARIŞIMI RENKTİ. AMA KIZ BUNU ÖĞRENEMEMİŞTİ VE İÇİNDE BEYAZ BULUNAN GRİYE İNANMIŞTI. UNUTMUŞTU GRİNİN YARISININ SİYAH İLE OLDUĞUNU…

KIZ İÇİNDEKİ ŞÜPHELERİN HAKLILIĞIYLA HIZLA KALKTI YERİNDEN. AMA ARTIK ÇOK GEÇTİ. NEDEN GEÇTİ BİLİYOR MUSUNUZ? ÇÜNKÜ ARKASINDAKİ ÇOCUK ONUN EN BÜYÜK DÜŞMANIYDI. GRİ RENKLİ OLAN ÇOCUK ASLINDA SİMSİYAHTI. HEM İÇİ HEM DIŞI SİMSİYAHTI. KIZ, ARKASINI DÖNÜNCE GÖRDÜĞÜ YÜZLE KORKUYLA GERİ GİTTİ. SİYAH KALPLİ BU ÇOCUK İSE ONA GÜLÜMSEDİ. İŞTE İHANET BÖYLEYDİ. YAVAŞ YAVAŞ GRİLEŞİRDİ. KALBİNE KAZIĞI YAVAŞ YAVAŞ VE KİMSEYE FARK ETTİRMEDEN BATIRIRDI. İNSAN ONUN GRİ OLDUĞUNU UNUTURDU. BEYAZI GÖRÜRDÜ AMA ASLINDA SİYAH DA ORADAYDI.

“Umut ne yapıyorsun?” dedim üstüme doğru gelince. Bana baktı ve beni süzdü küçümsercesine. Ne olduğunu anlamıyordum. Telefonumdaki mesaj ve üstüne Umut’un gelmesi…

Ne demekti bunlar? Gri renk ile simgelenenler ve Umut ne alakaydı? Bu numara kimindi? Ne oluyordu? Neden Umut gri renkliydi? Ya da Umut bana ne yapacaktı?

Ben bu düşüncelerle baştan aşağıya Umut’u süzdüm. Baştan aşağıya siyahtı. Siyah deri ceket, siyah bir badi, siyah pantolon ve siyah ayakkabı…

Yani oradaki renklerdendi. İhaneti simgeleyen siyah renk, beyaz renk olarak karşı karşıya duruyorduk. Umut simsiyah ve ben bembeyaz…

Otel soran o adam aklıma gelince Umut’a baktım. Lanet olsun bu bir tuzaktı! Umut bu işin neresindeydi bilmiyordum ama o da vardı bu işte!

Bakışlarımı Umut’un gözlerine çevirdim ve ona “Sen… Sensin!” deyince Umut güldü ve “Doğru tahmin güzellik! Benim o numara. Senin babanın ve Göktuğ’un babasının yaptıkları bir bedele tabii olmalı. Bu bedel de sizsiniz.” Dedi.

Gözleriyle arkamdaki birine işaret edince hemen arkama döndüm. Otel soran adam karşımdaydı! Ben olanları idrak edemezken adam bana baktı ve “Merak etme Küçük Kız! Sana hiçbir şey yapmayacağız!” dedi.

Sonra da benim boşluğumdan faydalanıp sert bir tokat attı. Ben tokatla birlikte arkaya doğru dengesizce düşecekken Umut arkadan tuttu ve mendil bastırdı. Ben ona vurup tekem atmaya çalışırken aklıma karnı geldi. Karnına dirseğimi geçirince acıyla iki büklüm oldu ve ben de kaçmak için arkamı döndüm.

Arkamdan birisi gelip kollarımdan geriye doğru çekince arkama doğru kafa attım. Adam beni bırakırken hemen koştum ve kafeden çıktım.

Ben koşmaya devam ederken telefonumdan rastgele birisini aradım. Açan kişinin kim olduğunu bilmeden “İmdat, yardım edin!” deyince karşıdaki ses “Gizem sevgilim…” deyince pişman oldum.

İkide bir arkama bakarken aradığım kişinin Mert olması beni delirtmişti. Hemen suratına kapatıp polisin numarasını tuşladım. Bu arada yorulmuş ve derin nefesler alarak durmuştum. İşte tam o anda önümde sabahki araba durunca bu sefer çığlık attım.

Geri geri koşunca yere düştüm ve kafamı vurdum. Ben telefondaki sesi duyamazken birinin beni kucağına almasıyla “Göktuğ.” Dedim ve ardından gözlerimin önü karardı…

MERT’TEN…

“Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen sonra tekrar deneyiniz.” Sesiyle onu tekrar aradım. Ama tekrar aynı şey deyince sinirle telefondan Göktuğ’u aradım.

Gizem beni aramıştı ve telefonu aniden kapanmıştı. Ne olduğunu bilmiyordum ama ses telaşlıydı. Sonra da düşme sesi ve iki kişinin sesi gelmişti.

Birisi çok tanıdık bir sesti hem de. Nereden tanıdık geldiğini bilmiyordum ama bir araba sesi gelmişti. İki erkekti arabadakiler.

Duyduğum cümle “Kız ve Göktuğ bize lazım. Unutma Göktuğ ve Gizem bizim için çok önemli.” Dedi. Sonra da telefon kapandı.

Ben telefondan polise haber vermek istiyordum.

Ama önce Göktuğ’u aramam gerekiyordu. Bunu yapan kişi onu tanıyor olmalıydı. Göktuğ’un tanıdığı ve Gizem ile konuşan birisi olmalıydı. Ama Gizem bu kişiyi tanımıyordu. Nasıl oluyor da birisi tanıyıp birisi tanımazdı ki?

Bu düşüncelerle birlikte Göktuğ’un telefonu meşgul çalınca bir daha aradım. Ama hep meşgul olunca biraz beklemenin daha iyi olacağını düşünerek evden apar topar çıktım. Göktuğ’un evine gitmeliydim.

Onu çok iyi tanıyordum aslında. O benim bir zamanlar en iyi arkadaşımdı ama sonra düşman olmuştuk.

Selim, Göktuğ ve ben bir zamanlar en iyi üçlüydük. Ama sonra bana yaptığı şeyden sonra onun düşmanı olmuştum. Arkadaşlığımızı yok edecek şeyi ilk o başlatmıştı.

Sevdiğim bir kız vardı: Aysun. Liseye ilk başladığım zaman aynı okuldaydık üçümüz de. Selim, Göktuğ ve ben aynı sınıftaydık. Aysun’u gerçekten çok seviyordum ama o Göktuğ’un teklifini kabul etmişti.

Göktuğ benim o kızdan hoşlandığımı biliyordu ama o kızı kendiyle sevgili yapmak istemişti. Sınıfta benim gözüme bakarak Aysun’a çıkma teklifi etmişti.

İlk kavgamız ve ilk düşmanlığımız o olaydı. Birbirimize her zaman çok değer vermiştik ama onun yaptığı bana çok ağır gelmişti.

O zamanlar Gizem denen bir kızı aradığını söylemişti. Gizem ile çocukken arkadaşlardı ve onun ailesinin bizim okula yakın mahalleye taşındığını duyduğunu söylemişti. O kızı hep arıyordu. O kızı seviyordu ama benden sevdiğimi almıştı. Aysun ile sonra ayrılmışlardı ama bana neden sevgili olduklarını söylememişti.

Sevmediğini biliyordum, o Gizem’e aşıktı. Bunu kendisi de demişti ama Aysun’u benden almıştı. Buna çok sinirlenmiş ve kavga etmiştik.

Disiplin kararıyla gittiğim okulda o kızla aynı sınıfta olduğumuz zaman Göktuğ’dan intikam alma isteğim yeniden doğmuştu. O kız yani Gizem… Araştırmış ve bu kızın Göktuğ’un halen sevdiği Gizem olduğunu öğrenmişti. Bunu öğrendiğimde ise ben Göktuğ’un zayıf noktasından vurmayı düşünmüştüm. Uygulamıştım da.

Ona çıkma teklifi etmemin ve onu iki yıl önce bir yere kapatma sebebim de aynıydı.

Aslında onu korumak da istemiştim ama Azra her şeyi mahvetmiş, yangın çıkmasına sebep olmuştu. Azra’yı oraya sadece Göktuğ’a mesaj göndersin diye göndermiştim. Ama o casus bahanesiyle o günkü hırsını Onur’dan, Mehmet’ten ve Gizem’den çıkarmıştı. Aslında Gizem’e kötü bir şey yapmayacaktım ama Azra her şeyi bozmuştu…

2 YIL ÖNCE…

Banu ile kızlar hızla sınıfa girmişti. Gizem’den bahsediyorlardı yine. Her zamanki gibi yine Gizem’i hırpalamak için uğraşacaktı.

Gizem iyi ve çekingen bir kızdı ama Banu ve arkadaşları sıkıntılı bir takım insanlardı. Gizem onlara karşı koyamazdı. Banu “Bana bak kızım! Gizem denen o kıza sinir oluyorum. Yarın arama olabilir. Buraya çağır!” dedi.

Sonra da içlerinden bir kız “Bizim de sana sürprizimiz vardı. Gizem de bunun anahtarı olacak.” Dedi kahkaha atarak. Bu doğum günü pastası da o mu olacaktı yoksa? Kafam eğik onları dinlerken planı öğrenmiştim.

Planları Gizem’in videosunu çekmekti. Buna engel olmalıydım. Bu yüzden onlara “Kızlar kulak misafiri oldum şimdi. Kusura bakmayın ama Gizem bugün benim planlarımın anahtarı olacak.” Deyince Banu bana baktı.

Biraz kızmıştı ama bana bir şey diyemezdi çünkü beni seviyordu. Bu arada dışarı çıkmıştık sınıftan. Gizem geliyordu. Bana ve Banu’ya baktı. Yüzündeki korku büyüyordu. Bu beni sevindirmiyordu ama intikam böyle olacaktı.

Göktuğ’un bir casusu vardı içimizde. Gizem olamazdı, nedense Onur ve Mehmet beni şüphelendiriyordu. Birisi casustu. Hangisi olduğunu bilmediğim için Gizem ile onu avlayacaktım.

Casusu avladıktan sonra onu kovacaktım. Ama Azra ve ailesinin gelmesiyle mecburen gitmiştim onun yanına. Azra, Gizem’i kapattığım yere gelince onu bayıltmıştı. Gerizekalı kız, Gizem’e vurmuştu. Onunla kavga ederken babam aramıştı.

Bir anlaşma vardı ve onu benim imzalamamı istiyordu.Onu orada bırakmıştım ve aile yemeğindeki anlaşmaya katılmıştım. Onu öldürmek falan gibi niyetim yoktu.

Hem Mehmet hem Onur casustu. Bunu biliyordum. Sadece Göktuğ’dan intikam alacaktım. O da sevdiği kızı ondan alarak olacaktı. Ama olamamıştı.

Telefon gelmişti Azra’dan. Kahkaha atarak “ Yemekte olan bu yakışıklıya güzel haber! Depoyu yaktık ve içeride yanacaklar!” deyince şok olmuştum.

Korkmuştum onlara bir şey olacak diye.

Gizem’i her zaman koruyordum. Banu’dan, Merve’den ve bütün okuldan… Evet ona kötü davranıyordum.

Ama arkadaşlarım vardı orada. Biraz yumuşak davrandığım zaman çok çirkin dedikodular çıkmıştı. Gizem benden korkarken ben bunu sadece casus Göktuğ’a ispiyonlasın diye yapıyordum.

Her şeyi görüp gelsin benimle hesaplaşmaya. Ama olmuyordu.

Böyle bir şeyin çıkmasıyla ailece sofradan kalkmış ve itfaiyeyi, ambulansı aramıştık.

Azra’nın akli dengesinin yerinde olmadığını düşünerek polisi de aramıştım. Biz oraya gidene kadar Umut denen bir arkadaşım bizi aramıştı. Olayın olduğu yerdeydi.

Biz ailece ona ne olduğunu sorarken hepsinin çıktığını ama bayıldığını söylemişti. Özellikle Gizem ile birlikte gitmesini söylemiştim. Gizem’e ne olduğunu bilmeliydim.

Polisler Azra’yı yakalayamamış ama bu işi yapan Banu’yu yakalamıştı. Anlaşılan Azra’nın bunu yapmasını o istemişti. Depoya gittiğimizde ise her yer yanmıştı.

Ben Umut’un konum gönderdiği yere gidince Umut bana Gizem’in kolunda yanık olduğunu, geldiğinde baygın olduğunu söylemişti. Gizem uyanana kadar Umut’a orada kalmasını söylemiştim ama ben de hastanenin içinde sürekli dolanmış durmuştum.

Başka ne yapabilirdim, bilmiyordum. Ailesi oradaydı ve ben ne diyeceğimi bilmiyordum. Kaç defa özür dilemek istemiştim ama olmamıştı.

Ufak bir intikam için neler yapmıştım o kıza! Ne diyecektim acaba? ‘Kızınızı bilmeden yaktım’ mı diyecektim?!

Kendimden nefret ediyordum. Nasıl böyle bir şey yapmıştım? Anlık zaafım olan öfkem nasıl gözümü bu kadar karartırdı? Ne yapacaktım şimdi? Gizem nasıldı acaba? Ne yapmam gerekirdi bu durumda? Özür nasıl dilenirdi? Ne deyip özür dilemeliydim?

GÜNÜMÜZ…

Göktuğ ile konuşmam gerekiyordu. Ama ona ulaşamıyordum. Telefonu yarım saattir meşgul çalıyordu.

Büyük ihtimalle bilerek yapıyordu. Benimle konuşmak istemiyordu. Aklıma onun en çok gittiği yer gelmişti. Oradayken telefonlarını asla açmazdı hep meşgule atardı.

Gizem’e ne olduğunu bilmiyordum ama polise haber verecektik. Bir de biz arayacak ve düşünecektik. Onu kim neden kaçırmıştı?

Yürürken birden ayağımın altında sert bir şey hissedince ayağımın altına baktım. Bu bir telefondu. Herhalde birisi kaybetmişti.

Telefonu yan taraftaki kafeye bırakmak için gittiğimde kafenin önündeki bahçe kapısının kilitli olmasıyla yürümeye devam ettim.

Bu kafe Umut’un arkadaşının kafesiydi. Ama normalde bugünlerde çok iyi işlediği için her saat açık olduğunu söylemişti. Ama şimdi kafe açık bile değildi.

Biraz tuhaf gelmişti. Her gün işleyen kafe asla bu saatte kapatılmazdı. Umut, arkadaşının annesi öldüğünde bile burayı kapatmadığını söylemişti.

Birisi annesinin öldüğü gün bile kapatmayıp neden şimdi kapatırdı ki? Neden acaba? Neydi bu kadar acil olan şey?

Ailesinden, annesinden daha önemli olan şey… Sevmesem de telefonu açtım ve kimin olduğunu bulabilme umuduyla açtığım telefonun kime ait olduğunu görünce şok oldum.

Telefondaki duvar kağıdı Gizem’e aitti. Ormanlık bir yerde çekilmişti fotoğrafı. Yanında da küçüklük fotoğrafı vardı. Yanında bir tane çocukla beraberdi. Çocuk da Göktuğ idi.

İnsanın içini ısıtan bir fotoğraftı. İki tane küçük çocuk gülümsüyordu. İkisi birbirinin boynuna kollarını dolamıştı. Bu sahne o kadar tatlı ve güzeldi ki…

Gizem çocukken de çok tatlı bir gülümsemeye sahipmiş, bu belliydi. Fotoğraflarda Gizem ve Göktuğ’un adları yazılmıştı.

O sırada telefona bir arama geldi. Aramada ‘KADERİN CİLVESİ’ yazıyordu.

Kim olduğunu merak ederek açınca Göktuğ’un “Gizem nasılsın? Çok özledim seni. Sabahtan beri arıyorum açmıyorsun.” Deyince boğazımı temizledim ve “Ne mi yapıyorum eski dostum? Gizem’in haberini vermek için bir salağı arıyordum ben de! Adı Göktuğ olan bir salak hem de. Ve ne tesadüf sen de aradın hemen!” deyince karşı taraftan bir sessizlik duyuldu.

Yanlış anlamasını istemiyordum ama galiba gecikmiştim. Büyük ihtimalle şaşkındı ve merak ediyordu. Ama benimle de konuşmak istemiyordu. Derin derin nefesler aldı ve sonra da verdi. Ardından “Söyle Mert, neden telefon sende? Yine neyin peşindesin?” deyince acıyla gülümsedim.

O görmese de bu gülümsemeyi. Derin derin nefesler aldı ve sonra da verdi. Ardından “Söyle Mert, neden telefon sende? Yine neyin peşindesin?” deyince acıyla gülümsedim.

O görmese de bu gülümsemeye ihtiyacım vardı. Acı dolu bir sesle “Sahil Parkı’na gel ve konuşalım. Bir de polisler de işe karışacak. Çünkü Gizem’in yardıma ihtiyacı olacak. Birisi onu kaçırdı.” Deyince Göktuğ “Ne dediğini biliyorsun değil mi? Doğruyu söyle ne çeviriyorsun? Ne oluyor? Ne yaptın kıza?” dedi.

Bunları söylerken gayet sakin olsa da buraya gelince bir kasırga çıkacaktı biliyordum. Göktuğ kötü olaylarda sakin bir şekilde konuşabilirdi. İfadesiz, sakin ve korkutucu bir şekilde… Ama sonra birden patlardı, hep böyleydi yani. Patladığında hiçbir şeyi görmezdi. Kimse onu durduramazdı. Kasırgaydı Göktuğ. Ne zaman çıkacağı belli olmayan…

“Tamam geliyorum hemen. Amcamı da arıyorum, bize yardım etmeli.” Dedi Göktuğ ben düşüncelerime hapsolmuşken. Sonra da kapattı. Şimdi benim de düşünmem gerekliydi. Kim ve neden? Ne için yapmışlardı? Ne olmuştu? Neden Gizem ve Göktuğ? Kaçıranların derdi neydi?

O sırada aklıma Gizem’in telefonuna bakmak geldi. Telefonu açtığımda bir şifre olmadığını görmek beni şaşırtmıştı.

Bu kız nasıl bu kadar saftı? Telefonuna neden şifre koymayı neden akıl edememişti acaba? Ya biri çalsa ya da gizlice telefonunu açsa?

Ben bu düşüncelerdeyken uygulamalara tek tek girdim. Hiçbir yerde bir ipucu yoktu. En sonunda bir şey bulmuştum. Bu bilinmeyen bir numaradan gelen bir mesajdı.

Bu mesajı hemen Göktuğ’a gönderip telefonu kapattım. Aklımda binlerce tilki gezinirken sadece mesajdaki ipuçlarına odaklanmaya başlamıştım. Anahtar kelimeler gri, siyah ve beyazdı.

Gri siyah ve beyazın karışımıydı. Mesaj da bunu vurguluyordu. Acaba renkleri düşünerek bir isme varabilir miydim? Siyah ve beyaz renkleri ne için kullanmış olabilirdi? Mesaja göre iyi ve kötü anlamı çıkıyordu.

Beyazı görüp siyahı unutmaktan kastı da sürekli iyi görünen biri aslında kötü olabilirdi.

Bu mesaj 12.15 gibi gönderilmişti. Telefonu açtım ve baktım. Gizem beni 12.30 gibi aramıştı. Acaba bildiğimiz biri miydi? Tanımadığımız biri bu mesajı neden atsın ki?

Bu mesajı Gizem ve Göktuğ ile bir derdi olan veyahut da onlara kinli birisi olmalıydı. Mesaja göre böyleydi. Gri renk ihaneti temsil ediyordu. İhanet ve ikiyüzlülük…

İhanet dost bildiğimiz insanlardan geldiğine göre... Tanıdıktı. Bu kişi çok tanıdıktı.

Birden aklıma gelen isimle hemen Gizem’in telefonunu açtım. Orada bir isim vardı ve bu isimle olan mesajlaşmasına bakmamıştım.

Hem tanıdık hem de gri renkli olabilecek birisi… Whatsapp’ta Umut ve Gizem’in mesajlaşmalarına girince puzzle tamamlanmıştı.

Mesajlarda Umut Gizem’e bir şeyler anlatacağını ve konum attığı kafeye gelmesi gerektiğini söylüyordu. Kafe de arkadaşına aitti. Bugün kafe kapalıydı. Gizem kaçırılmıştı.

Mesajlarda Gizem o kafeye gitmeliydi.

Şimdi olmuştu! Parçalar tamamlanınca bütün oluşturulmuştu. Ama iş daha da sarpa sarıyordu. Çünkü Göktuğ şimdi geliyordu.

Telefondaki konuşmalar onu da kaçıracağını söylüyordu. Yani belki de… Adımlarımı hızlandırdım ve Sahil Parkı’na koşmaya başladım. Eğer tahminim doğruysa bugün kaçırılacaktı. Daha doğrusu Gizem ile beraber kaçırılacaktı. Koşarken içimden tek bir şey geçiyordu: LÜTFEN GÖKTUĞ DA KAÇIRILMASIN.

GÖKTUĞ’DAN…

Sahil Parkı’na doğru yaklaşmıştım. Buranın adının böyle olduğuna bakmasın kimse çünkü burada sahil falan yok. Sadece sahile yakın.

Yaklaşık beş yüz metre falan yakın olduğu için buraya bu isim verilmiş. Bu parkın en kötü özelliği tüm mahallenin, çevredeki yakın tüm okulların kavgası burada yapılır.

Çeteler burada toplanır ve plan yapar, aileler burada yemek yer. Ama genel özellik kavgaların burada olmasıdır.

Yemyeşil çimenler ve bir çocuk parkı… Renklerin verdiği huzur ve ağaçların güzel çiçekleri… Buranın en güzel süsü olan çocukların eşsiz sesleri, gülüşleri…

Buraya gelme sebebimse Mert’in yaptığı eşek şakası. Mert hep böyle olmuştu. Sevmediği insanlara eşek şakası yapardı bu tarz. Saçma ve çocukça şeylerdi yani. Ona inanmıyordum. Hiç inandırıcı değildi. Parkta oturup beklerken birden telefona bir mesaj gelmişti. Whatsapp’tan Mert göndermişti.

Bir ekran görüntüsü vardı.

MERT: BU GİZEM VE UMUT’UN YAZIŞMALARI. SANIRIM ONU UMUT KAÇIRDI.

Alınan ekran görüntüsüne bakıp mesajlaşmaları okudum. Umut ona bir şeylerden bahsetmek için kafeye çağırmıştı. Neyden bahsedecekti ki? Bir de Gizem neden bana bir şey dememişti? Gerçekten Mert doğru mu söylüyordu?

Bu benim içimde dayanılmaz bir acı oluşturmuştu. Eğer Mert doğru söylüyorsa… Bu doğruysa Gizem’in yardıma ihtiyacı vardı. Bana ihtiyacı vardı!

İçimdeki kaygı, öfke ve endişe tohumları filizlenmeye başlamıştı bile. Bu tohumlar büyüdükçe beni daha da acıya sürüklüyordu.

Umut… Umut neden böyle bir yapmıştı? Gizem şimdi neredeydi? Ne yapıyordu? Canı yanıyor muydu? Umut ona ne yapıyordu? Ya da destek aldığı adamlar kimdi? Neden Gizem?

Çıldıracak gibiydim. Delirmek üzereydim. Ben onu koruyamamıştım! Yıllar sonra bulduğum sevdiğim kişiyi, aşık olduğu kişiyi kaybetmiştim! Neredeydi, ne yapıyordu, ne haldeydi? Hiçbir şekilde bilmiyordum! Ona ulaşacak bir şey yoktu.

Kalbim delicesine bana acı verirken ben sadece kendime hakim olup mantıklı düşünmeye çalışıyordum. Bir kasırga kopacaktı ama şimdi olmazdı. Gizem ve benim ailem beraber tura katılmıştı. Yarın akşama kadar vaktim vardı. Ama onlara da haber vermem gerekiyordu.

Haber vermem mi daha iyi olurdu? Amcamı arayıp söylesem ve beraber arasak mı? Amcam polisti ve bana yardım edebilirdi. Ama nasıl söylemem gerektiğini bilmiyordum.

Ne olacaktı?

Bir bilinmezliğin içinde yok oluyordum. Kaybolmuştum. Hiçbir şeyin anlamı kalmamış gibiydi. Nefes bile alamıyor gibiydim. Boğuluyordum. Ona bir şey olacak düşüncesi benim içimi kemiriyordu. Beni yok ediyordu.

Ölüyordum yavaş yavaş. Ya ona bir şey olursa? Ya o… Ya o ölürse… Bu düşünceler benim nefes almamı engelliyordu. Ben onun saç teline zarar gelmesin diye kendimi feda edebilecekken kim bilir şu anda ne haldeydi? Ona kim, nasıl zarar vermişti? Onun canını nasıl yakmak istiyordu? Birden telefonuma gelen bildirim sesiyle telefonu açtım.

Mesajda yazanlar şöyleydi:

BİLİNMEYEN NUMARA: KÜÇÜK KIZ GİBİ OĞLAN DA BİLMİYORDU KİME GÜVENMESİ GEREKTİĞİNİ. DÜŞMANINA GÜVENECEK KADAR SAFTI. KÜÇÜK BİR ARADAN SONRA KÖTÜLER TEKRAR GELİRDİ, İNTİKAM HER İYİYİ KÖTÜ YAPARDI AMA BUNU BİLMİYORDU ESAS OĞLAN. SENCE KARŞINDAKİ ÇOCUK ARKADAŞ MI? BELKİ GRİ RENKLİ BİRİYDİ. HER ŞEYİNİ KAYBETMİŞ VE BU YÜZDEN HİÇBİR ŞEYDEN KORKMAYAN BİR GRİ…

O anda anlamıştım neden Umut’un Gizem’i kaçırdığını. Çünkü o yıllardır öldü sanılan Ahmet’in oğluydu. Umut Ahmet’in oğluydu. Yıllar önce babamın hayatını ve ailesini yok ettiği o adamın tek ailesi

Kaybedecek bir şeyi olmayan… En çok zarar gören kişi Umut’tu.

Aramızdaki kardeş ilişkisini intikam için kullanan kişi oydu. Sevdiğim kızı tanıyan kişi ve ondan intikam almak için her şeyi kullanan kişiydi.

Gözlerim dolmuştu. Çünkü bu yapılanlar çok ağır gelmişti. Yavaşça arkamı dönünce bana bakıp sırıtan Umut’u görmemle gördüklerimin hayal olmasını istemiştim. Acı vermişti onun düşmanım olması. Bana ihanet etmesi acı vermişti. İhanetin kazığını kalbime yavaş yavaş hissettirmeden sokması dayanılmaz bir acı vermişti.

Ağzımdan tek bir şey dökülmüştü acıyla. “Neden yaptın bunu?” deyince gülüp bana baktı. Sonra da acımdan zevk alan yüzle “Sence Göktuğ? Babamın acısını yaşaman varken neden sana dost olayım ki? Annemin yok olması, babama attığınız kara lekeden olmadı mı? Yavaş yavaş tüm ailemizi dağıtmadınız mı? Sence ben böyle ister miydim? Hayır. Senin ve o kızın ailesi yüzünden oldu bunlar! Ben masumdum lan! Babamın ölüm haberi, annemin intiharı, benim yaşadıklarım neden karşılıksız kalsın? Senin de o kızın da ailesi acı çekecek! Benim çektiğimin yarısı bile etmeyecek ama onlar da acı çekecekler!” dedi. Sonlara doğru sesi yükselmişti.

Ona gülümsedim sadece. Neler yaşamıştı bilmiyordum ama Gizem’in yanında olacağım için izin verecektim.

Bana istediğini yapabilirdi ama Gizem… Ona bir şey yapmamalıydı, Gizem habersizdi her şeyden. Bana doğru geldi ve yumruk attı suratıma. Hiçbir şey yapmayıp öylece duracaktım.

Tekrar vurdu. Her vuruşta biraz daha boğuluyordum ve nefesim yok oluyordu anılarda.

Bu sefer yere düştüm. Tekmelemeye başladı beni. İçindeki intikam ateşi sönmeyecekti tekmeleriyle. Onun içindeki yangın hiç sönmeyecekti. Ben acıma dayanmaya çalışırken yavaşça gözlerim kararmaya başladı. Son olarak duyduğum şey “Bırak lan kardeşimi!” cümlesi oldu…

KÜÇÜK KIZ KORKUYORDU. KARANLIKTI VE KİMSE YOKTU. YARDIM EDİN BİLE DEMEYİ ONA ÇOK GÖRÜYORLARDI. AİLESİNİ,GÖKTUĞ’U ÖZLEMİŞTİ. ÖZLEM KASIP KAVURUYORDU KALBİNİ. NE OLACAĞINI BİLE BİLMEDEN BİR PLANIN İÇİNE DÜŞMÜŞTÜ.

KALBİ ACIYORDU VE PARÇALANIYORDU SANKİ. İÇİNDEKİ KORKU HR SANİYE KALBİNE DAHA FAZLA İŞLİYORDU. ELLERİ BAĞLIYDI, KALBİ BAĞLANMIŞTI BU KARANLIĞA.

BURASI SİMSİYAHTI TIPKI ONU KAÇIRANLARIN KALBİ GİBİ. SONRA KAPI AÇILDI VE ELİNDE ÇAKIYLA BİR ADAM GELDİ. KIZ KORKUDAN TİTRERKEN BİRDEN ÇAKIYI UZATTI VE GELMEYE BAŞLADI. İŞTE ŞİMDİ HER ŞEY BİTMİŞTİ.

KALBİNDE AŞK ATEŞİYLE KORKU ATEŞİ KARIŞMIŞTI. BU İKİ ATEŞ ŞİMDİ KIRIK AŞKIN İLK ALEVLERİ OLMUŞTU.

ÖLECEK MİYDİ BİLİNMEZDİ. AMA GÖZLERİNDE ADAM, KALBİNDE ADAMLA ANILARI, BEYNİNDE KONUŞMALARI… HER ŞEY BURAYA KADARDI.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 19.01.2025 19:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...