1607
Vakit hasıl olmuş ve Ahmed'in kadınlarından Fatma Ferahşad doğum döşeğinde yerini almıştı.
Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Üzerindeki sabahlığı terden sırılsıklam olmuş ve yeşil gözleri de hararetin etkisiyle kanlanmıştı.
" Az kaldı. Size zahmet biraz daha sıkın dişinizi. "
Zor bir doğumdu bu. Öyle ki Fatma yeterince kan kaybetmiş ve daha bebeğini dünyaya getiremeden kireç gibi olmuştu. Ömrünce böyle bir acı çekmemişti Boşnak Haseki. Bu ilkti ve iliklerine dek hissediyordu.
Kız kardeşi Adilşah ise yanındaydı. Hemen yanıbaşında... Kah onun elini tutuyor kah da eline aldığı bir bezle alnında boncuk boncuk beliren terleri siliyordu.
" Hanımım pek az kaldı. Son bir kez daha ıkınsanız hele. "
" Aaaaaaaaaaa ! Aaaaaaıııaaaa !!! "
Bu ve bu gibi ıkanmaların çok sonrasında bir bebek sesiyle inlemişti daire. Evet beklenen bebek doğmuştu. Ebelerin elinde dolaşıyor, ebeler de onun ne denli sıhhatli olduğuna bakıyordu.
" Müjdeler olsun hanımım, ayı ve dahi güneşi kıskandıracak bir kız doğurdun. "
Gülümsemişti Fatma. Ve hemen yerinden doğrulmuş, kollarını evladına kavuşmak istercesine açmıştı.
Evladını alıp analık hissiyle bağrına bastırmıştı Fatma Haseki. Akabinde de kızının alnına minik bir buse kondurmuş ve kızını teyzesine göstermişti.
" Adilşah bak, çok güzel öyle değil mi ? "
Şimdi herkes mutluydu. Doğum sağ salimen gerçekleşmiş ve böylelikle hanedana yeni bir sultan daha dahil edilmişti. Gayrı sıra bu muştuyu her yana yaymaktaytı. Evvela saraya ve en evvela Sultan Ahmed'e...
...
***
Dairesinde huzursuzca dolanmaktaydı Mahfiruz. Nasıl ki Fatma'nın sancıları başladı, diye haber almış o zamandan beri uyuyamamıştı.
Gerçi oğlan doğursa bile bu rakibesinden yana bir korkusu yoktu Mahfiruz'un. Zira Fatma pek iyi pek uysal olup ona karşı pek de saygılıydı.
" Ya oğlan doğurunca bana cephe alırsa ? "
Kötü düşünceleri aklından bir türlü atamıyordu Çerkes Haseki. Her ihtimali kayda alıyor ve odası içinde kendi kendini yiyip duruyordu.
...
Gelen nedimelerinden Mürgüşah'tı. Aralık kalan daire kapısından içeri girmiş ve az evvel gizlice koridora çıkıp doğum adına bekleşip duran cariyelerden haberi almıştı.
" Öğrenebildin mi ? Dur, yoksa erkek mi doğurmuş ? "
" Endişeye mahal yok sultanım. Öyle ki bu da kız ! Fatma Hatun da kız doğurmuş. "
Nedimesinin bu yürek ferahlatan sözleri üzerine su dolu gümüş tasın kulpundan tutup bir nefeste içmişti Mahfiruz Sultan. Akabinde de sanki doğumu kendi yapmışcasına coşmuş ve takılarını sakladığı gömme dolabından bir yakut kolye çıkarıp getirdiği bu güzel haber için Mürgüşah'a vermişti.
Doğrusu Mürgüşah güzel olduğu kadar akıllı ve dahi akıllı olduğu kadar da kurnaz bir kızdı. Öyle ki sultanının ona uzattığı hediyeyi almayıp sultanı için bir hoş gaye fikreylemişti.
" Af buyurun lakin bunu bana vermek yerine Fatma Hatun'a doğum hediyesi diye verseniz."
" Ona mı verelim dersin ? Sebep ? "
" Doğan sabiye isim koymak gerekir, deyip hünkarımızı çağırırlar. Derim ki, siz de orada bulunsanız ve Fatma Hatun'a kıymetli bir hediye verseniz de böylelikle hünkarımız sizin pür-u pak olan kalbinizin sıcaklığını hissetse. Hissetse de size yeniden tamah etse. "
Uzunca bir derinlere dalmıştı Mahfiruz Haseki. Denileni düşünmüş, kendine böylesi oyunları yakıştırmasa da sonunda bu teklifi kabul etmişti.
" Dediğin gibi Fatma için bir hediye takdim edelim. Lakin o yakut kolyeyi kendine sakla. Zira senindir, benim sana armağanımdır. Ve fakat biz Fatma'ya zümrüt broşumuzu verelim. Bu verişimiz kalpten gelsin ki gerçek bir sevap eyleyelim. Varsın Hünkar görmese, bilmese de olur. Hem hünkarımız ise bir gün ola biz hasekisini de hatırlar elbet. "
...
***
Dediğini yapmıştı Mahfiruz. Rakibesi olan Fatma'nın dairesine varmış ve en sevdiği zümrüt broşunu ona armağan etmişti. Üstelik de döşeğinde yatmakta olan rakibesinin doğrulmasına yardım etmiş ve dahi arkasına yastıkları yerleştirirken de içeri gözünün nuru Ahmed'i girmişti.
Fatma'nın yanında olmasını hiç ummadığı zevcesini gören Sultan, şimdi karşısında ince bir bahar dalı gibi kıvrılarak duran Mahfiruz'a şaşkınlıkla bakmaktaydı. Sahi kendini böylesi bir güzellikten mahrum bırakalı ne de çok olmuştu böyle.
Evet özlemişti Mahfiruz'u. Bunu kendisi de fark etmiş ve ona duyduğu kızgınlıkları bir kenarıya atıp gülümsemişti.
...
" Demek bir kızım daha oldu. "
" Ben kulunuzu bağışlayın hünkarım. Size bir erkek evlat veremedim. "
İkinci Hasekisi olan Fatma Ferahşad'ın bu hezeyanı karşısında da içtenlikle tebessüm etmişti, Ahmed. Sonrasında ise iri taşlı yüzüklerle dolu eliyle yatağın içinde hüzünle bakan kadınının ipekten saçlarını okşamış ve alnının ortasına buse kondurmuştu.
" Sen bana dünyaları bahşettin, müsterih ol. "
O an rakibesi Fatma'nın kıkırdamasıyla irkilmişti, Mahfiruz. İster istemez bu saadet dolu ana şahit olmak onu çıldırtmış, sinirlerini hoplatmıştı. Lakin sakin olmalı ve gerçek bir padişah eşi gibi isim koyma merasimini beklemeliydi. Öfkesine ve hasedine hakim olmalıydı ki Ahmed onu yeniden sevebilsin.
...
Aradan geçen süre zarfında daire kalfalar, padişahın kadınları ve onların nedimeleriyle dolmuştu. Bu merasime katılanlar arasındaysa Ahmed'in gözdesi Mahpeyker de yerini almış ve sahte bir gülümsemeyle kendine sanki melekmişcesine büyülü bir eda katmıştı.
Şayet Mahfiruz onu tanımıyor olsa onun bu hallerine inanır ve Mahpeyker ne iyi bir kadın, diyebilirdi. Öyle ki iki de bir Fatma'nın yanına varıyor ve bir isteğinin olup olmadığını sual edip duruyordu.
İçten içe böyle söyleniyordu Mahfiruz. Bir yandan da yüzüne hasret kaldığı sevgili hünkarına bakıyor ve onun bakışlarında kendine dair bir şeyler arıyordu.
...
" Bismillahirrahmanirrahim ! "
Ve merasim başlamıştı. Evladını kucağına alan Ahmed evvela kızının sağ akabinde sol kulağına ezan-ı şerifi okumuş ve dahi gamet de getirmişti. İşte bu cihan kıymetlisi, sultanların başına taç, tacına süs olan değerli taşlardan da daha değerlisi kızına bir isim vermesi icap ederdi.
" Senin adın Gevherhan ! Senin adın Gevherhan ! Senin adın Gevherhan !"
Mücevherler şahı, şahın mücevheri manasına gelen bu ismi vermişti kızına Ahmed. Ona bu adı yakıştırmış ve şüphesiz de verdiği bu adla zevcesi Fatma'yı sevindirmişti.
" Gevherhan... Benim cihana bedel kızım. "
Kucağında duran evladını öpüp neşeyle etrafına bakmıştı hünkar. Sonrasında kızını dikkatlice tutup zevcesinin kolları arasına bırakmış ve kapıdan çıkmadan evvel de son kez sözünü almıştı.
" Kızıma Gevherhan dedim. Gayrı bahtı açık, talihi bol olsun. Ömrüyse uzun olup her daim şad olsun. "
Bu çocuk belli ki Ahmed'in keyfini yerine getirmiş ve dahi onu değiştirmişti.
Ah, hikmeti nedir, neye alamettir bilinmez lakin esasen bu hal pek de iyi olmuştu. Öyle ki Ahmed'in bu iyilik halleri vesilesiyle sonraki günler bizim Çerkes Haseki'nin yüzü nihayet gülmüş, o yeniden saadet dolu eski günlerine dönmüştü.
Rakibesi Mahpeyker ise çoktan gözden düşmüş ve unutulmuştu. Öyle ki dairesinden çıkmaz hale gelmiş, kendini ağlamaklara vermişti. Ah...
En azından şimdilik... Hiç değilse şimdilik bu böyleydi. Lakin yarın ne olurdu, işte orası meçhul.
...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.34k Okunma |
132 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |