31. Bölüm

Mahpeyker Şehzade Mehmed İle...

Fahriye Demirci
aybinhatun

Osmanlı Sarayı

 

1609 

 

Zaman su misali akıp geçmekteydi. Saray ise bu geçen vakitte az da olsa toparlanmış ve dahi yaslarından arınmıştı. Öyle ya Fatma Ferahşad'ın dünyaya getirdiği Cihangir adlı şehzade, Ahmed'e ve devlete umut olmuşken doğumundan bir ay kadar sonra vefat edivermişti.

 

Bu Ahmed'in yitirdiği ilk evladıydı. Doğrusu saray da uzun seneler sonra ilk kez bir bebek ölümüne şahit olmuştu. Hal böyle iken yas ilan edilmiş ve dahi haremin neşesi birden sönmüştü.

 

Fatma'ya gelince... Fatma derin bir buhran içerisinde mum misali erimekteydi. Şehzadesinin cansız bedeni bir an olsun gözünün önünden gitmiyor ve bu durum da onu perişan kılıyordu. Neyse ki ona destek çıkan Mahfiruz vardı.

 

Mahfiruz her ne kadar Cihangir'in doğumuna üzülmüşse de ölümüne de yine aynı şekilde üzülmüştü. Lakin o Fatma'yı severdi. Bu sebepten ondan bir an olsun alakasını ve şefkatini eksik etmemişti.

 

" Fatma bak sana bol kekikli yahni yaptırdım. Sen seversin bilirim. Hadi ye biraz. "

 

" Yüreğim yanar Sultanım. Ne sofrayı görür gözüm ne de bir tas suyu. "

 

Doğruydu. Fatma Haseki'nin gayrı hiçbir şeyde gözü yoktu. Yalnızca Gevherhan'ıyla avunur dururdu. Fakat ya Cihangir'in acısını kim, nasıl dolduracaktı ?

 

... 

 

Kederli hasekinin yanından ayrılan Mahfiruz, kendi dairesine varmadan evvel üvey oğlu olan Mehmed'i görme arzusuna kapılmıştı. Zaten nicedir de doğumlar, ölümler derken onunla yeterince alakadar olamamıştı.

 

Yanında bulunan kardeşi Şahincan ile uzunca bir koridordan geçip bir daire kapısı önüne gelmişti. Akabinde de emriyle açılan çift kanatlı kapılar ardından gülümseyerek içeri girmiş ve fakat gördükleri karşısından yüzüne yerleştirdiği gülümseme anında yitip gitmişti.

 

" Ne işin var senin burada ? "

 

Öfkelenmişti Mahfiruz Sultan. Öyle ki baş düşmanı Mahpeyker'i bir minder üzerine kurulmuş halde Şehzade Mehmed ile oynarken bulmuştu.

 

" Bu ne celal böyle Sultanım ? Madem bana sual ediyorsunuz, o vakit ben de size sual edeyim. Peki ya sizin ne işiniz var ? "

 

Bu ne arsız bir kadındı böyle ? Mahpeyker... Sinsi yılan !

 

" Edepsiz, karşında Sultan Ahmed Han'ın nikahlısı ve dahi veliahtının anası durur ! Sen bilmez misin ki, kimse ama hiçkimse benimle bu şekilde üstten konuşamaz ? "

 

" Yaptığınızı beğendiniz mi ? Sizin yüzünüzden şehzademiz ağlıyor. Zira korkuttunuz onu. "

 

Mahpeyker hakikaten de yılanların şahı, iblislerin de başıydı. Onun bu umursamaz tavırları, kendine olan güveni, yeri geldiğinde bir melek denli masumca bir tavırlarlara bürünmesi...

 

" Şahincan, Mehmed'i al şu kadının elinden ! Al ve doğruca daireme götür. "

 

Korkmuştu Şahincan. Her nedense ablası ve bu Rum kölenin rekabeti onu hep korkutuyor, türlü endişelere salıyordu. Öyle ya kim ne derse desin Mahpeyker, hünkarın kıymetli bir gözdesiydi. Yeri gelince herkeslerden üstün tutulur ve dahi şehzadesi olmamasına rağmen saygı duyulması istenirdi.

 

İşte şayet şimdi de bir hadise yaşanacak olsa Allah bilir ya Mahpeyker'e yine bir şey olmaz lakin ablası Mahfiruz ile Sultan Ahmed'in arası tam düzelmişken yeniden bozulabilirdi. O vakit de gün bu Rum Cadısı'na doğar, Allah muhafaza onları ezer geçerdi.

 

" Bir daha seni Mehmed'in etrafında görmeyeceğim, işittin mi beni ? "

 

" Buna sen karar veremezsin ? Hem sen mi doğurdun onu ? "

 

" Ne dedin sen ? "

 

Gayrı kendini tutamıyordu Mahfiruz. Öfkeden gözüne bir perde inmiş, karşısında alaylı alaylı edepsizce onunla konuşan Mahpeyker'i yerden yere çarpmamak için nefeslerini sıklaştırmaya başlamıştı.

 

" Şehzade Mehmed ne kadar senin oğlunsa, o kadar da benim oğlum. Neticede onu biz doğurmadık. Bu sebepten bana hiçbir şey diyemezsin. Hem unutma ki hünkarımız onu senin elinden aldı. Şayet layığıyla analık yapabilseydin almazdı. "

 

Dayanamamıştı Mahfiruz. Dayanamamış ve Mahpeyker'in yüzüne okkalı bir tokat atmak adına elini bir hışımla kaldırmıştı ki,

 

" Mahfiruz ! "

 

... 

 

Gelen İsmihan Sultan'dı. Kendisi bir paşa karısı olup aynı zamanda da Sultan Ahmed'in ana bir kardeşlerinden biriydi.

 

" Mahfiruz, bu ne hal ? Sesiniz ta taşlıktan duyulur. "

 

" Sultanım... Sultanım bana ne sözler etti bir işitseydiniz. "

 

" Haşa. Ağzımı dahi açmadım. Yalnızca ' Şehzademiz Mehmed'i görmekten beni mahrum etmeyin.' dedim. Kabahatim buysa eğer affola. "

 

Rakibesinin yalanlarını duydukça iyice bileniyordu Çerkes Sultan. Sinirden eli ayağı titriyor arada bir de

 

" Yalancı köle ! " diye bağırıyordu.

 

Doğrusu İsmihan Sultan her şeyin farkındaydı. Zira o kimin ne olduğunu gayet iyi anlıyor ; Mahfiruz'un kibirli, Mahpeyker'in ise sinsi olduğunu biliyordu.

 

" Yeter! İkiniz de susun artık ! Şu yaptığınıza bakın. Hünkar kardeşimin zevceleri birbirini yer durur da bir iyi geçinemez. İkinize de yazıklar olsun."

 

Durulmuştu Mahfiruz. Firuze rengi gözlerini hüzünle İsmihan'a çevirmiş ve öylece bakmıştı. Mahpeyker ise çocuksu bir masumluğa bürünmüş, sessizce yerdeki kilimin desenlerine bakmaktaydı. Belli ki her ikisi de yaptığına utanmış, mahcup olmuştu.

 

... 

 

Mahfiruz dairesine döndüğünde ilkin dünyalar güzeli kızı Hanzade'nin beşiğinin yanına varmış ve bir müddet kızını seyretmişti. Akabinde de kardeşi Şahincan'ın iç odadan getirdiği üvey oğlu Mehmed'e doğru çevirmişti başını.

 

" Zavallı Mehmed'im. Keşke Nurnigar ölmemiş olsaydı da sen de böyle iki arada bir derede kalmasaydın. "

 

Üzgündü Çerkes Sultan. Gerek Mehmed'e gerekse de hünkarının gönlünü zehirli sarmaşık misali sarmış olan Mahpeyker yüzünden kendine üzülüyordu. Ah, ne olurdu Nurnigar yerine şu Rum Yılan'ı ölseydi. Ölseydi de cümle saray bayram etseydi.

 

" Ah keşke... Keşke... "

 

... 

 

Lakin o bilmese de daha görecek çok günü vardı Rum Kızı'nın. Hem de günlerini öyle görecek öyle yaşayacaktı ki...

 

Ah... 

 

* Yorumlarınızı bekliyorum. ☘️

 

Bölüm : 01.01.2025 14:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...