14. Bölüm

14

S
aycakayca1

Hadi başlayalım.

Buraya sevdiğiniz hayvanı yazar mısınız lütfen.8

••••••

Misafirleri kapıdan geçirdikten hemen sonra Berat abiye iyi geceler dileyip odama çıktım. Alaz Ağa ile zaten konuşmak istemiyordum. Berat abiden kaçmamın sebebi ise her şeyi bilmesiydi. Bana Ayda ile ilgili sorular sormasını istemiyorum.

Canım sıkılıyor ve ben uyuyamıyorum. Keşke Yağmur gitmeseydi. Anlaşılan bu akşam da sabaha kadar bana uyku yok.

Odadan getirdiklerime göz attım, sadece usturuplu olanları getirmiştim. Düğünden önce her gün farklı bir gecelikle uyuyan ben, artık pijamayla uyuyordum. Telefonu elime alıp biraz sosyal medyada gezecektim ama gözlerimden uyku boşalıyordu. Telefonu bir kenara bırakıp gözlerimi kapattım.

Dakikalar sonra kapı çalınmadan açılınca kim olduğunu anladım. Alaz Ağa gerçekten nezaketten nasibini almamıştı. Donuk yüz ifadem ile doğrulduğum yataktan ona baktım. Yüz ifademin yarım saat öncesine göre ne kadar sert olduğunu anlayınca yine gözleri sinirden parladı.

Odaya kapıyı çalmadan girdiği için konuşabilirim ama ben onunla konuşmak istemiyorum. Ki zaten Alaz Ağa sırf konuşayım diye yapıyor. Zaten kibar bir insan değildi ama konuşmam için daha fazla odun gibi davranıyordu.

Onunla tartışmadığımı ve konuşmadığımı görünce daha çok sinirlendi ama bana belli etmedi. Ben gel demeden odaya girdiği yetmezmiş gibi bir de odanın ortasına kadar gelmişti. Bana yaptığı şeyden sonra eve geldiğime şükretmek yerine hâlâ benden fazlasını bekliyordu.

"Teşekkür ederim. Onları ağırladığın için. Arkadaşlarıma kendilerini kötü hissertirmediğin için."

Sadece başımı salladım. Ben bunu onun için yapmamıştım ki bana teşekkür ediyor.

Cevap vermemem ile odanın kapısını çarparak çıktı.

"Öküz, kalas yav kalas. Odun."

Ben hâlâ anlamıyorum. Bu adam yaptığı şeyin farkında değil mi hiçbir şey olmamış gibi onunla konuşmamı istiyor?
Ben mi fazla tepki veriyorum?
Gerçekten anlamıyorum.

Böyle düşünerek kafayı yiyecektim. En iyisi uyumaya çalışmaktı.

BİR HAFTA SONRA

8 Ağustos

Bana yaşattıklarının üzerinden tam on beş gün geçmişti. Yarım ay. Son bir haftadır onu görmezden gelip diyalog kurmuyordum. Benimle çok sefer konuşmaya çalıştı ama her seferinde sivri dilimden nasibini aldı. Gözünde pişmanlık görsem bile hiç pişman olduğunu dile getirmedi. Dile getirmesinin bir şeyi değiştirmeyeceğini biliyorum ama konuşmam için bu kadar çabalarken bir özrü çok görmesi pişmanlığına dair olan inancımı bitiriyordu. Gözlerinde görmeme rağmen. Bir daha inanmak istemediğim gözlerdeki pişmanlığın gerçek olduğuna emin olmama rağmen.

Boğulduğumu hissediyordum bu evde. Sevgi ile ara sıra konuşmak bile kesmiyordu beni. Ailemi özlemiştim ama hâlâ bu aşiret ile ilgili meseleyi çözemediğim için gidemiyordum. Evde her an her şey olabilirdi çünkü. O aşiret gelip konağı basabilirdi ve birinin en azından hazırlıklı olması gerekirdi.

Mutfağa geldiğimde Zehra ve Sevgi beraber öğlen yemeği hazırlıyordu. Onlara sadece kendileri için yemek hazırlamalarını söyleyip bir bardak su içip çıktım mutfaktan. Kaç gündür iştahım hiç yok. Üstelik ne kadar dik durmaya çalışırsam çalışayım üstümde bir ağırlık vardı. Hava o kadar sıcaktı ki üzerimdeki tişört bile beni terletiyordu. Yapacak bir şey olmadığı için banyoya girip duş aldım.

Banyoya girer girmez soğuk suyu açıp altına girdim, iyice şoklanmam gerekiyordu yoksa bu halsizlik asla üzerimden gitmeyecekti. Üzerinden neredeyse yarım ay geçmiş olmasına rağmen bunu hala üzerimden atamamıştım. Ben bu kadar zayıf değildim, hemen toparlanmam gerekiyordu. Soğuk su vücudumdan aşağıya indikçe hem ürperiyor hem de rahatlıyordum. Vücudumu köpükleyip durulandıktan sonra banyodan çıktım.

Banyodan çıktığım zaman telefonuma gelen bildirim ile neye uğradığımı şaşırdım. Tercih için son gündü ve ben daha tercih vermemiştim. Gerçi benim okuma isteğim bile kalmamıştı. Başka zaman olsa sırf kendimi kendime kanıtlamak için çalışmaya devam ederdim ama artık ne kadar zayıf bir insan olduğumu biliyorum. Buna gerek yok.

Yine de aklımdaki birkaç yeri yazdım. Bir iki hafta içinde açıklanacaktı sonuçlar. Açıklansa bile gidemeyeceğim yerleri tercih verdim ki gitmemem için bir bahanem olsun. Hayat ne acı.
Birkaç ay önce gerçekleşmesi için gecemi gündüzüme kattığım şeyin gerçekleşmemesi için çabalıyorum.

İstanbul, Ankara, Antalya, Diyarbakır, Urfa... Neresi olursa olsun bunun hiçbir önemi yok. Ben okula gitsem gitmesem zaten istediğim mesleğin sahibi olacağım. Gerek okuyarak gerekse de illegal yollardan... Bu yüzden rastgele bir yerler yazıp aşağı indim.

Yine saatler birbirini kovalarken akşam olmuştu. Sofra hazır olduğunda aşağı indim. Berat abi sofraya oturmam için rica ettiği için iki gündür onlar ile beraber yemek yiyordum. Aşağı inmem ile ikisinin de konaktan içeri girmesi bir oldu. Hayır aynı yere farklı arabalarla gidiyorlardı ya ona yanıyordum. Bir de bu iki kişinin bu evde otuzdan fazla arabası vardı. Garaj değil oto galeri sanki mübarek.

Alaz Ağa'nın bakışlarını üstümde hissederken burnumu havaya dikip merdivenlerden inmeye devam ettim. Başım dik merdivenlerden inerken beyaz elbisemin etekleri uçuşuyordu. Bakışlarının üstümde olduğunu bilmem biraz heyecanlanmama sebep oluyordu. Ben böyle şeyleri hep kendime itiraf ederim ama ben daha önce kimsenin bakışından etkilenmemiştim. On beş gün boyunca hiç durmadan o bakışlara maruz kalmıştım. Evet, onun bakışlarına karşılık vermemiştim ama üzerimde olan bakışlarından haberdardım.

Berat abiye hoş geldin deyip sofraya geçtim. O üçüncü kata gidip kapıyı çarpınca Berat abi de odasına gitti. Ben sinirimi içimde yaşarken o hakkı olmadığı halde bunu dışarıya yansıtıyor. Gidip o kapının kolunu bir yerlerine- neyse.1

On dakika sonra aynı anda aşağı inince ikisi de iş kıyafetlerinden kurtulup normal giyinmişlerdi.
Merdivenlere bakınca bir an göz göze geldiğim siyah hareler ile nefesim kesildi. Bu nasıl bir şeydi? Hemen o teması kestim çünkü o kara harelerdeki kuyu beni içine çekecekti. Hele orada günlerdir var olan pişmanlık kendini bana inandıracaktı.

Ve gözlerinde yorgunluk vardı. Aramaları sonlandırmıştı, sadece kendisi o konuyla ilgilenecekmiş bundan sonra. Kimseyi bir daha bu konuya alet etmeyecekmiş. Bu yüzden yorgun görünüyor. Sabah akşam durmadan ipucu arıyor. Bana o konuyu açmayacağına dair söz verdiği için de bana sormuyor.

Hep beraber sofraya oturduk.
Yemekler yenilirken Berat abinin yine zehra'ya baktığını gördüm. Aşık mı oluyordu yani?
Aslında ona diyecek bir şeyim de yok çünkü Zehra'nın saf yüzü bakılmayacak gibi değil. Yine de birkaç hareket ile ilgisini ondan çekmesini sağladım.

Yemekler yiyilince ben odama çıktım ama onlar hâlâ aşağıda oturuyordu. Zehra onlara çay servisi yaparken gözünü Alaz'dan ayırmıyor, utangaç hareketler sergiliyordu. Çünkü Alaz Ağa en başta onu bu evde istememişti. Sonra bir ara Berat abi ile göz göze gelince utançla karışık hafif bir tebessüm etti. Berat abi ise o çayları verip gidene kadar ona baktı. Etkileniyordu.

İkisi de telefonlara dalmıştı. Berat abi gerçekleri öğrendikten beri onunla fazla muhattap olmuyordu. Zaten ikisi de çaylarını içtikten sonra odalarına çıkmışlardı.

Alaz Ağa yatak odasına çıkmadan önce bir müddet benim kapımda durdu. Bunu ayak seslerinden anladım. Çok sefer benimle konuşmaya çalışmıştı ama ben yüz vermemiştim ya da gereken cevabı vermiştim.

Neyse. Onları boşverip yatağıma uzandım. Yeni gün hep yeni umutlar getirir derler ama ben umudumu yitirmenin eşiğindeyim.

Sabah kalkıp üzerime siyah bir elbise geçirip aşağı indim. Zehra ile Sevgi kahvaltı hazırlarken Ayşe Hanım evi toparlıyordu. Kahvaltı hazır olduktan sonra ona da yardım ederlerdi. Benim artık ev işi yapacak isteğim bile yoktu. Yine de eskisi kadar kötü durumda olduğumu düşünmüyorum.

Kahvaltıyı bugün masaya kurmuşlar. Herhalde salon sıcak olduğu için avluya masa kurmuşlar. Üzerimdeki rahat siyah elbiseyle kahvaltıya inmelerini bekledim. Alaz Ağa ile Berat abi sofraya gelince ben de gidip oturdum. Sadece Berat abiye günaydın ve afiyet olsun demiştim. Sofraya oturduktan sonra Zehra servise gelecekken onu engelledim ve Sevgi'yi çağırdım. Sevgi gelirken bana gülse de yanımıza geldiğinde ciddi olmuştu. Karşısında Mardin Ağa'sı vardı neticede. Kesinlikle dün Alaz'a baktığı için Zehra'yı göndermedim.

Kahvaltı yaptığım esnada ayağıma değen şey ile gayriihtiyari irkildim ve karşıma baktım. Alaz Ağa sırıtarak bakıyordu. Ayağıyla bacaklarımı okşuyordu. Ayağımı geri çekip ona ters ters bakmam ile daha çok sırıttı. Gözlerimi gözlerine çevirdiğimde çarpılmış gibi oldum. Sanki biri vücuduma elektrik vermiş gibi oldu.

Kabul ediyorum bu adam o oyunu oynamasaydı ben ondan etkilenmiştim ki inkar etmiyordum ama bir bakışıyla beni bu hale getirmesi de kabul edilebilir değil.

O hâlâ bana sırıtırken ben yemeğime devam ediyormuş gibi yapıp çatalımı yere düşürdüm. Masanın altına eğilince aldığım çatalı zerre acımadan ayağına batırdım. Ağamız egosundan ödün vermeyip ses çıkarmamıştı ama bir daha bacağını yaklaştırmaya bile çalışmadı. Bu sefer ben masanın altından çıkınca onun yüzüne doğru gıcık bir şekilde gülümsedim ama o bu hareketime gıcık olmak yerine dudaklarına bir tebessüm kondurdu.

Utanmasam ağlayabilirdim. Ben bu adamı sinir etmeye çalışırken kendim sinir oluyordum.

"Ulusoy Gelini, az insaf et. Alt tarafı bacağını okşadık diye de çatal batırmazsın yani."

Piç, puşt. Sırf Berat burada diye böyle yapıyor. Beni utandırmak için yapıyor. Kahretsin amacına ulaştı da. Ben yine parmaklarımla oynarken utançtan yerin dibine girmek üzereyim ama ağımızın ağzı kulaklarındaydı.

"Az yapmışsın Berva Sultan, şöyle malafata doğru bir yerlere tekme atsaydın da bir ay tuvalete çıkamasaydı."2

Berat abi de kaş yapayım derken göz çıkarıyor. Utandığımı görmüyor mu şurada?

"Edepli konuş yengenin yanında, almayayım seni ayağımın altına Berat."

Ona kızıp bana dönünce tekrar sırıtmaya başladı. Ağzının payını vermesem gülmeye devam edecekti.

"Edepli olanın yanında edepli konuşulur. Sen ağzından çıkana mukayyet ol o da olur. Ayrıca ben onun yengesi falan değilim."

Yüzü saniye saniye düşerken amacıma ulaşmıştım. Karşımda pişmiş kelle gibi sırıtması beni sinir ediyordu. Berat bıyık altından gülmeye başlarken ona ölümcül bakışlar atmaya başladı. Ben ise on beş gün sonra ilk defa keyifle yemek yedim.

Onlar konaktan çıkıp gidince ben de her zamanki gibi köşeme çekildim. Sevgi yanıma gelmek istese bile ben onu reddediyordum. Hem artık her zaman yalnız kalmak istiyordum, hem de Zehra yeni geldiği için onu yalnız bırakmamalıydı. Onu bu konuda tembihlemiştim.

Odamda bir süre oturunca duş alıp üzerimi değiştirdim. Artık yapacak bir şey olmadığından günde beş kere duş alsam sorun olmazdı. Üzerime bu sefer elbise değil de alt üst eşofman takımı giydim. Rahatıma çok düşkündüm ve evin dışına çıkmadığım sürece beni sıkan şeyler giymezdim. Hanımağa olduğum için dışarıda düzgün giyinmem gerekiyordu.

Konağın avlusuna çıktığım zamanlarda korumalar olduğu için yine pantolon ve tişört giysem bile tişörtümü bol ve uzun seçiyordum. Ben bunları kimse istediği için değil kendime böyle yakıştırdığım için yapıyordum.

Odamda otururken dışarıya bakan pencereden gözüme çarpan şey ile ayağa kalktım. Rüzgar konağın avlusundaydı ve korumalar onu zorla bile zapt edemiyordu. Kimse benim oğluma zor kullanamaz. Hemen aşağı indim. Aşağı iner inmez bağırmam ile Rüzgar olduğu yerde durmuş ve ardından bana doğru gelmişti.

"Ne işin var oğlum burada?"dedim yelesini okşarken.
İsminin Ekrem olduğunu beni ve Efsun anneyi çarşıya götürdüğü zaman öğrendiğim adam yanıma gelip kafasını önüne eğdi.

"Hanımağam bu at çok asi, yaklaşmayın isterseniz. Ahırdan kaçmış biz de onu zapt etmeye çalışıyorduk."

Benden yaşça büyük olmasa kör müsün derdim. Atın benim yanımda sakin durduğunu görmüyor muydu?
"Bu benim atım Ekrem Bey. Bana zarar vermez. Ayrıca siz onu zapt edemezsiniz. Hele ki zor kullanarak asla. Bir daha değil benim atım, hiçbir hayvana zor kullanmayın lütfen."

Lütfen demiştim ama sesimin sert tonu ve yüzümdeki katı ifade bunun bir rica olmadığını kanıtlıyordu. Başlarını sallayıp oradan uzaklaşınca Rüzgar'ı ahıra götürmesi için Mustafa Bey'den rica ettim. Ben onu görevlendirdiğim için Rüzgar pek huysuzluk etmedi. Ona zarar vermeyeceğine emin oldu. Başından öpüp onu Mustafa Bey'e verdim.

Üstümdeki ile fazla sıcak olunca odama girip pantolon ve uzun bir tişört giydim ve çıkınca Zehra'yı Alaz Ağa'nın katına giderken gördüm. Halbuki ben o katın yasak olduğunu ona söylemiştim.

"Hayrola Zehra."
Çağırmam ile irkildi.

"Hanımağam, Alaz Ağa'mın kirli elbisesi var mı diye bakmaya çıkmıştım. Diğerlerini topladım da. "

Alaz Ağa'nın kirli elbisesi...
Alaz Ağa kirli elbisesini kuru temizlemeye kendi gönderebilir sanırım.

"Üst kat yasak. Ayrıca Alaz Ağa kirli kıyafetlerini evde değil kuru temizlemeden yıkar. Berat Ağa dahil. Sen sadece Sevgi ve Ayşe teyzenin kıyafetlerini al."

"Peki hanımağam, kusura bakmayın unutmuşum yasak olduğunu."

"Bir daha olmasın."
Belki çok sert konuştum ama sonuçta o odaya girmek yasaktı.
Başını sallayıp çıktığı merdivenlerden tekrar inerken ben de Abilerimi aradım. Uzun süre seslerini duymadan yapamıyordum.

Ev çok fazla bir görünüyor. Canım sıkılıyordu. Yarın akşam babamın evine gideceğim ama ondan önce telefonumu elime alıp dünden beridir aklımda olan şeyi sipariş verdim. Bu siprişi ben verdiğim için yarım saat içinde burada olacaktı.

Sipariş ettiğim şey gelince onunla olan işimi halledip aşağı indim. Korumalar yine aynı düzendeydi. Hiçbir farklılık yoktu. Zaten dikkatli olan ben, evde kaldığım bu günlerde her şeyi neredeyse ezberlemiştim.

Yine her zamanki gibi saatler saatleri kovaladı ve onlar her zamanki gibi şirketten gelir gelmez yemekler yendi ve ben odama çıktım. Sanırım Berat abi bu akşam bir arkadaşına davetli olduğu için pek bir şey yemedi ama ben sofraya oturmasını istediğim için oturdu. Zaten ben kalkınca o da kalkmıştı.

Alaz Ağa kendi katına çıkmadan önce benim kapımda durdu ama bu sefer hiç beklemeden kapımı açtı. Odun işte. Öküz öküz.
Kapıyı açar açmaz sitem edercesine konuşmasını beklemiyordum.

"Yetmez mi bu kadar süründürdüğün beni? Tamam bak pişmanım oldu mu, niye eve gelince sürekli kaçıyorsun benden? Bu on beş gün içinde iki kere tek göz göze geldik be, o kadar mı nefret ediyorsun? Pişmanım...
Sana baktığım her an o lanet gün aklıma geliyor. Ama yetmez mi?"

Kapıyı açar açmaz konuşmasını beklemediğim için afallasam da sonunda dediklerini anlayıp kendimi toparladım. Toparladığım gibi de konuşmasını böldüm.

"Alaz Ağa, ben kimseden kaçmam. Hele ki senin gibi birinden asla. Seninle göz göze gelmememin sebebi size değil kendime olan nefretim. Amacım ise kimseyi süründürmek değil. Ayrıca pişman olman hiçbir şeyi değiştirmez."

Tek nefeste söylediğim şeyler ile yüzü asılsa da devam ettim konuşmama.

"İlk günden benimle konuşma dedim sana. Sana her baktığımda ben de o lanet günü hatırlıyorum çünkü.
On beş gün önce olan değil, on yıl önce olanı."

Bana hatırlattığı şey dişlerini sıkmasına sebep oldu. Sanırım bana öyle bir günü hatırlatmak istemezdi ama her şey istemekle olmuyordu işte.

"Sen her defasında benimle konuşmaya çalıştın. Kimseyle konuşmak istemiyorum anlıyor musun? Tek başıma bu odada geberip gitmek istiyorum."

"Kes sesini."

"Ne oldu? Ölmek istemem seni neden bu kadar rahatsız etti?
Üstelik her fırsatta beni ölmekten beter etmişken... Ne değişti Alaz Ağa?
İstemiyorum anlıyor musun? Bir duvar gibi olup kimseyle konuşmamak istiyorum. Konuştuklarım beni rahatlatır diye korkuyorum çünkü ben bunu da hak etmiyorum."

Bir hiç uğruna hiç oldum. Her gün biraz daha eksiliyorum anlasana.
Aydınlığa hasret kaldım karanlığa hapsettiniz beni. Gökyüzünde ay var diye bakamıyorum çünkü ben aydınlığı da hak etmiyorum. Ben bittim tükendim anlasana. Beni bitirdin yeter."

Konuştuklarım kaç zamandır içimde birikenlerdi. Zor, zor ama yaşamayan ne bilsin? Acaba anlatsam, beni dinleyenler az da olsa üzülür müydü?

Alaz Ağa üzülmüştü, belki kahrolmuştu önümde dizeri üstüne yere düşmüştü ama bunların hiçbiri yeterli değildi. Çünkü bana daha beterini yaşatmıştı.

Bana sarılmak için bir hamlede bulundu ve bu sefer geri çekilsem bile bırakmadı. Kolumdan tutup beni kendine çekince engel olmaya çalıştım. İlkinde başarılı olsam da ikincide olamadım. Ayaklarım devreye girip tekme atsa bile beni bırakmıyordu. Ama ben az da olsa portakal çiçeği kokusuyla sakinleşmiştim. Bulunduğum konumun farkına varınca onu omzundan serçe itip "Dokunma bana!"diye bağırdım.

Bağırmam ile aniden kasılıp beni bıraktı ve yüzüme hüzünle baktı. Beyaz gömleğinin omuz kısmından kan akarken odadan çıktı. Ne oldu ki şimdi?

Yarası iyileşmemişti çünkü çok yakından sıkmıştım. Ama bu güne kadar asla ağrı çektiğine dair bir belirti göstermedi. Gerçi az önce yarasını tekrar kanatınca da acı çektiğini gösteren tek bir ifade bile yoktu yüzünde.
Öyleyse neden gitti?

Bir dakika.
Ben ona dokunma dediğim zaman yanlış anladı. Onu o adamın yerine koyduğumu sandı. O günleri hatırladığımı sandı. Ama ben sadece onu affetmediğim için öyle bir tepki verdim. Gözündeki hüzün ne kadar kabul etmesem de gerçekti. En az dipsiz kuyularındaki pişmanlık kadar gerçek.

Ama ben ne yapabilirim ki? Sonuçta kendisi yanlış anladı.
Elimden bir şey gelmezdi

Ben de yatağıma yatıp ertesi gün için iyi bir uyku çekmek istedim.
Yarası ile ilgilenebilir bence.

Gözümü kapatsam da uyku tutmayınca bir bardak su içmek için! aşağı indim. Zaten saat daha pek geç değildi. Bu yüzden uyuyamamışım demek!

Bir bardak su içtikten sonra nefes almak için avluya çıktım ama Alaz Ağa'yı burada görmeyi beklemiyordum. Odasında olması gerekiyordu.
Beni görünce önündeki bilgisayarı kapattı. O adamı araştırdığı için görmemi istemiyordu.

Bana sinirli sinirli bakıp odasına gitmek için ayaklandı. Daha yarasını sarmamıştı.

"Sar şu yaranı. Kan görmek midemi bulandırıyor."

Kesinlikle yalan...

"Gerek yok. Önemli bir şey değil zaten."

Bana sinirli olsa da kırık konuşuyordu. Sanki benim bir suçum varmış gibi. Kendisi yanlış anlamıştı.

"İçtin mi sen?"

Masanın üstünde kadeh vardı.

"Evet az bir şey içtim. Başım ağrıyor odaya çıkacağım."

Benimle pek fazla konuşmak istemiyor anlaşılan. Gitmek için merdivenlere yöneldi ama bir şey söylemek için olsa gerek geri döndü.

"İçme sen şunu. Çok ağır. Daha önce de içtim ama bu sefer bayağı bir ağır. Orhan nereden aldıysa şerefsiz?"

Söyleyeceklerini söyleyip odasına gitti. Ben alkol kullanmıyorum ama bunu bilmesine gerek yok.

O odasına çıkınca bana da yapacak bir şey kalmadı. Odama çıkıp uyudum.

Sabah dinç bir şekilde uyandım. Bu on beş günün aksine bugün rahat uyumuştum. Ne kadar kabul etmesem de sanırım bunda kokusunun payı büyüktü. Banyoya gidip işlerimi hallettikten sonra eşofman takımımı giyip kahvaltıya indim. Sevgi, Berat abinin erken çıktığını söylemişti. Başka şehirlerden arkadaşları geldiği için onlarla bir Mardin turu yapacakmış.

Aşağı indiğimde Alaz Ağa sofraya oturmuş beni bekliyordu. Hâlâ bakışlarında kırık ve sinirli bir ifade vardı.

"Günaydın."

Kafamı sallayarak ben de ona günaydın demiş oldum. Kahvaltıya başlamıştım ama kimseden çıt çıkmıyordu.

Hayır yani ne var ona, dokunma bana dediysem? Sanki yaşadığım hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi bir de üstüne o kırılıyordu. Ben her ne kadar onu o adamın yerine koymasam da o öyle anlamıştı. Ya öyle olsaydı. Ya ben gerçekten onu o adam yerine koysaydım. Olamaz mı? Bir zamanlar bana dokunan herkesi o adam sanarken bana sarıldığı zaman böyle düşünmem normal karşılanmamalı mı? Ama yine yok değil mi? Benim duygularımı, hissettiklerim neden umurlarında olsun?

Yaşayan benim, acı benim. Neden insanlar benimle beraber acı çeksin? Ben yine her zamanki gibi yorganı başıma çeker ağlarım kimseye gerek yok ki? Başıma gelen şeylerde onların bir suçu yok. Benim onlara kırılmaya hakkım da yok. En azından o gözlerimin içine kızgın, kırık bakabiliyor. Ben gidip kime kırık kırık bakayım?

Babama, anneme, abilerime...
Hangi birine kırılmaya hakkım var ki?

Çeneme doğru akan yaş ile kendime geldim. Gördü mü diye ona bakınca gözleriyle yaşı takip ettiğini gördüm. Gözümü elimin tersiyle silip yemek yemiş gibi yapmaya başladım. Bir süre sessiz kaldı. Konuşmaya başladığında ise oturup ağlamak istedim.

"Bana kırıldığını zaman belli et Ulusoy Gelini. Bir ay olacak ama sen sinirini gösterdiğin kadar kırgınlığını göstermiyorsun. Bırak aksın boş ver. Günün sonunda sebebi olduğum o yaşları silerim ben."

Oturduğu yerden kalkıp dibime kadar geldi. Ne yapacağını merak etmiştim. Elini yüzüme doğru uzatınca geri çekildim. Bozulsa da yine elini uzattı ve gözümden akmaya hazırlanan yaşı eliyle silip tekrar yerine oturdu.

Bırak aksın boş ver. Günün sonunda sebebi olduğum o yaşları silerim ben."

Dediğini yapmıştı.

Bilmiyorum, anlamıyorum. Ne hissedeceğini şaşırdım. Yüzüne her şey senin yüzünden diye bağırasım vardı ama duvar dibine çekilip ağlamak daha cazip geliyordu. Ben ise ikisini de yapmıyordum. Öylece sözünün bitmesini bekliyordum.

Gözyaşlarımın durduğunu görünce aklına bir şey gelmiş gibi baktı.

"Dün gece odaya geldin sanırım. Normalde uyanırdım ama dünki alkol o kadar ağır ki sabaha kadar hiçbir şey duymadan uyumuşum. Parfümünü mü değiştirdin sen? Odadaki koku farklıydı. "

Ne diyor bu adam? Ben dün odasına falan gitmedim ki. Koku varmış odasında. Benim kokum olamaz. Belki de benim kokum ama o bilmiyor. Sonuçta benim kokumu nereden bilsin?
Ama sorun şu ki ben onun odasında gitmedim.

"Gelmedim odaya. Parfümümü de değiştirmedim. Burnun yanılmış senin."

İnanmadı bana sanırım. Çünkü herhangi bir cevap vermedi. İştahı kaçmış olacak ki afiyet olsun deyip evden çıktı.
O gittikten sonra ben de üzerimdeki kasvetten kurtulmak için terasa çıktım. Zaten iştah bende de kalmamıştı. Hava sıcaktı ama bulunduğum yer gölge olduğu için pek takmadım. İçimde koca bir his, boşluk... Ben yine ailemi özlemiştim. Bir günlük gidip görsem bir şey olmazdı. Akşam kesin gidecektim.

Can sıkıntısından ne yapacağımı bilmiyordum artık. Biraz ahıra gidip Rüzgar'ı sevip onunla dertleştikten sonra tekrar kürkçü dükkanı misali odama geri gittim. Zaten akşam yemeği hazırlıkları başlıyordu. Ben de üzerime siyah bir elbise giyinip hazırlanmaya başladım. Yemek yemeyecektim .

Konağın kapısı açılınca pencereden gelenlerin daha doğrusu gelenin kim olduğunu gördüm. Berat abi bugün gelmemişti. Alaz Ağa ise çok sinirli duruyordu. Yine ne olmuştu acaba?
Bu aşiret ile ilgili mesele olabilir miydi?
Onlar bunu biliyor muydu?

Neyse bunları düşünmeyecektim. Benim bir günlük evime gitmemle konağı basmazlardı herhalde. Hatta bir günlük bile değil birkaç saat. Sonuçta hazırlıklı olunması gerekiyordu.

Avluda yemek yine masaya kuruluyordu yavaş yavaş. Ben ise dik başım ve ne kadar sağlam olmasa da öyle görülen adımlarım ile odamdan çıkıp merdivenleri inmeye başladım. O esnada kendi odasına çıkan Alaz Ağa beni görmesi ile durdu. Gözündeki öfke karşısındakini yakabilecekken beni pek etkilemiyordu. Çok yanmıştım çünkü.

Kendi odasına çıkan merdivenleri es geçip benim indiğim merdivenin ucunda geldi.

"Nereye gidiyorsun?"
Evin içinde böyle giyinip hazırlanmadığım için sorması çok doğaldı.

"Çetiner konağına."

"Neden?"
Nasıl neden?
Nedeni mi olurmuş bunun? Bu adam en son beni çıldırtacak. Babamın evine giderken ona mı soracağım bir de?

"Nefes almak istiyorum biraz. Ailemi özledim. Annemi, babamı abilerimi özledim. Dört duvar arasındayım sürekli. Çok..."
Cümlemi tamamlamama izin vermedi. Sinirle bana yaklaşması ve hiddetle yüzüme bağırması bir oldu.

"Canın sıkılıyorsa git Sevgi ile Zehra ile konuş. En çok benimle konuş. Tamam ailem diyorsun gidiyorsun ama buradakilere kendini kapatıp onlara gitmen canımı sıkıyor. Çok sinirlendiriyorsun beni."

Yüzüme doğru bağırması beklemediğim bir şeydi. Ayrıca daha çok yaklaştığı zaman fark etmiştim içtiğini. Portakal çiçeği kokusuna karışmıştı o iğrenç şeyin kokusu. Sigara ise cabası.

"Sana ne diyeyim ağa? Ben sana tek bir kere beni incitme dedim sen sonuna kadar beni parçaladın. Artık seninle konuşmamı nasıl beklersin?"

Çok sakin konuştum. Böyle konuşunca belki anlardı.

"Onlarla gidip konuşuyor musun başına gelenleri?
Hayır.
Babam diye diye etrafta geziyorsun da baban sana bir çare oluyor mu? O biliyor mu?
Hayır.
Abilerin, yengelerin, annen hepsi hayır.
Geçip karşıma daha çocuklarına sahip çıkamayan anne babayı savunma."

Söyledikleri vücuduma bir bir indirirken darbesini, beni ayakta tutan gücün ne olduğunu dahi bilmiyordum. Bu kadar titriyorken ayaklarım, hâlâ nasıl dayandığımı bilmiyordum.

Haklıydı. Sonuna kadar haklıydı ama onlara söylememeyi tercih eden de bendim sonuçta. Geçip karşımda onları suçlayamazdı. Ben onların suçsuz olduğunu bile bile kimsenin onları suçlamasına izin vermezdim.

Haklıydı ama değildi de.

Etrafıma baktım önce. Kimse duymasın diye. Sonuçta buralarda düşmanımız çoktu. Hele ortada nereden çıktığı belli olmayan bir aşiret varken.

Korumalar tartışma başladığından beri kapının dışına çıkmışlardı. Kadınlar ise mutfağın kapısını kapatıp içeri girmişlerdi. Duymak istemiyordu kimse. Hoş, ben bile duymak istemiyordum ya...

Ardından tekrar ona döndüm. İri cüssesiyle bir adım mesafemde duruyordu. Kara hareleri sinirden büyürken alnındaki damarlar yırtılırcasına atıyordu. Bir an gözlerine baktım. Düştüm.
Beni çeken o karanlığa, dipsiz kuyuya düştüm. Sinirli olduğumu hatırlayınca ise zar zor araladığım ağzım ile konuştum.

"Ağa! Kimse bilmesin isteyen bendim. Eğer bilmelerini isteseydim söylerdim zaten. Onlar benim acımı bilmeden bana merhem olurken sen bilmene rağmen hâlâ kırıp döküyorsun. Yeter dedikçe ant içmiş gibi öldürmeye devam ediyorsun. Ne zaman vazgeçeceksin? Ne zaman için rahat olacak?
Kendi ellerinde iki metre toprağın altına koyunca mı?"

Bir an, bir an gözlerinde kederi okusam da siniri buna müsaade etmiyordu. Zaten sorumu cevaplamamıştı.

"Gitmeyeceksin."

"İzin almıyorum."
Beni anlamıyordu herhalde. Ben ona ondan izin almadığımı, almayacağımı söylemiştim.

Söz ağzımdan çıktığı anda beni az önce çıktığım odaya geri koydu. Engel olmak istesem de yapamadım. Gerektiği zaman birkaç kişiyi döven ben, ona karşı çıkamamıştım.

Ben elleri arasında debelenirken aynı zamanda bıraksın diye bacaklarımla ona engel oluyordum. Kollarımı etkisiz kılmıştı. Bacaklarım ise ne yapsam da, ne kadar vursam da ona etki etmiyordu. Son çare kafamı kafasına doğru uzatacakken buna engel oldu. Yoksa burnunu kırmayı başaracaktım.

Çırpınıyordum beni bıraksın diye ama bırakmıyordu. Çok güçlüydü. Engel olamıyordum.

"Nasıl izin almıyorsun lan?
Kimim ben, kapıdaki köpek mi?
Hep seni alttan aldığımdan değil mi bunlar. Kim olduğumu, neyin olduğumu sana göstermenin vakti gelmiş de geçiyor."

Sözlerinden çıkardığım anlam beni boşluğa sürüklerken anladığım gibi olmasın diledim. Buna ne ben katlanırdım ne de içimde bir yerlerde hâlâ var olan o küçük çocuk. Ben hâlâ elleri arasında çırpınırken bedenimi arkada bulunan yatağa itip kalkmama fırsat vermeden üzerime çullanması bir oldu.

Bir kere daha katlanamazdım. Yemin ederim kıyardım canıma.

Bana bunu yapamazdı. Sözlerini yanlış duymuş olmaya ihtiyacım vardı.

Ben hâlâ yatakta kalkmak için hamlelerde bulunurken"Kocanım lan."diye diye beni sarsmaya başladı.

Kollarımdan tutup beni sarsıyordu. Ne dese yapacak haldeydim.

Beni uzattığı yerden rastgele yumruk ve tekme savuruyordum. Az önce beni odaya getirirken pek fazla tehlike sezmediğim için bütün gücünü kullanmamıştım ama şimdi...
Şimdi söylediği şeyler rüya olması için yalvardığım sözlerdi.

Bacaklarının arasına attığım tekme ile siniri artmıştı ama başka bir duygu daha vardı. Görmek istemiyordum. Gözlerinin siyahı koyulaşmıştı. Bana bunu yapamazdı. Art arda yüzüne ve bacak arasına attığım tekme ve yumrukları bacaklarımı ve kollarımı sabitleyip engelledi. Arada kurtulup çırpınmaya devam etsem de asla bırakmıyordu.

Son buydu. Bu benim rüyamda gördüğüm şey miydi? Hem de bu konuda güvendiğim nadir erkekler arasındayken...
Gurur, artık benim için önemli değildi. Yalvarmaya başladım.

"Tamam. Lütfen yapma. Yapma. Dokunma bana." desem bile hala o cümleyi tekrar edip duruyordu.

"Ulan hâlâ dokunma diyor. Delirtecek misin beni?"

Olmamalıydı. Kaldıramazdım.

Kafası açıkta olan boynuma gelince ellerimi kullanamadığım için lanet ettim kendime. Bütün vücudumu etkisiz kılıp bedenimin üzerine uzanmıştı. Zaten hareket etmem imkansızdı artık.

Tek söz sahibi olan ağzım bozuk plak gibi"Yapma,yapma."diye tekrar etse de durmadı. Dudakları önce çeneme sonra boynuma ondan sonra ise gerdanıma doğru yol aldı.

Duymuyordum etraftan gelen sesleri. Sadece boynumda olan dudaklarını hissediyordum.
Ölüyordum.

Üstümdeki elbiseyi tek hamlede yırtıp sütyenle kalmamı sağlayınca ise artık ağzımın bile söz hakkı yoktu. Sustum. Her zaman yaptığım gibi yine sustum. Bu seferki elimde olmayan bir şeydi ama yüreğimdeki çığlıklara inat sustum.

Geçmiş ile şimdi, şimşekler çakarak beynimde tekrar ederken artık buradaki kişi Alaz Ağa değildi.

Aynıydı. Aynı yatak, aynı adam ve aynı dokunuşlar.
Aynı ben.
Hep ben.
Aynı ben.
Neden ben?

Eli karnımı bulduğu an ister istemez o günlere geri dönmüştüm. Gözümden akan tek damla yaş bu ana eşlik ederken artık yapma bile demiyordum. Bir süre sonra ise artık dokunuşlarını bile hissetmemeye başladım.

Ağzımdan tek bir cümle çıktı tek bir gözyaşıma eşlik eden. Ondan sonra hiçbir şey hissetmedim. Hiçbir şey söylemedim.

"Üşüyorum, bırak ne olur?'

Durdu mu yoksa devam mı ediyor anlamadım ama etraftan uğultulu sesler geliyordu. O an anladım, zihnim dışarıdan gelecek herhangi bir şeye kendini kapatmıştı. Tıpkı bedenim gibi.

"Berva, Berva."
Sarsılmam ile sesleri duymam bir oldu ama hâlâ tek tepki vermiyordum. Üzerime bir şey giydirdiğinin farkındaydım ama bende tek tepki yoktu.
Bitmiş miydi?

Bitmiş miydim?

"Yapmadım tamam. Özür dilerim, özür dilerim. Yapmadım yemin ederim yapmadım. Özür dilerim ,Allah benim belamı versin. Sinirliydim, kendimde değildim. Berva duyuyor musun? Yapmadım. Cevap ver Berva."

Sesler zihnimde bir bir yankı yapıp algılayabildiğim bir hale geldiğinde anladım sözlerini.

Yapmamıştı.
Özür diliyordu.
Allah belasını versindi.
Pişmandı.

Yapmadığı için ne kadar sevinsem bile buna teşebbüs ettiği için onu hayatım boyunca affetmeyecektim. Zaten gecenin hüküm sürdüğü bedenimi karanlığa hapis ettiği için ölsem bile onu affetmeyecektim.

Yazdım bunu bir kenara Ağa, ölsem bile affetmeyeceğim.

Onun sesi kulağımda çınlarken ağlamaya başladım. Hiç ağlamadığım kadar ağladım. O bana sarılırken az önce durduğum gibi hareketsiz durdum. O hala pişmanlığını dile getirirken ben durmadan ağladım.

"Tamam ağlama lütfen. Ne kadar adi bir herif olduğumun farkındayım. Yemin ederim öldür beni gıkım çıkmaz. Allah belamı versin ses etmem. Kendimde değildim affet. Etmeyeceksin biliyorum. Allah benim belamı versin."

Bir hışım çıktım kollarının arasından. Beni sakinleştiren kokusuna alkol kokusu karışsa da hâlâ beni sakinleştiriyordu ama yaptığı şeyin bir açıklaması, sebebi, telafisi yoktu.

"Versin. Allah senin belanı versin. Bunu bana yaşattın ya Allah senin belanı versin!"
Ağlayarak konuşmam ile gözlerindeki yıkımı gördüm. Sanırım o da benim kadar yıkılmıştı ama ne fayda?

Hemen odamdaki komodinde bulunan silahı elime aldım. Bunu görmesi ile öne doğru bir adım atsa da silahı kafama dayayıp onu durdurdum. Bu silah abimin hediyesi olan değil, Ferman Soykan'ın düğün hediyesi olan silahtı.

Cenazemde hediye edilen silah ile ölecektim.

"Ne istedin benden. Niye yaptın niye?"

Ona doğru bir adım attım. O ise çok temkinli davranıyordu. Elimden almak için an kolluyordu.

Ben ona elimdeki silahı uzatınca hiç beklemeden aldı ama ben silahı bırakmadım. Silahı onun eli ile beraber göğsüme yasladım.

"Vursana ne bekliyorsun? Amacın hep bu değil miydi?
Bak istediğini sana kendi ellerimle veriyorum, öldürsene beni. Alsana abinin intikamını. İşkence ede ede alsaydın daha az acırdı be. Bunu mu bekledin hep? Sana zayıf noktamı anlatıp oradan mı vurmayı bekledin?"

Göğsüme yaslı olan silahın tetiğinin arkasına parmağıyla destek yapmıştı. Artık istesem bile sıkamazdım. Bu kadar kötü bir halde bile bu ayrıntıyı neden düşündüğümün farkında değildim ama sanırım kafayı yiyordum.

"Niye yaptın niye? Bir ben mi hatalıydım bu Allah'ın cezası davada?
Senden daha mı suçluydum?
Diyar benden daha mı suçsuzdu?
O kadın abimin de babaannesi değil miydi?
Niye lan niye? Niye hep ölen ben oldum?"

Sadece gözlerimin içine sakinleşmemi ister gibi bakıyordu. Hiç istemiyordum sakinleşmek ama o dipsizleri beni hipnoz ediyordu adeta.

"Çok mu istedim seninle evlenmeyi? İstemedim. Sen nasıl ki ailen için kabul ettiysen ben de onlar için kabul ettim. Ben değil belki ama ailemdeki bütün erkekler ölecekti. Sen ise kendi canın dahil ailendeki bütün erkeklerin canı kurtulsun diye kabul ettin."

Canım yanıyordu. Kalbim acıdan duracak raddeye gelip nasıl durmuyordu, anlamıyordum. Anlamadığım o kadar şey vardı ki kafayı yiyecektim.

"Ne yaptım ben? Ne yaptım da on yıl arayla aynı şeyleri yaşattınız bana? Yoksa herkesin diyeceği gibi ben mi kuyruk salladım?"
Canım yandığı için söylediğim şeyler yine en çok benim canımı yakıyordu.

"Senin böyle bir şey yapmayacağına inandığm için bana da yazıklar olsun.
Bana böyle bir şeyi tekrar yaşattığın için sana da yazıklar olsun.
Böyle bir şeyi unutamayacağım kadar adice yaptığın ve tepki veremediğim için sana da bana da yazıklar olsun."

Sözlerimi yüzüne haykırır haykırmaz elimi silahtan çekince ayaklarım artık beni taşımamaya ant içmiş gibi bedenimi yere bıraktım ama bir çift el yere düşmeme mani oldu. Kıpırdamadım. Az önce yaptığım gibi. O beni kollarının arasına alırken, kendi katına çıkarırken ve kendi yatağına yatırırken bile kıpırdamadım.

Celladımın kollarında içim çıkana kadar ağladım da bana yaptıklarına bir tepki vermedim. Az önce tepki vermediğim için kendimi cezalandırıyordum belki.

Sırtımı yatağa yaslamıştı. Öyle sanıyordum.
Yatağın çökmesi ve beni göğsüne yatırması bir oldu. Kalkmadım.
Sakinleştirici kokusu burnuma dolarken bana yaptıkları bir film şeridi gibi geçerken zihnimden, kalkmak için hareket bile etmedim.

"Üşüyorum, yanıyorum. Ciğerim yanıyor, kalbim üşüyor."
Kendimde değildim. Sayıklayıp duruyordum.

Eğer az önce yaptığı şeyi tamamen yapsaydı o zaman gerçekten kıyardım canıma. Bu yaptığı için ölsem onu affetmeyeceğim.

Sırtımda olan eli hafif hafif okşuyordu belimi. Ben onun göğsünde hâlâ ağlamaya devam ediyordum. Beni bu hale getiren kişinin göğsünde durmadan ağlıyordum. O ise hâlâ kendine lanet yağdırıyordu. Bu bir şeyi değiştirmezdi ama yine de susmuyordu. O kendine sövdükçe ben ağlıyordum.

"Allah belamı versin. Yemin ederim sinirliydim. Sen dün dokunma deyince ben çok sinirlendim. İçtim Allah kahretsin içtim. Yemin ederim aklımda öyle bir şey yoktu. Özür dilerim. Affetme beni."4

Affetmeyecektim ki zaten.
Hayatımı mahfetmişti. Ben artık nasıl eski ben olabilirdim ki? Bir kere gelmiştim üstesinden, belki yine gelirdim ama bunu Alaz Ağa'nın yaptığını hazmedemem. Ben ona güvenmiştim. Hatta ona karşı hisler beslemiştim.

Şimdi bende açtığı yaraları onarmak için başucumda yemin eden adamla bir daha nasıl yüz yüze gelecektim?
Ben rahatsız olurdum.
Gerçi biraz utanması olsa o benimle konuşmazdı ama...

Belimdeki elini saçıma atıp okşayınca mayışan bedenimi çeken karanlığa teslim olmuştum bile.

•°•

Alaz Ağa, Berva ona "Dokunma bana."dedikten sonra sinirle konağı terk etmişti. Bu kadına zarar vermiş olduğu için kendini affetmeyecekti zaten ama o davranışları tekrarladığının farkında değildi.

Bir şeyleri düzeltmeye çalışırken Berva'yı üzdüğünün farkında değildi. Omzundan kan akarken onu umursamayıp bilgisayarını eline alıp çalışmalara devam etti. Şu an elinde kayda değer bir şey yoktu ama bulacaktı. Tek başına ne kadar zor olsa da bulacaktı. Berva'ya en azından bunu borçlu hissediyordu.

Çalışmalara devam ederken içtiği bir şişe içki ile başı ağrımaya başlamıştı. Merdivenlerden inen karısını görünce ağrı biraz dinse de siniri ve kırgınlığı başgöstermişti. Söylediği şeyi unutamıyordu.

Karısı ile iki kelam edip odasına çıktı. Çalışmalara burada devam edecekti ama baş ağrısına bir de uyku eklenince ne zaman bilgisayarı bıraktı, ne zaman yatağa uzandı bilemedi. Sabah uyanınca ise uzun zamandır bu kadar uyumadığı için ve alkolden olsa gerek başı yine ağrıyordu. Odada olan koku tıpkı Berva'nın kokusu gibi yasemin kokuyordu ama bu değişikti. Bu Berva'nın kokusu değildi. Parfümünü mü değiştirmişti? Dün gece odaya mı gelmişti?

Kahvaltı masasına oturduktan sonra Berva gelince kahvaltı etmeye başladılar ama Berva'nın gözünden akan yaş ile iştahı kaçmıştı. Ona dün gece odaya gelip gelmediğini sorunca ise gelmedim cevabını almıştı. Belki de gece çok içtiği için öyle hissetmişti.

Alaz Ağa şirkete gelir gelmez kendini işe verdi. Yoksa başka türlü karısının ona "Bana dokunma." demesini, onu o adamla bir tutmasını unutamazdı. Hoş yine unutmuş sayılmazdı ya.

Akşama yakın Berat yine arkadaşlarıyla vakit geçireceğini söyleyip gitmişti. O ise konağa gitmeden önce tekrar içmişti. Normalde erken sarhoş olan biri değildi. Zaten sarhoş olmuş sayılmazdı. Hafiften içki etkisini gösterince konağa sürmüştü aracını.

Konağa girer girmez geçen gece olan şeyleri anımsadı. Karısının dokunma bana demesi hâlâ aklındaydı. Kocasıydı, dokunsa ne olurdu ki?
Yaşananlar bir bir beynini istila ederken sinir yine bütün hücrelerine hakim olmuştu. Başındaki ağrı devam ederken bir daha bu içkiyi içmeyeceğine yemin etti. Hırsla merdivenleri çıkarken siyahlar içinde merdivenlerden inen karısı bir an öfkesini alsa da söylediği şeyler onu tekrar sinirlendirdi. Karısı artık onun sözünü dinlemiyordu. Hoş önceden de burnunun dikine giden bir kadındı ama o günden sonra onun hiçbir sözünü dinlemiyordu. Haklıydı da ama Alaz Ağa bunu kabul edemiyordu.

İşte bu sinir Alaz Ağa'ya çok pahalıya mal oldu. Karısına yaptığı şey aklının ucundan bile geçmezken öfkeyle kalkan zararla oturur misali yaptığı şeyde hem kendini hem eşini paramparça etti. Ölmek istedi, yok olmak istedi ama biliyordu işte, hiçbir istediği olmadı.

Kendine hakaretler yağdırdı, beddualar etti, küfretti ama yine kendine olan öfkesi bir türlü geçmedi. Şimdi kimin canı daha çok yanıyor diye sorsalar Berva ve Alaz benim derdi. Çünkü Alaz Ağa Berva'nın acısında kavruluyordu. Onun acısını paylaşıyordu.
İkisi de canhıraş bir acıya esir olmuştu.

Şimdi ise Alaz Ağa kucağında şişmiş ve ıslak gözleri ile uykuya dalmış olan karısına bakıyordu. Eline silah tutuşturup göğsüne dayamasını nasıl unutacaktı? Acıdan titreyen sesini, yaşlarla dolu olan gözünü...

Acımasızlığıyla doğuya nam salmış Alaz Ağa, aslında merhametli olan Alaz Ağa o merhametini hiç Berva Ulusoy'a göstermedi.
Şimdi buna pişmandı. Bu kadına yaşattığı her şey için pişmandı ama artık yapacak bir şey yoktu. Berva onu asla affetmezdi.

Sanki kendinde değildi, sanki vücuduna başkası komut veriyordu. Berva'nın bir damla gözyaşına kendine gelmişti ama ne fayda? İş işten çoktan geçmişti.

Berva'nın uyuduğu halde titreyen dudaklarına baktı bir süre. Gözlerini çekmese her an yanlış bir şey yapabilirdi. Kendine engel olamıyordu. Aklındakiler bunlar değildi ama vücudu farklı davranıyordu. Gözlerini yüzünden çekip kucağında olan bedenini kendinden beklenmeyecek kadar nazik hareketlerle yatağa bıraktı. Kendisi de yatağa uzandıktan sonra Berva'nın kafasını göğsüne yasladı ve saçını okşayarak uykusunun derinleşmesini sağladı.

Bu kadın onun hayatını kurtarmıştı ama o bu kadının hayatının içine etmişti.
Onu bombaların arasında çekip çıkarmıştı ama Alaz Ağa onu bombayla değil, hareketleriyle öldürmüştü.

Göğsündeki yerini düzeltmek için tıpkı bir kedi gibi başını sağa sola götürmesi ile dudaklarında bir gülümseme oluştu ama bu gülümseme az önce yaşananlar nedeni ile buruk bir tebessüme dönüştü. Sonra ise yavaş yavaş söndü.

Gecenin geç saatlerine kadar uyumadı. Elinde değildi, uyuyamıyordu. Ne zaman gözünü kapatacak olsa gözünün önüne gelenlerle tekrar geri açıyordu. Uyumuştu ama saat beşten sonra olduğunu biliyordu. Ne şekilde yattığını bile bilmiyordu.

Berva o gece hiç kalkmamıştı. Uzun süredir ona isyan eden vücudu bu gece iflas etmişti. O kadar yorulmuştu ki Alaz Ağa'nın gece boyu başucunda kendine ettiği beddualara bile uyanmamıştı.

Sabah saat yedide başının altındaki sert ve bir o kadar yumuşak ama asla onu rahatsız etmeyen şey ile gözlerini açtı.
Karşısında Alaz Ağa'nın yakışıklı ve sert çehresini görmeyi beklemiyordu. Bir an şaşırsa da daha sonra olduğu yerden doğruldu.

Hemen doğruldu ama üzerindeki geceliği görünce içten bir küfür mırıldandı. Üzerinde dizlerinin bir karış üzerinde biten bir gecelik vardı. O evleneli hiç gecelik giymemişti çünkü hepsini çok açık almıştı Kübra.

Bu adam nereden bulmuştu bu geceliği?
Onların hepsini giymediği için fazla eşyaların olduğu bir yere koymuştu.

Eskiden olsa bu adam zaten benim vücudum ile ilgilenmiyor deyip fazla üstelemezdi ama bu adamın dün gece yaptıklarını unutmamıştı. Unutmak için beyninin bir kısmını atması, hafızasının o saatini kazıyıp silmesi gerekirdi.

Yatakta yatan adamın rahatlığına inanamadı. Dün gece ona yaşattıklarından sonra nasıl olur da böyle rahat rahat yatardı?

O, Alaz Ağa'nın gece boyu uyuyamadığını bilmiyordu.

Bu adamla şimdi aynı odada olmak bile ona işkence gibi geliyordu. Dün gece olanlar aklına her düştüğünde bu adama lanet yağdıracaktı.

Artık neyi nasıl yapacağını, neden yapacağını bilmiyordu. O kadar boş geliyordu ki her şey, şimdi yataktaki adama olan siniri bile onu harekete geçiremiyordu. Bitmişti işte. Hayata dair hiç bir umudu kalmamıştı.

Hemen o odada bulunan, kendi odasına götürmediği, gereksiz gördüğü bir elbise üzerine geçirip o odadan çıktı. Boğuluyordu o odada. Hemen çıkmasa düşüp bayılabilirdi.

Üzerine çöken yorgunluk bu güne kadar yaşadığı her şeyin getirdiği yorgunluktu. Hayattaki her şeyin kırgınlığı çökmüştü üstüne. İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu.

Bir kat inip kendi odasına girdi. Berat'ın gelip gelmediğini bilmiyordu. Ona da kırgındı. Her gün eve gelip dün gelmemesine kırgındı. Kurtarabilirdi belki onu.

Gerçi kendisi bile o kadar eğitim almasına rağmen Alaz Ağa'nın gücüne engel olamamıştı. Sinirlendiği bir diğer nokta da buydu. Yeri geldiğinde birkaç insanı aynı anda dövebilen kadın dün gece hiçbir şey yapamamıştı. Hatta bir süre sonra vücudu tepki bile verememişti. Kendine haksızlık ediyordu. Bu onun zayıf noktasıydı.

Odasına girip üzerine başka bir elbise geçirip aşağı indi. Zira yerdeki yırtılmış siyah elbiseye fazla takılırsa neler olacağını düşünemiyordu bile.
Aklına gelen şey ile tekrar odasına girip dün geceki silahı aradı gözleri ama silah orada yoktu. Abisinin hediyesi olan silahı almak yerine üst kata çıkıp Alaz Ağa'nın silahını aldı. Sonuçta Alaz Ağa dün gece ona ait olan bir silaha el koymuştu.

Silahı aldığı gibi hiç onun yüzüne bakmadan odadan çıktı. Üç kat inince Sevgi ve Zehra'nın mutfakta kahvaltı hazırladığını gördü. Neden sabahın erken saatinde kalkmışlardı ki sanki?

Konağın avlusuna gelip Mustafa'yı çağırdı. İstediklerini tek tek söyleyip arka tarafa geçti. Sevgi onun arka tarafa gittiğini görünce onu takip etti. Gördüğü görüntü ile adeta kanı dondu. Boğazını yırtacak kadar yüksek bir çığlık attı.
Berva Ulusoy karşısında silahı kalbine yaslamış bekliyordu.

Alaz Ağa daha iki saat uyumuştu ama dışardan gelen çığlık ile uyandı. Berva'nın yanında olmadığını görünce telaşa kapıldı. Daha çığlığın kime ait olduğunu bile anlamamıştı.

Yataktan çıkıp elini kapının koluna atmıştı ki bir el silah sesiyle kendine şaşırma fırsatı vermeden bütün merdivenleri adeta uçarak indi. Kalbine çöreklenen korku ve bütün vücuduna sirayet eden endişe ile ne kadar hızlı indiğinin farkında bile değildi.

ALAZ'DAN

Duyduğum çığlık sesi beni zar zor daldığım uykumdan uyandırmıştı. Gözümü açtığımda Berva yoktu. Endişelenmeye başladım.

Dün ona yaptıklarımdan sonra kendimi öldüresim vardı.
Ne ara uyuduğumu bile hatırlamıyordum.

Nerye gitmişti ve bu çığlık sesi neydi?

Çığlık onun değildi. Uykuda bile olsam bunu anlamıştım.

Kapıya doğru giderken duyduğum silah sesinden sonra aşağıya nasıl indiğimi anlamamıştım. Bir saniye bile durmadan sesin geldiği yere doğru kaçmak istiyordum.

Bu evde benden başka kimse benden habersiz silah sıkamazdın.

Bu o'ydu.

Avluya geldiğim zaman ortalıkta hiçbir şey yoktu. Avluya gelince bütün korumalar etrafımda toplanmıştı. İçimde başgösteren korku kat kat artarken sesin nerden geldiğini sormak için ağzımı açmıştı ki gelen ikinci silah sesiyle buna gerek kalmamıştı.

Ben, o hayatıma girdikten sonra korkuyordum. Onun için korkuyordum.

Kalbim kaburgalarımı kıracak kadar atarken konağın arkasına doğru ilerlemeye başladım.
İtiraf etmeliydim. Göreceğim şeyden korkuyordum.

Ne göreceğimi bilmiyordum ama göreceğim şey her neyse bunun sebebinin ben olduğumu biliyordum.

Kaç saniye geçti bilmiyorum ama konağın arkasında Berva ve Sevgi'yi ayakta görünce derin bir nefes aldım. Çok şükür bir şey olmamıştı.

Gözlerimle vücudunda herhangi bir şey var mı diye kontrol ediyordum. Yoktu.

Ama o hiç iyi görünmüyordu.

Dünden beri milyon kere Allah belamı versin desem de içim soğumuyordu çünkü o benim yüzümden bu haldeydi.

Berva arkasını dönüp beni ve onlarca korumayı görünce rahatsız oldu. Bakışlarından belli oluyordu. Erkeklerden rahatsız mı olmaya başladı?

Korumalara baş hareketiyle gitmelerini söyleyince korumalar ve Sevgi ard arda gitmişti. Berva ise kalan şişelere de birkaç el ateş edip tamamen bana döndü.

Hedefi on ikiden vuruyordu. Sinirini onlardan çıkarıyordu. Benden çıkarmasını istiyordum.

Bu hali gözümde onu nasıl gösterdiğini bilseydi bir daha böyle güçlü ve asil durmazdı.

Ama aynı zamanda yıkılmış duruyordu.

Ağzını açınca ağzıma sıçacağını anladım ama bu saatten sonra öldürse sesim çıkmazdı. Ben dün yaptıklarımla onu da kendimi de öldürmüştüm.

"Tebrik ederim Alaz Ağa. En başında yapmaya çalıştığın şeyi başardın. Ben o adama nasıl sessiz kaldıysam, sana da öyle sessiz kalacağım. O adamla nasıl ki hala konuşmak zorundaysam, seninle de konuşmak zorunda kalacağım. O adama nasıl tepkisiz kaldıysam, sana da öyle tepkisiz kaldım."

Yüzüme karşı tek tek edilen lafların altında kaldım. Ben Alaz Ağa, ilk defa birinin sözlerinin altında eziliyordum. Bu laflar çok ağırdı. Bu sözler Berva'nın enkazıydı ama benim canım çok yanıyordu. Berva bir ölüden farksızdı. Ağırıma gidiyordu.

Beni o adama benzetiyordu. Zaten ne yaptıysam beni o adama benzettiği için yaptım. Bana sessiz kalıyordu, ona kaldığı gibi.
Kabul edemezdim.
Karşımda ölüyordu.

"Özür dilerim. Yemin ederim diyecek başka bir şeyim olmadığından özür diliyorum. Yoksa biliyorum bu özrün bir manasının olmadığını. Yaptığım şeyin bir telafisi bir açıklaması yok ama lütfen bunları istemeden yaptığımı bil. Yemin ederim sinirden kendime engel olamadım. Sen bana dokunma deyince ben... Allah kahretsin sana dokunabileceğimi göstermeye çalıştım. Ben asla devamını getirmeyecektim. Sadece dokunabileceğimi göstermeye çalıştım. Özür dilerim. Kendimde değildim. O ben değildim."

Berva'nın yüzünde tek bir mimik oynamadı. Yüzünde hâlâ aynı İfadesizlik hakimdi. Sanki hastalanmıştı. Sanki ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı.

Bana inanmıyordu. İsteyerek yaptığımı sanıyordu.
Ne olmuştu bilmiyorum ama kendimde değildim.
Ve ben kendimde olmamama rağmen onun bir gözyaşıyla yaptığım hatadan dönmüştüm.

Bunu nasıl yaptığımı ben de bilmiyordum. Normalde içtiğim zaman sarhoş olmuyordum. Dün biraz fazla kaçırmıştım ama daha fazla içtiğim günler de oldu. Dün neden kendimi kaybedecek kadar sarhoş olduğumu anlamıyordum.

Onu bu halde görmek ve bu hale gelmesinin nedeninin ben olduğunu bilmek içimde tarifsiz bir acıya neden oluyordu. Bilmiyorum ama bu his sürekli canımın sıkılmasına neden oluyordu.

Sesindeki acı ve çaresizlik elimi kolumu bağlıyordu. Bunu ben yapmıştım ama benim canım acıyordu.
İsteyerek yapmamıştım ama yine de suçluydum.

Karşımda zayıf durmasını istemiyordum.

"Bu bana istemeden dokunduğun gerçeğini değiştirmez. Tıpkı o adam gibi. Ve ben o adama sessiz kaldığım gibi sana da sessiz kaldım. Onu kimseye anlatamadığım gibi senin yaptığını da kimseye anlatamayacağım.
Yav ben sana defalarca yapma dedim yapma. Sen söyle Alaz Ağa, bu taciz değil mi? "

Öldüm. Bu cümle omzumu delen kurşundan daha ağırdı. Ona yaşatılan her şeyi bir daha yaşatmıştım.
Allah kahretsin.

Bana onu taciz ettiğimi söylüyordu. Bir keresinde de duygularıma tecavüz ettiğin yetmedi mi, demişti.
İlkinde yaşadıklarını bilmeden duygularıylarıyla oynamıştım ama ikincisini gerçekten anlamıyordum.

Gerçekten beni o adamın yerine koyuyorsa ben kendimi öldürmeye razıydım. Bu güne kadar hiçbir kadına yan gözle bakmamıştım. Dün kendimi kaybetmiştim. Sarhoş bile olsam bunu yapmamıştım ama beni o adamla bir tutuyordu.

O acı çekmişti. Söyledikleri normaldi ama benim zoruma gidiyordu.

Aramızdaki mesafeyi biraz daha azalttım. Bu sefer geri adım atmadı. Artık aramızda yalnızca üç adım vardı.
Ve uçurumlar vardı.

"Taciz değil. Yemin ederim bir saniye bile bunu düşünmedim Ulusoy Gelini. Sonuçta sana istemeden dokundum ama yemin ederim amacım o değildi. Ben sadece karım olduğunu anla istemiştim. Onu da istemeye hakkım yok ama bir an kendimi kaybettim"

Yüzünde acı çektiğini belli eden bir ifade vardı. Bunu bir tek ben okuyabilirdim çünkü gerçekten iyi saklıyordu.
Duygularını saklamasını istemiyordum ama duygularını bana göstermemekte o kadar haklı ki...
Bir kere daha duygularıyla oynayacağımı düşünüyor.

"Ben bu güne kadar karın olduğumu inkar etmedim. Böyle bir harekette de bulunmadım. Sadece bana dokunma dedim, onun nedenini de biliyorsun. Sen beni kandırmadan önce gayet de dokunuyordun bana."

Evet, biraz alışmıştı bana ama oyunu bitirdikten sonra ona dokunmama izin vermemişti.
Ben de alışmıştım ona. Yapıp yapmamak arasında çok kararsız kalmıştım ama Allah kahretsin ki bir intikam uğruna canını yakmayı göze aldım.

O yirmi günde çok başkaydık. O bana ne kadar laf çevirse de çizgisini aşmıyordu. Benim ona ettiğim hakaretler kadar bile ağır şeyler söylememişti. Sanırım Çetiner ailesi, ailede saygıya çok önem veriyordu. Bana gereksiz saygısızlık yapmamıştı. Sadece ona söylediklerim ağırına gidince laf çeviriyordu.

Çok da güzel çeviriyordu vicdansız.

Ama şimdi çıkıp karşımda ona oynadığım oyun yüzünden dokunmamı istemediğini söylüyordu.
Haklıydı.

Ben o gece yanlış anlamıştım. Beni yine o adama benzettiği için öyle söyledi sanmıştım.

"Berva. Ne kadar kötü olduğun yüzünün halinden belli. Hiçbir şeyi unutmayacağını biliyorum ama en azından şimdilik odaya geçip dinlensen. Ya da her şeyi arkada bırakıp seni iyileştirmeme izin versen. Yemin ederim pişmanım ve yemin ederim bir daha böyle bir hata tekrarlanmaz."

Gözleri doldu. Hayır, neden kalbim acıyordu?

"Dün- dün o eller senin değildi Alaz Ağa."

Anlamıyordum.
Ağlıyordu.

"Dün o oda senin değildi. O el, o yatak, dokunuşlar...
Hiçbiri senin değildi.
Dün ben yirmi yaşında değildim.
Dün sen o'ydun ve ben on yaşındaydım. Dün o yatak senin değil benimdi. Dün o dokunuşlar onundu. Ben engel olamadım yine. Ben yine engel olamadım."

Canının yandığının farkındaydım ama o benim pişman olduğumu ve acı çektiğimi görmüyordu.

Doğum gününden sonra, dün gece hariç ilk defa ağladığına şahit oluyordum. Yine benim yüzümden ağlıyordu

"Her şey bu kadar tazeyken gelip benden arkamda bırakmamı isteme. Ayrıca beni bu hale getiren kişi senken, beni iyileştirmene nasıl izin vereyim?Nasıl inanayım sana ?
Şimdi senden tek bir şey istiyorum. Lütfen birkaç gün konağa gelme. Beni tek başıma bırak. Berat abi de gelmesin eve. Ne olduğunu ona anlatamam."

Bana öyle boş bakıyordu ki beni görüp görmediğini merak ettim.
Dün gece olanlar yüzünden ağlayıp, burnumdan getirmesi gerekirken o sadece yalnız kalmak istiyordu.

"Neden bana kızıp sinirlenmiyorsun?
Bağır, içini boşaltıp ama böyle durma Ulusoy Gelini."

Bana hâlâ öylece bakıyordu. Boş, anlamsız ve donuk...

"Alaz Ağa, dün gece gerçekten kendinde değildin. İçmiştin ama içkinin seni o hale getireceğini düşünmüyorum. Araştır. Senin gibi bir adam bu ayrıntıyı nasıl fark etmedi bilmiyorum ama dün sen kendine değildin. Belki de o yüzden sana pek kızamıyorum. Evet artık gerçekten yoruldum ama elimde değil. Araştır Alaz Ağa. O adama kendini öyle bir kaptırdın ki diğer düşmanlarının farkında değilsin. Artık gerçek Alaz Ulusoy olmanın vakti gelmedi mi?"

Ne diyordu?
Birinin içkiye bir şey kattığını düşünüyordu.
Ben bunu nasıl düşünemedim?
Gerçekten dün gece kendimde değildim. Bunu o fark etmişti ama ben etmemiştim. Ben diğer işlerle ve o adamla o kadar meşguldüm ki buradaki işleri artık aksatıyordum. Diğer ülkelerdeki işlerimde sorun vardı. Fıraz da oraya gitmişti ama ben gerçekten burayı aksatmıştım.

Bu kadında gerçekten bilmediğim bir şey vardı.
Bu işin altında da Ahmet piçi çıkarsa onu da sikerdim.

Karıma bu kadar yakın olmamalıydı.

Bana gerçek Alaz Ulusoy olmamı söylüyordu. Bir şeyler bildiği açıktı. Ne kadar bildiğini anlamam gerekiyordu. Gerçek Alaz Ulusoy çok karanlıktı.

"Gerçe-"

"Sıkıldım. Konuşmak istemiyorum. Sen çık git ve araştır. Eminim bir dakikanı almaz bulman."

Bulmazdı ama o nerden biliyordu?
Bilmemesi gerekiyordu.

"Kimin bunu yapacak cesareti olduğunu düşün."

Düşünmeme gerek yoktu. Emindim.

"Kayalar."

Gülmese de bir an dudağının kıvrıldığını gördüm. Bu beni mutlu etmişti.

Ama o Kayalar kim diye sormamıştı.

Bunu da biliyordu.

Nerden biliyor bilmiyorum ama bildikleri bununla sınırlı olsun istedim.
Bakışlarından, sınırlı olmadığını anlasam da bildikleri bu kadar olsun istiyordum.

Ahmet iti ile görüşmenin zamanı gelmişti. Berva'nın neyi bilip bilmediğini öğrenmem gerekiyordu.

En azından dün kendimde olmadığımı biliyordu. Bu suçumu hafifletmezdi ama belki o benden bu kadar uzaklaşmazdı.

Onun neden uzaklaşmamasını istediğimi bilmiyordum. Daha önce hiçbir kadına karşı böyle hissetmemiştim.

"Madem süphelendiğin biri var git araştır. Birkaç gün eve gelme. Dinlenmem gerekiyor. Ayrıca seni takip eden korumalar da bir bana çalışıyor sanırım. İçkine ilaç katmışlar hiç birinin ruhu duymuyor. Onlara da bir baktır. Git ve bir süre eve gelme. Şu an seninle konuşmak bile bana azap gibi geliyor ama ben söylemesem de anlayacağın yok. Hadi git evden."

Siktir, içkiyi bana Orhan getirmişti.

İstediği şeyi yapıp yapmamak arasında kalmıştım. Onu yalnız bırakmanın ne kadar iyi bir şey olacağını tartıyordum. Belki ona kötü gelecekti belki iyi. En azından iyi olma ihtimali vardı. Denemeye değerdi.

"Tamam, tamam gidiyorum. Beş gün kafanı toparla. İşin bitince silahımı gönder. Kendine zarar verme ve sakın kötü şeyler düşünüp kendini üzme. Söz veriyorum bir daha aynı şeyleri yaşamana izin vermeyeceğim. Ve lütfen anla beni. Ben düşündüğün gibi bir şey yapmak istememiştim ve asla da yapmam, yapmayacağım. Lütfen anlamaya çalış. Çünkü ben seni artık anlıyorum ve acını kalbimde hissediyorum. "

Şaşırdığını görüyordum. Ben de bunları söylediğime şaşırıyordum.

"İçim döktüğün gözyaşların kadar acıyor. Lütfen ağlama."

Siktiğimin içimde neden bir şey durmuyordu?
Bunları söylemek istemiyordum.

Üzerimi değiştirip konaktan çıktım. Birkaç gün yalnız kalması gerekiyordu.

•°•°•
YAZARDAN

Berva söylediği şeyleri düşünüyordu. Gerçekten ona zarar vermek istememiş miydi? Tek amacı eşi olduğunu kabul ettirmek miydi?
Berva sonuca odaklandığı için onu affetmiyordu ama bu işin altında da Seher Kayalar'ın çıkacağını biliyordu. O ve babaannesi Roda Kayalar'ın intikam için yapmayacağı şey yoktu.

Berva bilerek Alaz Ağa'ya araştır demişti çünkü o ve adamları Alaz Ağa'nın bütün yolunu kapatmışlardı. Kayalar aşireti ne yaparsa yapsın Alaz Ağa görmüyordu. Çünkü Ahmet ve Berva bunu saklıyordu.

Bu işe Ulusoy aşireti tek başına karışırsa ve Roda Kayalar amacına ulaşırsa Mardin'de kan gövdeyi götürürdü. O yüzden Berva şimdilik Ahmet ile birlikte olanları Alaz Ağa'dan saklıyordu.
Bu çok zordu. Her yerde bağlantıları vardı Alaz'ın.

Eğer Roda Kayalar amacına ulaşırsa ya Alaz ya Berat Kayalar'dan biriyle evlenecekti.
Berva buna hayatta izin vermezdi.

Alaz Ağa'dan saklamak ne kadar zor olsa da bir şekilde onu oyalamak için başka ülkelerdeki şirketlerinde karışıklık çıkarıyordu.

Ulusoy aşireti ve Çetiner aşireti bir olmazsa Mardin'in çoğu aşireti Alaz'ın üzerine giderdi.
Bu Alaz'dan bir şey eksiltmezdi ama Mardin'de ciddi bir sorun çıkardı.

Bütün aşiretlerin hayatı söz konusuydu.

Berva bunları düşünmeyi sonraya bırakmak istedi.

Mustafa'dan daha fazla şişe isteyip hepsini tek seferde patlatmıştı. Ne yapsa da içindeki yangın sönmüyordu.

"Mustafa, al şu silahı Alaz Ağa'ya ulaştır. Ayrıca dün benden aldığı silahı geri göndermesini söyle."
Berva odasına girmeden önce kimsenin onu rahatsız etmemesini söylemişti. Sevgi'nin odaya gelip neler olduğunu sormasını istemiyordu.

Bir şeyler yapması gerekiyordu ama önce iki aşiret birlik olmalıydı. Bunu sonraya sakladı. Zihnini meşgul edip dün olanları hatırlamamak istiyordu ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Ya da biliyordu.

Alaz Ağa kendine ait olan başka bir evde yaptıklarını düşünürken bir yandan da Kayalar aşiretine cehennem oluyordu. Akşam bizzat onları ziyarete gidecekti ama şimdi Kayalar aşiretinin içine adamlarını salmıştı. Her birinin burnundan getirecekti. O adamı bulamıyordu ama Kayalar aşireti ondan kurtulamayacaktı.

Çalan telefonu ile düşüncelerden sıyrıldı. Mustafa arıyordu. Bu adam konakta olduğu için hemen açtı.

Söylediği şeyler akıl alır şeyler değildi ama Hanımağa istediyse kesin yapacaktı. Dediğine göre Berva, arabası ile birlikte bomba patlayan araziye gitmesini söylüyordu. Aklında ne var bilmiyordu ama bunu yapacaktı.

Aşağı inip arabaya bindiğinde arabasında olan bomba yüzünü az da olsa güldürdü. Anlaşılan karısı onu patlatmayı düşünüyordu.

Araziye korkusuzca geldiği zaman burada da beş araba olduğunu gördü. Karısı zaafını biliyordu. Hepsini birden patlatacaktı.

"Ağam, kendi aracınızı da diğerlerinin yanına park edin lütfen. Hanımağanın emridir."2

Hanımağanın emridir. Bu söz kulağa hoş gelmişti. Korumanın dediğini yapıp aracı oraya park etti ama orada bulunan bir araç kasılmasına sebep oldu. Üç tane onun iki tane Berat'ın arabasıydı. Diyar'ın araçlarına elini sürmemişti ama Arjen Agir'in arabası içlerindeydi. Zaten on sekiz yıllık ömründe tek bir arabası olmuştu. Onu da kaybetmek istemedi.

Ne kadar ona, onu rahatsız etmeyeceğini söylese de bu onun için önemli bir konuydu. Araba onun zaafı olsa bile Arjen'in arabası onun için servetten de öteydi.

Telefon uzun süre çaldı. Açmayacağını düşünmüştü ama Berva onu yanılttı. Açılan telefon ile karşıdan ses gelmeyince Berva'nın onunla konuşmak istemediğini anladı.

"Ulusoy Gelini."

Karşıdan gelen nefes sesi ile kendine yine bir küfür savurdu. Berva yine ağlamıştı.

"Böyle yaparsan geleceğim gelincik çiçeği. Bunu istemiyorsan hemen gözündeki yaşları siliyorsun."

Karşıdan gelen burun çekme sesi yüzünü güldürmüştü. Karısı yaşadığı bunca şeye rağmen, dik başına, olgun tavırlarına rağmen hâlâ çocuktu.

"Ne için aradın Alaz Ağa?"

Sesi halsiz çıkıyordu. Elinden gelse her şeyi feda edip onu iyileştirirdi ama olmuyordu. Elinden bir şey gelmiyordu. Onu bu aralar çok düşünüyordu bunu biliyordu. Hatta bu aralar değil, son bir aydır Berva'ya karşı hislerinin değiştiğinin farkındaydı. Bu sevgi mi bilmiyordu. Ama eğer sevgi buysa Ayda'ya karşı böyle bir şey hissetmediği kesindi.

"Sürprizine bakıyorum gelincik çiçeği. İçin böyle rahatlayacaksa al garajı yak. Yalnız bir sorun var.

Nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Uğruna canını yaktığı kişinin aracını oradan çıkarmasını nasıl söyleyeceğini bilmiyordu.

"Sorun?"

"Siyah Passat. İki bin on bir model. Onu ayır ve diğerlerini patlat. Bu özel bir araç."

Karşıdan derin nefes sesi geldi. Hâlâ arada burnunu çekiyordu ama konuşması biraz yavaştı. Berva onunla çok sakin konuşuyordu. Alaz onu çok yormuştu.

"O sorun değil. Aynısının yeni modelinden garajını dolduracak kadar zenginsin. Eski bir araba sonuçta, pek ederi yok."

Alaz kırılmıştı. Abisinden ona kalan son şey arabasıydı. O gün abisi kucağındayken sokak sokak yardım edecek insan aramıştı. Araba kullanmayı biliyordu ama bir arabası yoktu. Keşke olsaydı ama o abisini kollarında taşımak zorunda kaldı.

"İnsaf et be kızım. Ondan bana kalan tek şeyi de alma."

Berva zaten bu isteğin altında yatan nedeni merak ettiği için böyle konuşmuştu. Arjen'e ait olabileceğini hiç düşünmemişti.

"İyi, al o arabayı oradan ve uzaklaş."

Daha fazla konuşmamak için telefonu kapatmıştı. Telefon suratına kapatılınca Alaz Ağa sabır çekip arabaya doğru gitti fakat Mustafa karşısına çıkınca durmak zorunda kaldı.

"Hayırdır Mustafa?"

Mustafa'ya onu öldürecek gibi bakarken aynı zamanda Berva'ya bu kadar sadık olduğu için mutluydu da.

"Ağa'm, Hanımağa'mın kesin emri var. Bu altı araba da patlatılacak."

"Ben kimim Mustafa?"

"Ağa'msınız ağam."

"Eee..."

Mustafa iki kişinin arasında kaldığı için ecel terleri döküyordu.

"Hanımağa'mın emridir ağam."

Alaz sırıtınca Mustafa daha bir tırsmıştı.

"Hanımağa'nın emri benim emrimin üstündedir Mustafa, tabi ona zarar gelecek durumlar hariç."

"Emredersiniz ağam."
Şimdi otuz iki diş gülme sırası Mustafa'daydı. Alaz Ağa Berva Hanıma yenilmişti.2

Alaz, arabayı oradan alır almaz gürültülü bir ses eşliğinde beş araba birden patlamıştı. Berva Çetiner Ulusoy intikamını çok güzel alıyordu.

Alaz, abisinin arabası ile tekrar eve geldiği zaman Fıraz, Berat ve Orhan'ın kendi evleri gibi ortaya kurulduğunu gördü. Ferman ve Mervan ise beklediği en son kişilerdi. Çünkü onların da en az Alaz Ağa kadar işleri vardı.

"Oo, taze aşık... Nerelerden geliyorsun böyle?"

Ferman nereden geldiğini bile bile sormuştu. Burada toplanma nedenleri de belliydi. Mustafa olan biten her şeyi anlatmıştı.

"Bilmiyormuş gibi konuşuyorsun Ferman Ağa, Mustafa yumurtlamasa buraya geleceğiniz yok."

O da diğerleri gibi bir koltuğa kurulunca orada bulunan herkes ona gülerek bakıyordu. O ise masada duran içkilere ters ters bakıyordu.

"Kaldırın şu zıkkımı."

Bunu burada Mervan'dan beklerlerdi ama Alaz söyleyince şaşırmışlardı, Orhan hariç.

"Orhan, buldun mu?"

Diğerleri onları anlamamış bir şekilde dinlerken Orhan hayır cevabını vermişti. Bunu yapan Kayalar aşiretiydi. Az sonra hadlerini bildirmeye gidecekti ama bizzat kimin yaptığını öğrenmek istiyordu.

Ferman ne olduğunu merak edince Alaz baştan sona onlara her şeyi anlatmıştı, Berva'nın başına gelenler hariç.

"Kötü davrandım lan. İstemediği halde ona dokunmaya kalktım. Ulan bu güne kadar yan gözle bir kadına bakmamışım, öz kadınıma cehennemi yaşattım. Tamam bundan önce de iyi davrandığım söylenemez, köpek gibi pişmanım ama bu sonradan yaptığımı ben hazmedemiyorum o nasıl atlatacak?"

Herkes ona endişeyle bakarken Berat ona sinirlenip Berva'yı görmek için konağa gitmek istedi ama Alaz, Berva yalnız kalmak istediği için ona engel oldu.

"Tamam be oğlum. Gidip hep beraber çökeriz tepelerine. O ilaç her neyse içip yedi sülalesinin erkeklerinin amına koyar geliriz."

Fıraz'ın söylediği şeye hepsi onaylar anlamda kafasını sallayınca Berva'nın kendini onlara da sevdirdiğini anladı.

"Gerek yok, Kayalar şu anda cehennemi yaşıyor zaten. Akşam da bizzat ateşlerine odun olmaya gidiyorum."

Gözlerindeki öfke gerçekten ateş olmaya, yakmaya gidiyor gibiydi. Alaz Ağa onlara cehennem olacaktı.

"E, ne diye hâlâ bu durumdasın?"

Mervan, Alaz'ın durumunu hiç iyi bulmuyordu. Onu ilk defa bu kadar kafası karışmış görüyorlardı.

" Aklımda olan o aşiret değil Mervan, onları sikime saymıyorum. O kadına yaptıklarım aklımdan çıkmıyor. Beni affetsin istiyorum. İmkansızı istiyorum ama bana kırgın bakmasın istiyorum. Dıştan dik durmaya çalışsa da enkazı görüyorum. O, o ölü gibi ve bunun sebebi olmak çok koyuyor. Biliyorum affetmeyecek ama hakkım olmadığı halde affetsin istiyorum."

Herkes bu adamın konuşmasından bir şeyler çıkarmıştı ama vicdan azabı mı yoksa tahmin ettikleri şey mi bilememişlerdi.

"Affeder belki yenge."

Ferman'ın bir umut söylediği sözü Berat böldü.

"Hangi birini Ferman abi? Bundan önce de kadının doğum gününde metresini getirip al bu benim sevdiğim kadın dedi. Kadın hangi birini affetsin? Gerçi o gün Berva haddini bildirdi ikisine de."

Herkes yine şaşkınlıkla ona bakarken nasıl böyle bir şey yaptığını soruyorlardı. Şimdi hepsinin bakışında küfür vardı.

"Şu omzundan vuran, yalandan aşiret toplayan, arkasında gizli koruma olduğunu bile bile silah çeken babayiğit benim yengemin ta kendisi gençler. İntikam alması bile şov zalımın."

Herkes gülerken Alaz hâlâ öylece bakıyordu.

"Öyle zalımın kızı, öyle."

"Lan!"
"Aha!"
"Çüş!"
"Oha!"
"Siktir!"2

Herkesin aynı anda verdiği farklı tepkilerle onlara döndü.

" Sesinizi siksinler! Ne anırıyorsunuz dibimde eşek gibi?"

Ortamda büyük bir kahkaha tufanı kopmuştu ama tabii ki en şiddetli ses Fıraz'dan çıkıyordu. Fıraz'ın ona yedirmesi gereken bir laf vardı ve bunun için an kolluyordu. Artık vakti gelmişti.

Alaz Ağa, neden güldüklerine anlam veremiyordu. Ona kalsa ortamda gülecek bir şey yoktu. Ta ki Fıraz'ın mırıldandığı şeye kadar.

"Aşıksınnnn, nara na na na na na na. Aşıksın nara nara nara na na. Sen aşıksın arkadaş."2

Şarkının sonuna hep birlikte eşlik edince Alaz'da şarteller atmıştı.
"Kesin zevzekliği! Ne saçmalıyorsunuz siz?"
Alaz Ağa'nın ilk defa sesi kendinden emin çıkmıyordu. O da son zamanlarda kendinde farklılıklar hissediyordu.

"Saçmalamıyoruz. Aşıksın."

"Değilim."

"Aşıksın."

"Değilim."

"Aşıksın lan."

"Aşıksam aşığım lan. Karım değil mi? Size mi soracağım aşık olurken? Kadın benim kadınım aşk benim aşkım. Konuşursanız ağzınızı kırarım."

Alaz Ağa sinirden kızarırken diğerlerinin yüzünde Zafer gülümsemesi vardı. Fıraz ise kalkıp göbek atacak durumdaydı.
"Şş kirve, bak bakayım buraya."
Alaz ona dönünce aylar önce ona söylemiş olduğu sözü hatırlattı.
"Kına gecesiydi sanırım, sana söylediğim şeyi hatırlıyor musun?"

Alaz hatırlamadığını söyler şekilde kafasını sallayınca yüzündeki gülümseme daha da genişledi.

"Sen bu kıza çok fena aşık olacaksın. Oğlum yenge bi içim su, demiştim. Peki sen ne demiştin?"

"Fıraz sen ölmek istiyorsun
bence. Ulan ben on dokuz yaşındaki küçücük kıza mı aşık olacağım.

"Alaz Ağa, sen o küçücük dediğin kıza yanmışsın da söndürenin yok."

Alaz inkar etmedi. Hatta bu konuyla ilgili. Başka bir şey söylemedi. Belinden çıkardığı silahı masaya koyunca herkes anlamsızca ona baktı.
"Tek kurşun..."
Hepsinin gözü dehşetle açılırken bunun anlamını biliyorlardı.
Bu silah bugün Berva'nın gönderdiği silahtı.
"Silahta tek kurşun bırakıp bana gönderdi. Şimdi siz söyleyin bakalım, o bana aşık mı?"

Bunun cevabını buradaki hiçkimse bilemezdi ama bildikleri bir şey vardı ki evli kalacaklarsa birbirlerine bir şans vermeleri gerekiyordu. Alaz Ağa ne kadar hak etmese de...

Ve Mervan Ağa bunu çok güzel bir dille anlattı.

"Önemli olan bu değil Ağam, senin gönlündeki gözlerine vurmaya başlamış. Akıl inkar etse de göz edemiyor işte. Elinde fırsat varken bundan sonra ona hak ettiği gibi davran. Bir şey kaybetmezsin, aksine belki de gönlündekinin karşılığını bulursun. Hem bundan sonra Berva'ya kötü davranma lüksün yok. Eğer öyle bir şey olursa buralarda boşanma yok diyen ağalardan değil, Berva boşar boşamaz onu senden alacak ağalardan olurum ve bunu seve seve yaparım."

Mervan'ın sözlerine diğerleri "Biz de." deyince anlamıştı Alaz Ulusoy, bu kadında farklı bir şey vardı insanı kendine çeken.
Ve Alaz Ağa kararını vermişti, gönlündeki gerçekten aşk olsa da olmasa da karşılığını bulmak için elinden gelen her şeyi yapacaktı.

"Onu benden alacak adam daha anasının karnından doğmadı...

...

Akşam olmuştu ama Berva ne yemek yemişti ne de odasından çıkmıştı. Durup durup o anı düşünüyordu. Kendinde olmadığını bildiği halde kendini düşünmekten alıkoyamıyordu.
Telefonuna gelen mesaj sesi ile telefonunu eline aldı.

"Berat da eve gelmeyecek bu akşam."

Daha bu mesajı okumadan bir mesaj daha gelmişti.

"Yemek yememişsin. Eğer kendine iyi bakmayacaksan hemen eve geliyorum. Yemeğini ye."

Mesajın ardından Sevgi odaya yemek getirip bir şey demeden çıkmıştı. Anlaşılan Alaz Ağa onu uyarmıştı. Berva cevap yazmak için elini ekranda gezdirirken aynı zamanda onunla ilk defa mesajlaştığını düşünüyordu.

"Tekrar iyi insan rolü yapıyorsun. İkinci bir oyun daha mı yoksa ağa?"

Hakkıydı. Böyle cevaplar yazmak hakkıydı.

Alaz Ağa mesajı görünce sinirlenmişti ama bu siniri kendineydi. Değmeyen bir kadın için Berva'yı kırdığından kendine öfkeliydi.

"Yemeğini yemezsen geleceğim."

Başka bir şey yazmamıştı. Yapmam yazmamıştı. Nasıl yazsındı? Yapmıştı, yapmadığı şey değildi.

Berva artık gerçekten yalnız kalmak istediği için gelen yemekten iki kaşık yiyip geri yatağına uzanmıştı. Yarım saat sonra Sevgi tekrar gelip yemekleri almıştı. Sevgi'nin odada biraz fazla kaldığını gözü kapalı olsa da anlayabiliyordu. Sevgi onu merak ediyordu ve konuşmak istiyordu ama onun tek dileği yalnız kalmaktı. Zaten Sevgi onun konuşmayacağını anlayınca odadan çıkmıştı.

Akşam saatler hızla ilerlerken Berva çoktan pijamalarını giyip yatağa geçmişti bile. Gerçi sabahtan beri hiç çıkmamıştı yataktan.
Telefonunu eline aldı ve şifresini girdi. Orada da yapacak bir şey bulamayınca Alaz Ağa'nın sabah attığı mesajlara baktı. Son yazdığı mesaja cevap vermediği için pişman olmuştu. Şayet gayet güzel bir cevabı vardı.

Tam telefonu kapatmıştı ki gelen bildirim ile tekrar açtı.

"Beş dakikadır aktifsin. Sanırım yazmak için bir sebep arıyorsun ama bulamıyorsun. Neyse ben yazdım da kurtuldun bahane bulmaktan."

Berva kendinde olsa göz devirebilirdi ama işte şartlar...

"Yazmak istesem bahane bulmam direkt yazarım. Ayrıca benim aktif olduğumu bildiğine göre sen de aktiftin demek.
Bir de utanmadan yazman var."

Berva bu mesajı yazdıktan sonra telefonu kapatıp yerine bıraktı. On dakika boyunca mesaj gelmeyince yazmayacağını düşünüp gözlerini kapattı ama düşündüğü gibi olmadı. Alaz Ağa bir mesaj daha atmıştı.

"Utanıyorum. Senden, kendimden utanıyorum. Yaptığım şeyden utanıyorum. İsteyerek yapmasam da sabahtan beri sana böyle bir şeyi hatırlattığım için hayatıma son vermeyi denedim. Kaç sefer bana gönderdiğin tek kurşunlu silahı kafama dayadım bilmiyorum ama beni vazgeçiren şey yine sen oldun. Sana bunları unutturmak için yaşayacağım. Seni iyileştireceğim berceste."

Kendini öldürmeye kalktığını duyunca içinde bir yerlerde bir sızı başgösterdi. Aynı zamanda onun için mereklandı. Halbuki silahın içinde tek bir kurşun bırakan o'ydu.

Aksine Alaz Ağa ona bomboş bir silah göndermişti.

Alaz Ağa'dan ikinci mesaj gelmişti

"Berceste: Edebiyatta güzel ve yapısı sağlam, güçlü beyitlere denir. Aynı zamanda seçilmiş, beğenilmiş anlamlarına gelir.
Benim hayatım bir şiir olmasa bile sen benim hayatıma girmiş en güzel ve güçlü kadınsın. Aynı zamanda Allah tarafından bana seçilerek gönderildin. Ama ben emanetime bakamadım. Senin bana gelmen benim sınavımdı, emanet edilmiştin bana ama ben emanete sahip çıkamadım. Üzgünüm, bu güne kadar hiç olmadığım kadar üzgünüm..."

Bu mesajdan sonra Berva'nın içi gülmeye başladı ama bu gülümseme hiç yüzüne yansımamıştı. Eskiden bu adamın söylediği sözlerde şüphe sezerken artık sezmiyordu. Bu sözlerin gerçek olduğuna emindi. Ne kadar yalan söylemediğine emin olsa da güvenmiyordu işte.

"Ölme ağa, yaşa. Yaşa ki ben yaşadığım bunca şeyin boşuna olmadığını bileyim. Sen ölürsen yaptıkların yanına kâr kalır ama sana o kadar kolay ölüm yok. O yüzden ölme."

Kendisine zarar vermesinden korkmuştu ve onu vazgeçirmek için böyle bir yola başvurmuştu.

Alaz Ağa bunu anladığı için saniye saniye dudaklarında milimlik kıvrılmalar oluşuyordu.
Bu hissi gerçekten sevmiyordu. Ona bilmediği şeyler hissettiriyordu.

"Senin için yaşayacağım Berceste."

"Sevdim bu kelimeyi ha."
Berva ağzından kaçırdığı şeyin farkına varınca kendine sövdü. Daha sonra ise kafasını yastığa koyup uyumak istedi, yapamadı.

"İyice edebiyatçı oldu başımıza. Çetiner kızı, Ulusoy Gelini, Gelincik çiçeği, Berceste..."

Onun attığı mesajdan sonra Berva cevap vermedi. Zaten aklını dağıtmak için cevap veriyordu. Yaşlar göz pınarlarına kadar gelip ona direniyordu ve o buna alışık olduğu için hiç zorlanmıyordu. Gecenin bir yarısı koskoca konakta çalışan onlarca insanın içinde yine yalnızdı. Tıpkı eskiden olduğu gibi...
Aç değildi, açlık hissetmiyordu. Hissettiği tek şey beyninin yerine konulmuş kilolarca ağırlıktı. Bu durumu üzerinden atması gerekiyordu.

Kalktı, üzerindekileri umursamadan odadan çıktı. Bahçede birkaç tur atıp mutfağa geçti. Soğuk bir şey içip mutfaktan çıkarken konağın kameralarına bir bakış attı, çalışıyor gözüküyorlardı ama Berva biliyordu ki iki gündür o kameralar çalışmıyordu. Anlaşılan Kayalar aşireti harekete geçiyordu.

Alaz Ulusoy bir saat önce bütün Kayalar aşiretine felaket olmuştu. Adı gibi ateş çemberine almıştı onları. Roda Kayalar ne olursa olsun yerinde durmayacaktı. İki gün önce onun emriyle kameralar kapatılmıştı.

Kameralar Berva'nın asıl alanıydı. Bunu bilmiyordu.

Alaz Ulusoy o aşiretin erkekleri ile ilgilenirken Berva Ulusoy kadınları ile ilgileniyordu.
Sonuçta onun bir hafta boyunca araştırdığı şeyi Alaz Ağa bir saat içinde bulabilirdi ama onlar bu bilgilerin önünü kapatmıştı. Berva istemeden kimse bunu öğrenemezdi.

Bir haftada öğrendiği şey Roda Hanım'ın Seher Kayalar'ı, yani torununu aşiretin içinden çıkardığıydı. Berva bunun üzerine yoğunlaşacaktı.

Kameralara kısa bir bakış atıp tekrar odasına çıktı.

•°•

Sekiz gün geçmişti o günün üzerinden. Geçen sekiz gün Berva'ya bir şey eklememişti. Alaz Ağa beşinci gün ne kadar gelmek isese de buna izin vermemişti ama iki gün sonra kesinlikle geleceğini bildirmişti.

Doğum gününde yaptığı şeyin üzerinden yirmi beş, ilacın etkisi ile yaptığı şeyin üzerinden sekiz gün geçmişti.

Berva, her ne kadar ilaç yüzünden olduğunu bilse de onu affedemiyordu. İlk üç günü duvar dibinde gözyaşlarıyla mücadele ederek geçmişti. Arada gözü kararıyor , bayılıyordu ama bunun yorgunluktan olduğunu biliyordu. Ta ki Alaz Ağa, Sevgi aracılığı ile ne halde olduğunu öğrenene kadar.

O günden sonra Alaz Ağa'nın düzelmezsen eve geliyorum tehditleri sayesinde kendine biraz çekidüzen vermişti.

Merdivenleri teker teker inerken aşağıda geceliğiyle salına salına gezen Zehra'yı görünce kan beynine sıçradı. Ne kadar üzerinde sabahlık olsa da bu doğru değildi. Üstelik saçı, makyajı dağılmış bir haldeydi.
Bu doğru değildi. Bahçede bu kadar koruma varken ve bu eve erkek varken sabahlıkla bahçeye çıkamazdı.

"Zehra?"
Zehra işine odaklandığı için irkilmişti.

"Günaydın Hanımağa'm. Bir şey mi isteyecektiniz?"

Berva üzerini süzünce kendini kötü hissetmişti.

"Yok. Bu üzerindeki ne Zehra?"

"Şey, geçen alışverişe giderken almıştık Sevgi ile beraber. Hani televizyonda böyle sabahlıkla dolaşıyorlar ya, ben de öyle yapmak istedim. Güzel değil mi Hanımağa'm?"

Berva üzülmüştü. Elinde olsa dünyada yoksul kimse kalmayana kadar herkese yardım ederdi.

"Güzel. Ama bunu bahçede giyemezsin. Alaz Ağan ve Berat abin var bu evde. Biraz dikkat et kendine.

"Ben düşünemedim kusura bakmayın."

Yüzü asılınca Berva onu orada bırakıp arka bahçeye gitmişti.

Alaz Ağa son sekiz gündür mesaj dışında ona ulaşamıyordu. Ne kadar eve gitmek istese de gidemiyordu. Bir hafta önce Kayalar aşiretine cehennem olmuş ama hiç birinin bu yapılanan haberi olmadığını öğrenmişti. Belki onlar değildi bile. Araştırması gerekiyordu.

Bugün de mesaj atmak için arkamda kadar beklemişti. Sanki onunla konuşmadan uyuyamıyordu. Her gün akşam vakti ona mesaj atıyordu.

Berva telefonuna gelen mesaj ile telefonu bekletmeden eline aldı. Kim olduğunu biliyordu.

"Uyudun mu?"

"Hayır." yazıp gönderdi

Yağmur arıyordu. Yağmur akşamları pek aramadığı için önemli bir şey olduğunu düşünüp telefonu açtı.

"Efendim Yağmur?"

"Kalk çabuk kalk. Ecrin'in sana ihtiyacı var."

Ecrin ortak arkadaşlarıydı ve Yağmur'un ev arkadaşıydı. Mankenlik dersleri alıyordu. Çok güzel bir vücudu vardı. Aynı zamanda dans kurslarına da gidiyordu. Her yönden gelişiyordu.

"Neye ihtiyacı var?"

"Dans kursunda kızlar ona meydan okumuş. Biz senden daha iyi dans ederiz diye. Üç gün sonra dans dersleri var ve orada herkes bildiklerini sergileyecekmiş. Eğer işin yoksa buraya gel ve onu çalıştır."

Berva her yöreden oynamayı biliyordu. Her çeşit dansı yapabiliyordu ama halay vazgeçilmeziydi.

"Aç oradan bir şevko, öğret ona. Sonra bak bakalım kim oynuyormuş."

"Lan saftirik. Buradaki çoğu insan şevko biliyor zaten. Bize senin yeteneklerin lazım."

"Yağmur bugün yorgunum ayrıca önemli bir iş üstündeyim biliyorsun. Burada olmam lazım."

Yağmur da biliyordu yaptıklarını.

"Tamam sen bize bir video çek at. Ecrin anladığı kadarını yapsın."

Sıkkın bir nefes verdikten sonra kabul edip telefonu kapattı. Artık çok yorucu olmayan bir dans etmeliydi.

Ama azıcık süslenmekten zarar gelmezdi. Alaz Ağa haklıydı. Düzelmesi gerekiyordu.

Siyah bir cropu andıran sütyen ve yine aynı renk olan neredeyse külot boyunda bir şort giyip şortun üzerine yandan siyah, uçlarında püskül olan bir şal bağladı. Saçını da toplayıp şarkıyı açınca artık moduna girmiştim.

Lamis Kan / Mesaytara

Şarkının ritmiyle kalçasını ileri ve geri hareket edince üzerindeki şalın püskülleri sallanıyordu.
Bir ileri bir geri adım atıp kalçasını oynatıp aynı ritimle göğüslerini sallıyordu.

Şarkı bitene kadar bu şekilde devam etti. Onu gören kırk yıllık dansöz sanardı, o derece iyi kırıtıyordu.

Hızlı adımlarla öne doğru gidip kameraya doğru arkasını dönüp kalçasını dansözler gibi salladı. Daha sonra önünü dönüp aynı şekilde göğüslerini de sallayıp hızlı adımlarla tekrar geri gitti. Belini öyle kıvırıyordu ki gören kemik yok sanardı.
Olduğu yerde de birkaç sefer kalçalarını kıvırınca şarkı bitmişti.

Çok daha iyi hissediyordu. Meğerse aylardır ona lazım olan şey buymuş.

Videoyu hiç oynama yapmadan gönderecekti ama vazgeçip arka plana kırmızı ışıklar koymuştu. O dans ederkenki her kalça kıvırmasında arkadan şarkı ile beraber başka ses efektleri de gelince video çok daha iyi olmuştu. Adeta usta bir dans hocası gibi olmuştu.

Videoyu ayarladıktan sonra Yağmur'a gönderip altına da güzel bir yazı eklemeyi eksik etmemişti.

"Al biraz bak, gözün gönlün açılsın. Yanındaki manken kadar olamasam da dehşet derecede seksi bir vücudum var. Daş gibiyim daş. Çıtırım da. Vücuduma bak hizaya gel."2

Videoyu gönderdikten sonra dans ettiği için uykusu kaçmıştı. Gidip mutfaktan bir bardak su ve sandviç alıp yedi. Bu onu doyurmaya yetmişti.

Tekrar gelip yatağına uzanınca telefonuna ard arda gelen bildirimler ile telefonunu eline aldı.

Yağmur'dan ve Alaz'dan mesaj vardı ama Alaz Ağa daha çok atmıştı ve hâlâ atmaya devam ediyordu. İlk önce Yağmur'un mesajına baktı.

"Sağol gülüm. Ecrin çok teşekkür etti. Ayrıca sen zaten çok güzelsin. Bir şarkı vardı ya, ablam bin yaşına da gelse daş daş, o şarkı sana yazılmış. Neyse yağcılığa gerek yok, şımarma. İyi geceler."

Ona kısaca iyi geceler yazıp hâlâ durmadan mesaj atan Alaz Ağa'ya döndüm.
Attığı mesaja bakmadan önce gözüm kendi attığım şeye takılınca yerin dibine girmeyi istedim.

Videoyu ona da atmıştım.

Hemen geri çektim ama nafile. Mesaj üstüne mesaj geliyordu.

"Bu ne?"

"Bu videoyu ban neden attın?"

"Siktir, kızım bu ne?"

"Ulusoy gelini beni delirtmek mi amacın?"

"Cevap mı bekliyorsun?"

"Harbiden daş gibi hatunsun."

"Dehşet derecede seksi vücudunu böyle şekillere sokup bana neden attın?"

"Gelincik çiçeği cevap ver?"

"Ulan çıldırtma adamı cevap ver, bana bir şeyler oluyor."

"Geliyorum."

Berva sondaki geliyorum yazısını zar zor idrak etmişti. Diğerlerini idrak etmek istemiyordu.
Gelmemeliydi.
Utancından ölürdü.

"Hayır. Sana atmadım. Yani başkasına atınca yanlışlıkla sana da geldi."

Bu mesajı yaklaşık beş dakika okudu. Ne yazıyordu orada?
Başkasına mı atmıştı?
Bu kadının ona söyledikleri yalan olmalıydı. Yoksa kıyamet kopardı.

"Ne yaparken?"

"Ulan kadın beni çıldırtmak mı amacın?"

"Kime gönderdin çabuk söyle ecdadını..."

"Kız olabilir diye sövmedim çabuk kim olduğunu söyle."

"Ama kesin kız. Benim karım hiçbir erkeğe öyle videolar atmaz."

"Kız olsun."

"Kızdır tabii ki..."

"Ulan konuştuğum şeylere bak, ayarlarımla oynuyorsun. Kime gönderdin?"

"İki dakika içinde cevap gelmese geliyorum ve videoyu attığın kişinin hayatı hakkında sana güvence veremeyeceğim."

Bu mesajı görür görmez hemen cevap yazdı. Yerin dibine girmek istiyordu.

"Yağmur'a attım."

Alaz Ağa'nın yüzündeki sinir yerini rahatlamış bir ifadeye bırakırken içindeki duygunun kıskançlık olduğunu çok iyi biliyordu.

"Öyle desene kızım. Neler getirdin aklıma."

"Karımın videosunun başkasında olmasını istemiyorum."

"Yağmur bile olsa o videoyu geri çek. Kimseye atma o videoyu. Sadece bende olacak."

Ama o geri çekmişti videoyu. Tabii Alaz Ağa'nın videoyu telefona kaydettiğini bilmiyordu.

"Tamam."

Çok utandığı için tamam yazıp çıkmıştı. Normalde kızarmayan yüzü bile kızarmıştı.

"Geliyorum."

On dakika sonra attığı mesaja bakınca baygınlık geçirecekti.
Ölse şu an gerçekten mutlu olurdu.

"Gelme Ağa, daha toparlanamadım."

Alaz'ı sadece bu şekilde ikna edeceğini biliyordu.

"Tamam."

Alaz sırf o iyi olsun diye eve gitmekten vazgeçmişti. Elinde olsa o videoyu kimse görmeden imha ederdi ama çoktan görmüş olmalılardı.

Telefonunu eline alıp birilerini aramaya başladı. Açılınca ise vakit kaybetmeden istediklerini sıraladı.

"Sana bir numara atacağım. Bir dakika içinde o numaraya gelen videoyu imha edeceksin. Tamamen silinecek. Videoyu izlersen gözünü oyar Amerika'yı başına yıkarım."

Karşısındaki adam ona cevap verirken aynı anda dediği şeyleri yapıyordu.

"Emredersiniz efendim."

Adam Türkçeyi tam konuşamıyordu ama Alaz Ağa'nın her yerde sadece Türkçe konuştuğunu bildiği için Türkçe konuşuyordu.

Bir dakika dolmadan cevap verdi.

"Efendim, bu numaralar erişime kapalı."

Böyle bir şey mümkün değildi. Berva'nın telefonunu daha geçen gün kontrol ettirmişti.
Hem Berva'nın olsa bile Yağmur'un neden erişim engeli olsun ki?

"Dikkatli bak Kenyon. O numaralardan birini daha geçen gün araştırdım."

Bu olamazdı. Birkaç gün önce araştırdığı numara erişime kapanmış olamazdı.

"Efendim bu öyle bir şey değil. Bütün numaralara erişimi oluyor ama gönderdiğiniz iki numaranın mesajlaşmalarına veya konuşmalarına erişim olmuyor."

Yağmur'un diğer arkadaşlarıyla olan konuşmalarına erişilebiliyordu ama Berva ile olan mesaj ve konuşmalarına erişilmiyordu.

Ve bunu yapmak o kadar kolay bir şey değildi. Gittikçe bu kadında bir şeyler olduğuna daha çok emin oluyordu."

"Bir şekilde ulaşamaz mısın?"

"İmkansız görünüyor."

"Kenyon! Sana bir gün veriyorum. Sana attığım iki numaranın birbiri ile olan mesajlaşmalarını bul!"

"Emredersiniz efendim."

Bu ikisi mesajları saklayacak kadar önemli ne konuşuyorlardı?

Ama bir dakika. Alaz Ağa birkaç gün önce Berva'nın konuşmalarını araştırınca da Yağmurla konuşmaları yoktu.

Ve Ahmet'in.

Berva bir işler çeviriyordu.
Bunu ona direkt soramazdı. Ahmet ile gerçekten artık konuşmalıydı.

Ama bunları düşünürken bile hâlâ Berva'nın gönderdiği video aklındaydı. Şu an ondan önemli başka hiçbir şeyi düşünemiyordu."

Kendini meşgul etmeliydi yoksa konağa gidecekti.

Berat'ı başka işler için birkaç günlüğüne İstanbul'a göndermişti sırf eve gitmesin diye. Şimdi de kendine ait bir evde tek başına oturmuş içiyordu.2

Kayalar aşiretini hallettiği için kendinden emin bir şekilde içiyordu içkisini.
İçkisinde gerçekten başka bir şey yoktu. Uyuyamıyordu. Daha sarhoş olmamıştı ama o videodan sonra burada oturamıyordu.

Ona eve gelmeyeceğini söylemişti ama merak ediyordu. Sadece gidip onu kontrol edip geri gelirim diye düşünüp aracını konağa sürdü. Yollar adeta bitmek bilmiyordu.

Yaptığı şeyle sözünü çiğnediğini biliyordu ama kendini ona göstermeden gidip gelirse sorun olmazdı.

Konağa gelince saat gecenin biri olmuştu ve Zehra sabahlığı ile mutfaktan çıkıyordu. Normalde bu saatlerde uyanık olmazdı ama bugün uyanıktı.

Ona hiç bakmadan merdivenlere yönelmişti ki Zehra onu durdurdu.

"Hoşgeldiniz ağam. Bir isteğiniz var mı?"

Sesinde bir tık değişen ton farkı ile Alaz kaşlarını çatıp yok deyip merdivenlere çıkmıştı ki başı dönünce trabzanlara tutunup su istemişti. Geçen gün içtiği lanet içkinin içindeki madde bundan sonrası için onu içkiye dayanıksız yapacaktı. Bunu maddeyi araştıran adamı bile söylemişti.

Artık içki kullanmasa iyi olacaktı. Zaten Berva da kokusundan rahatsız olu-
Düşüncelerini tam bu noktada durdurdu. Artık onu önemsiyordu çünkü.
Berva kokusundan nefret ediyorsa içmeye ekti. Bu son içişiydi.

Zehra mutfağa gidip su getirince beklemeden içti ve ikinci katta bulunan odaya gitti. Kapıyı açıp içeri bakınca yatakta yattığını gördü. Kokusu bütün odayı doldurmuştu. Alaz Ağa ise günlük dozunu almıştı. Odaya girerse çıkamayacağını bildiğinden kapıyı kapattı ama içi bi kötü olmuştu. Tekrar odaya girip yanıbaşında durup nefesini kontrol etti ve düzenli nefes aldığına kanaat getirince başucunda gözlerini kapattı.

Kokusuyla uyumaya alışmıştı.

Berva kıpırdanınca uyanacağını zannedip korkmasın diye hareketsiz kaldı. Gözlerini açınca ise karşısında neredeyse yarı çıplak uyuyan bir kadın görmeyi beklemiyordu. Dans videosu çektiği kıyafet ile uyumuştu.

Vücudunu istemsiz süzdü. O günki atlet ve şorttan sonra bir de bunu onun üzerinde görmesi hiç iyi olmamıştı.

Yutkunma ihtiyacı hissetti. Bu görüntü fazlaydı. Onu böyle izlemeye dayanamazdı. Üzerini örttü ve zor da olsa odadan çıktı.

Ondan sonrasını hatırlamıyordu zaten.

Berva sabah saat sekizde uyanmıştı. Nasıl bu kadar çok uyuduğunu bilmiyordu ama uyumuştu işte. Kollarını iki yana açıp iyice esnedikten sonra yataktan çıktı. Üzerinde hâlâ bir yorgunluk, bir çökmüşlük vardı ama o hep güçlü olmayı öğrenmişti. O yüzden hiçbir şey olmamış gibi, kan ağlayan içine inat neşeyle banyoya gidip ılık bir duş aldı.

Dün Alaz Ağa'ya attığı video aklından çıkmıyordu. Kendini bunun için tokatlayabilirdi. Arada aklın gelip onu utandırıyordu. Daha önce Alaz Ağa onu böyle görmemişti.

Bornozuna sarılıp odaya gelince makyaj masasının karşısına oturdu. Bugün makyaj yapacaktı. Az da olsa yapacaktı işte.
Masanın önündeki pufa oturduktan sonra az önce kuruttuğu ve düz olan saçlarını tokayla yüzüne gelmeyecek şekilde sabitledi. Eline aldığı ve iyi bir markaya ait olan nemlendiriciyi yüzüne sürdü.

Teni nemlendiriciyi iyice emdikten sonra güneş kremi ve makyaj bazını da sürdü. Fondöten, kapatıcı bronzer gibi şeylere gerek yoktu. Çok sade bir far sürdü gözlerine. Farını sürdükten sonra kirpik diplerine çok ince bir eyeliner çektikten sonra maskarasını da sürüp göz makyajını bitirmişti.

Sade bir allık sürdükten sonra yine çok sade olan bir ruj sürmüştü. Pembe tonlarında yaptığı makyaj o kadar sade ve doğaldı ki onun doğallığını hiç bozmamıştı.

Berva normalde evde oturup makyaj yapan bir insan değildi. Böyle kötü hissettiğinde de kalkıp makyaj yapmazdı ama bu sefer iyi geleceğini düşünüp yapmıştı ve gerçekten kendini çok iyi hissediyordu.

Makyaj yapmışken güzel bir elbise de giymeye karar verdi ama ne giyeceğini bilmiyordu. Zaman geçsin diye de yavaş hareket ediyordu. Elbiselerinin içinden yöresel bir elbise çıkardı. Bugün Hanımağa gibi giyinip güçlü hissetmek istiyordu. Zaten güçlüydü ama o elbiselerin içinde farklı hissediyordu.

Mavi elbiseyi giyip beline altın kemer taktı ve iki metrelik halep zincirini de boynuna taktı. Parmağına iki tane altın yüzük geçirip o yüzüklerin yanına alyansını ve tektaşını da taktı. Takmayı istemezdi ama biri görürse yine ona laf gelirdi. Çektikleri yetmezmiş gibi. Bunların yeterli olduğuna kanaat getirince mavi ve siyah işlemeli olan ince kaftanı üzerine geçirdi. Ayakkabılarını giyince de tamamen hazırdı. Saçlarını doğal haliyle salık bırakmıştı.

Vanilya kokulu parfümünü de sıkınca odadan çıktı. Gerçekten rahatlamıştı. Olanları düşünmeyip kendine biraz vakit ayırmak ona iyi gelmişti. Kendini gerçekten güçlü hissediyordu.

Kapıyı açar açmaz kapının önünde bir erkek ceketi görmeyi beklemiyordu. Tabii ki bu ceketin Alaz Ağa'ya ait olduğunu eline aldığı an burnuna dolan portakal çiçeği kokusundan anlamıştı.
Hani bu adam bu akşam eve gelmeyecekti? Gelmişti işte.

Gelmişti ama ceketi neden buradaydı?
Yoksa Kayalar aşireti ona bir şeyler mi yapmıştı?

İçinde yeşeren şüphe tohumlarıyla Alaz Ağa'ya ait olan kata doğru adımlarını attı. Her bir adım gittiğinde kalbi ona iki adım geri gitmesini söylese de o aklına uyup yatak odasının kapısına kadar gelmişti. Bu katta yayılan koku ile onun burada olduğunu anlamıştı zaten. İçki kokusu ile harmanlanmış portakal çiçeği kokusu...

Ama bir farklılık vardı. Ne olduğunu bilmiyordu ama bir farklılık vardı işte. Kalbi ağrıyordu ama nedenini bilmiyordu

Korkuyla elini kapının koluna attı. Bir şey görmeyi beklemiyordu ama korkuyordu işte. Nedensiz bir korku sarmıştı içini.

Kapıyı açınca ise gördüklerine inanamadı. Bu, bu olamazdı...3

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

BEĞENMEYİ VE OY VERMEYİ UNUTMAYIN LÜTFEN.

Emeğimin karşılığını veren herkes, emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💚 🤎

Oylar çok az... Yardımcı olun lütfen

Bölüm : 24.11.2024 18:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...