
" Devlet-i Aliye'nin asırlık nizamı değişti. Bu sebeptendir ki taht ekber ve erşed olan Mustafa'mın hakkıdır. Devlet gayrı onun elinden beka bulacaktır. "
Günlerdir bu kabuslara uyanıyordu Mahfiruz. Kulağında teyzesi Halime Altunşah'ın sesi, hayalindeyse Yeni Saray'da çığlık çığlığa bıraktığı şehzadelerinin korkulu yüzü vardı.
" Allah topunun belasını versin ! "
Öfkeliydi. Öfkesinden de zangır zangır titremekteydi Çerkes Kızı. Öyle ki hak ettiği, layık olduğu ' valide sultanlık ' makamı elinden zorbalıkla alınmış ve dahi bu da yetmezmiş gibi oğulları tecrit edilip kendisi de kızlarıyla bir buraya, bu cehenneme, Gözyaşı Sarayı'na sürülmüştü.
Bu saray ki içinde nice mağlubiyetleri, kırgınlıkları, nice de umutları barındırmaktaydı. Gün görmeden solup gitmiş kızlardan tutun da bir zamanların melikesi Safiye Sultan'ın dahi eviydi burası. Kederin sarayı, hüznün de diyarıydı. Mahfiruz'unsa hastalığının ilk durağı...
...
Rutubet doluydu saray. Duvarlara dek işleyen koku, her nefes alımında soluyanının ciğerlerine yapışıyor, yapıştığı gibi de öksürtüp duruyordu.
İşte Mahfiruz'un da çektiği buydu. Üstelik bir de bir türlü ısınmak bilmeyen odasında üşütmüş, fena halde de soğuk almıştı.
Yalnızca hastalık değildi onu yıkan. Evladı Hüseyin'in vefat haberiyle sarsılmış adeta sararıp solmuştu. Öyle ya hasta evladını son bir kez dahi görememişti o. Oğluna son bir kez olsun dokunamamış, onu tutup da ana şefkatiyle göğsüne bastıramamıştı.
...
***
Ahmed'in vefatı ve dahi Kösem'in nihayete eren girişimleriyle tahtın yolu ulemanın da tasdiğiyle yıllardır bir odada tecrit altında tutulan Mustafa'ya açılmıştı. Sultan Ahmed'in naaşı gasilhaneye taşınırken kardeşi Mustafa bulunduğu odadan çıkarılmış, günün ilk ışıklarıyla veliaht dairesine alınmıştı. O burada cülus için hazır edilirken de Eski Saray'a gönderilen saltanat arabasıyla adı sanı unutulmaya yüz tutmuş olan Halime Kalender Altunşah Sultan Yeni Saray'ın cümle kapısına büyük bir alayla varmıştı.
Oysa tüm bunlar olurken Mahfiruz yanında nedimeleri ve kardeşiyle birlikte dairesinde oturmuş az sonra elini öpüp hayır duasını almaya gelecek olan Arslanı'nı beklemekteydi. Lakin Osman'ı yerine içeri el pençe divan durup Kızlarağası Mustafa, onun ardında da kırk yıl düşünse dahi aklına gelmeyecek olan teyzesi Halime girmişti.
...
" Kaideler bu... Allah'ın kelamı değil ya, elbet değişir."
Seneler sonra teyzesiyle bu sebepten yüz yüze gelmek doğrusu içini dokunmuştu Mahfiruz'un. Zira her ikisinin de derdi kendi evlatları olup taht yolunda onları karşı karşıya getirmişti.
Fakat kolay pes edecek değildi Çerkes Kızı. Öyle ki vaziyeti bir de oğlunun lalasından işitmek istemiş ancak Ömer Efendi'nin dedikleriyle de olan biteni kabullenmek mecburiyetinde kalmıştı. Zaten Mustafa da askere çoktan takdim edilmiş, tellaklar da Osmanoğlu ülkesinde yeni padişahın adını ilana koyulmuştu bile.
Halime Valide ise oğlu tahta oturur oturmaz merhum Sultan Ahmed Han'ın hanesini dağıtmış, kadınları ve kızlarını saraydan sürmüş ve dahi oğullarını da tıpkı vaktiyle kendi oğluna yapıldığı gibi bir odaya hapsetmişti.
...
İşte Mahfiruz da Kösem de onlardan olma sultanlar da şimdi Eski Saray'ın dört duvarı arasında nöbettelerdi. Bu nöbet ki evlat nöbetiydi. Şehzadelerinin nöbeti...
Öyle ki bundan bir ay kadar evvel Kösem'in adamlarından olan Sofu Mehmed Paşa tarafından onlara el altından gizli bir pusula gönderilmişti. Mesele ise ciddiydi. Tahtta akli melekelerini yitirmişcesine etrafta dolaşıp; balıklara ' onlar benim kulumdur' diyerek kese kese altın atan, has odasındaki eşyalarını haremde dolaştırmaya gönderen, divan vakti arz odasındaki kafesli pencereye tırmanıp avazı çıktığı kadar bağıran, paşalarının kabuğunu çıkartıp tekmeleyen ve en mühimi de ulu orta yerlerde ' Osman beni öldürecek, tahtını aldığım için öldürecek ! ' diye haykıran bir padişah vardı. Hal böyle iken onun saltanatına daha fazla
cevaz verilmeyeceği aşikardı. Velhasıl gün Mahfiruz'a doğacak, bu vesileyle o da elinden alınan validelik makamına kavuşacaktı.
" Aman, Osman'ıma bir zarar ilişmesin ! "
Her şey bu şekilde düşünülürse güzeldi lakin pusulada yazan bir şey hayli tehlikeliydi. Şayet Sultan Mustafa korkularına yenilir de Şehzade Osman'a cellatlarını gönderir ve dahi bununla da yetinmeyip diğerlerinin de üstüne salmaya niyetlenirse...
" Şayet yeniçeriyi ardımıza almayı başarabilirsek işte o vakit buna zinhar cüret edemezler. Malum asker ne derse, kimi isterse o olur. Öyle olur. "
Bu Kösem'di. Evet, Kösem ! Senelerin düşmanı bir araya gelmiş şehzadelerinin canını kurtarma adına günlerdir hesaplar ediyor; eşten, dosttan, akrabadan gelecek olan haberler doğrultusunda kendilerine yeni birer yol çiziyordu.
Doğrusu hayretler ötesi bir durumdu bu. Zaten öyle olacak ki Eski Saray onların yakınlığıyla çalkalanıyor, dillerde ise hep bu iki kadın konuşuluyordu.
" Doğru dersin de, elimizi yeniçeriye dek nasıl uzatabiliriz ki ? Hele ki bahçeye dahi çıkmamız yasakken... "
Haklıydı Mahfiruz Haseki. Yeni Valide Halime onlar üzerinde öyle büyük bir baskı kurmuştu ki gün içinde ne yaptıklarından tutun da aldıkları nefesin dahi hesabını tutuyordu. Saray ise onun casuslarıyla doluydu. Yüze gülen bir cariye arkasını döndüğü an sırf daha fazla altın uğruna görüp işittiklerini bire bin katıp anlatıyordu. Velhasıl haini de mazlumu da bitmezdi buranın.
" Onu da düşündüm elbet. Yeniçeri Ağası Ali Ağa bizden yana. Bir işaretimiz kafi. İcabında cümle askeri yığar avluya. "
O an yıllardır fark edemediği bir gerçekle yüzleşmişti Mahfiruz Sultan. Bunca vakittir rakibesine boşuna Kösem dememişlerdi. Durduk yere yol gösteren, rehber dememişlerdi. Öyle ki bu kadın her şeyi biliyor, çaresizlikler içinde herkese bir yol açıyor, kendine de güveniyordu.
...
***
Sultan Ahmed'in eşlerinden bu sıkıntılı saray hapishanesinden azade yaşayan tek bir kişi vardı: Ferahşad.
Fatma Ferahşad ki tahta Sultan Mustafa'nın cülusunun ardından Eski Saray'a gönderilmek yerine Öküz Paşa ile evli olan on yaşındaki kızı Gevherhan'ının sarayına yerleşmişti. Üstelik diğer kızları Zahide ve Abide de yanındaydı. Ödeneği de kesilmemiş, hiçbir zorbalığa da uğramamıştı.
Allah biliyordu ya onun kalbinden geçen Osman'dı. Onun tahta geçmesini diliyordu. Zira o Mahfiruz'u severdi. Bir de Halime'nin kızı Gevherhan ile hiç anlaşamadığından istiyordu bunu. Öyle ki Gevherhan'ın
kocası olan Kara Davud bir zamanlar onun eniştesiydi. Fakat bir sultanla evleneceği vaki olur olmaz eşini, yuvasını dağıtmış ve dahi onları çaresiz bırakmıştı. Bundan olsa gerek Ferahşad'ın payitahtta yaşayan erkek kardeşlerini ilk fırsatta Bosna'ya sürmüşlerdi.
Ancak Fatma inanıyordu ki, Osman'ın saltanatı pek yakındı. Gerek damadının sözleri gerekse de sağda solda işittikleri Mustafa'nın oturduğu tahtın çürük olduğuna alametti. Kahvehanelerde, hanlarda, hamamlarda, bekar evlerinde dahi bu konuşulup duruyordu. Asker de yavaştan ayağa kalkmış olduğundan isyanın çıkacağını öngörmek çok da zor değildi.
...
***
Mahfiruz ise evlatlarından elinde kalan kızları Hanzade ve Zeynep'le avutuyordu kendini. Bir yandan da burnunda canlarından endişe ettiği oğulları Osman'ı, Bayezid'ı ve Süleyman'ı tütüyordu. Hatta vefatında dahi yanında olamadığı şehzadesi Hüseyin'i...
...
Bir türlü kendi aleyhine yapılanları hazmedemiyordu Mahfiruz Haseki. Hakkı olanın elinden alınıp da teyzesi tarafından oğullarının tutsak edilmesini, kendinin de bir köşeye atılmasını hiç mi hiç hazmedemiyordu.
Lakin şükür ki kulağına gelen havadisler iyiydi. Şehzadesi Osman'ın lehineydi. Bu gidişle oğlunun tahta çıkması kaçınılmazdı. Gayrı o da buna hazırlansa pek yerinde olurdu. Tabi eğer bu kutlu vakte kadar oğlu katledilmez ve dahi o da ciğerlerine işleyen bu illetten toprak olup gitmezse...
Ah...
...
* Yorumlarınızı bekliyorum. ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.7k Okunma |
177 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |