12. Bölüm

12

S
aycakayca1

BERVA'DAN

Geçmişim, yaşadıklarım, dünüm bugünüm, yarınım...
Hepsi sadece dakikalar içinde ortaya çıkmış ve ben yine o günlerin ağırlığı altında ezilmiştim.

Canımın ne kadar yandığı, ne kadar üzüldüğüm yine kimsenin umrunda değildi.
Sadece üşüyorum.

Ben Berva Çetiner Ulusoy. Alaz Ağa'nın istemeden evlendiği Hanımağa karısı.
Sırf evlendim diye bana yapmadığını bırakmayan kocamla, iyi herhangi bir anı hatırlamıyorum. Sadece evlendim diye bu gece dahil tüm geceleri bana zehir, gündüzleri zindan eden adam benim kocam.

Bu gece; başıma gelen hiçbir şeyden haberi olmadan bana, bir doğum gününde de mutsuz olmam çok değil, dedi. Sanki yıllardır mutlu tek bir günüm olmuş gibi. Bugün beni , bana kazdırdığı mezarıma gömmüştü. Diri diri değil, ölü bir vaziyette...
Berva'dan geriye diri bir şey kalmamıştı. Ölü bir şekilde gömmüştü.2

Daha kaç yaşında başladığını ve kaç sefer olduğunu bilmediğim bir tacizi yıllar öncesine, küçük, ölü bir çocukla beraber gömmüştüm. Bugün Alaz Ağa bunu ortaya çıkarmıştı.
Bilmemesi benim nezdimde hiçbir şey ifade etmiyordu.

Ben o günleri unutmak için çabalarken, tecavüze uğradığımı rüyamda görüp "Çok şükür ki tacize uğramışım!"diyen kızım. "Çok şükür tecavüz değil de taciz..."dediğim gün ölmüştüm. Bugün ise beni gömdüler.2

Peki neden?

Evlendim diye...

Koskoca bir ili kurtardık diye.

Evlenen bir tek ben değildim ama bu evlilikte acı çeken tek kişi bendim.

Alaz Ulusoy beni geçmişimdeki acıyla kavurup geleceğe yeni yaralar açmıştı. Bugün bana parti hazırlamıştı.
Cenaze partisi mi olurdu?
Benim cenazemin partisi vardı. Bir düğün gibi davetlisi, pastası, hediyesi, kutlaması...

Bu günden sonra bir ölüydüm ve beni o çukura koyan kişi de Alaz'dı.

Bilmiyorum dedi, sanki bilse bir şeyleri değiştirebilecek gibi...

Bilse benim bu halim en anlayışlı halim, kindar halimi bir görse, hiçbir şeyin bir daha asla eskisi gibi olmayacağını anlardı.
Bugün artık hiç olmadığım kadar Berva'yım. Yekta Ağa'nın kızı değil, Ahmet Erginer'in başkan olarak yetiştirdiği Berva'yım.

Etrafıma baktım. Cenazeme sadece on, on beş kişi gelmişti. O gün nasıl annem yoksa bugün de yoktu. Alışmıştım zaten zor günümde yalnızlığa. En yakınlarım süslenerek cenazeme gelmişti. Tıpkı on yıl önce kefenimle beni süsledikleri gibi. On yıl önce bir doğum gününde başlayan esaret, on yıl sonra bile tazeliğini koruyacaktı.

Kolay değildi.
Ailenle aynı evin içinde, onlara sesini duyurmak isteyip aynı zamanda ses çıkarmaya korkmak kolay değildi.

Ağlayıp onlardan birinin gelmesini beklerken, yine onlar gelmesin diye elimle ağzımı kapatmak hiç kolay değildi.2

Bu acı çok derin, içim acıyor. İnsanlar belki benim kırılmadığımı, üzülmediğimi düşünüyor. Halbuki kaç yıldır uyumadan önce sürekli ağlayan, abisi gelince de hikaye okuyordum, duygusal bölüme denk geldim diyen bendim.

Her gün onlara ses gitmesin diye ağlarken yine her gün acaba gelip "Kızım neyin var?"diye sorsalar, ne diyeceğimi planlayacak kadar bilmelerini isteyen bendim.

Aynı evde sessizce çığlık atarken duymalarını istemiştim. Onlar gelmesin diye sessiz kalan da gelmeleri halinde ne diyeceğine kadar her şeyi hazırlayan da bendim. Belki bir umut bana ne olduğunu sormaya gelirlerdi.

Gelmedi...
Abim dışında kimse gelmedi, onu da ben kandırdım. Hiç kolay değildi öylece söylemek.

Kalbimde başgösteren sızıyı on üç yaşında ilk defa hissettim ve o günden beridir hala oradaki yerini koruyor. Taze, hep taze. Bir türlü geçmiyor. Geçer sanmıştım ama en ufak şeyde tekrar kanıyor.

Bu sefer bizzat kendi kocam yüreğimin yıkımından sorumluydu. Sanki ortada sağlam bir şey kalmış gibi...
İlk günden beri sanki bu eve karısı olarak değil de düşmanı olarak gelmişim gibi davranıyordu. Bildiğim kadarıyla düşmanlık bitmişti. Peki bu adam neden bunu yapıyordu?

Daha on altı yaşındayken on sekiz yaşındaki abisi sırf kan davası yüzünden, daha doğrusu babaannemin aşağılık bir oyunu yüzünden kucağında ölmüştü. Bunu hayal dahil edemiyorum.
O anki acısını asla yüreğimde taşıyamayacağımı biliyorum.

Şimdi düşününce Hazar ya da Mirhan abim kucağımda o şekilde...

Alaz Ağa bı olanlara nasıl dayanmıştı?

Ve şöyle bir gerçek var ki Alaz Ağa da benim gibi bu yaşadığını kimseye söylememiş. Çünkü bu eve geldiğim süre zarfında kimse Arjen Agir Ulusoy hakkında konuşmamıştı.

Tamam, ben onun yaşadığını anlıyorum, onunla empati yapıp kendimi onun yerine koymak istiyorum. Tamam,bunun düşüncesi bile çok can yakıyor ama bunda benim suçum ne?
Yıllar önce babaannemin yaptığı bir şeyin intikamını neden benden alıyor? Hadi alacaktı, bu böyle mi olmalıydı?
Yıllardır bugün olan her şey ekstra canımı yakarken hem de...

İşte bu yüzden ölsem de onu affetmeyeceğim!

Yirmi yaşına yeni girmişken, daha içimde bir yerlerde hâlâ o ölü çocuk varken evlenmiş, kocamın o cocuğun cesedine işkence edişini izliyordum.

Bu çok acı verici.

Ben, bana yaptığı her şeye katlanırken o, yapmadığım bir şey için bana unutamayacağım bir gün yaşatmıştı.

Son...

Bir daha asla tam anlamıyla ona güvenmeyeceğim!

Son kez etrafıma baktım. Herkes hayran bir şekilde etrafına bakıyordu. Konağın büyüklüğü bir yana, bugün için hazırlanan masalar başka bir yana...

Tam şu an, gerçekten şu an hüngür hüngür ağlamak istiyorum. Yatağa uzanıp yorganın altında girip için dışıma çıkana kadar hem de.

Ama aşağı inme vakti gelmişti.

Sesler geliyordu. Ne dediklerini duyuyorum ama gereksiz olduğu için anlamıyorum. Sorsan tanıdık hepsi ama kim gerçek Berva'yı tanıyor? Hiçkimse.
Beni bir ben bir de Ahmet abi biliyor, Yağmur bile kim olduğumu hâlâ net bir şekilde bilmiyor.

Kimse gerçek beni tanımıyor.

Sanırım gidiyorlar...
Benim en başta yapmam gerekeni yapıyorlar.

Alttan aldım onu düzelir diye, belki ilk gün ağzının payını verip sustursaydım bugün bunu yapamazdı.

Yine suç benim. Bugün de, yarın da, çocukken de, bebekken de.

Suçluyu nasıl belirliyorlar bilmiyorum ama sanırım bir kadının suçlu olması için etek boyu yeterliydi.

Halbuki benim etek boyum kısa değildi...

Ama yine de suç benimdi.

Asıl suç bendim.

Aşağı inince dediğim gibi herkes gitmişti. Misafirleri onun nasıl bir adam olduğunu bilmesin diye hepsini saniyeler içinde göndermişti. Yengerim nasıl ikna oldu bilmiyorum. Kesin şu an beni arıyorlardır.

Aslında ben Ayda'yı da göndereceğini düşünmüştüm ama aksine gülerek karşımda duruyordu.
Benim ise yüzümde hiçbir ifade yoktu.
Acı diz boyu iken de, boyumu aşarken de hep aynı ifade olmalıydı.

O ise hâlâ arsız, hâlâ yüzsüz ama hâlâ metres.

Ve yine yüzsüzce bana bakıyor sırıtarak. Giydiği şeylere baktım; saçına, üstüne, başına... Bir doğum günü için fazla iddialı. Dudaklarındaki pembe ruj ise sadece sürülmek için sürülmüş. Eteği çok kısa değildi ve giyinmeyi biliyordu. Hoş da bir kız. Ama bana bakan gözlerindeki alaycı ifadeyi mavi renk lens bile örtememiş. Herhalde bu bedene kavgayı yakıştırmıyor. Halbuki bu benden zaten acımasız, en çok da katil...

Ya ölmek istiyor ya da benim yapacaklarımın sınırını hâlâ bilmiyor.

O halde gösterelim!

Ona doğru birkaç adım attım. Her adımımda onun gözlerindeki alay artarken Alaz Ağa'nın gözlerine endişeli ifade sirayet ediyor ve onun için endişelenmesi neden bilmiyorum ama içimde bir yerlerde kırılmaya neden oluyor.

Beni hiç acımadan bu hale getirirken ona yapacaklarım için endişeleniyor.

Gözümü ondan ayırıp tamamen ayda Çelik'e diktim.

"Metres Ayda Çelik. Kovulduğu yerde hâlâ bir şekilde duran, yüzsüz ama aynı zamanda iki yüzlü metres, Ayda Çelik.
Bu ne cesaret? Sana buraya gelmeyeceğini söylemedim mi ben?
Hâlâ buraya gelebiliyorsan, ne sen ne de seni buraya getiren haysiyet yoksunu daha beni tanımamış demektir."4

Kimine göre söylediklerim ağır olabilir ama ben daha içimdekinin binde birini söylemedim. Taşıyamadıklarımı söylesem altında kalacak insanlar bugün acımla dalga geçercesine bana bakıyor. Bu asla adil değil. Üstelik söylenilen hiçbir şeyi de aldırmıyorlar. Sanki bu lafların hepsi bana söylenmiş gibi, yüzsüzce, arsızca karşımda gülüyor sadece.

Yine söylüyorum: Acımı anlatsam altında kalacak insanlar bugün acımasızca acımla dalga geçiyor. Bunu bugün Alaz Ağa'da gördüm. Bana haketmişsindir diyen adam, yaşadığım en ufak şeyi anlattığım ilk anda dizlerinin üzerine düştü. Üstelik onlar en hafif olanlarıydı.
Ben ise, keser döner sap döner gün gelir hesap döner sözüne çok inanıyorum. Gün gelecek ve hesap dönecek. O zaman da ben onların acısıyla dalga geçeceğim.2

"Senin yaptığına bizim buralarda oruspuluk diyorlar. Ve ben oruspu sevmem. Bilmem bilir misin ama evli bir adam istemediği halde onun yanında kalan sensin."

Sonra Alaz Ağa'ya döndüm. O da beni dinliyordu.
"Sanırım o evli adam ofisinde fazla kalmana dayanamadı. Nefsi onu ahlaksız yollara iteledi. Bugün ise sevgili metresinin kolundan tutup onu buraya getirmiş. Belki de her şey nefis de değil. Bazen suçsuz sebepsiz yere aklımızda kurduklarımızla hareket ederiz."

Söylediğim her sözde pişman olmuş gibi gözlerini sıkıyordu. Tekrar Ayda'ya döndüm.

"Sen ise kadınların yüz karası, evli bir adamın tek seferde çağırması ile buraya geldin. Sen de o da aşağılık insanların tekisiniz. İkiniz de yüzüne tükürülecek insanlarsınız. Aranızdaki her neyse, metres, sevgili... Bu beni zerre bağlamaz ama ben o adamın nikahlı karısı olduğum sürece ne o başka kadına bakabilir, ne de başka bir kadın ona...
İlk önce onu sonra o kadını öldürürüm."

Bunları söyleyip Ayda'ya doğru yürüdüm. Hakaretlerim ve sert yüz ifadem onu korkutmuşa benziyordu. Fakat yine de Alaz'a güvenip buradan gitmiyordu.

Ama yalan olan tek bir lafım yoktu.

Olamayan şeyi konuşmazdım.

Birkaç geri adım atsa da saçından tutup yüzüne sert bir tokat geçirdim. Anında burnundan akan kan ile şaşkınlık ve korku doldu gözleri. Bunlar benim yapabildiklerimin çeyreği bile değil.

İki sıkımlık canı var ama bana meydan okurcasına üçtür konağa geliyor. Bunu fazlasıyla hak etti.

Burnunu tutan elinin parmakları arasında pis kanı akarken sevgilisine mağdur bakışlar atıyordu.

Yiyorsa Alaz Ağa sana yardım etsin!5

Ne onun ne de hiçbir korumanın uğultusu umrumda değildi. Yağmur ise yanımda durmuş ona vurmak için kol geziyordu. Metres dedikten sonra ne oyunlar döndüğünü az çok anlamıştı.

Kimse bana dokunmaya cüret edemiyordu. Ben olsam, ben de bu halimle benden korkardım.

Görüş açıma Alaz Ağa girince ona sanki mide bulandırıcı bir şeymiş gibi baktım. Bu bakışım zoruna gidiyor gibi çenesi seğirdi. Öfkeleniyordu ama gözlerindeki pişmanlık ve acıyı görüyordum.

Kaç yıllık acım bir gecede gözlerine dolmuştu. Bunu anladım ama neden benim acımı hissettiğini anlamıyorum.
Anlamak istemiyorum. Pişman olması hiçbir şeyi değiştirmez.

Kalbimin mahkemesinde iyi hal indirimi diye bir şey söz konusu değil, olamaz...

Gözümü ondan ayırdım. Pişmanlığı umurumda değil.

Tek bir hareket, elimin tersiyle Ayda'nın ağzının ortasına vurmamla ağzından akan kan aynı anda gerçekleşti. Sanırım artık birkaç dişi yoktu.

Alaz Ağa onu elimden almak için elini uzatıyordu ki onu tek bir bakışımla durdurdum. Tek bakışımla ne demek istediğimi anladı.

Bu güne kadar hiç bakmadığım kadar nefretle, hiç göstermediğim kadar kinimle ama en çok da tiksintiyle...

Ve belki en çok da o ifade zoruna gitti.

"Ne oldu Alaz Ağa? Sevgiline, pardon, metresine acıdın mı? Ama ben sana da ona da olacakları söylemiştim."

Ben onlara söylemiştim ama onlar beni hiç ciddiye almadılar. Unuttukları bir şey var. Ben Yekta Çetiner'in kızıyım.
Ben ağa kızı, ağa kardeşi ve hanımağayım.
Şimdi Mardin Hanımağası olmam sadece adımı daha çok duyurur. Ben başlı başına zaten bir belayım.2

"Sakın karışayım deme. Ben daha geçen sefer konağa gelmesinin hesabını sormadım. Sen çok yanlış kişiyi hafife aldın. Bu güne kadar olan hiçbir şeyden ben sorumlu değildim, ölümlerden bile. Bu günden sonra olacaklardan da ben sorumlu değilim, ölümlerden bile..."

Arjen Agir Ulusoy benim yüzümden ölmemişti. Bu günden sonra ölecek olan kimseyi de Berva öldürmeyecekti.

Alaz Ağa'nın gözlerinde yer edinen dehşet verici ifade ve korku, benim içindi. Bunu okumak hiç de zor değildi.

Halbuki endişe edip korkması gereken kişi ben değildim...
Zaten az önce Ayda için endişe ediyordu.

" Bana bu şekilde davranmaktan ne zaman vazgeçeceksin? Yanlış anlama sana yalvarmıyorum. Sadece söyle; onun gibi giyinsem, gözlerime mavi lens taksam, onun gibi olsam bana birazcık saygı gösterir misin?
Ona gösterdiğin saygının yarısını bana gösterebilir misin?"

Sözlerim onu ne kadar etkiliyor bilmiyorum ama etkilediği kesin.
Fakat az önce ona benzeyen dediğim andaki yüzünde gördüğüm iğrenç ifade bunu istemiyor olduğunu gösteriyordu. Sanki onun için gerçekten yapacakmışım gibi...

"Ber--

"Yok, öyle hiçbir şey olmamış gibi konuşmak yok! Sence ben, sırf sen bana saygı duy diye o kadına benzeyecek miyim? Asıl izle ve saygı nasıl duyulur öğren."

Ayda'nın saçlarından tutup onu konağın büyük kapısına doğru götürdüm. Ne ağzından ve burnundan akan kan ne de çığlıkları umurumda değildi. O benim ikazımı ciddiye almamıştı ben de onun çığlıklarını ciddiye almıyordum.

Bir metres, ciddiye alacağım son insan bile değildi.

Alaz Ağa ise yaptığım şeye karışmıyordu. Biliyordum az önce olanların etkisinde kalmıştı, belki de bana acıyordu.
Acınacak bir durumda değildim. Bunlar yıllardır her gün düşündüğüm şeylerdi zaten.

Yağmur da arkamdan aynı sinirle takip ediyordu. Berat ve Alaz da geliyor ama sadece izliyorlardı. Korumalar beni durdurmaya korkuyorlardı. Ben zaten bunca şeyi insanlar benden korksun da uzak dursun diye yapmıştım. Amacıma ulaşmıştım.

Bir tek Mustafa gülerek izliyordu. Eminim Orhan ve Fıraz burada olsaydı onlar da dövmeme yardım ederdi. Bu evin korumaları ayrı bir psikopatlık yaşıyordu.

Onu konağın kapısından dışarı attım. Yeri tam da burası olmalı.

"Pis kanın elime bulaşmış. Seni daha döverdim de dua et bugünkü gereksiz çaba kotamı doldurdum. Şimdi siktir olup gidiyorsun ve seni bir daha bu konakta görmüyorum. Bir daha başıboş it gibi gelip benim kapımda sürtme.
Kime metreslik yapıyorsan o gelsin senin yanına. Benim kapımdan uzak dur şeref yoksunu kadın. Tamam mı lan."

Ayda korkudan ağlıyor ve sadece başını onaylar anlamında sallıyordu. Ona ettiğim hiçbir hakaret umrunda değildi. Metres olmayı kendi kendine yakıştırmıştı.

"Seni bu son uyarım. Bir dahaki sefer seni ilk önce çırılçıplak soyup ibreti alem olsun diye öldürezsem en adi şerefsizim. Sen sınırını aştın ve ben sınırlarıma giren bir metresi yaşatmam."

Eline basıp onu arkamda bıraktım ama daha sonra dönüp bir korumanın belindeki silahı alıp koluna bir el ateş ettim. Sadece kolunda bir çizik olmuştu. Bilerek yapmıştım.

"Kusura bak. Bilerek oldu. Bu bir daha yapma diye uyarıydı. Yaparsan o kurşunu beynine yersin."

Tekrar arkamı dönüp gidecektim ki Berat abi arkamdan bağırdı. Gerçi o ona abi dememi istemiyordu.

"Berva, kardeşim. Bana da anlatmayacak mısın? Ben seni kardeşim bildim. Seni üzen şey her neyse bana da söyle beraber üstesinden gelelim."

Gerçekten abisinden çok farklıydı.

"Sana Alaz Ağa anlatsın benim işlerim var abi. Ayrıca benim üzüldüğüm falan yok. Hangi ölünün duygusu olmuş ki benim olsun."

Sesimi düşürüp sadece Alaz'ın duyacağı bir seviyeye getirdim.

"Üzülmem için ilk önce duygu beslemem gerekmez mi? Onun bendeki karşılığı duygu olamayacak kadar basit.
Aşağılık bir insana ne dersen de fayda vermez."

Bu sefer abi dediğimde gözlerinin içi parladı çünkü mesafeli değildi abi hitabım. Onu gerçekten abi olarak gördüğümü bildiği için mutlu oldu.

Sonda kurduğum cümle ile kaşlarını çatsa da bir şey söylemesine izin vermeden onu arkamda bırakıp yürümeye başladım. Yağmur ile Alaz Ağa hâlâ arkamdan gelirken dönüp onları gelmemeleri için uyardım.

"Sen de Alaz Ağa, bir daha metresini buralarda görmeyeyim. Ama dikkat et çünkü seni de bir daha onun yakınında görürsem an düşünmeden boşarım. Yetti senin her yaptığını alttan almam. Ben durdukça sen sınırlarımı zorluyorsun ama yeter. Ayağını denk al tek hatanda sıkarım topuğuna."

Alaz ne diyeceğini bilmiyormuş gibi bakıyordu ama gözlerindeki merhameti görmek istemiyordum. Onun bana acıyor olması gerekiyordu merhamet etmesi değil.

"Nereye gidiyorsun?"

Hâlâ utanmadan nereye gittiğimi sorabiliyordu.

"Cehennemin dibine, gelecek misin? Orası seni de beni de anca paklar. Anca bendeki bu üşüyen yanım ısınır."

Bir şey demedi. Suçunu biliyordu. Öylece izledi...
Bugün getirdiği arabam bir koruma tarafından yanıma gelince arabama bindim. Dikiz aynasından Ayda'ya kısa bir bakış attım. Hâlâ burnu kanıyordu ve korkudan titriyordu. Nefret ediyordum böyle insanlardan.

Arabanın ön kapısı açılınca Yağmur'un bindiğini anladım. Tam itiraz edecektim ki "Hiç boşuna o güzel ağzını yorma. Öldürsen inmem."diyerek söyleyeceğim her şeyin önünü kapattı.

Bu sefer ona ihtiyacım vardı ve engel olmadım.

Araba konağın taşlı yollarında hareket etmeye başlayınca arkama bir kere daha baktım. Aynadan gördüğüm kişi bugün beni öldürmüştü ve parti gibi bir cenaze hazırlamıştı.

Elimdeki elbiseye baktım. Kefenin rengiyle aynıydı. Benim kefenim yıllar önce bana giydirilmişti ve tam on yıl sonra Alaz Ağa bir kefen daha giydirmişti bana. Ben gelinliğimi kefen zannederken doğum günümde giydiğim elbise ile gömüldüm.

"Yavaş Berva dikkat et."

Yağmur'un konuşması ile daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Gaz pedalına öyle sıkı basmışım ki ayağım acıyor artık ama asla durmadım. Yağmur da zaten korktuğundan değil benim için endişelendiğinden dolayı yavaşlamamı istedi. O da en az benim kadar hız düşkünü bir manyak çünkü.

"Kuzum tamam sakin ol."
Elimdeki elbiseyi tutup çekiştirdi ama almasına izin vermedim.
Bu halimi elbiseye yoruyor.
Onu hiç duymamış gibi yapıp yola devam ettim.

Yarım saat sonra çiftlik evime geldim. Bu Alaz Ağa'nın çiftlik evinden daha küçük ama sonuçta benim. Benim olan her yer her şeyden daha fazla rahat hissettirir.

Arabadan inip evimden içeri girdim. Bu konağa bir saatlik mesafede bir evdi ama ben yarım saatte gelmiştim.
Yağmur arkamdan sessizce hareket ediyor ve benim bir tepki göstermemi bekliyordu. Çünkü o biliyordu ben o elbiseyi çıkardıysam kendime zarar vermeden durmazdım. O yüzden temkinli bir şekilde beni takip ediyordu.

Kapı direkt geniş bir salona açılıyordu. Hiçbir şey yapmadan kendimi koltuklardan birinin üzerine attım. Yağmur ise karşıma oturup yüzümü incelemeye başladı.

"Bu kadar katı olamazsın. Ne olur duygularını göstersen."
Yüzümdeki ifadeden bir şey anlamadığı için böyle bir cümle kurmuştu ama o bilmiyordu ki ben duygularımı açığa çıkarırsam bu taş duvarlar kederden yıkılırdı.

Ve bana kurduğu cümle hiç söylememesi gereken bir şeydi.

"Benim yaşadıklarımı bir sen bilirken bu cümleyi bana senin kurman çok tuhaf."

Ağırıma gitti ama bunu ona belli etmedim. Bu kadar katı olamazsın derken benden tam olarak ne istiyor?

Yağmur yaptığı hatayı anlamış gibi gözüme baktı. Benim bir kardeşim yoktu ve ben onu kardeşim olarak görmüştüm. Onun bu mahçup bakışları beni daha çok üzüyordu.

"Özür dilerim. Bunu söylemem sana bir etki etmez biliyorum. Zaten sen o elbiseyi çıkardıysan hiçbir cümle etki etmez ama en azından içinde tutmasan. Ben seninle birlikte ağlarım, sonra beraber toparlanırız ama yeter artık içine atma. Seni böyle gördükçe ben de üzülüyorum. Atma içine. Yetmez mi?"

Onun böyle konuşması içimde bir yerleri acıtıyordu. Bana acıyarak bakmayacak bir diğer kişi de Yağmur'du ama ben bu güne kadar ona bile her duygumu tam anlamıyla anlatmamıştım. Haksızlık mı yapıyordum ona acaba?

Bugün o ağa bozuntusuna içimdekileri söylemiştim ama onlar daha hiçbir şeydi. Hâlâ içimde var olanlar beni bir bataklığa sürüklüyordu ve sanırım anlatacağım tek kişi yine yağmurdu.

Yağmur'un gözüne baktım bir süre. Gözünü hiç çekmeden bana bakıyordu ve o gözlerde acıma değil endişe vardı. Bu beni biraz daha cesretlendirdi.

"Alaz Ağa."
Konuşmam ile yerinde dikleşti. Böyle bir şey beklemediği açıktı.
"Yirmi gündür bana çok iyi davranıyordu. Hatta son bir haftadır gerçekten seviyormuş gibi davranıyordu."

Yağmur sözümü hiç kesmiyordu. Belki de vazgeçmemden korkuyordu. Gözlerimin içine anlatmamı ister gibi bakıyordu.

"Başta oyun oynadığını düşünüp ben de oyununa karşılık verdim ama son bir hafta dediğim gibi çok yakın davrandı. Biliyorsun beni. Ben birine kolay kolay güvenmem ki zaten gözündeki bir ifadeden sürekli rahatsız oldum ama yine de bütün ömrümü bu şekilde yaşayamam diye evliliğimize bir şans verdim. Güvenmemekte haklıymışım."

Yağmur anlamaz gözlerle bana bakıyordu. Ben ise arkamdaki kokuya takılmıştım. Portakal çiçeği kokusu onun Alaz Ağa olduğunu bağırırken ben nasıl burayı bulabildiğini düşünüyordum.

Düşünmem bile hata, o Alaz Ulusoy'du.

Yağmur'un yüzü kapıya dönükken o görmüyordu ama benim arkam dönük olduğu halde anlamıştım burada olduğunu.
İçeri girmeye yüzü yoktu. Belki de konuşmamızı dinlemeye çalışıyordu.

Ona anlatmıştım zaten. Geri kalanını anlatmazdım ama bir kere başladım artık, içimden durmak hiç gelmiyordu.

"Bugün bana Ayda'yı sevdiğini söyledi."
Yağmur gözlerini açmış bana bakarken gözlerinde bana inandığını gördüm. İnanılmayacak bir şeydi ama o bana tek seferde inanmıştı.

"Oynadığı bu oyunun sebebi ne biliyor musun?"
Ayağı kalktım. Oturarak kendimi ifade edemiyordum sanki.

"Ben bir daha birine güvenmeyeyim diye, ben bir doğum günümde de mutsuz olayım diyeymiş."

Arjen Agir'e olanları ona anlatamazdım.

Bağırmaya başlamam ile o da ayağı kalktı ama bana hiç karışmadı. İçimi dökmemi istiyordu.

"Ya, ben küçüklüğümden beri kimseye güvenemiyorum zaten. Ben o günden sonra hiç doğum günü kutlamadım. Herkes o gün bana iyi ki doğdun derken ben hastalanma bahanesi ile doğum günümü iptal ediyordum. Zaten ondan sonra hiç kutlamak istemedim doğum günümü.
Kutlamadım da."

Yağmur bunları zaten biliyordu ama yine de beni gözyaşları ile dinliyordu. Benim de bir damla gözyaşım aktı. Ama ikincisi de akınca Yağmur dayanamayıp daha fazla ağlamaya başladı. O biliyordu yeminimi.

"Bana on yıl arayla aynı gün kefen giydirdiler. Bak elbiseme, ne kadar benziyor diğerine değil mi?"

Benziyordu. Bu aşağılık elbise o günki elbise ile neredeyse aynıydı.

Etraftaki bütün süs eşyalarını bir yerlere fırlatmaya başladım ama içim hala soğumuyordu. Yağmur yanıma gelmeye korkuyordu çünkü sürekli elimde bir şey vardı. Ben elime ne aldığımı bile bilmiyordum.

"Ben gözyaşlarım aktığı kadar yaksın diye yemin ettikten sonra her ağladığımda tek damla yaş düşüyordu gözümden. Sırf kimsenin canı benim yüzümden acımasın diye. Ama o bugün bana o yemini bozdurdu. Bu gözyaşlarımın bedelini kim ödeyecek?
Nasıl bir acı buna eş olabilir?"

Etraftaki her şeyi kırdıktan sonra Yağmur gelip bana sarılıp beni koltuğa oturttu.

"Yağmur ben ölüyorum. Dayanamıyorum artık. Ben ona kırık gittim o beni parçaladı. Şimdi ise hiç acımadan öldürüyor. Ya ben yıllar önce saçımdan tırnağıma kadar yoruldum dedim ya sana. Şimdi saçımdan tırnağıma kadar ölüyüm."

Hâlâ onun kolları arasında bağırmaya devam ediyordum.

"Bana her seferinde hakaret etti. Ama o en çok bana gurursuz dediğinde yerin dibine girdim. Ben ona karşı hiç gurursuz olmadım. Sadece ona zaman tanıdım ama o her seferinde beni bir kere daha öldürdü."

"Haklıydı. Ben gurursuzdum ama ona değil. Ben beni taciz eden adamla hâlâ konuştuğum için gurursuzdum. Onunla hâlâ aynı ortamda bulunduğum için gurursuzdum ama ona gurursuz değildim."

Yağmur bu cümle ile kasıldı. Bilmiyordu o bunları.

" Ben beni taciz eden adamla defalarca aynı ortamda bulunup sohbet ettim. İstemesem bile mecbur kaldım.
Allah belamı versin ki gerçekten gurursuzum. Ama ona değil. Ona hiç gurursuz olmadım."

Yağmur bana daha sıkı sarılıyordu ve bu beni bir nebze olsun daha iyi hissettiriyordu.

Ben ise, o beni tutmasa düşecek kadar yorgunum.

"Yağmur o adam bana haketmişsindir dedi. Bana her ne için ağlıyorsan haketmişsindir dedi. Kim tacize uğramayı hak eder ki?
Ben sesimi çıkarmadan bin kere daha yıkıldım. Alaz Ağa bana haketmişsindir sen deyince ben bin kere daha öldüm."

"Ağladın mı sen?
Cezanı çekiyorsun ne güzel. Bu evde sana mutluluk haram kadın. Kim bilir ne diye ağlıyorsun ama haketmişsindir sen. Bu hallerin beni mutlu ediyor.Bu acınası ve bitik hallerin."

Yağmur'un dizlerine başımı koyup koltukta uzandım. Sesimi kısıp sessizce konuşmaya devam ettim.

"Bazı insanlara anlatsam da anlamayacaklardı. Ben konuşup dilimi yoracağıma, susup yüreğimi yaktım. Çok gece ağladım ama bazı geceler onlar duymasın diye susup sessizce ağlamak zorunda kaldım. O kadar acıdı ki canım, bazen gözyaşı bile dökemedim. Ve biliyor musun, akan yaşların acısı hiçbir şeymiş. Ben içimde kalan yaşlarda boğuldum."

Gözyaşlarım yüzümü ıslatırken görüş açımı bulanıklaştırıyordu. Burnuma dolan portakal çiçeği kokusu ile onun yaklaştığını anlamıştım.

"O kadar acı doldum ki. Artık acım içime sığmıyor. Ve ne acı ki bazı insanların mutluluktan içi içine sığmazken benim acım içime sığmıyor."

Yağmur da gözyaşları artarken beni teselli etmeye çalışıyordu.

"Sen güçlüsün kuzum. Hadi toparlan. Acımızın üstesinden gelelim."

Acın değil acımız demişti. Bu kızın benim yanımda değeri o kadar çoktu ki.

"Ben mi güçlüyüm?
Her hatırladığımda sinir krizi geçirecek kadar zayıfım.
Ama bak artık kriz bile geçiremiyorum. Onu bile elimden aldılar"

Yağmur hâlâ bana sıkı sıkı sarılırken aklıma evin bekçisi geldi. Baver amca babama haber vermeden benim aramam gerekiyordu.

"Özledim. Telefonumu verir misin? Babamı arayacağım. O yaralarımı çabuk iyileştirir. Canın yandığında ara demişti.
Ben bugüne kadar acım için onu hiç aramadım ama artık çok yanıyor canım."

"Kendine gel kuzum. Yekta amca senin bu halini öğrenirse gözü hiçbir şey görmez. Aşiretler arası anlaşmazlık hatta savaş çıkar."

Biliyordum bunu. Zaten babam bana evlilik kararı aldığımızda söylemişti bunları. Hiçbir şey umrumda olmaz demişti.

Kendi annesini evlatları için düşmanın eline veren bir adamdı.

"Ben ne yapayım?
Yetmedi mi aşiretler arası sorun çıkmasın diye çektiklerim? Benim abim onların kızına böyle davrandı mı?
Onların kardeşi kendini cehennemde gibi hissetti mi?
O, Diyar'ı abime emanet ederken kardeşim sana emanet dedi. Ya ben kime emanettim Yağmur?
Benim onun kardeşinden ne eksiğim vardı?
O dava için evlenmişti ya ben, benim suçum neydi Yağmur?
Ben yine onun gibi olmadım. Ben söyledim abime ona iyi davranmasını ama yine ben öldüm.
Ben bugün ne çok öldüm."

Diyar'ı çok seviyorum ama bunlar da gerçeklerdi.

Yağmur beni haklı bulmuş olacak ki telefonumu çantamdan çıkarıp bana verdi. Babamı arayıp telefonu kulağıma yasladım.

"Alo."
Sesini bile özlemiştim. Ben niye evime gitmiyorum ki?
Doğru. Ben hapis hayatı yaşıyorum.

"Baba."
Sesim titremişti. Özlem sesime yansımıştı.

"Berva'm, yavrum. Baver aradı çiftlikteymişsin. Seni rahatsız etmemek için aramadım zaten kocan da senden sonra gelmiş. İyi misin kızım?"

"Canım acıyor baba."
Canım acıyordu. Hem de çok. Babam bunu duyduktan sonra kıyameti koparırdı.

"Ne?
Kızım o adamlar sana bir şey mi yaptı?Bekle beni hemen geliyorum. Kızım ben gelene kadar sakın sana dokunmalarına izin verme. Yemin ederim o konakta taş taş üstüne bırakmam.
Mirhan...Mirhan Ağa, Hazar çabuk buraya gelin."

Babam gerçekten taş taş üstünde bırakmazdı. Ulusoy aşireti Çetiner aşiretinden büyük olsa bile bu babam için bir şey ifade etmezdi. Bana en çok değer veren kişi babamdı.

"Baba. Baba sakin ol kimse bana bir şey yapmadı. Ben sadece seni özledim. Çoktan sesini duymamıştım. Biraz hasta oldum ama sen benim saçımı okşamadın diye canım acıyor. Sakin ol bir şey yok. Sadece sesini özledim."

Yağmur bana yumuşacık bakıyordu. O biliyordu zaten öyle bir şey yapamayacağımı. Ben iki aşireti birbirine düşürecek bir şey yapmazdım asla.

"Doğru mu söylüyorsun kızım?
Gerçi benim kızım yalan söylemez."

Yüreğime bir öküz oturdu. Ben ona yalan söylemiştim.

"Kızım, beni özlediysen Alaz Ağa getirsin seni. Ya da ben gelip alayım seni."

Sesindeki özlem benimkiyle kapışacak kadardı. Özlem kokuyordu...

"Yok baba, ben bugün burada kalayım. Söz, en kısa sürede geleceğim. Yarın gelemem ama en kısa sürede geleceğim."

"Tamam yavrum. Bir isteğin var mı?"

"Yok baba. Senin bir emrin var mı?"

"Ricam olur kızım. Senden tek isteğim kendine iyi bakman. Benim senden taraf hiç başım eğilmedi. O yüzden sana hiç öyle yap şöyle yap demeyeceğim. Sen sadece kendine iyi bak."

Babamın söyledikleri ile gözlerim tekrar doldu. Onun bu söyledikleri bu dünyadaki bütün amacımdı.
Ailemi gururlandırmak.

"Tamam baba. Sen de kendine iyi bak. Görüşürüz."

"Görüşürüz kızım."

Telefon kapanınca gözyaşlarımı tutamadım. Beni çeken karanlığa kendimi bırakırken portakal çiçeği kokusu daha bir yoğunlaşmıştı.

°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°

Berva vücudundaki ve ruhundaki yorgunluklara dayanamayıp kendini karanlığın kollarına bırakmıştı. En baştan beri onu kapıdan izleyen Alaz Ağa onun bayılacağını anlayınca ona doğru gitmeye başladı.

Yağmur kimsenin olmadığı bir evden gelen ayak sesleri ile arkasını döndü ve gördüğü adam ile hem korktu hem sinirlendi.
Kucağındaki kadının bu hale gelmesindeki sebep karşısındaki adamdı sonuçta.

"Ne oldu Alaz Ağa?"
Alaz, Yağmur'un sinirle konuşmasına kaşlarını çattı ama neden olduğunu biliyordu. Yine de her ne sebepten olursa olsun kimse onunla böyle konuşamazdı.
Berva hariç.

Berva ilk günden beridir onunla böyle konuşuyordu.

"Karımı görmeye geldim."
Yağmur'un yüzünde iğneleyici bir ifade vardı. Dudaklarını kıvırıp ona yandan bir bakış attı. Ardından Berva'nın, dizindeki başını kaldırıp karşısına geçti. Bayıldığının farkında değildi.

"Alaz Ağa, bilmem biliyor musun, karın senin yüzünden bu halde."
Alaz bu kızın onların arasına girmesine ve ona karşı sert konuşmasına sinirleniyordu.

"Bu seni ilgilendirmez. Ayrıca benimle konuşurken ses tonuna dikkat et."
Yağmur ilk önce güldü ve ardından ciddi bir yüz ifadesine büründü.

"Alaz Ağa, Diyar ablanın ve Berat abinin üzülmesi ne kadar seni ilgilendiriyorsa , kardeşimin üzülmesi de beni o kadar ilgilendirir."
Alaz ona bir şey demedi. Gerçekten Berva'yı o kadar seviyorsa onu düşünebilirdi ama yine de aralarına giremezdi.

"Alaz Ağa hatırlıyor musun? Berva'yı köpeklerle korkutmaya çalıştığın gün onun gözyaşlarının sebebi olma demiştim."

"Sözünü unutma. Bunu biraz sonra konuşalım. Önce onu bir yatağa yatıralım. Yorgunluktan baygın düştü."

"Ne? Bayıldı mı?"

Yağmur temas yapmıştı. Ya yine sinir krizi geçirirse.

"Sus bağırma."
Yağmur onun için endişelenmişti. Alaz ise yorgunluktan olduğunu bildiği için pek tepki vermedi. Onu kucağına alacakken Yağmur onu durdurdu.

"Dur Alaz Ağa. Alma onu kucağına. Burada uyusun bir şey olmaz."

Alaz çatık kaşlarla ona bakmaya başladı.

"Berva senin ona dokunmanı istemezdi o yüzden."
Alaz zaten çatık olan kaşlarını daha çok çattı. Ne diyordu bu kız?

"Bana bak! O senin arkadaşın diye onun hakkındaki düşüncelerini dile getirebilirsin ama sakın benim ve onun aramızda olan bir şeye karışma, fena olur."

Yağmur bir şey demedi. Biraz haklı buldu ama sonuçta bu adam onun kardeşini üzmüştü. Ona dokunmasını istemiyordu.
Yine de daha rahat etsin diye ona Berva'nın odasını gösterip gelmesini bekledi.

Alaz Ağa, Berva'yı yatağa bırakıp geldikten sonra karşılıklı koltuklara oturdular.

"Devam et."
Bu adam asla nazik konuşmayı öğrenemeyecekti.
Yağmur sinirle tekrar konuşmaya başladı.

"Berva'nın elindeki elbiseyi bugün gördüysen eğer, olanları da biliyorsun demektir."
Yağmur, Berva kadar olmasa da zeki bir kızdı.
Alaz onu başı ile onayladı ama Yağmur'un bildiğini bilmiyordu.

"O kötü günden üç yıl sonra Berva hergün ağlamış. Zaten biz onunla on dört yaşında tanıştık. Berva o bir yıl içinde sinir krizi geçirince Ahmet abi onu sakinleştirirmiş ama Berva bana anlattıktan sonra bu krizler daha da artmaya başladı. Benden kriz geçirdiğini kimseye söylemememi istedi. Saygı duydum.
Bazı geceler ıslaklıktan yastığında yatacak yer kalmazmış. Bazı geceler ise kimseye ses gitmesin diye sessizce gözyaşı dökermiş."

Alaz hiç bölmeden onu dinliyordu ama Yağmur'un anlattıkları yüreğini yakmaya yetiyordu.

"Bir zaman sonra kendini suçlamaya başladı. Hani burada bir kadının başına gelince kadını suçlarlar ya, o da kendini suçladı. Ondan sonra da bir yemin etti.
Allahım, eğer bu gözyaşlarını hakettiysem, bir insanın canını yaktıysam, ahını aldıysam birinin, bu gözyaşları alsın canımı.
Ama eğer hak etmediğim halde bu gözyaşları akarsa gözümden, aktığı kadar acısın, yüreğimin acısına neden olanın yüreği. Aktığı kadar yara olsun yüreğinde ve aktığı kadar acı çeksin yüreği, demişti."

Bu sözlerle Alaz'ın içi titredi. Bu kadın neler yaşamıştı böyle?

" Bu yemini ettikten sonra sırf onun canını yakan insanın canı çok yanmasın diye her ağladığında sadece bir damla gözyaşı dökerdi. Sadece o günü hatırladığı zamanlar birden çok gözyaşı dökerdi."

Ve evlendiği zaman...

Alaz az önce Berva'nın ağzından duyduğu cümlelere şu an anlam yükleyebiliyordu.

"Ben gözyaşlarım aktığı kadar yaksın diye yemin ettikten sonra her ağladığımda tek damla yaş düşüyordu gözümden. Sırf kimsenin canı benim yüzümden acımasın diye. Ama o bugün bana o yemini bozdurdu. Bu gözyaşlarımın bedelini kim ödeyecek?
Nasıl bir acı buna eş olabilir?"

Bu kadına ne denli bir acı yaşattığını daha yeni anlıyordu ama onun anladığı ile Berva'nın yaşadığı arasında dağlar kadar fark vardı.

"Şimdi ise onun yemini bozuldu. Bugün çok fazla yaş döktü ve bunu sen yaptın. Aktığı kadar acısın, yüreğimin acısına neden olanın yüreği. Aktığı kadar yara olsun yüreğinde ve aktığı kadar acı çeksin yüreği dediği halde sen onun bunca gözyaşına neden oldun."

Alaz bu kızın gerçekleri yüzüne vurması ile sinirleniyordu. "Allah kahretsin ki haklı" diye de düşünüyordu ama birinin bunu ona açık açık söylemesi onu sinirlendiriyordu.

"Gerçekten merek ediyorum bu ah tutarsa senin canın nasıl bir acı ile yanacak. Hangi acı onun acısına denk olabilecek."

Alaz hiçbir şey diye düşündü. Bir kadının başına gelebilecek en kötü şeydi taciz ve bunun acısına denk olabilecek tek şey yine ya tacizdi ya tecavüz.

"Ama kimin yaptığını bilmiyorum. Bana da söylemedi. Bilsem onun onca gözyaşı döktüğü, kriz geçirdiği gün kesin öldürürdüm."

Alaz şaşırdı. Nasıl her şeyi söylerken kimin yaptığını söylememişti? Eğer kim olduğunu bilseydi gözünü kırpmadan onu kurşuna dizerdi.

"Ben gurursuzdum ama ona değil. Ben beni taciz eden adamla hâlâ konuştuğum için gurursuzdum. Onunla hâlâ aynı ortamda bulunduğum için gurursuzdum ama ona gurursuz değildim.
Evet Yağmur. Ben beni taciz eden adamla defalarca aynı ortamda bulunup sohbet ettim. İstemesem bile mecbur kaldım."

İkisinin de aklına aynı anda aynı şey gelmişti.

"Tanıdığı biri."

"Tanıdığı biri."

Ve ikisi aynı anda aynı cümleyi söyledi.

"Ben insanlara olan güvenimi on yıl önce tam bu gün, güvendiğim insan tarafından tacize uğradığımda kaybettim."

Alaz nasıl bu kadar kör olduğunu düşünüyordu. Berva zaten ona güvendiği biri tarafından tacize uğradığını söylemişti.

"Ben ona her zaman körmüşüm."2

"Efendim?"

"Yok bir şey."
Alaz sonunda bir şeyleri anlamıştı ama artık çok geçti.

Yağmur bir süre Alaz Ağa'nın yüzüne baktı ve hatırladığı şeyle bir hışım ayağı kalktı. Alaz onun birden ayağı kalkması ile kafasını kaldırdı ama karşısında ağlayan bir Yağmur görmeyi beklemiyordu.

"Sen...sen yaptığın şeye beni de alet ettin.
Ben kardeşimin ölümüne sebep oldum. Sen o planı kurdun ve beni o planın bir parçası yaptın. Allah benim belamı versin. Allah benim belamı versin."

Alaz bir kızın daha hayatını karartmıştı. Yağmur bir daha kendini affetmeyecekti ama onun korktuğu şey Berva'nın onu affetmemesiydi.

"Ya böyle bir şeye beni nasıl alet edersin? Ben kardeşimi yerle bir etmene yardım etmişim. Ben nasıl bakacağım suratına?"

Alaz zaten kendini suçluyordu. Bir de bu kızın onu suçlaması ağır geliyordu.

"Yeter artık yeter. Tamam Allah benim belamı versin oldu mu?"
Alaz son sözlerini söyleyip merdivenlere doğru yürüdü ama Yağmur hemen karşısına geçmişti.

"Nereye?"
Alaz kaşlarını çattı.

"Karımın yanına."

"Yok Alaz Ağa yok. Onu paramparça ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi devam edemezsin. Gitmeyeceksin odasına."

"Kadın beni sinirlendirme, çekil karşımdan."

"Beni öldürsen bile onun odasına girmene izin vermeyeceğim. Yeter artık ona yaşattığın, rahat bırak onu."
Alaz istese yapamayacağı şey yoktu ama bu sefer onu haklı bulmuştu. Berva'nın nefes almaya ihtiyacı vardı. Şimdi gidiyordu ama Berva'nın her halinden haberi olacaktı.

Yağmur, Alaz'ın bir şey demeden gitmesine şaşırmıştı. O bağırıp çağırmasını bekliyordu. Acımasızlığıyla nam salmış bir adamdan başka ne beklenirdi ki?

Onun gitmesi ile Yağmur Berva'nın odasına gidip yatağında oturur vaziyette başında beklemişti.
Bu oyuna dahil olduğunu nasıl söyleyecekti?

•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•

Sabah başımdaki şiddetli ağrı ile uyandım. Ne olduğunu bir süre hatırlamadım. Bir saniye şuurumu kaybetmiştim ve o bir saniye sanırım son bir ayın en güzel anıydı.
Keşke hafızamı temelli kaybetsem.

Bir dakika.
Ben dün en son salondaki koltukta uyuyordum. Buraya nasıl geldim?
Tabii ya. Alaz Ağa en son ben konuştuğumda oradaydı. Ben bunu nasıl unuturum?
Gerçi ben uyuduğumu bile hatırlamıyorum ya.

Yerimden doğrulduğumda sırtını yatak başlığına yaslamış ve öylece uyuklayan Yağmur'u gördüm. Onu yatağa iyice uzatıp odadan çıktım.
Alaz Ağa gitmişti. Burada olsaydı anlardım herhalde.

Yüzümdeki sert ifadeyi değiştirmeden üzerimdeki eşofmanlarla alt kattaki banyoya ilerledim. Ne diye odamda işimi halletmem ki?
Eşofman?
İyi de ben dün en son o lanet elbise ile uyumadım mı?
Yoksa üzerimi o adam mı değiştirdi?

Yok yok. Bunları şimdi düşünmemeliyim. Hem utanmıyorum da ondan. Artık utanmayacak kadar varlığı ile ilgilenmiyorum.

Mutfağa ilerledim ve kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. Ben bu evi kendime istemiştim ve babam bana hediye etmişti. Sadece istediğim zaman tek başıma gelebileceğim bir yer. O yüzden evde yardımcı yoktu. Sadece buranın genel hizmetlerinden sorumlu Baver amca vardı ama o da ben evde olduğum sürece ben istemeden gelmezdi.

Sanki hiçbir şey olmamış gibi kahvaltıyı hazırlamaya devam ettim. Dünden hiçbir iz kalmamıştı. Ama Berva'dan da bir iz kalmamıştı. Ben duygularımı insanlara zar zor açmaya başlamışken tekrar eski Berva'ya dönmüştüm. Yüzümdeki hiçbir mimiği hiç kimse okuyamazdı. Bir kişi hariç.
Ahmet abi.2

Kahvaltıyı hazırladım ama iştahım yoktu. Ben de Yağmur'un uyanmasını beklemeye karar verdim. Uyanmadığına göre gece geç uyumuştu.

Koltuğun üzerinde duran çantamı elime alıp içindeki telefonumu çıkardım. Sevgi, Diyar ve Zeynep'ten bir ton cevapsız arama vardı. Berat abi ise bir kere aramış ama ben açmayınca mesaj atmıştı. Sanırım yalnız kalmak istediğimi bir tek o anlamıştı.

"Şimdi gidip kafanı dinle ama eve geldiğinde sorguya çekileceksin küçük hanım."

Hadi ama. Herkes bana küçük demek zorunda mıydı?
Yine de anlayışı için çok mutlu olmuştum. Yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu anlamıştı.

Tabii ki her anımdan haberi olan Ahmet abi de mesaj atmıştı. Teselli içeren tek söz yoktu çünkü teselliye ihtiyacım olmadığını bir tek o bu biliyordu.

Attığı mesaja göre Alaz Ağa dün geceden beri Mardin'in her yerinde adını dahi bilmediği bir adamı arıyordu. Tam yüz yirmi dokuz ülke o adamı aramak için uğraşıyordu ve Alaz Ağa bu sefer çok yaklaşmıştı çünkü onun aradığı bir şeyin bulunamaması binde bir olan bir şeydi ve bu talihli kişi de Emrah'tı.

Yüz yirmi dokuz ülke ve geceden beri hiç uyumayıp bu ülkelerde adını bile bilmediği birini arayan Alaz Ağa...

Yağmur'un aşağı inmesi ile telefonu kapatıp koltuğa bıraktım ve "Günaydın. Kahvaltı hazır."deyip mutfağa doğru yürüdüm.

Yüzüme ağzı bir karış açık bakıyordu. Bu kadar çabuk toparlanmamı beklemiyordu.
Toparlanmamıştım zaten.
Kendimle beraber her şeyi gömmüştüm.

"G-ünaydın."
Soru sormak istiyordu ama yüzümdeki ifadeden sorup sormaması gerektiğini bilmiyordu.

"Bakma öyle. Eskisi gibiyim işte. Aynı yani, değişen bir şey yok. Hadi kahvaltını yap."

Konuşmam ile yüzü asılmıştı. Bu kadar ifadesiz bir ses beklemiyordu.

Peki insanlar benden ne bekliyordu?

Kahvaltı yapmaya başladığımızda iştahım olmamasına rağmen yiyebildiğim kadar yedim. Kötü olmamı gerektirecek bir şey olmamıştı. Her zamanki şeyler işte.
Dışarıya iştahsız olduğumu bile belli etmiyordum.

Yeteri kadar yediğimi düşündükten sonra ona bakmaya başladım. Dün onu ben aramamıştım ama o oradaydı. Alaz onu çağırmıştı.
O benim hiçbir telefonumu açmamıştı.

"Bana söylemek istediğin bir şey var mı?"dedim.
Olduğu yerde anlamsız bakışlarla bakmaya başladı.

"Benden saklamana gerek yok. Ona yardım ettiğini biliyorum. Hiçbir şeyden haberinin olmadığını da biliyorum. Sadece bir daha benden bir şey saklama."

Kafasını karşısına eğdi bir süre. Yeterince utanmış olacak ki kafasını kaldırıp bana baktı. Daha sonra oturduğu yerden kalkıp bana sarıldı. Bende ona sarıldıktan sonra hemen kolumu çektim. Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Ondan hemen ayrılmam zoruna gitmişti ama ben artık dünki ya da bir yıl önceki kız değildim. Eski çocuk Berva'nın kadın versiyonu olmuştum.

"Özür dilerim."
Yerine oturup özür dilemişti. Sorun olmadığını belli edercesine elimi salladım. O da benim gibi kullanılmıştı işte. Aynı kişi tarafından, intikam için...

"Ben spor yapmaya gidiyorum. Bulaşıkları da sen hallet."
Ne olmuş olursa olsun o benim kardeşimdi ve hiçbir kardeş, kardeşi yanındayken bir işi tek başına yapmazdı. Ben hazırladıysam o toplayacaktı.

Zaten böyle söylemem hoşuna gitmişti. Çünkü bunu daha önce ona söylemiştim. Kardeşler her işi beraber yapar.

"Ayy ben de seninle spor yapmayı özlemişim. Bekle sonra yıkarım bulaşıkları."
İşte bu. Bana ayak uyduruyordu. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Tıpkı benim gibi.

Spor odasına gitmeden önce ona neden Alaz'ın beni odaya çıkarmasına ve üzerimi değiştirmesine izin verdiğini sormuştum. Aldığım cevabın biri beni rahatlatırken diğeri canımı sıkmıştı.

Alaz Ağa değil Yağmur üzerimi değiştirmişti.
Tamam ne kadar ondan artık utanmasam da rahatsız olmuştum açıkçası.

Ona 'aramızda olan bir şeye karışma ' demişti Gerçekten aramızda bir şey olduğuna mı inanıyordu?
Sanırım sinirden delirmeme az kaldı.

°•°

Alt kattaki spor odasından terler içinde çıkmıştık. Evlendiğim günden beridir spor yapmıyordum ve kaslarımın çalışması gerekiyordu. Kaç saattir spor yaptığımızı bilmiyorum ama gerçekten yorulmuşum. Yağmur bir saat spor yapıp bir saat dinlendiği için yorulmuş görünmüyordu.

"Yav saatlerdir durmadan spor yapıyorsun. Tamam eskiden de yapardın ama bu kadar kendini zorlamana gerek yok. Millet kendi ağırlığını zor kaldırırken sen ayaklarına ağırlık bağlayıp barfiks çekiyorsun."

Yağmur'un sitemlerine içimden gülsem de dışımdan hiçbir şey belli etmemiştim. Saatlerdir o odada başımın etini yemişti.

"Sus zaten biraz kum torbası yumruklamama izin vermedin, seni yumruklarım burada."

"Aman aman kalsın. Kum torbası gibi kafamı patlatırsın sen."
Evet. Her spor yaptığımda bir kum torbası patlatıyordum. Eskiden o kum torbasını patlatana kadar öbür dünyayı görürdüm ama şimdi daha sinirimi atamadan patlıyordu.

"Kes sesini hadi gidip duş al ve bulaşıkları yıka."

"Tamam be. Yıkayacağım korkma."
Ona ters bakışlar attığımda susmuştu. Üzerimdeki terli kıyafetler kurumadan odamdaki banyoya ilerledim. Sporcu sütyenimi ve taytımı çıkarıp kendimi suyun altına bıraktım. Soğuk su vücudumda aktıkça sinirimin de aktığını hissediyordum.

Yeteri kadar soğuk suyun altında kaldığımı düşünüp ılık suyu açtım. Artık gözyaşlarım da su ile beraber akıyordu. Bunlar da birkaç yıldır var olan Berva'nın gerçekten öldüğünü gösteriyordu.
Artık yemin bozulduğuna göre istediğim gibi ağlayabilirdim. Tekrar eski Berva gibi olabilirdim. İnsanlara karşı sert ama yalnız başına kaldığında yıkık olabilirdim.

Bornozumu giyip odama geçtim. Giyinme odama girdiğim zaman ortadaki pufun üzerine oturup bir süre dolapların içindeki kıyafetlere baktım. Tamamen camdan oluşan elbise dolaplarında bir süre göz gezdirdim. Evde ben ve Yağmur tek vardık zaten, o yüzden rahat bir şeyler giyebilirdim.

İç çamaşırlarımı giydikten sonra ince askılı bir atlet ve şort giyip odamdaki makyaj masasını karşısına geldim. Saçlarımı hava sıcak olduğu için kurutmamıştım. Yüzüm sıcaktan biraz kurumuştu. Bu yüzden nemlendirici sürdüm.

Parmağımdaki yüzüklere baktım. Alyansı ve tektaşı aynı anda çıkarıp çekmecelerden birine koydum. Ona ait olan bir şeyi görmek bile istemiyordum.

Aşağı indiğimde Yağmur çoktan giyinip bulaşıkları yıkamıştı bile. Eşofman takımı ile koltukta kurulmuş telefon ile oynuyordu. Beni görür görmez başını kaldırıp gülümsedi. Donuk ifademle ona doğru yürüyüp yanına oturdum. Konuyu açmak istemiyordu ama ne yapacağımı merek ediyordu.

"Berva kaç gün burada kalacağız?"
Konuya burdan giriş yapmıştı. Nabız yokluyordu.
Ben de ne kadar daha burada kalacağımı bilmiyordum. O eve gitmek, o adamı görmek dahi istemiyorum.

"Duruma göre değişir. Bir planım yok."
Ne olursa olsun mecburen o eve gidecektim ama ben de Berva Çetiner ve _ne kadar istemesem de_Ulusoysam onu yaptıklarına pişman edeceğim.

Ben telefonu kurcalamaya başlarken o da artık bana değil kendi telefonuna bakıyordu. Kendi sosyal medya hesabıma girip baktım. Çok takipçim vardı ama ben sadece ailemi ve Yağmur'u takip ediyordum. Zaten hesabın adı da benim adım değildi. Kimse benim hakkımda pek fazla bilgi bilmiyordu. En son ne zaman bir şeyler paylaştığımı hatırlamıyorum bile.

Aklıma gelen şey ile hemen Ahmet abiyi aradım. Benim bugün aşiretleri çağırmam gerekiyordu. Tabii ki koskoca aşiret benim çağırmam ile toplanmaz ama benim yapamayacağım şey yoktu.

İkinci çalışta telefonun açılmasına içten içe güldüm.
"Alo Berva."

"Ahmet abi nasılsın?"

"Söyle söyle hadi uzatma."
Şaka yapıyormuş gibi ses çıkarıp laf sokuyordu. Sen beni işin olmadığı sürece aramazsın diyordu.

"Yav Ahmet abi niye öyle diyorsun?"
Karşıdan gelen gülme sesi ile içimden gelen gülme isteğini durdurdum.

"İyiyim kızım sen nasılsın."

"İyiyim abi ama senden isteyeceğim şeyi yaparsan daha iyi olacağım."

"Söyle kızım. Ayrıca bir ara gel de ifadeni alayım. Ben bu ses tonunu, bu ifadesizliği hiç beğenmedim. Anlaşılan seni çoktan dövmemişim."

"Tamam abi sen nasıl istersen. Abi senden aşiretleri toplamadan aşiretleri toplamanı istiyorum."

"Oldu bil."
Beni anlayan bir diğer kişi oydu.
Tek cümle, birkaç kelime ile derdimi anlamıştı. Zaten ses tonumdan bile bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

"Çok sağol abi teşekkür ederim."

"Ne demek hanımım görevimiz."

Beni nasıl sinir edeceğini biliyordu.

"Ahmet amca sana amca dememi istemezsin değil mi."

"Kapat hadi kapat."
Telefonu onun kapatmasını bekledim ve beklediğim gibi de oldu. Ona amca dememi sevmiyordu. Aslında sadece otuz beş yaşındaydı. O benim şoförüm olduğu ilk zamanlar benden çok büyük olduğu için ona amca derdim ama o bunu sevmezdi.

Ben dokuz, o yirmi dört yaşlarındaydı ve beni okuluma götürüp getiriyordu. O günden sonra günbegün bana sevgi dolu gözlerle bakıp benim bu kadar güçlü olmamı sağladı.

"Ne planlıyorsun yine?"
Daldığım düşüncelerden Yağmur'un konuşması ile sıyrıldım. Bana sinsi bakışlar atıyordu çünkü o da biliyordu boş durmayacağımı.

"Sence ben bana atılan kazığı affeder miyim?"
Başını sağa sola sallayıp beni yanıtladı.

Telefonuma gelen 'İki saate tamam' mesajı ile ona olan minnetim günbegün artıyordu.

Mesaj geleli bir saat geçmişti ve ben o bir saat içinde hiçbir şey olmamış gibi davranıyordum. Yağmur'un meraklı bakışları altında ne kadar zor da olsa aklıma getirmemeye çalışıyordum olanları. Biraz sonra olacaklar için tekrar üzerimi değiştirmeye gidecektim ama kapı çaldı.

Kapının çalması ile ayaklandım. Beklediğimden erken olmuştu. Bazen acaba bir yardımcı işe almalı mıyım diye düşünüyorum ama buraya zaten tek kalmak için geldiğimi hatırlayınca vazgeçiyorum.

Gerçi bundan sonra burada tek kalabileceğimi zannetmiyordum.
Kapıyı açtığımda karşımda bir adet Alaz Ulusoy görmeyi tabii ki bekliyordum ama ben biraz sinirli bekliyordum. Belki de daha haberi almamıştır.

"Ne var?"
Duygudan yoksun sesim kaşlarını çatmasına sebep oldu. Yüzümde gezindi bir süre bakışları. Bir şey arıyor gibiydi, bir duygu. Ben ona o duyguları bir daha gösterir miydim?
Hayır.

Sonra o bakışları üzerimdeki atlet ve şortta dolandı, şaşırdı.
Onunla aynı yatakta uyurken bile böyle giyinmemiştim. Gözlerindeki duyguyu anlamıyordum ama yutkunması hiç hayra alamet değildi.4

"Konuşmak istiyorum."
Bu kadar mı?
Bir insan paramparça ettiği birine sadece bunu mu söylerdi. Hayır ben anlamıyorum bu kadar mı her şey? Bu kadar basit mi?
Bazen sinirden gerçekten ölmek istiyordum.

"Konuş. Ağzını tutan yok ama mümkünse benden uzakta konuş. Ne sesine ne görüntüne tahammülüm yok."
Sıkıntılı bir nefes verdi. Hadi ama, boynuna atlamamı beklemiyordu değil mi?

Kapıyı kapatacaktım ama konuştuğu için durdum.

"Seninle konuşmak istiyorum."
Sanki kendini sakin tutmaya çalışıyordu. Haspam sinirlenmiş.

"Ben istemiyorum. Git metresinin kollarına o dinlesin seni. Senin istediğin şeyler beni ilgilendirmiyor."
Bu sözlerden sonra zorla içeri gireceğini biliyordum, ki öyle de oldu. Biraz sonra yaşanacak şeyleri zaten ben planladığım için içeri girmesine izin vermiştim.

Salona geçip koltuğa oturdu ev sahibi gibi. Yağmur'a bir bakış attığımda salondan çıkıp kendi odasına gitmişti. Bir misafir odasında onun eşyaları vardı ve onun odasıydı.

Ben onu takmıyormuş gibi yapıp mutfağa yönelecekken kolumu tutup kendine çekmesiyle yanına düştüm. Bir an boşluğuma denk gelmişti. Düştüğüm yerde bir saniye durmadan ayağı kalktım ve kolumu sert bir şekilde ondan çektim.

O kadar sert bir şekilde yüzüne doğru bağırdım ki kendi sesimden korktum.

"Çek o kirli ellerini üstümden. Bana dokunma."

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

BEĞENMEYİ VE OY VERMEYİ UNUTMAYIN LÜTFEN.

Emeğimin karşılığını veren herkes, emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💚 🤎

Bölüm : 24.11.2024 18:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Tıktok veya ınstagram varmı? Varsa adı nr
Kolay olurmu hiç hem desteğe ihtiyaç duyup el uzatamamak kadar acı bir şey daha varmiki 😥
Hikayeyi Paylaş