1613
O yıl da Sultan Ahmed'in sevgili kadınlarının karınları burunlarındaydı. Öyle ki Mahpeyker de Fatma da Mahfiruz da bir kez daha analıkla şereflenecek ve dahi hanedana evlatlar vereceklerdi. Bu vesileyle de devlet güçlenecek, istikbale dair umutlar tastamam yeşerecekti.
Sultan'ın kadınları ise ardı ardına gebe kalmaları sebebiyle tuhaf bir halet-i ruhiyeye bürünmüşlerdi. Fazlaca alınganlar, hırçınlar ve dahi hassaslardı.
Misal Mahpeyker'de bir kibirdir hasıl olmuştu. Küçük dağları ben yarattım, havasıyla harem içinde peşine taktığı on kadar cariyesiyle dolaşıp duruyordu. İşte bu sebepten harem ahalisi ona bir isim dahi bulmuştu : Kösem / Kösemen.
Kösem birçok manaya sahip bir adtı şüphesiz. Bir sıfattı. Pürüssüz ten, kılavuzluk eden koç ve berrak- temiz demekti. Taşlıktaki kızlarsa Mahpeyker'in nedimeleri önünde giderkenki halini göz önüne almış ve ona ' sürüler önünde giden koç' anlamındaki bu sıfatı layık görmüştü.
Gayrı Mahpeyker adı sarayda neredeyse unutulmuştu. Zira herkes ona Kösem diyordu. Öyle ki kendisi de bu adı sevmiş ve benimsemiş olacak, kendine Kösem diyenlere karşı olgunlukla gülüyor, bunda kötü bir behis de görmüyordu. Kösem...
Ancak Mahpeyker, Kösem olalı huyca değişmişti. Kendine güveni gelmiş ve dahi saray içinde azımsanmayacak da bir nüfuz elde etmişti. Ne de olsa onu her daim destekleyen, koruyan kollayan bir Sultan Ahmed vardı. Dışarıdaysa siyasi çıkarlar uğruna yanına çektiği Gevherhan ile Eski Saray'da evlat hasretiyle çürümekte olan Halime, Paşalardan da damadı Nasuh ve namlı Öküz Mehmed onun emriyle hareket etmekteydi.
Mahfiruz'sa tüm bu olan bitenlerden haberdar kendi kendini yemekten öteye geçemiyordu. Her ne yaparsa yapsın bir türlü rakibesi Kösem'in güçlenmesine mani olamıyor, olamadığı gibi de el mecbur sivrilip durmasını seyrediyordu. Öyle ki Ahmed, onu her ne kadar seviyor olsa da Rum Yılanı'nı herkesin önde tutup; Edirne'ye ava çıkacağında onu da götürüyor, müridi olduğu Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri'ni ziyarete dahi onunla gidiyor, Kösem'in hayır yapma adı altında İstanbul semtlerinde saray arabasında dolaşmasına müsaade ediyordu.
Ah...
Neyse ki kendini avutacak evlatları vardı Mahfiruz'un. Osman'ı, Hanzade'si ve Bayezid'ı... İşte pek yakında bir evladı daha olacak, Sultan Ahmed'ine yine bir evlat verecekti. Rakibeleriyle aynı yılda doğuracak, böylelikle saray da yeniden şenlenip çocuk seslerine doyacaktı.
...
***
" Osman'ım nerede, Mürgüşah ? Nerede oğlum ? "
Harem Mahfiruz'un bağırışlarıyla çınlıyordu. Öyle ki dersten sonra kardeşi Mehmed ile birlikte has bahçeye dolaşmaya giden şehzadeden haber yoktu. Üstelik Mehmed de ortalarda görünmüyordu.
" Sultanım affedin, vallahi gözümden kaçtı. Nasıl oldu anlamadım. Selvi ağaçlarına doğru dolaşacağız, dediler. Lakin nereye bakındıysam da bulama..."
Çıldırmıştı Mahfiruz. Nedimesinin yakasına yapışmış ve öfkeyle onu tuttuğu gibi yere çarpmıştı.
" Bul oğlumu... Git çabuk bul Osman'ımı ! "
Şimdi her ikisi de bir köşeye çekilmiş ağlıyordu. Bir tek İnci... Bir tek İnci Hatun saray içlerine bakınıyor, bahçe boyu nöbette olan ağalara şehzadelere dair sualler soruyordu.
...
Bu iş ağlamakla olmayacaktı, gayrı emindi haseki. En iyisi gidip vaziyeti Ahmed'te söylemek ve ona göre de icabında büyük tedbirler aldırmaktı. Zaten başkaca da yol yoktu. Zira hanedanın veliahtı, şehzadesi mevzu bahis olunca iş büsbütün başkalaşırdı.
Yığılıp kaldığı yerden doğrulup ayağa kalkmıştı, Mahfiruz Sultan. Akabinde de yaşlı gözlerle yüreğindeki evlat yangını ve korkusuna rağmen mermer koridorlar boyunca has odaya doğru gitmek için yol almıştı.
Bu sesle irkilmişti, Çerkes Kızı. Sese doğru dönmüş ve soluk soluğa kalmış halde ona doğru gelmekte olan Kudret Ağa'yı görmüştü. Kudret Ağa ki hayli yaşlanmış olmasına karşın seri adımlarla yürüyor ve ikide bir de sultanına seslenip duruyordu.
" Sultanım, şehzademizi buldum ! Buldum ! Nerede olduklarını biliyorum. "
...
Duydukları karşısında deliye dönmüştü Mahfiruz Haseki. Demek oğlu Osman'ıyla evlatlığı Mehmed'i o Rum Yılan'ı alıp götürmüştü saraydan. Güya payitahtta gezmeye çıkarmıştı onları. Üsküdar civarına seyre çıkarmıştı.
" Allah'ın cezası kadın ! O... O kim oluyor da şehzademi benden izinsiz saray dışına çıkartabiliyor, ha ? "
Haklıydı. Öyle ki hiçbir şehzade müsaade almaksızın değil saray dışına çıkmak, saray avlularının birine dahi çıkamazdı. Yasaktı. Aksi halde devletin onuru zedelenir, hanedan tehlikeye düşebilirdi.
Doğrusu oğlunun yerini öğrenmiş olmasına rağmen sevinememişti, Mahfiruz Sultan. Zira içi hala öfke doluydu onun. Öfkesiyse rakibesi Kösem'e olup onu eline geçirdiği ilk fırsatta öldürmeyi bile düşünüyordu. Ne de olsa onun bu fütursuz tavrı ölüm getirir ve zinhar affedilmezdi. Affedilmemeliydi de. Zira o hiç affetmeyecekti.
...
" Ben ki Osman'ın anasıyım, haremin de başıyım! Madem ki kötü bir niyeti yok, o vakit bana niye haber etmez ? Üstelik Mehmed'i de almış götürmüş. Bir Allah'ın kuluna da haber etmemiş. Ya onlara zarar verirse ? Ya Osman'ı mı... "
" Sakin ol, Mahfiruz. Endişe etme."
Has odadaydı haseki. Zevcisi Sultan Ahmed'in huzuruna çıkmış ve dahi olan biten her şeyi bir bir anlatmıştı.
...
Doğrusu sevgili hasekisine - hiç değilse bir ana olarak - hak vermişti, hünkar. Neticede Osman onun oğluydu ve oğlunun rakibesi tarafından böylesi habersizce alınıp götürülmesi elbet hoş bir vaziyet değildi. En başta da kaidelere ters, geleneğe aykırıydı.
" Nasıl endişe etmem Ahmed ? Osman'ım nicedir onun yanında. Mehmed de öyle... "
Öfke ve çaresizlik içinde çırpınıp durmakta olan kadınına doğru sokulup onu bağrına bastırmıştı, Ahmed. Ardından da hatununun ağlamaktan sağa sola dağılmış olan kestane rengi ipek saçlarını eliyle düzeltmiş ve dahi alnına da bir buse kondurmuştu.
" Şşştt, sakin ol. Evvela karnındaki evladımızı düşün. "
Gevşemişti Mahfiruz. Bedenini saran kolların arasında huzuru bulmuş, başını da erkeğinin boynuna doğru iyice gömüp fısıldamıştı.
" Osman'ım... Osman'ımı getirt, Ahmed. Oğlumuzu getirt. "
...
Dileği hasıl olmuştu sultanın. Öyle ki aradan geçen bir sürenin ardında has odanın çifte kapıları açılmış ve neşeyle içeriye Osman ile Mehmed girmişti.
Oğluna doğru atılmıştı Mahfiruz Haseki. Kollarını açmış ve evladını doyasıya öpüp koklamıştı. Mehmed ise abisi Osman'ın ardınca durmuş vaziyette, ana şefkatiyle okşanan abisine imrenerek bakmaktaydı.
Ayırmamıştı Mahfiruz. Osman'ı nasıl kucakladıysa Mehmed'i de aynı sıcaklıkla kucaklamış, sarıp sarmalamıştı.
Susuyordu şehzadeler. Babaları Sultan Ahmed ise onların iyi olduklarının farkında, kapı önünde beklemekte olan kıymetlisi Kösem'e doğru bakmaktaydı.
...
Onca şeye rağmen Kösem'de zerre bir pişmanlık emaresi görünmüyordu. O, Mahfiruz'un aksine gayet sakin ve neşeli duruyor, arada bir de Ahmed'e bakıp bakıp gülümsüyordu.
" Sen kim oluyorsun da benim oğlumu yanında tutuyorsun ? Kim oluyorsun da gizli saklı işler... "
Asileşmişti Çerkes Kızı. Öyle ki hünkarın huzurunda olduğunu unutmuşcasına - gebe olduğu halde - karşısında duran altı aylık gebe rakibesinin üstüne doğru yürümüş ve var gücüyle onu geriye doğru itmişti. Neyse ki araya Ahmed'in girmesiyle hadise daha da büyümeden sona ermişti.
" Bu ne saygısızlıktır böyle ! Kimin huzurunda olduğunuzu bilmez misiniz ? Sen... Mahfiruz, şehzadelerimi de al ve derhal dairene dön ! "
" Hayır, hiçbir yere gitmiyorum! Bu kadın alenen evladımı kaçırdı. Herkes de şahit. "
" Haşa... O nasıl sözdür, öyle ? Rabbim cümle insanları sizin kuru iftiralarınızdan saklasın. "
" İftira mı ? Ha, şimdi de iftiracı mı oldum ? Şehzadeleri habersizce alıp götüren sen lakin bunu dile getirince ben yalancı oldum, öyle mi ? "
Bu işin olacağı biteceği yoktu. Zira Ahmed'in varlığı dahi onları durdurmaya yetmiyor, bu iki kadın gebe olmalarına, yanında şehzadelerin bulunmasına aldırmadan mütemadiyen birbirlerini yiyip duruyordu.
" Mahfiruz, bana lafımı ikiletme ! "
En nihayetinde Ahmed de öfkelenmiş ve gitgide hırçınlaşan karısı Mahfiruz'u kolundan tuttuğu gibi kenara çekmişti.
Canı acımıştı Mahfiruz'un. Ahmed ise bunun farkına vardığında elini gevşetmiş ve daha yumuşak bir ses tonuyla kadınına yaklaşmıştı.
...
Söyleneni yapmıştı Çerkes Haseki. Osman ve Mehmed'i de alıp has odadan ayrılmıştı.
" Validem, Kösem Sultan ile neden kavga ettiniz ki ? Halbuki o gerçekten iyi biri. "
" Abim doğru söylüyor. Bize çok iyi davranıyor. "
Şehzadelerin bu sözleri karşısında ne diyeceğini bilememişti, Mahfiruz Sultan. O ki Kösem'in ciğerini bildiğinden tüm bunların bir oyundan ibaret olduğuna emindi. O olsa olsa iyilik perisi rolünü oynuyor olmalı ve dahi böylelikle kendini şehzadelere yakın tutmaya çalışmaktaydı.
" Ondan uzak duracaksınız, işittiniz mi beni ? İkinize de söylüyorum. Uzak duracaksınız ! "
Anlayamıyordu Mahfiruz. Bu kadın ne yapıyor nasıl yapıyor her daim iyi görünmeyi, masum kalmayı beceriyordu. Ah... Oysa hakiki yüzü öyle miydi ya ?
...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.34k Okunma |
132 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |