
Küçük şehzadenin doğumunun ardından bir ay kadar geçmişti. Talihsiz şehzade dünyaya gözlerini açar açmaz anasız kalmış ve dahi hünkar babasının emriyle Saide adlı bir sütanaya verilmişti.
Hanedanın bir başka şehzadesi de Osman'dı. O da henüz beş aylık bir bebekti. Teyzesi Fatma Şahincan Hatun ve validesi Hatice Mahfiruz Sultan'ın himayesinde günlerini geçirmekteydi. Onun gelecekte oldukça akıllı, yiğit bir şehzade olacağı çakmak çakmak olan iri gözlerinden belliydi. Öyle ki bunu devrin ulusu Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri de söylemişti.
...
" Kızlara söyle de akşama ayva tatlısı getirsinler. Nicedir canım çeker durur."
Ablasının isteği karşısında manalıca tebessüm edip oturduğu sedirden kalkıp gelmişti Şahincan.
" Yoksa şu Mahpeyker'e inat yeni bir şehzadeye daha mı gebesin? Öyle ya besbelli ki aşeriyorsun sen. "
Kardeşinin bu sözlerine öfkelenmiş elinde tuttuğu şerbet tasını çinilerle kaplı duvara fırlatmıştı Çerkes güzeli. Damarına basıldığından olsa gerek yay kaşlarını çatmış ve dahi sinirden kızarmıştı.
" Kendine gel ve lafını bil Şahincan! O yılanın adını dahi ağzıma almak istemezken sen neler dersin böyle. "
" Affet abla. Ben bilemedim. "
Alınmıştı Şahincan. Oysa onun kötü bir niyeti hiçbir vakit olmamıştı. Yaptığı, söylediği her şey bir nebze de olsa ablasının sıkkın canına bir şifa olmaktı.
" Fazla üstüne geldim. Lakin elimde değil kardeşim. Mahpeyker... Bu kış doğuracak. Yüreğim nasıl biliyor musun? Sanki nefesim duracak. Ya o da oğlan doğurursa diye aklım çıkıyor anlıyor musun? O vakit Ahmed tümden siler beni. Yok sayar. "
Mutsuzdu Mahfiruz. Haline bakılırsa kışa kadar da hüznü, endişe devam edecek ve uykusuz kalacaktı. Evet hünkarın gözdesi Mahpeyker gebeydi. Gözler ona çevrilmişti. Herkes onun bir şehzade doğuracağından bahsediyordu. Şehzade doğuracak ve güçlenecek...
Mahfiruz onun gebelik haberini aldığında Ahmed'in şefkatli kolları arasına sarılmış haldeydi. Aşklarının saadetini sürerlerken bu kara haberi onlara halası Servazad getirmişti. Ve o günden beridir de uykular haram olmuştu bu Çerkes kızına. Öyle ki Ahmed'in gözlerinden parlayan sevinç ışığı onu istemsizce de olsa kahretmişti.
" Ben Osman'a bakayım abla. Müsaadenle..."
Bir şey dememişti Mahfiruz. Yalnızca boğazı gören penceresinin önüne kurulmuş ve dalgın dalgın dışarıyı izlemeye koyulmuştu. Kederliydi. Burası tahmin ettiğinden de kötü bir yerdi. Keşke dedi. Keşke hiç yolum düşmeseydi bu topraklara. Ve ben Kafkasın serin sularında yıkanıp dağlarına at sürseydim.
***
" Bu ağrılar beni öldürecek Servazad. Sabahtan beri kaç hekim geldiyse de bir deva olamadılar bana. Gayrı yerimde yatamaz, oturamaz oldum."
Hastaydı Valide. Çektiği acının, ızdırabın tarifi olmasa da o yine de kimselere bir şey sezdirmiyordu. Bir tek Servazad ve kendi nedimeleri biliyordu hakikati.
" Hünkarımıza haber edelim, derim sultanım. Hiç değilse diyarın en kabiliyetli hekimleri alakadar olur sizinle. Acılarınıza şifa olur."
" Değil Ahmed, kızlarımın dahi haberi olmayacak. Hem bana bir nane limon kaynatırsanız geçer."
" Validem, Allah muhafaza yataklara düşmenizden endişe ederim. Müsaade edin hünkarımızla konuşayım. Hiç değilse vaziyetten haberdar olsunlar. "
Durulmuştu Handan. Bulanan midesine, ağzından gelen kana rağmen parmakları mücevherlerle dolu elini uzarmıştı kalfaya.
" Bana çok emeğin geçti. Hakkını helal et Servazad. "
" Haşa Validem. Esas siz hakkınızı helal ediniz biz kullarınıza. "
Hafiften tebessüm etmişti Handan.
" Helal olsun. Servazad... Senden bir şey isteyeceğim. Malum gecede gündüzde bana ne olacağı meçhul. Bu sebepten torunum Mehmed ile alakadar olamam. Mahfiruz... Mahfiruz'a söyle ana şefkatini esirgemesin ondan. Osman ile birlikte büyüsünler. Kardeş kardeşe, sırt sırta... "
Ağlamaklıydı Servazad. Kendi eliyle yetiştirip valide sultanlık makamına yükseldiğini gördüğü kız şimdi fena bir hastalığın pençesinde ölümle hayat arasında cebelleşmekteydi.
" Demeyin böyle validem. Siz güçlüsünüz. Ne olur ümitsizce konuşmayın bir daha. Müsaade edin size nane limonu ben kaynatıp getireyim."
" Müsaade senin."
Anlamıştı Handan. Servazad ağlamak üzereydi ve sırf onu da üzmemek adına nane limonu bahane etmişti kendine.
" Ah... "
...
***
" Gebe halinle ne diye dolanır durursun Mahpeyker Hatun? "
Kudret Ağa'nın sesi ta koridordan taşlığa kadar yankılanıyordu. Öyle ki karnında hünkarın evladını taşıyan cariye eline aldığı elma ile fütursuzca dolanıp haremdeki kızlarla sohbet edip şuh kahkahalar atıp eğleniyordu.
" Suç mu ağam? Hem bütün gün o küçücük dairede oturup durmaktan sıkıldım. Hiç değilse biraz insan yüzü göreyim dedim. Öyle ya kızlar aralarında hünkar kadını görmek ister. Sen söyle dairesinden çıkmayan padişah kadını mı olur? Hadi oldu diyelim ne diye çıkmaz? Sebebi belli : kederinden! "
Mahpeyker'in imalı sözü üzerine sert bir bakış eşliğinde tek kaşını kaldırmıştı Kudret Ağa. Zira bu küçük hatuncuk daha şimdiden kendini sultan bellemiş olmakla kalmayıp Sultan Ahmed'in nikahlı karısına da laf söylemişti.
" Haddini bil! Lafın nereye gittiğini de iyice bir ölçüp tartmadan konuşayım deme sakın. Hele ki mevzu bahis hünkarımızın nikahlısı, başhasekisi ise..."
Susmuştu Mahpeyker. Her daim yaptığı gibi masumca bir ifade takınmıştı. Oyununu öyle güzel oynuyordu ki onu tanımamış olsa Kudret Ağa az evvelki çıkışmasından dolayı az daha af dileyecek hale gelmişti.
...
Şaşkındı ağa. Öyle ki bu kızda şeytan tüyü vardı. Kendine çekip farklı bir efsunla bağlıyordu. Mahfiruz Sultan'ı anlamıştı. Onun endişe ettiğinin ne denli haklı bir sebebe dayandığını anlamıştı işte. Onun da tıpkı hasekisi gibi kalbinde derin bir korku ve acı
peyda olmuş ve dahi öfkesinden dilini ısırmıştı.
" Evlerden ırak. "
Vaziyet kötüydü. Basit bir cariye iken bile büyüklenen, değer gören bir kız yarın bir de şehzade doğurursa...
" Rabbim bizleri bu ve bunun gibilerin şerrinden korusun. "
...
🌼 Yorumlarınızı bekliyorum arkadaşlar.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.7k Okunma |
177 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |