2. Bölüm

Osmanlı Sarayı

Fahriye Demirci
aybinhatun

1601, Osmanlı Sarayı

 

Halime Altunşah Sultan Dairesi

 

Ferruh Ağa'nın destur talebi haseki dairesinin bekleme odasından upuzun koridora değin yayılmıştı.

 

Az sonra daireden çıkan bir cariye kapıda beklemekte olan hadımağa ve kalfa kadına bakıp,

 

" Halime Sultanımız sizi bekler. Buyurun." demişti.

 

Bunun üzerine içeriye giren kalfa kadın el pençe durup hürmetle efendisinin önünde eğilmiş ve yarı heyecanlı saygısını sunmuştu.

 

" Sultanım... "

 

" Hoş gelmişsin Servazad. Hani nerede benim yeğenlerim?"

 

" Kapıdalar Sultanım. Müsaadenizle huzura kabul buyurmayı dilerler."

 

" Bekletme gayrı. Gelsinler."

 

Halime Altunşah Sultan'dı bu. Bir başka adıyla Kalender Sultan... Kendisi Abhaz soylusu olup Sultan Mehmed Han'ın da üçüncü hasekisiydi. Bir oğul ve iki kız anasıydı.

 

Saray kalfası olan Servazad'ın getirdiği muştunun sevinciyle günlerdir uyumamıştı o. Zira ilk kez kardeşi Feride'nin evlatlarıyla görüşecek, tanışacaktı.

 

Nöbete duran cariyenin seslenmesiyle birlikte dairenin içerisine tıpkı güneş ve ayın doğuşunu anımsatan iki cihan güzeli kız girmişti. Ne de taze ne de hoştular. Muhtemelen biri on bir diğeri de dokuz yaşlarındaydı.

 

" Kaldırın başınızı da teyzeniz cemalinizi görsün."

 

Bu iki fidan, halaları olan Servazad Kalfa'nın tembihlerine uyup içeri girdikleri andan itibaren başını yerden kaldırmamış, ellerini önüne bağlayıp öylece durmuştu. Fakat belli ki Halime Sultan için şimdi hürmetin vakti değildi.

 

" Maşallah. İkisi de Feride'ye benziyor. Yüzleri gibi bahtları da aydınlık olur inşallah."

 

" Amin Sultanım. Bu arada Feride Hatun size bir name göndermiş. Buyurun."

 

Kalfanın uzattığı nameyi tebessümle alıp açmaya koyulmuştu sultan. Akabinde de buğulu gözleriyle kızların bir büyüğünü bir de küçüğünü süzmüş iç çekmişti.

 

" Hansuret ile Şahincan... Söyleyin bakalım hanginiz Hansuret. "

 

Kızlardan büyük olanı tam konuşmaya niyetlenmişti ki Servazad Kalfa'nın araya girmesi bir olmuştu.

 

" Büyük olanı Hansuret. Lakin ona Hatice adını verdik. Şahincan'a da Fatma dedik."

 

Kızların hüznünü bir bakışta anlamıştı Halime Sultan. Ancak yapacak bir şey yoktu. Öyle ki kendi de bu yollardan geçmişti.

 

" Hatice ve Fatma demek. Pek güzel."

 

" Ferruh Ağa münasip gördü. "

 

" Ferruh... Ala. Gayrı kızları götürebilirsin. Bundan böyle sana emanetler. İyice yetiştir, pişir onları."

 

" Siz merak buyurmayın Sultanım. Elimden geleni yapacağım."

 

... 

 

Kalfa kadının ve beraberindeki yeğenlerinin daireden ayrılmasıyla sultan, kederle karışık bir saadet içinde bulmuştu kendini. Kardeşinden aldığı mektup bir yana ondan olma evlatları da görüp memleket hasretini bir nebze de olsa hafifletmişti.

 

" Ah, Kafkaslar..."

 

Hasret böyle bir şeydi işte. Seneler geçtikçe azalacağı yerde artıyor insanı büsbütün perişan ediyordu. Bakalım bu iki kız nasıl baş edecekti memleket hasretiyle. Dayanabilecekler miydi? Gerçi hoş dayanmayıp ne yapacaklardı? Öyle ki bu sarayın hareminden içeri giren ya duvakla ya kefenle ya da balıklara yem olmak suretiyle çıkıp gidebilirdi ancak.

 

***

 

Harem

 

" Burası hiç bizim oralara benzemiyor hala. Onca hatunu getirip kapatmışlar. Herkes türlü türlü dil konuşur. Anlamam etmem."

 

Hatice bu serzenişinde hiç de öyle haksız sayılmazdı. Haremde onlarca genç kız ve her biri de ya savaş esiri ya da hediyeydi. Kimi Rumca kimi Sırp dilinde konuşur ve konuştukları anda da gediklilerden dayak yerdi.

 

" Zamanla anlarsın kızım. Lakin evvela Osmanlıca'yı öğrenmeniz icap edecek. Sonra musiki, nakış... Yolunuz uzun amma bilirim ki talihiniz boldur. Bu sebeple zinhar sözümden çıkmayıp dediklerimi yapın."

 

... 

 

Yapmışlardı. Aradan geçen iki senenin ardından Hatice de Fatma da haremin parmakla gösterilecek ender kızlarından olmuşlardı. Şüphesiz ki bunda pay Servazad Hatun ve Halime Sultan'a aitti. Öyle ki kızların yetişmesinde epey çaba harcamış, ilgi ve şefkat göstermişlerdi.

 

Yıl 1603, Haziran ayının da son günleriydi. Haremi saran yaz sıcağı kızların içini baymış mutfaktan getirilen limonata ve buzlu şerbetlerden içmeye koyulmuşlardı.

 

Kızlar kendilerini serinletedursunlar hünkarın hasekilerinden olan Mahpeyker'in şeyhe yazdığı mektup da bir ağa tarafından haremden çıkarılmak üzere yola revan olmuştu. Oysa Mercan Ağa'nın elinde olan bu mektup tüm kaderleri değiştirip her şeyi yakıp yıkacak cinstendi. Farzedin ki ölüm fermanı...

 

... 

 

" Celaliler payitahta kadar gelmiş, diyorlar."

 

" Yakında sarayı yağmalarlarsa hiç şaşırmam."

 

" Vaziyet o denli kötü mü ki?"

 

" Kötü olmaz mı? Hünkarımız tahtını elinden alırlar diye oğullarını sancağa çıkarmaz. Lakin kendi de bir şey yapmaz."

 

Ellerinde tuttukları şerbet taslarını birbirlerini dürtmek ve dedikoduya devam etmek için bir aracı olarak kullanıyordu kızlar. Hatta galeyana kapılıp üzerlerine şerbet döktükleri de oluyor nitekim de aldırış etmeden ara vermeksizin konuşuyorlardı.

 

Hatice ise çoktan sohbete dahil olmuş sıranın kendisine gelmesini beklemekteydi. Zira demek istediği bir husus vardı. Kendisi dedikoduyu sevmezdi lakin harem içinde aylardır devam edegelen Mahpeyker Sultan ve Valide Safiye Sultan arasındaki husumet onu epey etkilemişti. Sırası geldiğinde dilinden dökülecek tek şey bu olacaktı: haksızlık.

 

Nihayet sıra Hatice'ye geldiğinde,

 

" Son günlerde olan bitenler hepimizin malumu. Valide Sultan ile Mahpeyker Haseki arasında ..."

 

Hatice daha sözünü tamamlamadan neye uğradığına şaşırmıştı. Bir an için kendini halası Servazad'ın kolları arasında hırpalanırken bulmuş sonra da sürüklenerek kalfaların kaldığı daireye itilmişti.

 

" Hatice... Hatice! Sende akıl yok mudur ha? Nasıl haremin ortasında valide hakkında konuşmaya cüret edersin? Bilmez misin o kızlar içinde dahi validenin casusları vardır?"

 

" Bir şey demedim ki hala. Ben sadece..."

 

Şimdi Firuze taşını anımsatan ışıltılı gözlerinden yaşlar dökülüyordu Hatice'nin. Her iç çekişinde duyulan hıçkırıkları şüphesiz Servazad Kadın'ın yüreğini acıtıyor onu da üzüyordu.

 

" Bak yavrum. Saraya geleli neredeyse iki sene oldu lakin bu acemiliğin niye? Bilmez misin Safiye Sultan'ın gazabına uğramak için Çerkes olmak bile kafiyken sen bir de üstüne ulu orta yerde onu çekiştiriyorsun. Maazallah ya bir duyan bir yetiştiren olsa sözlerini o vakit ne ben ne de Halime Sultan kurtarabilir başını. Yapma Hatice'm. Bundan böyle diline sahip çık. "

 

Haklıydı Servazad Kalfa. Öyle ki bu saray ne masallardaki ne de Kafkaslardaki saraylara benzerdi. En ufacık yanlışında başını alır sanki hiç var olmamışcasına silerlerdi adını sanını. İnsanı unutulmaya mahkum bırakırdı.

 

... 

 

Hatice de bu kaidelere alışacak, öğrenecekti. Zira var olmak istiyorsa başka çaresi yoktu. Olamazdı da. Allah biliyor ya Servazad Kadın'ın gönlünden Hatice'yi yüceltmek nasip olursa da istikbalin sultanı etmek geçiyordu lakin hal böyleyken nasıl olacaktı o iş?

 

" Ah, Hatice... Sen olsun umudumu boşa çıkarma benim. Çıkarma..."

 

İçlenmişti kalfa. Senelerdir kalbinde güttüğü kini taşmış, intikam ateşiyle yanmaktaydı. Mahidevran Sultan'ın uğradığı zulüm ve hakaretler, oğlu Mustafa'nın başına gelenleri bir an olsun aklından çıkarmamıştı o. Herkesten gizlediği nefreti ise onu saygın bir konuma getirmiş ve o da ilk adım olarak haremi Çerkes, Abhaz, Kafkasyalı kızlarla doldurmuştu. Öyle ki Sultan Mehmed'in çoğu eşi de bu kızlardan seçilmişti. Hem de Valide Safiye Sultan'a rağmen.

 

Şimdiyse sırada şehzadeler vardı. Mahmud, Ahmed ve Mustafa... Sancağa gönderilmemişlerdi henüz ama er yahut geç çıkacaklardı. Peki o vakit ne olacaktı? İşte o vakit Servazad, yetiştirdiği Kafkas kızları gelin edecekti şehzadelere. En başta da Hatice vardı. Yeğeni Hatice... Mustafa on iki yaşına yeni basmıştı. Hatice'ye göre küçük sayılırdı lakin bu sorun değildi. Ancak onun önündeki ağabeyleri tahta her daim yakın olacaklarından Hatice için en münasip aday pekala Mahmud olabilirdi. Belki de yine kendi yetiştirdiği kızlardan olan Handan Sultan'ın oğlu Ahmed münasipti.

 

" Sözlerime uy Hatice. Uy ki seni yüceltebileyim. "

 

Her ne kadar açık etmese de kararını çoktan vermişti Servazad. Ne yapıp edip Hatice'yi yola getirecek ve en nihayetinde de ona kutlu bir ömrün kapılarını açacaktı. Sultanlık kapılarını...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 28.12.2024 17:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...