7. Bölüm

Mahfiruz

Fahriye Demirci
aybinhatun

8 Ocak 16032

 

Osmanlı Sarayı

 

Akşam

 

Meşalelerden yayılan ışık tül perdeler arasına girip çıktıkça Hatice'nin üzerindeki al kadife kaftanın işlemelerinden duvara hare ve gölge oyunları yansıyordu. Bugün onun günüydü. Öyle ki Sultan Ahmed ile bu sabah nikahları kıyılmıştı. O artık cihan şahının nikahlı karısı olmuştu.

 

Halası Servazad'ın öncülüğünde Handan Sultan'a sunulmuştu o. Sultan Ahmed sünnet döşeğinden kalkar kalkmaz da nikah ahdi ile birliktelik sağlanmış ve Hatice'ye sultanlık kapıları açılmıştı.

 

Valide Handan da tıpkı Hatice gibi Çerkes soylusu olup kendi kanından gelenlere sevgi besleyen bir kadındı. Üstelik kendisini de yetiştirmiş olan Servazad Kalfa'nın sözüne itibar ettiğinden bir an olsun tereddüt etmeden Çerkes kızı Hatice'yi oğluna münasip görmüş ve derhal nikah için oğlunu ikna etmişti.

 

Sultan Ahmed validesini çok sevdiğinden ve dahi padişah olmakla üzerine büyük sorumluluklar aldığından bu işe, olur, demiş böylelikle de Çerkeslere damat olmuştu. Öyle ki o da validesi gibi bu izdivacın hayırlara vesile olacağını düşünüyordu.

 

***

 

Haremde eğlenceler devam etmekteydi. Valide Handan ve kızlarının yanısıra usüllere aykırı olarak bu şenlikte Safiye Sultan da bulunmaktaydı. Kurulduğu baş köşesinden karşısında oturan Hatice'yi arada bir süzüp burun kıvırıyordu.

 

" Arslan torunumuza layık gördüğün kız bu mudur, Benli Haseki? "

 

Benli Haseki, Safiye Sultan'ın gelini Handan'a verdiği bir sıfattı. Handan Sultan'ın dudağının üzerinde bulunan ve gayet hoş duran beni sebebiyle böyle bir yakıştırmaya maruz kalmıştı. Lakin o buna senelerden beri alışık olduğundan aldırış etmemişti.

 

" Servazad Hatun tavsiye etti. Hem hatunun aklı başında. Arslanıma hayırlı bir yoldaş olur."

 

Gülmüştü yaşlı valide.

 

" Servazad ha... Demek onun tavsiyesi... Haremi onun ellerine bırakmayagördüm Çerkeslerle doldurdu sarayı. Desene Kafkasya'nın kızları yine payitahta doluşacak. "

 

" Kendisine itimadım tamdır validem. Hatice'ye de öyle... "

 

Kahkahalarını bıçak kesiği gibi birden kesmişti Safiye Sultan. Yüzüne çarpan hakikat onu perişan etmiş zerre kıymet vermediği gelini ise gücüne güvenip sözünün üstüne söz söyler olmuştu.

 

Şayet oğlu Mehmed gencecik yaşta göçmüş olmasaydı bu dünyadan o Handan'a pabuç bırakır mıydı hiç? Ona uykuları haram eder aldığı her nefes için kendine dua ettirirdi. Lakin gayrı Mehmed yoktu. Oğlu olmayınca da kendisinin bir hükmü yoktu. Hem birkaç gündür kulağına çalınan sürgün haberlerini de almıyor değildi o. Acı ki bugünde yarında Eski Saray'a gönderileceğini biliyor ve içten içe kahroluyordu.

 

Handan Sultan ise oğlunun aklına girip yarın sabah Safiye Sultan'ın bu saraydan gönderileceğini bildiğinden neşesini bozmamış, gelini ilan ettiği Hatice'nin yanına doğru ilerlemişti. Hatice ve etrafında bulunan kızlar da validenin gelmesi üzerine ayağa kalkıp saygıyla eğilip selama durmuşlardı.

 

" Maşallah Hatice. Arzum bu evliliğin sana ve evladıma hayırlar getirmesi. İnşallah oğlumun yüzünü güldürüp ona hayırlı bir eş olursun."

 

Handan Sultan'ın bu temennisiyle birlikte Hatice tüm samimiyetiyle gülümseyip validesinin elini öpmek için eğilmişti.

 

" İnşallah validem. "

 

Henüz on dördünde bir goncaydı Hatice. Ahmed ile yaşıttı. Üzerinde Kafkasların ferahlık veren kokusuna dair hoş bir emare taşıyor, nurlu yüzüyle etrafına ışık saçıyordu. Onun böylesi güzelliği Handan Sultan'ın da dikkatinden kaçmamıştı.

 

" Aslı var mıdır bilmem lakin haremin en güzel kadını rahmetli Nurbanu Valide'ymiş. Ve tabii - Allah mekanını cennet eylesin - Mahidevran Sultan... Onları görmek nasip olmadı ama sen de en az onlar kadar güzelsin Hatice."

 

" Doğru dersiniz sultanım. Ben de Hatice'yi rahmetli büyük halası Mahidevran Sultanımıza benzetirim. Kan çekmiş olmalı. "

 

Servazad Kalfa'ydı bu. Perileri kıskandıracak denli güzellikte olan yeğeni Hatice'nin yanında gülümseyerek durmaktaydı.

 

" Öyle... O halde sana düğün hediyem olsun Hatice. Bundan böyle sana Mahfiruz demek isterim. "

 

" Mahfiruz... "

 

İçinde garip bir mutluluk yaşıyordu Çerkes güzeli. Zira valide tarafından az evvel kendisine yeni bir isim verilip yüceltilmişti.

 

" Ay ışığı, demek. Senin gibisine de bu yakışırdı. Hem Mahidevran Sultan'a ithafen seçtim bu ismi. Lakin dilerim kaderin ona benzemez."

 

" Amin."

 

O an büyük halası Mahidevran Sultan'ı düşünmüştü, Mahfiruz. Onun çektiği acıları tekrardan anımsar gibi olmuş ancak kendinde buna mahal vermemeye ant içmişti. Zira o birgün sultanlık makamına erişeceğine inanıyor ve istikbalinin parlak olacağı ümidiyle yaşıyordu.

 

***

 

Eğlenceyle dolu bir akşamdan sonra sıra hanedan gelini olan Hatice Mahfiruz'u halvet için hazırlamaya gelmişti. Bunun için ise gedikli kalfalardan seçilmiş ve Handan Sultan'ın bizzat hazırlattığı yeşil saf ipek kumaşlı, üzeri türlü mücevherlerle süslü gecelik odaya getirilmişti.

 

Servazad Kalfa da gelini hazırlamak üzere odada bulunuyor geceliğin tülleriyle uğraşıyordu. Nihayet Çerkes kızının hamam sefası bitip vücuduna lavanta kokusu sürüldüğünde ona geceliği giydirme faslına gelinmişti.

 

" Maşallah sana."

 

Hakikaten de Hatice eşsiz bir gevher misali ışıldıyordu. Üzerine geçirdiği yeşil zümrüt gecelik ve başına yerleştirilen küçük taşlı taç onu bambaşka fakat cihanın görüp görebileceği muazzam bir güzelliğe dönüştürmüştü.

 

" Güzel olmuş muyum hala? "

 

" Güzel ne kelime, seni görenlerin dili tutulur kızım."

 

Gülümsemişti Hatice. Ardından da başına duvak örtmeye çalışan Şebsafa Kalfa'ya doğru eğilmişti. Ve işte şimdi hazırdı Çerkes Kızı. Artık hünkarının yanına varabilirdi.

 

***

 

Mermer kaplı koridordan has odaya doğru yayılan kandilden süzülen kızıl alev beraberinde yanında bir hadımağa ve kalfaların da bulunduğu Hatice gelini adetlere uygun halde getiriyordu. Öyle ki gelinin attığı her adımda yere çil çil altınlar saçılıyor dualar okunuyor ve dahi ona nasihatler ediliyordu.

 

Bu merasimin ardından çift kanatlı koca kapıların önüne dek gelen gelin, kalfaların seslemesiyle durmuş ve ona denilecek olanları dinlemeye koyulmuştu.

 

" Hatice... Gayrı altın yoldan geçip cennetin kapısına vardın. Bu kapı açılınca bu cihanda yücelerin yücesine ulaşacaksın. Rabbim seni de bizi de utandırmasın. Rabbim sana ve hünkarımıza karşılıklı muhabbet, gönül ferahlığı nasip etsin."

 

Servazad Kalfa'dan sonra sözü bu kez Şebsafa Kalfa almıştı.

 

" Ne yapacağını, nasıl davranacağını biliyorsun. Hiç korkup utanmayasın. Bizler buradayız. Sabah ezanına dek seni kapıda bekleyeceğiz. Haydi bakalım, tokmağı çalıyorum. Bismillahirrahmanirrahim."

 

Dediği gibi yapmış has odanın altın tokmağını üç kez kapıya vurmuştu Şebsafa Kadın. Bir müddet geçen zamanla bekledikten sonra içeriden cılız bir ses duyulur gibi olmuştu.

 

" Gel... "

 

Bu Sultan Ahmed'in sesiydi. Henüz toy olan hünkar iyileşir iyileşmez evlenmiş, dünya evine girmişti. Şimdiyse heyecanla Çerkes prensinin kızı olan zevcesini beklemekteydi.

 

Hatice'nin delicesine çarpmakta olan kalbi onda bir telaştır başlatmıştı. Elleri titriyor, gül kurusu rengindeki dudaklarını ısırıyordu. Fakat artık oyalanmak için çok geçti. Zira cennetin çift kanatlı kapıları çoktan ardına dek açılmış ve bu kez daha gür bir sesle çağırılmıştı.

 

" Gel Hatice!"

 

***

 

Hatice'nin içeri girmesiyle birlikte henüz on dördünde olan genç padişah oturduğu atlas kaplı divandan ayağa kalkıp yaşıtı olan eşini karşılamak üzere birkaç adım öne atılmıştı. Her halinden belliydi ki Ahmed de pek heyecanlı, utangaçtı.

 

Çerkes güzeli ise ona öğretildiği üzere firuze renkli iri gözlerini yere dikmiş hünkarının emrini beklemekteydi. Bir an için başını kaldırmaya niyetlense de buna cesaret edemeyip daha da başını eğmişti.

 

" Hoş geldin. Neden durursun öyle?"

 

Hatice'den ses seda yoktu.

 

" Bilesin ki yanımda başını eğmene lüzum da rızam da yoktur."

 

Ahmed'in ona bu denli insani, sıcak yaklaşması Hatice'de derin bir sevgi uyandırmıştı. Kaldı ki hünkarın yüceliği bununla da sınırlı değildi. Öyle ki kadınını divana oturtup kıble yönüne serdiği seccadesi üzerinde evliliklerinin mübarek olması adına şükür namazını kılmaya durmuştu. Halbuki nikah adına bir hükümdarın namaz kılması şartı yoktu. Fakat o bunu gönüllüce ihmal etmemiş, eşine hürmet göstermişti.

 

***

 

Namaz ve duanın ardından Ahmed, Hatice'nin oturmakta olduğu divana doğru ilerleyip sevgili eşinin ellerinden tebessümle tutarak özenle hazırlanmış olan yatağına doğru götürmüş akabinde de besmele ile sırmalı tül duvağı kaldırmıştı.

 

Aman ya Rabbi! Duvağın altında beliren suret ay gibi parlıyor, iri yeşil-mavi gözler ise yıldız gibi ışıldıyordu. O anda Ahmed'in kalbinden bir şey kaymış içi hoş olmuştu. Gayrı padişah efendimiz bu periye gönlünü vermişti.

 

" İzdivacımız hayırlara vesile olur inşallah."

 

" İnşallah hünkarım."

 

***

 

Ahmed'in parmakları Çerkes kızının yumuşak saçları arasında dolanmaktaydı şimdi. Saçlardan yayılan misk kokusu ise genç padişahı kendinden geçirmiş adeta mest etmişti.

 

Hatice ise kendini kocasının kollarına çoktan bırakmış sevinçlere gark olmuştu. Şüphesiz bu saadetlerin en büyüğüydü ve o sevdiği adamın cennetinde açmayı bekleyen bir tomurcuk gül misali zevkle kıvranıp durmaktaydı.

 

" Ahmed..."

 

Vaziyet oydu ki bizim Çerkes kızı muradına ermiş ve Ahmed'e kadın olmuştu. Mutluydu. Biliyordu ki aydınlık, huzur dolu günler onu bekliyor

du. Bekliyordu amma bu pek de öyle sandığı gibi uzun sürmeyecekti. Zira her şey yeni başlıyordu. Bu ise henüz ilk adımdı.

 

***

 

 

 

 

 

Bölüm : 28.12.2024 17:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...