33. Bölüm

Gürcü Prensesi ile Rum Kölenin Kavgası

Fahriye Demirci
aybinhatun

1612

 

O gün Osmanlı'nın sarayında büyük bir patırtıdır kopmuştu. Buna sebep Sultan Ahmed'in nikahlılarından Şahzaman Hayrunnisa'nın haremde düzenlenen bir eğlence sırasında hadsizlikleriyle bilinen Rum cariye Mahpeyker ile kavga etmesiydi.

 

Şahzaman bir Gürcü Prensesi'ydi. Hünkara da üç kız evlat vermiş lakin ne yazık ki bir kızını da yakın zamanda yitirmişti.

 

Mahpeyker ise Ahmed'in el üstünde tuttuğu, sözünün üstüne söz söyletmediği pek kıymetli bir cariyesiydi. Ayşe ve Fatma Sultanları dünyaya getirdiği gibi Şehzade Orhan ve Selim'in de anasıydı. Lakin gelin görün ki küçük oğlu Selim henüz birinci ayını doldurmadan, büyük oğlu Orhan ise geçen şu dört ay içinde vefat eylemişti. Şimdiyse yine gebeydi. Bu kez de beklediği bir oğlandı.

 

Velhasıl ikisi de kıymet nazarında değerliydiler. Fakat Şahzaman Haseki'nin herkesin içinde rakibesi Mahpeyker Haseki'ye bağırıp ona ' köle parçası ' şeklinde hakaret etmesiyle olanlar olmuştu.

 

Evvela ağlayıp sızlayarak hünkarının huzuruna varmıştı, Mahpeyker. Çok geçmeden de ağlamaktan kendini azad etmiş halde dönmüştü taşlığa. Dönmüştü dönmesine de Sultan Ahmed Han'ın ardınca dönmüştü.

 

Sultan Ahmed ise hayli çevik ve dahi hiç umulmayacak denli de öfkeliydi. Öyle ki saray koridorlarından bir deli poyraz misali hızla geçmiş ve taşlığa varır varmaz da kadınları arasında bir şilte üzerinde oturmakta olan hasekisi Şahzaman'ı tuttuğu gibi yerden yere çarpmış, onu cümle harem halkının içinde tokatlamıştı.

 

Bu hadise karşısında dehşete düşüp neredeyse küçük dilini yutacak olanlardan biri de haremin sahibesi olan Mahfiruz'du. Hep iyiliklerle, hoşluklarla gördüğü kocasının böylesi bir tavrına şahit olmak şüphesiz ki korkutmuştu onu. Neticede Ahmed sıradan bir aile babası değil koskoca Osmanlı'nın sultanıydı. Üstelik cümle Müslümanların halifesi, önderiydi. Hal böyleyken cariyesinin sözlerine uyup da nikahlısına böyle bir zulmü reva görmek... Ah...

 

Atılmıştı Mahfiruz. Hünkarına mani olmak istemiş adeta ona yalvarmıştı. Fakat Ahmed yumuşamıyordu. Aksine gittikçe öfkesi bir deniz misali kabarıyor, kabardıkça da daha da şiddetleniyordu. Öyle ki ona evlatlar vermiş olan karısını saraydan sürmekle kalmamış, ondan olma kızlarını da göndermişti.

 

Peki tüm bunlar kim için, ne içindi ?

 

... 

 

***

 

Has bahçedeki kamelyaya geçip oturmadan evvel uzaklarda görünen dağlara doğru bakmıştı, Mahfiruz. Akabinde de bir an için Kafkasları getirmişti gözünün önüne. Doğduğu toprakları...

 

Ne de çok özlemişti oraları. Havasını teneffüs etmek, buz gibi gürül gürül akan soğuk sularından içmek, gece denli kapkara olan atına binip de dağların etekleri boyunca dört nala koşturmak... İşte bunları düşlemişti Mahfiruz Haseki.

 

" Şahzaman Hatun'a yazık oldu. Allah bilir, ne hayallerle varmıştır şu saraya da şimdi de böylesi kötü bir akıbete uğradı. "

 

Şebsafa Kalfa'nın bu sözleriyle hayal aleminden sıyrılıp hakiki dünyasına dönmüştü, Çerkes Haseki. Ardından da etrafı beyaz çiçekli sarmaşıklarla örülü kamelyaya geçip oturmuş ve kalfa kadını da yanına buyur etmişti.

 

" Gayrı aklım şaştı kalfa. Sen bir cihan padişahına zevce ol, ona evlatlar ver lakin bir cariye gelsin de seni yerinden yuvandan etsin. Bunlar olmayacak şeylerdi kalfam. Yapılmayacak şeylerdi. "

 

" Size bir müsibet gelmesin de Sultanım. Lakin haklısınız. Şahzaman Hatun'a böylesi bir kaderi reva görmek Allah şahit ki zulmden başka bir şey değildir. "

 

Sıkıntıyla bir iç çekmişti, Mahfiruz.

 

" Nicedir ondan kurtulmayı diledim. Mahpeyker'den... Adaklar adadım, Eyüp Sultan Hazretleri Türbesi'ne varıp yüzümü sürdüm, hayırlar dağıttım. Fakat sanki hepsi ters tepti. Hatun, Ahmed'in gönlünde büyüdükçe büyüdü. Korkarım pek yakında benimle de aşık atmaya kalkışacaktır. "

 

Huzursuzlanmıştı Şebsafa. Birkaç kez Mahfiruz'dan özür dileyerek öksürmüş ve bir elini de kırışan kaftanının sedef düğmelerine götürmüştü. Düşünceli bir hali vardı. Düşünceli ve de endişeli...

 

" Allah büyüktür elbet. Hem belki onu da böyle yerinden edecek bir güç çıkar. Öyle ya hayat bu. Fani dünya... Ne güce, ne sahip olunan itibara, ne de evlatlarına güvenmeli insan. Zira bin bir türlü hal var. "

 

Daralmıştı güzel haseki. Her nedense içinde bir hüzün peyda olmuş, bunalmıştı. Esas sebep ise Mahpeyker'di. Onun varlığı ve hak etmediği halde mevkiinden üstün tutulmasıydı.

 

" Ah... "

 

... 

 

***

 

Gözü yaşlı haseki hatun ile iki sultan hanımı üzülerek uğurlamıştı, Fatma Ferahşad Haseki. Doğrusu Şahzaman'la pek anlaşamasa da onun böylesi bir emirle apar topar sürgün edilmesi Fatma'nın da içine dokunmuş ve veda esnasında da uzun uzun ortağı Gürcü Kadın'a sarılmıştı.

 

... 

 

Onları yolcu ettikten sonra da dairesine çekilmişti, bu Boşnak Haseki. Hayatta olan tek evladını - Gevherhan'ını - doyasıya öpüp koklamış, akabinde de kızıyla birlikte kafes içinde beslediği iki muhabbet kuşuna doğru yönelmişti.

 

" Keşke bu kuşları kardeşlerime verseydim validem. Gidecekleri yerde hiç olmazsa bir eğlenceleri olurdu. "

 

Kızının bu denli iyi düşünceli oluşuna memnun halde iken bir yandan da yüreğinin ezildiğini hissetmişti, Fatma Ferahşad.

 

" Benim ince ruhlu kızım. Gevher'im, en değerli mücevherim... İçin rahat olsun. Emin ol, onlar için herbir şey temin edilmiştir. "

 

" Validem, olur ya babam bir sebepten bizi de sürgün ederse... "

 

Afallamıştı Fatma Haseki. Öyle ki kafesin yanından usulca kalkıp sedirine doğru geçmiş ve ceviz ağacından yapılma sehpanın üstünde duran testiden kendine bir tas su doldurmuştu.

 

" Kaidelere uyar da kimselerin işine karışmazsak yerimizi pekala muhafaza ederiz kızım. Zaten olması gereken de bu değil midir ? "

 

O an kızının umursamaz bakışlarını fark etmişti haseki kadın. Akabinde de kendi kendine hayıflanmış

hatta şu dediklerine kendisi bile gülmüştü.

 

Öyle ya kızı Gevherhan henüz beş yaşında bir küçük çocuktu. O ne anlardı ki kaideden, usülden... Fakat işte karşısında anlayış kabiliyetine ermiş biri var gibi söylemişti sözlerini Fatma Kadın.

 

" Hadi bakalım, sen en iyisi Dürridane Hatun'la kardeşin Hanzade'nin yanına git. Hem kim bilir Mahfiruz Sultan senin için yine o pek sevdiğin şekerpare tatlısından yaptırmıştır. "

 

Çocukluk saflığıyla gülümsemişti, Gevherhan. Ardından da ileride bekleyen dayesinin yanına koşmuş ve elini tutmuştu.

 

... 

 

Gayrı yalnızdı Fatma. Sediri üstüne oturmuş ahşap penceresinden boğazı seyrediyor ve içten içe Şahzaman'a üzülüyordu.

 

Aslında o da herkes gibi Mahpeyker'i suçluyor, bu hatundan nefret ediyordu. Zira kim ona bulaşacak olsa hemen koşup hünkara zehrini akıtıyordu bu Rum Köle. Ahmed de her seferinde ona inanıyordu ya...

 

Korkusu kendinden yana değildi Fatma'nın. O - tuhaf ama - rakibesi Mahfiruz adına endişe ediyordu. Neticede gayrı onun tahta aday göstereceği bir oğlu yoktu. Lakin Mahfiruz'un vardı. Hem Mahfiruz da onu sever, hatırını sayardı. Ola ki istikbalde Valide Sultan olsa ondan yana şefkatini esirgemez, onu müşkül bir vaziyete sokmazdı.

 

" Elbet öyle. "

 

Yine de kederliydi Fatma Ferahşad. Bu olanları kaldıramamış olacak ki kalbinde bir sızı peyda olmuş ve o da uykuyla bu sızıyı dindirmek için sedirinin üstüne kıvrılmıştı.

 

" Ah, bismillah... "

 

... 

 

* Yorumlarınızı bekliyorum. 🍁

 

Bölüm : 01.01.2025 14:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...