
Osmanlı Sarayı
2 Hafta Sonra
Ahmed'in gözlerini açması devlete yeniden umut ve güç vermişti kuşkusuz. Öyle ki genç padişah hala yataktan çıkamamış olsa da bu haber kulaktan kulağa yayılıp saraydan halka kadar ulaşmıştı.
" Arslanım. Oğlum."
Handan Sultan ise canından can gittiği nice gece ve gündüzlerin hatırına içinde bulunduğu anın coşkusuna kapılıp ipekli döşeğinden gülümseyerek kendisine bakmakta olan hünkar oğlunu öpüp kokuyordu şimdi.
" İyiyim ben validem. Tasa etmeyin. Mahfiruz... Onu göremedim."
Yatağının etrafını saran insan kalabalığının arasında sevgili eşini görme isteğiyle yerinden doğrulmuştu padişah. Öyle ki gözlerini açtığından beri sayıkladığı iki şeyden biri devletin ahvali diğeri de Mahfiruz'du.
" Sen iyice şifa bulmadan onu bu odaya sokmak istemedik. Malum..."
Sevinç gözyaşları dökmekte olan Valide Handan Sultan bu kez imalı bir tebessüm içerisine bürünmüş oğlunun kemikli yüzünü eliyle kavrayıp okşamıştı. Ahmed ise vaziyetten bihaber yarı korku yarı da merak içine düşmüştü.
" Mahfiruz iyi mi? "
Bu kez tebessümünü küçük bir kahkahaya dönüştürüvermişti Valide.
" Mahfiruz gebe! "
" Ne?!"
İşittiği haberle heyecana kapılıp hasta yatağından ayağa kalkmaya çalışmıştı genç sultan. Arzusu eşinin yanına varıp doğacak evlatlarının sevincini paylaşmaktı ancak buna hekimlerin de dahil kimsenin izni yoktu.
...
" Evladım olacak. Şükürler olsun. "
Gerisin geriye yaslanıp başını yatağının başlığına dayamıştı Ahmed. İçi sevinçle dolu olmasına karşın ayağa kalkamamasından yana üzgündü. Biriken devlet işleri bir yana Anadolu'da bilhassa onun hastalığından güç bulan Celali Ayaklanmaları ve Kırım Hanlığı'nın tahtı adına girdiği hesaplar hayli canını sıkmıştı. Öte yandan o artık baba oluyordu ancak ne yazık ki sevincini hasret kaldığı eşiyle dahi paylaşamıyordu. Ah... Hele bir ayağa kalkabilse... O günler de gelecekti elbet.
***
Kendine ayrılan dairesinde babasının hediyesi olan Çerkes diyarından gelme nedimesi Mürgüşah Hatun ile oturmaktadı, Mahfiruz. Ahmed'in gözlerini açmasından bu yana işlediği gergefin bir an evvel bitmesi için uğraşıyor bunun için acele ediyordu.
" Nihayet kara günler bitti de yüzünüz güldü. Sizi üzgün görmek içime dokunuyordu doğrusu."
Mürgüşah'ın bu içten konuşmasının ardından işlediği gergefi bir kenara bırakıp kızın eline dokunmuştu, Çerkes güzeli. Akabinde de inci gibi dizili olan dişleriyle gülümseyip derince bir iç çekmişti.
" Rabbim yüzümüze güldü. Ahmed'im iyileşti. Yakındır ayağa da kalkacaktır. Bir de gebeliğim... Sevincime sebep budur. "
" Siz hep gülesiniz hanımım."
Mürgüşah dizleri üzerine çöktüğü Acem işi minderden kalkıp az ileride durmakta olan şerbet testisinin kulpundan tutup getirmişti. Bilirdi ki hanımı Mahfiruz en çok ayva şerbetini severdi. Öyle ki Kafkas halkları da ayva nimetine bayılırdı.
" Ne iyi ettin. Canım çekmişti."
" Afiyet olsun."
Gümüş bardaktan bir yudum kadar alıp şerbeti ağzının içinde gezdirmişti Mahfiruz. Akabinde de hoşuna gittiğini belirtircesine başını aşağı yukarı sallayıp dudaklarının kenarını yalamıştı.
...
Aklı haftalardır yatak döşek yatmakta olan kocasındaydı onun. Öyle ki Ahmed'in yokluğu ona ve devlete hayli bedeller ödetmeye mecbur kılacak denli koymuştu. Şükür ki sultanı, padişahı iyiydi artık. Pek yakında da yeniden eski günlerine dönecekti.
Bir an için elini karnına götürmüştü Çerkes kızı. Evladının varlığını hissetmek istiyor böylelikle onunla güç bulacağına inanıyordu.
" Ahmed biliyor mudur ki? "
Anlamıştı Mürgüşah. Hanımı gebeliğinin duyulup duyulmadığını öğrenmek istiyordu.
" Zannımca validemiz haber etmişlerdir."
O an gülümsemişti Mahfiruz Kız. Heyecan ile merak karışımı bir hisle penceresinden manzaraya seyre dalıp sonra da yarım bıraktığı gergefi bitirmek adına eline almıştı.
Mürgüşah ise hanımının hallerini anlayıp yalnızca tebessüm etmekle yetinmişti. Halbuki Mahfiruz'un içinde dolaşan cümle duyguları en iyi o bilir o fark ederdi. Lakin bu imtihanın da sonu gelecekti elbet ve hanımının vuslat adına az daha sabretmesi gerekirdi.
***
Ahmed'in sıhhatine kavuşuyor olması sebebiyle harem bugünlerde hiç olmadığı kadar neşeli ve şen şakraktı. Mutfaktan taşlığa siniler dolusu yiyecek, terzihaneden kızlara kıyafet, valideden de haremdekilere fazladan yevmiyeler verilmekteydi.
Haremin baş hazinedarı olan Servazad Kalfa ise tüm bu işleri düzenliyor bir de emri altında bulunan ağa ve gediklilere emirler veriyordu.
" Kudret Ağa... Görürüm ki epey boşladın. Sabahtandır neredeydin? "
" Yoksa Handan Sultan mı sesledi beni? "
Servazad'ın bu tepkisi üzerine korkmuştu hadım ağa. Öyle ya yokluğunda valide onu huzuruna çağırmışsa işi işti gayrı.
" Hayır. Lakin pekala bana hesap vermen icap eder. Neredeydin? "
Alnında beliren boncuk misali terler hemencecik ele vermişti ağayı. Üstelik titrek çenesi bu kez daha bir farklı görünüyor onun gergin olduğunu yansıtıyordu.
" Sorma Servazad Hatun. Eski Saray'dan geliyorum. "
" Eski Saray mı? Hayırdır? "
Az evvelki neşesinden eser kalmamıştı kalfanın. Gür kaşlarını çatmış ve dahi sesini alçaltmıştı.
" Safiye Sultan ikide bir haber yollatıyordu. Ben de gitmiş bulundum."
" O koca bunağın derdi neymiş? "
Oldu olası Safiye Sultan'dan nefret ederdi, Servazad. Yıllardır ona hizmet etmiş olsa bile bir an olsun içi ısınmamıştı.
" Hünkarımızı ziyarete gelmeyi murad ederlermiş. Kendisine saltanat arabası tahsis edilmesini istiyorlar. Onunla geleceklermiş buraya."
" Aklını yitirmiş besbelli. Sahi kendini ne sanıyor bu? Onun devri bitti artık. Yeri de bu saray değil."
" Böyle karşılık vermedim elbet. Hastalığın tam olarak iyileşmediğini ve sari olduğunu söyledim. İlaveten Handan Sultan'a bu durumdan bahsedeceğimi de... "
Başını yere eğmişti Kudret Ağa. Öyle ki sultanlar arasında kalmak ona hayli rahatsızlık veriyor, onu içsel sıkıntıya sokuyordu.
Servazad ise boynu bükük duran kara hadıma bakıp kalmıştı öylece. Ve şaşırmıştı. Zira Kudret Ağa'nın kara gözlerinde acımaya benzer yaş yığınını görmüştü.
" Ne o Kudret, yoksa Safiye Sultan'a acıdın mı? "
Güçlükle yutkunup yaşlar boşanan gözlerini iri, kalın parmaklarıyla silip yüzünü, eğdiği yerden kaldırmış kardeş bildiği dostu Servazad'a doğru uzatmıştı, hadım.
" Hiç bana kızma Servazad. Onu sen de o halde görsen üzülürdün. Kaldığı daire rutubet, kasvet içinde. Hizmetinde bulunan cariyeler dahi daha şimdiden hürmeti bırakıp önüne bir lokma ekmeği koymaya yüksünür olmuşlar."
" Beter olsun. E madem oralara gittin, Halime Sultan'ı da gördün mü? "
Katıydı Servazad. Hele ki eski valideye karşı kalbi sanki taşlaşmıştı. Ağa ise durumun farkında olduğundan daha fazla üstelemeyip bir iki öksürür gibi yapıp toparlanmıştı.
" Gördüm. Selamları vardı. "
" Bu kadar mı? "
" Daha ne anlatayım? "
" Peki ya Mahfiruz'un gebe olduğunu dedin mi? "
Kalfanın sevinçle ışıldayan gözlerinin içine bakmıştı, Kudret Ağa. Doğrusu acınacak olan Safiye Sultan değil bu olmalı, diye düşünmüştü. Zira Halime Sultan'ın yeğeninin gebelik müjdesine sevineceğini zannediyordu.
" O vakit dinle. Evvela evladı Şehzade Mustafa'nın ahvalini sual ettiler. Ben de gayet iyi olduğunu, en iyi şekilde bakıldığını söyledim. Lakin ana yüreği işte, evladıma hasret bıraktılar, diye Handan Sultan'a ağzına geleni dediler. Ha bu arada Hatice'nin gebe olduğunu dedim. Vallahi öyle sevindiler ki az daha öfkelerinden oracıkta canımı alıvereceklerdi. Zor kurtuldum. "
Geçip gitmişti Kudret. Kalfa ise işittikleri karşısında afallamış halde güçlükle ayakta duruyordu şimdi. Nasıl da aptallık etmişti böyle? Oysa o senelerin kalfasıydı. Elinden birbirine rakip olacak binlerce kız geçmiş, yetiştirmişti. Bu taht işi ki gölge dahi kabul etmediğinden olsa gerek Halime'nin de Mahfiruz adına sevineceği mümkün olmazdı tabii.
Belliydi ki Mahfiruz'un çilesi yeni başlayacaktı. Bunca rekabet, kem göz içinde evladını karnında muhafaza edip dünyaya getirecek bir de büyütecekti. Şimdi hakikaten tuhaf bir korku sarmıştı Servazad'ın içini. Öyle ki onlara sevinç olan başkalarına hüzün, onlara bal olan bir başkalarına baldıran olacaktı.
Yol ise uzun ve meşakkatliydi.
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.7k Okunma |
177 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |