
GİZEM’DEN…
Gözlerimi açtığımda nedense bir şey göremeyince kör oldum zannetmiştim. Bir saniyelik korkuyla gözlerimi kırpınca sonradan bir odada karanlıkta kaldığımı fark ettim.
Yavaş yavaş gözlerim karanlığa alışmıştı. Bir masa vardı önümde bir de yukarıda lamba vardı. Ben nerede olduğumu ya da nasıl buraya geldiğimi düşünürken hareket etmek istemiştim. Ama tabii ki istemekle kalmıştım.
Bir sandalyede ellerim ve ayaklarım bağlıydı. Konuşmak isteyince de ağzımın kapalı olduğunu anlamıştım. Bir bant vardı ağzımda.
İçimdeki korku artarken yapabildiğim tek şey gözlerimdeki yaşları serbest bırakmak olmuştu. Aklıma bayılmadan önceki yüz gelmişti. Bayılmadan önce Umut vardı. Beni kaçıran kişi oydu.
Ama neden yapmıştı bunu? Ne istemişti benden? Ne olacaktı bana? Kim bana yardım edecekti ki? Benim yokluğum fark edilmiş miydi? Ailem nasıldı? Biliyorlar mıydı acaba? Peki Göktuğ… O nasıldı? O da kaçırılacak mıydı? Mert bana yardım edecek miydi? Kim beni kurtarabilirdi buradan? Saat kaçtı? Kaç saattir baygındım?
Gözlerimden akan yaşlar yavaş yavaş içimi kemiren korkumu azaltmazken ne zaman ve nasıl kurtulabileceğimi sorguluyordum. Düşünüyordum sadece. Göktuğ’u, annemi, kendimi… Selin duymuş muydu? Kesin ortalığı yıkmıştı duyduysa. Kollarım bağlı, ağzım bantlı sadece düşünmeme izin vardı.
Ne zaman birisi gelecekti bilmiyordum ama korkum her dakika artıyor ve yeni bir kriz geçireceğimi hissediyordum.
Bütün vücudum titriyordu. Zangır zangır titrerken kalbim sıkışıyordu ve ben boğuluyordum sanki. Nefes alamıyordum, nefes aldığımı hissetmiyordum.
Anılar bir taraftan sıkıştırıyor, merak bir taraftan, acı ve korku bir taraftan sıkıştırıyordu. Kapana kısılmış bir şekilde umutsuzca çırpınıyordum düşüncelerimde. Ne yapılacaktı bana bilmeden, ölecek miydim bilmeden…
Aklımda bir tek şey vardı: Ne yaparak kurtulurdum? Gözlerimden yaşlar akarken içimden yalvarıyordum. Mert bana yardım edebilecek tek kişiydi. Yanlışlıkla onu aradığım için bir tek o Göktuğ’a haber verebilirdi. Ama önce polise haber vermeliydi. Tabii düşünürse bana yardım etmeyi…
İçimdeki tek ışık oydu. Tek umudum o olmuştu. Umarım bana yardım ederdi.
Ama hiç zannetmiyordum yardım edeceğini çünkü o sadece bana zorbalık yapmayı severdi.
Sevgilisi olmamı bile zorbalık yapmak için istemişti. Bundan nefret etsem de maalesef şu anda ona muhtaçtım. Onun bana yardım etmesi beni kurtarmasına ihtiyacım vardı. Korkum hiç azalmıyordu hatta aksine artıyordu her saniye.
Tam o sırada bir kapı açılma sesi geldi ve ışıklar açıldı. Gözlerimi alışana kadar kıstım ve kafamı eğdim. Daha sonra kafamı kaldırıp gelene baktım.
Bir odadaydım ve odanın içinde sadece beyaz bir masa ve bağlandığım sandalye vardı. Bir otel odası gibiydi. Küçük bir odaydı. Sinirlerimi bozan bir beyazlık vardı duvarlarda. Sanki tımarhane odasındaydım. Delirtmek istiyorlardı galiba beni.
Karşımdaki adama döndü tekrar bakışlarım. Bir adam duruyordu karşımda. Adamın vücudu iri yapılıydı. Beyaz tenliydi.
Kızıl sakallıydı ve kestane renkli saçları ardı. Korkutucu ela gözleri vardı. Gözlerine bakınca insan korkuyordu ve bakamıyordu kesinlikle. Çok korkuyordum çünkü adamın gözlerine bakınca bir girdapta boğuluyordum. Bu düşüncelerdeyken çoktan bandımı çekip açmıştı. Çok hızlı çektiği için bandı dudaklarımı koparacak sanmıştım.
Adama baktım korkuyla. “Benim ne işim var burada? Kimsiniz?” dedim. Derken sesimin titremesine engel olamamıştım.
Sesimin titremesinden dolayı kendimden nefret ediyordum. Hem de çok nefret ediyordum! Ona korkuyla bakmak zoruma gidiyordu. Ama başka hiçbir çarem yoktu.
“Ne oldu Cesur Kız? Çok mu korktun? Ağlama! Üzülürüm bak!” dedi ve ardından kahkaha attı. Benimle dalga geçiyordu pislik!
Eline ufak bir saç tutamımı aldı ve ben titrerken “Ama ben sana zarar vermeyeceğim merak etme lütfen. Ben sadece biraz intikam tadını çıkaracağım.” Dedi.
Bana öyle bir bakıyordu ki sanki katildi. Sanki yıllardır birilerini öldürmüştü!
Bu fikir beni daha da korkuturken hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. “Bak lütfen, ağlamanı istemiyorum çünkü gözyaşlarını az sonra anlatacağım şeylere ve sevdiğin kişinin çektiği acılara saklamalısın. Gözyaşların çok kıymetli!” dedi.
Bunları söylerken gözlerimin en derinine, en içine bakıyordu. Gözlerinde kocaman bir girdap vardı. Dipsiz ve sonsuz… Beni içine çekip boğuyordu. Yavaşça ellerim titriyordu ve nefesim kayboluyordu.
Burası sanki öleceğim yerdi benim. Sanki bir daha buradan dışarı çıkmayacaktım, çıkamayacaktım. Son defa burada nefes alacak gibiydim.
Son kez ağlıyordum, son kez bu duyguları hisseder gibiydim. Kalbim yanıyordu sonsuz bir ateşte. Sevdiğim kimseyi göremeden ölen bir insan gibi hissediyordum.
Yalnızlık içinde ölecektim sanki. Korkum her an kalbimi daha fazla kemiriyordu. Bu adam kimdi, neydi ve neyden bahsedecekti bilmesem de onda değişik bir şeyler olduğunu hissediyordum. Hislerim doğru muydu? Normal miydi ya da hasta mıydı? Hasta ise bana ne yapmak istiyordu? Nasıl kurtulacaktım?
“Başlayalım mı? Hem de en başından başlayalım. Sen neden buradasın değil mi? Kimin ve neyin cezasını çekiyorsun ve kimiz biz? Neden yıllardır yoktuk da şimdi gelmiştik? Ne oldu geçmişte ve ne intikamıydı bu? Düşünmen için sana zaman da verdik. Düşündün mü? Hayır!” dedi.
Sonunda sesini yükseltince korkmuştum ve yerimden sıçramıştım. Bana güldü ve kafasını salladı. “Korkma, korkma! Her şey Göktuğ’un babasına sekreterlik yapmamla başladı. Yaptığım en büyük hataydı orada çalışmak. Göktuğ’un babası ve senin baban da o şirkette patrondu. Daha yeni girmiştim çalışmaya.
Fakirdik ve bir çocuğum vardı. Bir ekmekle bazen üç gün geçiriyorduk. Sadece bir ekmek lan! Oğlum o kadar sevinmişti ki çalıştığımı duyunca… Bana ne demişti biliyor musun? Önce boynuma sarılmıştı ve sonra da ‘Şimdi doyacak mıyım, iki ekmek alacaksın değil mi?’ demişti bana. Gözlerindeki o parıltıya değerdi. Eşimin mutluluğu ve bana olan o bakışları… O gün her şeye değerdi ama üç ay sonra ne olduysa oldu. Bir casus varmış rakip şirketle. Benden şüphelenmişler.
Bense her şeyden bir haber gerizekalı olarak tüm verilen işleri sorgulamadan yapıyordum. Köle gibi düşün yani. Ne oldu biliyor musun? Casus, babanın bilgisayarından önemli bir belgeyi karşı tarafa göndermişti.
Ama bunu kimse bilmiyordu ve bu yüzden maalesef ben en baş şüpheliydim. Beni mahkemeye verdiler işten kovunca. Sonra da kazandılar tabii ki! Paran varsa sen de varsın bu dünyada! Neyse nerede kaldık? Hah!
Beni kovdular ve mahkemeyi kazandılar. Delil yok şahit yok ama karşı tarafın yalancı şahidi var yalancı delili var. Hakim de karar verdi ki hapis cezası… Sonra ne oldu tahmin et!” dedi. Ben hiçbir şey demeden ama tahmin eden bakışlarla bakınca kafasıyla onayladı. Aile dağılmıştı o günden sonra!
Ben duyduklarımın rüya ya da kabus olduğunu düşünsem de olmuyordu. Benim babam mıydı cidden? Yapamazdı! Onun da çocuğu varken yapamazdı! Ne olursa olsun yapamazdı! Bir aileyi dağıtamazdı! Hayır olamazdı!
Ben duyduklarımın doğru olduğuna inanmak istemezken gözlerimdeki yaşlar tekrar akmaya başlamıştı benden izinsiz. Dudaklarımı ısırmıştım ağlamamak için ama...
Benim babam mıydı cidden? Bilerek mi yok etmişti birinin hayatını? “Benim babam yapmaz! Yapmaz öyle bir şey duydun mu!? Babam değildir. Olamaz, hayır, yalancı! Sen yalancısın!” diye bağırmıştım ona.
Hem ağlıyor hem de bağırıyordum. Çığlık atıyordum, kalbim isyan ediyordu bana. Bağırmamın sebebi kabullenmememdi. İsyanımdı bağırma sebebim.
Olamazdı! O yalan söylüyordu! Karşımdaki adam yalancıydı! Değildi, olamazdı! Ben inanmamak için direnirken yani bir kriz geçirirken beni susturan suratıma atılan, çok sert olmayan ama canımı daha da yakan bir tokat olmuştu. Karşımdaki adam bana ölümcül bakışlarını sabitlemişti ve benim sustuğumdan emin olunca “BUNLAR SENİN ACINASI GERÇEKLERİN. ACINASI AMA BİR O KADAR DA ACIMASIZ…” demişti. Gözlerimden yaşlar süzülürken kalbime saplanan bu sözler beni yıkmıştı, yakmıştı. Sonra da yok etmişti.
Adam ben halen kendimle boğuşurken tekrar konuşmak için boğazını temizledi. “Yarım bıraktığımız hikayeye dönelim. Ben hapse girdim. O dönemde karım hamileydi ve ben hapse girince de minik bebeğimiz erken doğdu.
Çok geçmeden de öldü. Oğlumun her gün umutla beklediği o masum çocuk, karımın her gün hastanede görebildiği biricik meleğimiz öldü.
Karım her şeyi tek başına yüklenmişti. Ben de hapiste yüklendim. Onun acısının çeyreğine destek olamadım. Ne param vardı ne ben onunlaydım.
Kimsesizim biliyor musun? Ailesine sahip çıkamayan bir baba… Soyadını lekeleyen bir baba… Kimsesi olmayan yetim öksüz bir baba…
Neyse! Hapis cezam bitince de rahatlayamadım. Eve geldiğimde karım yoktu. Oğlum uyumuştu ve karım evde değildi. Daha doğrusu evde olmadığını düşünmüştüm.
Ama odamıza girince karımın… Hayatımdaki en günahsız kişinin, biricik karımın yatakta uyuduğunu gördüm. Onun yanına gidince ise ilaçları gördüm.
Uyuyan karım aslında sonsuz uykuya dalmış ve ölmüştü. Yanındaki mektupta sadece tek bir şey vardı: Yorulduğunu yazdığı bir cümle.
Birkaç gün daha kaldık ve kirayı ödeyemediğimiz için çıkarıldık. Sonra da oğlumla sürekli savrulduk bir yerlere. Nihayet bir gün bir adamla karşılaştım. Bu gücümün kaynağı biriyle… Bir mafyayla tanıştım. Sonra da buradayız işte!” dedi bana gülerek.
Sadece dinlemiştim ağlayarak. Benim babamın yüzünden yaşanan onca şeye sadece ağlayabilmiştim. Yaşamamıştım ama babamın çekmediği azabı ben çekmiştim. Her kelimesi her cümlesi gözlerimden yaşlar akıtmıştı. Kalbim yanmıştı adam konuşurken. Benim babam bu kadar kötü müydü gerçekten?
BU DÜNYADA GÖZÜMÜZÜ İLK AÇTIĞIMIZ ANDAN İTİBAREN HEPİMİZİN KAHRAMANI VARDIR. YA ANNEMİZ YA BABAMIZ YA DA BAŞKASIDIR KAHRAMANIMIZ. AMA BAZI ANLAR GELİR Kİ KİMİN
BATMAN KİMİN JOKER OLDUĞUNU ANLAYAMAYIZ. YA DA KİM JOKER GÖRÜNÜP BATMAN OLUR, KİM BATMAN GÖRÜNÜP İÇİNDE BİR JOKERİ SAKLAR? BİLEMEYİZ. KAHRAMANIMIZIN BAZI YAPTIĞI YANLIŞLAR BİZİ HAYRETE DÜŞÜRÜR VE KALBİMİZE BİR OK SAPLAR. ONUN JOKER OLDUĞUNU ANLARIZ AMA ARTIK HER ŞEY İÇİN GEÇ KALINMIŞTIR. KALBİMİZDE ACI, GÖZLERİMİZDE YAŞLAR YAKARIZ TÜM ANILARIMIZI. ONUN BİZE ACIMADIĞI GİBİ BİZ DE ACIMAYIZ ONA VE ANILARA…
İŞTE KIZ DA BÖYLEYDİ. ONUN KAHRAMANI BABASIYDI. AMA ARTIK BİR BABASI YOKTU. ÇÜNKÜ BATMAN SANDIĞI KAHRAMAN BABASI MAALESEF JOKER’Dİ VE BUNU HİÇ BİLEMEMİŞ, ANLAYAMAMIŞTI. SONUÇTAYSA GEÇ KALINMIŞ BİR PİŞMANLIK VARDI. JOKER’İN ÇEKMEDİĞİ AZABIN HEPSİ BU BÜYÜK KALPLİ KIZIN KALBİNE YÜKLENMİŞTİ. O ANDA KIZ YEMİN ETTİ. ARTIK KİMSE KAHRAMAN OLAMAZDI ONUN İÇİN! SAHTE KAHRAMANIN ANILARINI DA SİLECEKTİ KALBİNDEN. SİLMEZSE YİNE AYNI ACIYI YAŞAYACAKTI: BATMAN GÖRÜNÜMLÜ JOKER’İN KALBE SAPLADIĞI KAZIĞIN ACISI…
Hepimizin hayatında güvenin yıkıldığı anlar olmuştur. İşte o anlarda tüm her duygumuz bitmiştir. Ne sempati kalmıştır geriye ne aşk ne sevgi ne de saygı… Ya intikam vardır ya öfke ya üzüntü ya da nefret.
Ben ise bunlardan sadece üzüntüyü hissediyordum iliklerime kadar. Ben babamın cezasını çekecektim, çekiyordum. Babamın çekmediği vicdan azabını çekiyordum kollarım bağlı, tanımadığım bir adamın yanındayken. Babalarımızın yaptıklarını, onlara güvenmemizin cezasını çekiyorduk.
Kendimi bu adamın yerine koyunca üzülmüştüm ve sadece öfkelenmiştim.
Babamın kalbi hiç ağrımamış mıydı yol açtığı sorunları görürken? Hiç haberi yok muydu olanlardan? Yoksa görmezden mi gelmişti? Ya da benim kahramanım korkak mıydı? Hesaplaşmak onu korkutmuş muydu? Bu yüzden çareyi olmamış varsaymakta mı bulmuştu? Benim babam mı bütün bunlara neden olmuştu?
Hiç suçsuz birini, fakir birini yalancı şahitleriyle benim babam mı hapse attırmıştı? Ya da benim kahramanım bana ihanet mi etmişti? Aslına kahraman bile değilken benim öyle düşünmemi mi istemişti gerçekten?
O anda aklıma gelen şeyle eğdiğim kafamı kaldırdım ve karşımda geçmişe dalan bu adama baktım.
Gözlerinde geçmişin acısı, yapamadıkları, koruyamadıkları teker teker canlanıyordu. Ben sadece susmuş ve ağlamışken o gayet sakindi.
Nasıl bu kadar sakin olabilirdi? Neden beni dövmüyor ya da bana zarar vermiyordu? Ne için ellerimi bağlayıp her şeyi anlattıktan sonra benimle sessizliğini ve acısını paylaşmak istiyordu? Neden gözlerindeki öfke vicdana dönmüştü? Sormak istiyor ama korkuyordum. Karşımdaki adam bana çevirdiği sert ama vicdanlı bakışlarla bakıyordu. Üzülüyor muydu?
“Babanın cezasını çekeceğini mi düşünüyorsun Tatlı Kız? Yoksa neden sana bir şey yapmayıp karşında sakince oturduğumu mu? Zorlanmadığımı sanıyorsun değil mi? Bir babayım ben de ve seni kaçırdım. Buraya getirdim. Burada karşında sadece oturdum ve sana sakince geçmişi anlattım. Sen ceza çekmeyeceksin Tatlı Kız. Daha doğrusu cezan şiddet içerikli olmayacak. Ama mecburen yapacağın bir şey olacak. Şimdi seni düşünmeye bırakıyorum. Sorularınla yalnız kalacaksın.” Dedi.
Ardından arkasını dönüp kapıya yürümeye başladı. Tam lambayı kapatacaktı ki “Kapatmayın lambayı! Korkuyorum ben!” dedim.
Kafasını eğdi, bir müddet durdu ve gitti. Bense sadece orada düşünmeye başladım tüm her şeyi. Ne olacaktı benim cezam? Bilmiyordum. Ama fiziksel olmayacaksa ruhen beni yok edecek bir şey yapacaktı. Bu ne olacaktı? Hangi ceza bana uygun görülmüştü?
O sırada kapı tekrar açıldı. İçeri bir adam girdi elinde çakıyla. Çakıyı bana doğru tutuyordu. İri yarı bir vücudu vardı ve siyah takım elbiseliydi.
Gözleri yemyeşildi ama korkutucu bir yeşildi. İfadesizce bana bakıyordu. Esmer bir teni vardı ve kahverengi uzun saçı… Korkuyla yüreğim çırpınırken öleceğimi düşünmüştüm sadece.
Aklımda adamın dediği cezanın bu olduğu vardı. Demek ki yol buraya kadardı. Annem, babam, Göktuğ, Selin… Sevdiğim herkes bir bir gözümün önünden geçiyordu.
Korku tüm vücudumu kavururken adam geldi ve ben sadece gözlerimi kapattım. İçimden sadece “BURAYA KADARMIŞ.” Demiştim. Ama birden ellerimde bir gevşeme hissettim.
Gözlerimi açınca adam bana dönmüştü. Hafif bir utanç ve büyük bir rahatlamayla ellerimi önüme getirdim. Bir kez daha derin nefes aldım ve ayağa kalktım.
Adama baktım ve “ Şey, acaba nereye gideceğiz?” dedim. Adam hiçbir şey demeyince sessiz kaldım.
Adam yavaş yavaş yürümeye başlayınca ben de onu takip ettim. Derin sessizlik içindeyken dışarı çıktık. Kocaman bir yerdeydik. Neresi olduğunu bilmediğim bu yer ormanlık bir alandaydı. Ormanın o temiz havası ve suratımda özgürlüğü hissettiren rüzgar ile kollarımı kaldırdım ve gülümsedim. Özgür değildim ama mutlu olabildiğim her yerde özgürdüm bence.
Kaçırılmış ve bir acı geçmiş öğrenmiştim. Ama şimdi ormandaydım ve tüm duygularımı buradaki ağaçlara aktarabilirdim.
Ben öylece dururken aklımda yine bir kaçma planı belirmişti. Arkamı döndüm ve etrafıma bakındım.
Kocaman bir villanın bahçe kapısının önündeydik. Yol vardı ormanın içlerine giden. Oradan büyük bir yola çıkacaktı büyük ihtimalle.
Ama mesafe koşulabilecek bir mesafe miydi bilmiyordum. Villanın içi dışı adam doluydu. Yanımdaki korumanın beline doğru bakınca adam bana döndü.
Gülerek “Ya şey için bakıyordum. Korumaların silahı olur diye duymuştum. Acaba silah taşıyor musunuz sizler de?” deyince adam elini arkaya attı ve silahı çıkardı.
Ben korkuyla bir adım gerilerken anlamıştım ne dediğini. Bu durum daha dikkatli olmam gerektiğini anlamam için yeterliydi.
Bu korumaların nöbet devir saatlerini de takip etmem gerekirdi. Saati geceyse gayet kolay kaçabilirdim. Villanın bahçe kapısında görünür bir kamera yoktu.
Aslan heykelleri vardı. Canlı gibi duran bu heykeller beni ürkütürken içeri girmiştik. Büyük bir havuz ve yemyeşil bir bahçe bizi karşılamıştı. Villa görkemli ve enerji saçan bir villaydı. Bembeyazdı. Bahçesinde iki tane bahçıvan vardı ve çiçek doluydu her yer.
Koruma ile hiç konuşmadan yürürken villa binasını inceliyordum. Gayet sıradandı ama lükstü ve burada da kamera yoktu. Kamera nasıl olmazdı ki bir villada? Ya da… Tabii ya! Gizli kamera!.. Villada büyük ihtimalle gizli kameralar vardı. Ama nerede olurdu ki gizli kameralar? Nereye konmuştu gizli kameralar acaba?
İçeri girmiştik bu düşüncelerde. İçerisi saf zenginlik kokuyordu. Neden? Çünkü her yer altın sarısı ve kahverengi üzerine dizayn edilmişti. Her yerde lüks eşyalar vardı.
Uzun koridorda hizmet eden insanlar vardı. Üstünde siyah ve beyaz takımlar oradan oraya gidip geliyorlardı. Koridorda kocaman bir sarı çerçeveli ayna vardı. Çerçevesi çiçek şeklindeydi. Yanında ise karışık ama ünlü ressamların tablosu vardı.
Bir tanesi Çığlık tablosuydu. Edward Munch’a ait bu tabloya bakmak bile beni boğuyordu. Korkutucuydu. Çığlık atan birinin resmi vardı. Tabloların en büyüğü oydu. Bu da dikkatimi çekmişti.
Acaba orada bir şeyler mi vardı? Merdivenlere doğru yürürken bir koruma geldi ve önümdekine bir şeyler fısıldadı. Adam gidince fısıldayan koruma benimle devam etti.
“Şey, ben niye buraya getirildim acaba?” dedim. Bu koruma diğerinin aksine sarışın mavi gözlü ve zayıftı. Bana baktı ve ciddi sesle “Sizinle konuşmam yasak o yüzden soru sormayın lütfen.” Dedi. Bunun üzerine sustum.
Yürüyorduk yine uzun koridorda. Burası da raf ve kitap doluydu. Raflardaki kitaplar Dünya Klasiği olan kitaplardandı. En çok Kafka, Dostoyevski, Gogol, Gorki, Tolstoy vardı. Bu durum da değişikti.
Rus klasiği dolu rafın olduğu yer daha büyük ve daha uzundu. Hepsinde yirmişer kitap varken nedense burada otuza yakın kitap vardı. Diğerlerinden farklı da dizilmişti. Diğer raflar alfabetik sıralanmıştı ama bu raftaki diziliş rastgeleydi.
Büyük avizelerin beni öldürmesinden korkarak onların altıdan hızlı geçmiştim. Sonunda koridorun donundaki odaya vardık.
Ben adama bakarken koruma kapıyı açtı ve
“Sizin odanız. Burada kalacaksınız. Ben kapının önünde olacağım istediğiniz şeyi söylersiniz.” Dedi.
Kapıdan girince geniş bir oda beni karşıladı. Hemen girişte büyük bir kitaplık ve yanında gardırop vardı. Gardırobun yanındaki yere girince bir banyo olduğunu gördüm.
Sonra da yatağa geçtim. Acaba burada kamera neredeydi? Kafamı kaldırınca gördüğüm kamera ile gülümsedim. Buradaki gizlenmemişti. Yatağın üstündeki duvarda yüz seksen derece dönen bir kamera vardı. Demek ki gözetim altındaydım. Yatağa uzandım ve bugünlük biraz dinlenmek için yatmaya karar verdim.
Gözlerimi kapattım ve uykunun kollarına kendimi bıraktım...
MERT’TEN…
Koşarak geldiğimde Umut ve Göktuğ kavga ediyordu. Daha doğrusu Göktuğ hiçbir şey yapmıyordu. Yapmak istemiyordu.
Aralarında bilmediğim ne vardı? Neden böyle bir şey yapıyordu? Birden Umut Göktuğ’u yere düşürüp tekme atmaya başlayınca sinirle arkadan “”Bırak lan kardeşimi!” diye bağırdım.
Koşup Umut ne olduğunu anlayamadan bir yumruk attım. Umut dengesini sağlayamayıp yere düşünce ona doğru bir tane tekme atmak istedim. Ona fazla zarar vermeyecektim.
Sadece yerden kalkmasını engellemek istiyordum. Ona bir tekme atınca acıyla kıvrandı. Onun bu halini görmek bana iyi hissettirmişti.
Koşarak Göktuğ’un yanına gittim. Yerde baygındı. Hastaneye götürülmesi iyi olurdu ama. Umut’un nasıl vurduğunu görmüştüm. Ben onu kıpırdatmadan telefondan ambulansı aradım.
Onlara konumu ve hastanın durumunu tarif ettikten sonra ambulansı beklemeye başladım.
O arada arkamı dönünce Umut’un kaçmak için yerden kalkmaya çalıştığını gördüm. Koşarak yanına gittim. Onun önüne geçip bir yumruk daha attım suratına. Bu sefer düşmemiş sadece sendelemişti.
Ona baktım ve “Ne o, kaçamadın galiba? Nereye gidecektin ki zaten?” dedim. Bana saf bir nefret ve öfke ile bakıyordu. Karşımdaki kişi bize defalarca yardım eden ve sanki Gizem’in sağlığını günlerce telaşla takip etmemiş birisiydi. Onların arasında ne vardı bilmiyordum ama Gizem’in ne halde olduğunu, nerede kaldığını ve neden kaçırıldığını öğrenmeliydim.
Bunların sebebi ne olabilirdi? Gizem içim korkuyordum. Ne yapılacaktı ona ya da ne olacaktı? Göktuğ’un ailesine haber vermeliydim. Ama önce Umut…
Bunu düşünerek “Kusura bakma canım, biraz canın yanacak!” deyip o ne olduğunu anlamadan bir tane daha yumruk attım ve bir tane de karnına doğru vurdum.
O yere düşerken ambulans geldi. İkisi de bayılmıştı ama Umut’a ben bakacaktım. Onun biraz özel odalarda Mert muamelesine ihtiyacı vardı. Kendi kendime bu düşüncelerdeyken Umut’u nasıl konuşturmam gerektiğini düşünüyordum.
O sırada ambulans gelmişti. Ambulans gelince birisi kısa boylu bir genç kız ve birisi de uzun boylu bir adam indi arkadan. Yanlarına doğru gittim ve “Hastanın neyi var?” diye aceleyle soran kadına “Birisi dövmüş. Darp… Az önce bayıldı ve karnına doğru tekmeler yedi. Kafasını da sertçe vurdu.” Dedim.
Adam ve kız Göktuğ’a bir şeyler yaptıktan sonra sedyeye alıp ambulansa götürdüler. “Hangi hastaneye gideceksiniz?” dedim. Kız “Önce biz konuşalım merkezle ve sonrasında da size haber vereceğiz. Bu arada ambulansa binemezsiniz.” Deyince tebessüm ettim.
Daha sormamıştım bile. Artı onun ailesine söyleyecektim ve ben de arkadan gidecektim. Bu düşüncelerdeyken kız tekrar çıktı ve “Manolya Hastanesi…” dedi.
Kafamı salladım ve onlar ambulansla gittiler. Ben de arkadan Umut’u arabaya taşıdım.
Maşallah, ne kadar ağırdı! Taşınmıyordu ya! Belim kırılmıştı herhalde. Bir de çevredeki kameralar falan beni cinayet işliyor gibi göstermiştir galiba!
Polisle falan uğraşmak istemiyordum bu salak yüzünden. Onu arabaya götürdükten sonra ben de ön koltuğa oturdum ve arabayı çalıştırdım. Bir gün içinde ne kadar şey yaşanabilirse hepsini yaşamıştım.
Önce Göktuğ’un babasını aradım. Direksiyondayken yaptığım şey yanlış olsa da haberi hemen vermeliydim. O da Gizem’in ailesine haber vermeliydi.
O sırada telefon açıldı. “Buyurun. Kimsiniz?” deyince “Merhaba efendim. Telefonumu kaydetmemişsiniz, Mert ben. Manolya Hastanesi’ne oğlunuz ambulans ile gönderildi. Bir de… Gizem kaçırıldı, polise haber verseniz iyi olur.” Deyince adam şokla “Ne?! Nasıl oldu bunlar? Neredesiniz şimdi? Bir dakika sussun herkes!” dedi arkadakilere.
Az önceki kalabalıktan ses gelmiyordu şimdi. “Efendim, sakin olun şimdi ve benim dediğim hastaneye gelin. Bu arada polisi de arayın. Gizem tehlikede olabilir.” Dedim.
Ardından suratıma kapanan telefonla kenar koltuğa fırlattım telefonu. Sonra da biraz daha hızlandım. Umut hala baygındı. Büyük ihtimalle Göktuğ ve Gizem’in ailesi başka yerdeydi. Onlar gelene kadar yapabileceğim şey Selim’e haber vermekti.
Selim bana inanmasa bile yapacağım başka hiçbir şey yoktu. Öfkeyle direksiyona bir tane vurdum.
Sonra da “Ulan Göktuğ! Ne olurdu şu arkadakine karşı koysaydın! Off! Nasıl hem Gizem’e hem sana hem Umut’a odaklanacağım ben?” dedim.
Ne yapmam gerekiyordu? Nasıl yapacaktım hepsini birden? Selim bana inanmazdı, Selin zaten ayrı bir dertti. Ona söylersem asla bir şey yapamazdı, panik olacak ve mantıklı düşünemeyecekti. En iyisi benim ailemden yardım istemekti. Babamı aradım.
Amcamla birlikte bir şirkette çalışıyorlardı. Babamın tanıdığı çok kişi vardı. Bir tane bile olsa yardımcı olabilirdi.
Birden “Ne oldu Mert? Toplantıdayım!” diyen babamla düşüncelerin esiri olmaktan kurtuldum. “Baba bana hemen bir kişiyi ve onunla ilgili her şeyi bul.
Umut Karan... Ölüm kalım meselesi. Arkadaşlarımın hayatı vereceğin bilgiler bağlı.” Deyince babam “Sakin ol ve kendine gel oğlum! Azra ile mi ilgili yoksa? Birisiyle bir şey mı yaptı yine? Arkadaşım dediğin kim?” dedi. Sorduğu sorularla daha da sinirleniyordum. Ne Azra’sı ya! Endişeli sesle babama “ Baba, Azra ile ilgili değil.
Gizem… Gizem ve Göktuğ ile ilgili bu! Umut Gizem’i kaçırdı ve Göktuğ’u epeyce dövdü. Bana şimdi Umut ile ilgili biraz bilgi lazım.” Dedim. Babam “Tamam Mert. Bakıyorum hemen Mehmet ile birlikte.” Dedi. Mehmet dediği sekreteriydi. Bana ihtiyacım olan tüm bilgileri sağlayabilecek bir adamdı.
Sadece yirmi dakika bekleyip her şeyi öğrenecektim. Bu düşüncelerdeyken Umut’u bir tane bungalov eve getirdim. Huzur bulmak için geldiğim bir yerdi ve babam benim için yaptırmıştı. Onu buraya kapatacaktım. Bu sayede kaçamayacaktı.
Sadece birkaç dakika sonra yavaşça gözlerini açınca gülümsedim. Ona dalga geçer bir sesle “İyi dinlendin mi Paşam? Çok yorulacaksın bundan sonra!” dedim.
O sersem, şaşkın bir vaziyetteyken suratı tüm duygularının esiri olmuştu. Bana ve etrafa baktı, sonra da “Neredeyim ben? Ne yapacaksın bana?” dedi.
Sadece baktım ve sonra da “Eğer bana Gizem’in yerini söylersen hiçbir şey yapmam. Ya da onunla ilgili planlarınızı… Az daha unutuyordum! Senin onlarla olan derdini… Hangisi ile başlayalım?” dedim. Bana öfkeyle ve alayla karışık baktı.
Bakışlarındaki küçümseyicilik beni sinirlendirse de bir şey demedim. Şu anda önemli olan Gizem ve onunla ilgili ufak bir bilgi.
“Ya söylemezsem ne olacak? Canım istemiyor sonuçta.” Deyince suratımda sadist bir ifade oluştu.
“Polisler arıyor seni. Sence baban bulunmayacak mı? Ya da seni ben polislere götürsem? Sonuçta listenin başında sen ve baban varsın. Ne dersin? Yapalım mı?” deyince bakışlarındaki değişim beni keyiflendirmişti.
Hiçbir cevap vermeyecekti ama dediklerimi düşünmesi için ona biraz zaman verecektim.
Psikolojik ve ruhsal baskı her şeyin ötesinde bırakırdı.
DİĞER TARAFTAN KIZ İÇİNDEKİ KORKUYLA DAKİKALARINI BELKİ DE GÜNLERİNİ GEÇİRECEĞİ ODAYA BAKIYORDU. BURADA HER ŞEY ÇOK GÜZELDİ AMA ESİRLİK… SEVDİKLERİNE DUYDUĞU ÖZLEM…
İŞTE BUNLAR CANINI YAKIYORDU. HER SANİYE DAHA DA KALBİ ACIYOR, AŞKI KALBİNİ KAVURUYORDU. SEVDİĞİ ADAMIN BAŞINA GELECEKLERİ DÜŞÜNDÜKÇE DELİRECEK GİBİ OLUYORDU. KALBİNE SÖZ GEÇİREMİYORDU. HER AN CANINI YAKIYORDU BU İHTİMALLER. ADAMIN KALBİ DE FARKSIZDI.
İKİ KALP AYRILIĞA DAYANAMIYORDU. İKİ KALP KIRILACAK BİR AŞKA VURULMUŞTU. BU YANLIŞ AŞK İKİSİNİ DE BİTİRİYORDU. İKİSİ DE ÖZLEMİN ACI YAKICILIĞI VE AŞKIN ALEVLERİNE TESLİM OLMUŞTU.
BU ÇOK TEHLİKELİ BİR ATEŞTİ. YAKACAKTI HER YERİ. ONLAR BİLMESE DE YAKACAKTI, YAKIYORDU, YAKMIŞTI. BU ATEŞ SİZCE SADECE ONLARI MI YOKSA HERKESİ Mİ YAKACAKTI? BU KADAR GÜÇLÜ ATEŞ KIRILACAK BİR AŞKA NE YAPACAKTI? NELER OLACAKTI?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |