17. Bölüm

17

S
aycakayca1

On yedinci bölüm yayında. Keyifli okumalar.

Buraya bir emoji alabilir miyim lütfen?7

Bazen insanlar etkisinde kaldıkları bir olayı hayatları boyunca unutamazlar. Travma olarak kalır bünyede. Benim gibi ve Berat abi gibi.

Az önce bu salonda ne yaşandı bilmiyorum ama Berat abi yaşadığı şey yüzünden bu kıza böyle davranma hakkına sahip değil. Üstelik kız zaten kötü haldeyken...

"Söyle, bu sefer seni bu konağa hangi düşmanımız yerleştirdi? Kimin adamısın? Sen kimin koynuna gir-"

Berat bu söyledikleriyle sınırı çoktan aştı. Söyledikleri normal şeyler olsa bir şekilde kıza anlatır ve onu affetmesini sağlardım ama bu kız bu cümlenin devamını duyarsa onu toparlayamazdım.

"Hop hop hop... Ağzından çıkanı kulağın duysun abi. Büyük müyük dinlemem seni döve döve sokağa atarım ha. Avzem benim misafirim yardımcı falan değil, kendine gel. Onunla konuşurken iki kere düşün. Kız, babasının hayrına önüne bir tas yemek bıraktı diye ona sataşma haddini kendinde bulamazsın. Ağır konuşuyorsun, lütfen kızdan özür dile."

Söylediklerimde haklı olduğumu bildiği için başını yere eğip bekledi. Pişman olmuştu bile. Seher'den etkilenmesi normal ama onun yaptıklarından dolayı herkesi onun gibi sanması asla sağlıklı değil.

Başını yere eğince üzerine gitmekten vazgeçtim. Avzem hıçkırarak ağlamaya başlayınca onu salondan çıkardım. Şimdilik işim var ama zorla kızdan özür dileteceğim.

Alaz'ı aramam gerekiyor ama Avzem bu haldeyken onu yalnız bırakamam. Zaten Orhan'a onu da getirmesi gerektiğini söyledim. Ben arasam, haber versem daha iyi olacaktı ama Orhan da çağırsa sorun olmaz.

Ellerimin arasında titreyen bedene baktım. Ben de böyleydim bir aralar. Ben de onun gibi hissediyordum. Kafasını yerden kaldırıp bana bakmasını sağladım. Yaşlardan dolayı ıslanan kirpikleri maskara sürülmüş gibi duruyor ve onu daha güzel gösteriyordu.

"Bana bak. Kafanı indirme, bana bak ve beni dinle lütfen."

Elimi başından çekip onu avludaki minderlerden birine oturttum. Gözlerimin içine bakıp ne diyeceğimi bekliyor ama bir yandan da utançtan başını eğmek istediğini görüyordum.

"Ha-nım-ağam, yemin ederim benim öyle bir ni-niyetim yok. Beni siz çağ-ırdınız. Vallahi..."

"Şşş... Tamam şşş...
Ben bilmiyor muyum sanki zemzem?"

Hıçkırarak ağlamaktan konuşamıyordu. Davet edildiği bir evde, ev sahibi tarafından asla beklemediği bir muamele görüp hakaret işitmişti.
Berat asla böyle bir insan değil ama Seher yüzünden ve nedenini bilmediğim bir şey yüzünden son bir haftadır böyleydi. Evde asla abisiyle göz göze gelmiyor sürekli ondan kaçıyor gibi davranıyordu. Ve asıl şaşırdığım şey kardeşlerine bu kadar düşkün olan Alaz bile son zamanlarda onunla konuşmuyordu.

Belki de bu yüzden sinirli olduğu için sinirini bizden çıkardı. Ne olduğunu bilmiyorum ama bu kıza ve bana sarf ettiği kelimeleri de burnundan getireceğim.

"Hanımağam, ben buraya kimsenin koynuna girmeye gelmedim ki. Alaz Ağa'm zaten o günden beri bana abilik yapıyor ve onun kardeşi de benim abimdir bundan sonra. Berat Ağa'm neden öyle dedi anlamıyorum. Ben öyle biri miyim ki Hanımağa'm?"

Alaz ona o günden beri abilik mi yapıyor? Al sana araştırmam gereken bir konu daha.

"O ne demek ya? Tabii ki öyle biri değilsin. Bak ben sana onun neden böyle davrandığını anlatacağım ama şu an çok önemli bir mesele var. Ve sana söz veriyorum Berat Ağa senden af dileyecek tamam mı? Ama şu an acilen Urfa'ya gitmem gerekiyor. Ben gelene kadar burada kal, bu gece burada misafir edelim seni olur mu?"

Gözündeki yaşları yavaş yavaş kurumaya başlarken güzelliği yine ortaya çıkmıştı. Siyah saçı, kara gözü, çizilmiş gibi duran kaşları, ağlamaktan şekillenen kirpikleri ve şişen dudakları ile adı gibi suya benziyordu.

"Estağfurullah. Ağamdır o, ne af dilemesi? Sorun değil yani, sen bir nedeni var diyorsan vardır."

Anlayışlı, yüce gönüllü insan olmak bu demek oluyor sanırım.

"Ayrıca teşekkür ederim ama eve gidersem daha iyi olacak. Annem ve babam merak eder şimdi onları da merakta bırakmayayım. İşlerin var Hanımağa'm beni düşünme, iyiyim ben sorun yok."

Belki de burada rahat edemeyeceği için kalmıyor. O yüzden zorlamadım.

Avlunun ortasına doğru yavaş yavaş yürürken bir yanım hâlâ İrem Deran'ı düşünüyordu.2

"Tamam sen nasıl istersen zemzem. Ama ne olursa olsun Berat Ağa senden af dileyecek. Hadi gel seni eve bırakayım."

Mustafa en güvendiğim adamdı ama o bir erkekle gider mi bilmiyorum.

"Gerek yok, benim pazarda işim var zaten. Ben yürüyerek gideceğim."

"Tamam, görüşürüz."

Ona tekrar sarılıp yolcu edecektim. O esnada kapının açılmasını beklemeden aracı kapıda bırakıp uçarcasına içeri gelen Orhan yüreğimi ağzıma getirdi. Bana doğru koşarken Avzem'e çarpınca düşmesin diye kolundan tutup onu kendine çekti.

Ben, Avzem rahatsız olmasın diye onu kaldıracaktım ama benden önce davranan bir çift el buna engel oldu. Berat onu kendine doğru çekip dengesini sağladığından emin olduktan sonra bıraktı. Sonra ise kıza hiç bakmadan Orhan'a döndü.

"Hayırdır, bu ne hız? Bir sorun mu var?"

"Yenge hadi hazırlan çabuk."

Ben olayların hızına yetişemiyorum artık. Kimin duygu durumunu kontrol altına alacağımı bilmiyorum. Avzem, Berat, Orhan, Deran... Hepsi bir havadan çalıyor.

Orhan'ın telaşlı haliyle Berat kaşlarını çatıp bana döndü ama daha ağzını açamadan az öncekinden daha şiddetli bir fren sesi onu engelledi. Bu sefer kapıdan içeri endişeyle Alaz girdi. Gelir gelmez beni görünce yanıma doğru hızla ilerledi ve tam karşımda durdu. Önce gözleriyle vücudumu süzdü ve ardından gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi.

Gözlerini açıp yüzümü izledikten sonra derin bir soluk daha verdi. Aniden kollarını belime sarınca olduğum yerde durdum. Hızla kalkıp inen göğsü, göğsümle temas edip bilmediğim hisler uyandırırken, kalbine denk gelen başım hem kalp atışlarını hem de kokusunu tamamen hissetmeme sebep oluyordu. O ise boynuma gömdüğü yüzü ile "İyisin."diye sayıklayıp kendini sakinleştiriyordu. Topuz yaptığım saçım ise ona yeterli alanı sağlıyordu.

Bunları beklemediğim için tepki vermezken Orhan'ın bağırışı ile kendimi geri çektim.

Az önce neler oldu öyle?

"Alaz! Ayrıl karından, daha sonra sarılırsın ona. Ulan sana acil dedik gelip karına sarılıyorsun."4

Ben kendimi geri çekince Alaz tam yanımda durdu. Hatta kolu koluma temas ediyordu. Sanırım benim haber ver dediğim Orhan, onu korkutmuş o da bir şey oldu sanmıştı. Ben de tekrar ondan uzaklaşmadım. Biraz sakinleşmesini beklemek istedim.

"Orhan, seni de aciliyetini de beni arama şeklini de s..."

Bana dönünce küfür etmekten vazgeçti.

"Orhan kaybol, kaybol gözüm görmesin seni."

Orhan sabırsızca Alaz'a bakarken ben bunları nasıl sakinleştireceğimi düşünüyor aynı zamanda Berat'ın da Avzem'e attığı kaçamak bakışları izliyordum.

Avzem ona baktığımı görünce çıkmak istediğini belirtir gibi bir mimik yapınca ona izin verdim. O kapıdan çıkana kadar onu izleyen Berat, o çıktıktan sonra tekrar bize döndü.

"Lan sana önemli diyoruz. Hani Deran senin kardeşindi? Ne biçim abisin sen? Ben Urfa'ya gidiyorum siz ne haliniz varsa görün."

Kıran girsin ama ya!
Orhan her şeyi batırmak zorunda mı?
Gel de şimdi bu hödüğü sakinleştir.

Orhan arkasını dönüp konaktan çıkacakken Alaz öyle bir bağırdı ki konağın taş duvarları titredi.

"Deranla ne alakası var lan!"

Orhan olduğu yerde dururken Alaz ona doğru yürüyecekti ki onu durdurdum.

Elini tutarak...

Bunu buradan dönderecek tek kişi ben gibiyim.

Elini tutunca adımları bıçak gibi kesildi. Az önce sarıldığında ben geri çekildiğim için sinirlenmişti ve bu hamlem karşısında bir an durmuştu.

Önce elimize daha sonra yüzüme baktı. Elinin içindeki elimi fırsattan istifade sıkarak bedenini tamamen bana çevirdi.
Ne olduğu sormak için göz kırpınca birkaç saniye durdum. Yüzüne yine yakışıklı gülüşü işlenirken artık bunu bilerek yaptığına emin oldum. Göz kırpışına içimin gittiğini öğrenmişti. Piçlik parayla mı? Aklımı karıştırıyor işte.

"Ne oldu?"

Şimdi bu olayı en hasarsız nasıl anlatacağım onu düşünmeliyim. Tabii ki hasar alan ben olmayacağım ama buradaki erkeklerin ve İrem Deran'a musallat olan adamın sonunu bilemeyeceğim.

"Söyleyeceğim ama önce sakin kalacağına söz vermelisin."

Sanki bunu söyledikten sonra biraz daha meraklandı ve endişesi daha da arttı. Berat benim ağzımdan çıkacak bir kelimeyi beklerken Orhan ise Alaz'a hemen söyleyip koşarak da olsa bu gece Urfa'ya yetişecek gibi görünüyordu.

"Berva'm, güzelim..."
Parmaklarını saçımdan geçirip konuşmaya başlayınca bana kal geldi. M harfini uzun süredir bana söylediği her hitaba kullanıyordu ama güzelim kelimesini asla bu güne kadar kullanmamıştı. Gerçekten beni güzel mi buluyordu?

Kalp atışlarım hızlanırken bir kelimesinin bu denli etkili olması canımı sıktı. Çok çabuk etkisi altına giriyordum.

Bitter çikolata, siyaha çalan hareleri tam gözlerimin içine bakarken insanların önünde çok fazla tepki veremeyeceğimi biliyordum.

"...adamı deli etme de söyle."

"Olmaz, önce söz vereceksin."

Derin bir nefes alıp ardından o nefesi burnundan yüzüme doğru verince sinirlendiğini anladım.

"Hanımağa'm sakin kalmayacağımı biliyorsun. Söyle artık ne oldu?"

"Sen bana bir sözü çok mu görüyorsun yani Alaz?"

Şu iki adamın önünde yapılacak şey değildi ama bu adamın da fabrika ayarları böyle değişiyordu. Azıcık kısık göz ve şuh bir sesle söylenen ismi. Allah bilir ben ona, onun dediği gibi Alaz'ım, yakışıklım, bal böceğim falan dersem neler olur? Sadece ismine bu tepkiyi veriyorsa onları düşünemiyorum doğrusu. Hoş ben öyle yılışık şeyleri de asla sevmiyorum.

Allah ileride kullandırtmasın!2

Gözü anında kısık gözlerime çıkıp başını iki yana salladı.

"Beni nasıl yöneteceğini öğrendin ya Ulusoy Gelini, artık hep bu yolu kullanırsın."

Kısık bir şekilde söylediği şeyi duymuştum. Başımı onaylar anlamda sallayıp gülünce gözleri bu sefer dudaklarıma kaydı. Avluda, onca adamın içinde olduğunun farkında mıydı?

"Söz Ulusoy Gelini, söz. Söyle hadi ne oldu?"

Ve bir görev daha başarıyla tamamlandı. Bunun için içten içe kendimi tebrik ederken sırrın kesinlikle iki bakış bir söz olduğunu biliyordum. Alaz Ulusoy gerçekten seviyor. Artık buna eminim.

"Bugün Deran'ı istemeye geliyorlarmış."

"Evet haberim var. İlk benim haberim oldu da bu neden sorun olsun."

Gerçekten anlamamıştı.

"İstemeye davetli değil misin?"

"Bu daha ilk isteme gelincik çiçeğim. İlkinde kız verildiği nerede görülmüş? Ben abisi olarak tabii ki gideceğim ama bugün değil."

Yazık, kocamın hiçbir şeyden haberi yoktu.

"İşte o iş öyle değil kocam."

Berat şaşkınlıkla bana bakarken Orhan ondan daha çok şok olmuş şekilde bakıyordu. Bu konuşmalara yabancı gibi görünüyorlardı.

Alaz donup kalınca iyi bir şey mi yaptım yoksa kötü bir şey mi yaptım kestiremedim. Acil Urfa'ya gitmemiz gerekiyordu ve ben şu an kocamın donup kalmasıyla ilgileniyorum.

"O iş nasıl koc- yani karım? İş ne o? Ne işi? Ha - Siktir, akıl bırakmadı bende."

Berat ve Orhan hâlâ dünyanın en değişik şeyiymiş gibi bize bakarken Alaz iki elini başının yanına koyup alnını sıvazladı. Daha sonra elini iki yana salıp algılamak ister gibi el hareketleriyle konuştu.

"Karım, bu iş nasıl bir iş karım? Bana da anlat karım? Cevap ver karım."

Fırsatı buldu ya, bıkana kadar karım der.

Orhan bıkmış bir halde ve sabırsızca bir kapıya doğru bir bize doğru gidip geliyor, belki de aklında bizi burada bırakıp çıkıp gitmeyi düşünüyordu. Fakat gözlerindeki hırsı şimdiden görüyorum. Acaba ona her şeyi anlatsam ne olacak? Sadece istemesi olduğunu ve gelen kişiyi istemediğini ama adamın zorladığını söyledim. Geri kalanını öğrendiği zaman yapacaklarını düşünemiyorum bile.

Berat, tıpkı Alaz gibi merakla bana bakıp olanları öğrenmeye çalışıyordu. Alaz gözlerimin içine bakarken artık söylemem gerektiğini hatırladım.

"Deran tehdit altında!"

Bravo bana. Gerçekten çok sakin söyledim.

Orhan hızla kafasını bana doğru çevirirken Alaz kaşlarını çatmış devamını bekliyordu.

"Ne demek tehdit altında, yenge?"

"Sakin olun ilk önce. Olay şu ki Deran bugün gelecek olan görücüyü istemiyor. Adam uzun zamandır onu rahatsız ediyormuş...
Eğer bugün İrem Deran Gürman istemeyi kabul etmezse Bejin Gürman'ı rahatsız edecek ve ona bulaşacak bu pislik. İrem de Mervan'a söyleyemiyor katil olur diye. Yani kısacası gidip istemeye engel olmamız gerekiyor."

Kimsenin lafımı bölmesine izin vermeden tek seferde anlatıp yüzlerinin şekilden şekile girmesini izledim. Tabii bu şekillerin hepsi dehşet derecede korku vericiydi. Hele Orhan, zorla burada duruyor gibiydi.

"Mustafa, aracımı hazırla. Fazla koruma istemiyorum, bir araba beni takip etsin yeter. Orhan, Fıraz'a haber ver toplantıda merakta kaldı."

Sanki çok fazla böyle durumlarla karşı karşıya kalmış gibi sinirli olmasına rağmen kontrollü bir şekilde kime ne yapacığını söyleyip kontrolü elinde tutuyordu. Fakat fark ettiğim kadarıyla yine Berat'a bir şey söylemedi. Burada bir şey dönüyor ama onu da bulacağım.1

Of! Her şey üst üste geliyor.

Alaz bana dönünce bu planda beni nereye koyduğunu merak ettim. İnşallah beni burada bırakmak gibi bir düşüncesi yoktu!

"Güzelim, sen merak etme ben halledip geleceğim."

Tam da tahmin ettiğim gibi.

"Beni götürmezsen senden önce orada olacağımı bilmeni isterim."

Bir bu eksikti dermiş gibi sıkkın bir nefes verince beni götürmeye niyeti olmadığını anladım.

"Sen evde kalıyorsun. Benimle gelmiyorsun. Tehlikeli olabilir. Evde oturup beni bekliyorsun."

Anlaşılan ne yapsam ne etsem beni götürmeyecek. Ya zorla ondan habersiz gideceğik ya da...

"Sen beni yanında istemiyorsun yani..."

Ya da biraz sevgisini sınayacağım.2

"Geliyorsun ve dibimden ayrılmıyorsun. Orhan yürü."

Konuşmamın verdiği cesaretle elimi beline atıp beni kendine doğru çekince geri çekilip yanında yürümeye başladım. O kadar da uzun boylu değil!

"Dibimden ayrılmıyorsun dedim gelincik çiçeği, ya gel şuraya ya da otur evde beni bekle."

Orhan ve Berat çoktan araçlara binip yola koyulurken bir araba koruma da onları takip ediyordu. Avluda, kapıdaki korumalar haricinde kimse yoktu.

"Zorla mı yanında tutacaksın beni? Gün boyu böyle yapacaksan otur evde sen beni bekle ben gider halledip gelirim o zaman. İlla bir şeyleri zorla yaptıracaksın."

Daha cümlemi tamamlamadan beni sırtına atıp kapıdaki araca doğru yürümeye başladı.2

"Sen daha zor görmemişsin hatun."2

Sırtı ile birkaç saniye bakıştıktan sonra yumrukları art arda indirmeye başladım ama dengem sağlanamadığı için çok can acıtmıyordu. Neredeyse hiç tepki vermiyor, bir bidon su taşır gibi taşıyordu beni.

"Bırak Allah'ın cezası bırak! Alaz bırak bak ısırırım."

Korumalar gülerek bize bakarken utançtan yerin dibine girmek üzereydim. Mustafa ise herkesten fazla gülüyordu. Yine rezil oldum.

"Isırırsan buradan Urfa'ya kadar kucağımda seyahat edersin karıcığım."4

Ya sabır ya Allah!

"Yeter ama artık, biraz benim de sözümün ederi olsun be!"

"Sözünün ederi var ki şu an benimle geliyorsun. Ayrıca sokağa çıkıyoruz bağırıp durma."

Rastgele yumruk sallarken bir yandan da bağırıp bizi mahalleye rezil ediyordum.
Sokağa adım atar atmaz daha arabaya binmeden dişlerimi sırtına geçirip kalçasını çimdikledikten sonra bağırmaya başladım. Ben rezil oluyorsam o da olsun.

"İmdat! Yardım edin. Adam kaçırıyorlar."

"Siktir! Seni oraya kadar kucağımda oturtmazsam şerefsizin tekiyim lan!"2

O bunları söyleyip arabada arka tarafa oturup beni kucağında oturtunca kalçasında olan elim koltukla onun arasında sıkıştı. Utansam da inat edip çimdiklemeye devam ettim.

Yusuf ise bu sefer o demeden kulaklığını takmıştı ama gülmeden duramıyordu.

Alaz'a baktığım zaman omzumdan tutup kucağındaki yerimi düzeltti. Bitter çikolata gözlerine anlamını bilmediğim bir duygu yerleşince yutkunup gözlerini kapattı.

"Elini oradan çekmen için üç saniyen var. Urfa'ya gittikten sonra seni ilk bulduğum eve veya otele götürmemi istemiyorsan çekersin."

Gözündeki ifade sesine de yansımış ve korkarım ki bunun ne olduğunu artık biliyorum.
Şehvet...
Bana şehvetle bakıyordu.

Bu sefer yutkunma sırası benimdi. Elimi çekmeye çalıştım ama sanki çekmemi istemiyor gibi daha çok ağırlığını verdi. Vücudunun bütün sıcaklığını hissederken terlememe az kalmıştı.

"Ç-çekemiyorum... Yardım eder misin?"

Şu an ne kucağında olmam ne de başka bir şey umurumda değildi. Söylediği her şeyi yapabilecek bir insan olması beni korkutan tek noktaydı ve onun söylediği şeyler hiç masum değildi.

Kollarımı iki yandan tutup ağırlığını ellerimden çektikten sonra ellerimi kurtardı. Sanki bu anı bekliyormuş gibi kendimi yan koltuğa atmaya çalışınca izin vermeyip beni kendine daha çok bastırdı. Ben inat edip olduğum yerde deblenmeye başlayınca bir an irkildi. Yüzüne baktığım zaman gözlerindeki o ifade daha da koyulaşmış onu günaha davet ediyordu. Ve ben kıpırdandıkça o beni daha çok kucağına bastırıyordu.

"Sikeceğim ama böyle işi! Kızım, ya rahat dur ya da acil iş falan dinlemeyecek yol, araba, otel, ev... Neresi olursa az önce dediğim şeyi erkene alacağın."4

Sert konuşmasıyla beraber aniden ellerimi çekip yüzüne baktım ve gerçekten zorlandığını fark ettim. Biz şu an arabadayız ve o ev, araba kısacası mekan fark etmez diyordu.

Ben istemesem yapar mı?
İlacın etkisinde olduğu günü saymıyorum çünkü o gün ilacın etkisinde olsa bile kendine engel olabilmişti.

Arabamız diğer arabalara yetişip hepsinin önüne geçmiş, o kadar hıza rağmen ben olduğum yerden kıpırdamamıştım.

"Beni yan koltuğa bırakır mısın?"

Kısık çıkan sesim aniden yüzünün yumuşamasına neden oldu. Ben hâlâ kucağında oturur vaziyetteyken elini tokama atıp saçlarımı özgür bıraktı.

"Şş... Bu tür konuşmalarım asla seni ürkütmesin. Benden değil korkacak, ürkecek son insan bile değilsin. Hele ben senin yanındayken sen bir başkasından asla korkmayacaksın. Ben o hatayı bir kere yaptım, bir daha ilaç değil zehir verseler yapmam. Benim yanımda kendini güvende hissetmen için elimden geleni yapacağım."

Parmaklarını saçımdan geçirip dalgaların arasında dolaşırken bir yandan da gözümün içine bakarak ondan korkmamam gerektiğini izah ediyordu. Ben ondan korkmuyorum ama güvenmiyorum da.

"Sen istemediğin sürece asla olmayacak."

Saçımla oynamak hoşuna gitmiş gibi yüzünde gülümseme oluştu. Sonra elini sırtıma getirip yavaş yavaş okşamaya başladı.

Adam almış başını gidiyor, imdat!

"Tabii benim gibi bir adam yanındayken istemeyeceğini zannetmiyorum."

"Çok komiksin."

Kucağından inmeme izin verince hemen kendimi yan koltuğa attım. Fırsatçı pislik sürekli bir yerlerime dokunuyor. Omzuna sert bir yumruk geçirip yola bakmaya devam ettim.

"Ben diyeceğimi dedim. Sen böyle boynunu açıp böyle güzel giyinirsen ben kendimi tutamam. Gerçi saçını açınca da bir farkı yok ama... Sen de benim karşımda kendini tutma - yani tutamazsın."

O böyle şeyler söyledikçe ben utanıyordum. O utandığımı gördükçe daha çok söylüyordu.

"Bu arada buruşuk değil."2

Son söylediği şey kolay kolay kızarmayan yüzümün kızarmasına sebep oldu. Ben onu kastetmemiştim.

"Sapık, ben yüzünü demiştim."

"Ben de yüzümü kastettim. Sen ne anladın?"

Ben daha çok utanırken o kısık sesli bir kahkaha attı.

Elini boynuma koyup güreşir gibi başımı kendine doğru çekti ve dizlerine yatırdı.

"Ya bırak Allah aşkına! Ne istiyorsun benden?"

"Ulan seni kucağımda oturtmazsam şerefsizin tekiyim demiştim. Şimdi başını dizime koy yoksa tekrar kucağımda oturursun."

Ben rahatsız olmayayım diye sözünden dönmüş ve beni kucağından indirmişti. E benim de başım dizinde oluversin.

Eli yine uslu durmadı ve usul usul saçlarımın arasında kaydı. Hem okşuyor hem de oynuyordu. Bir an sanki saçımdan derin bir nefes çekiyor gibi hissettim. Gözlerim ise kendiliğinden kapanmıştı.

***

Uzaktan gelen telefonumun sesi ile olduğum yerde döndüm ama beni tutan bir şey hareketlerimi sınırladı. O şey beni kendine doğru çekip yerimi düzelttikten sonra telefonumun sesi kesilmişti. Bacaklarım bir engel yüzünden tam olarak açılmıyordu. Bu yüzden kafamı olduğu yerden biraz daha ileriye götürdüm. Uyuduğumu ve uyandığımı biliyordum ama nerede? Gözlerimi açasım yoktu.

Kalkmak için biraz daha esneyip kafamı kedi gibi olduğum yerde sürtünce kafam bir çift el tarafından sabitlendi.

"Sabrımı sınıyorsun sabrımı."

Alaz'ın sesini duyunca aniden kalkıp dikleştim. Arabadaydım!
Doğru ya biz Urfa'ya gidiyorduk. Peki kaç saattir yoldayız?

"Ne oldu? Gelmedik mi daha?"

"Bir şey yok. Sen bir saattir yatıyorsun. İki saattir yoldayız. Bir saatlik yolumuz kaldı. Abin aradı, aramak istersen telefonun ön koltukta."

Uzanıp ön koltuktan telefonumu alırken Yusuf'un hâlâ kulaklık taktığını gördüm. Sanırım benim bindiğim hergün bu olacaktı.

"Onu demiyorum, kim sabrını sınıyor?"

"Boşver."

Neden saklıyor?

"Boş vermiyorum. Söyle!"

"Söylesem utanırsın."

Söylediği şeyle gözüm önce dizine daha sonra da biraz üste çıkıp önüne kaydı. Az çok ne olduğunu anlamıştım. Daha sonra nereye baktığımı fark edip hemen gözümü geri çektim. Utanç yine bütün hücrelerime kadar etki etmişti.

"Tamam söyleme."

Yine az sesli bir kahkaha atınca pislik deyip önüme döndüm. Ondan kurtulmak için ekrana bakınca beş cevapsız çağrı gördüm. Mirhan ve Diyar aramıştı.

"Neden açmadın? Evdekiler beş kere aramış."

"Mirhan'ın telefonunu açmak istemedim."

"Diyar'ınkini neden açmadın?"

"Uyanma diye sessize aldım, görmemişim."

Biz konuşurken çoktan Mirhan'ı aramıştım. Telefon tam kapanacakken açılınca kulağıma yasladım.

"Efendim abi?"

"Nerdesin be gülüm? Arıyoruz açmıyorsun."

"Abi bi sakin olsana. Ne oldu anlat."

Alaz kaşlarını çatıp bana dönünce telefonu hoparlöre alayım diye işaret yaptı. Tabii ki almadım.

"Zeynep'in doğumu başladı, hastanedeyiz. Hayırlısı ile doğum gerçekleşene kadar gelmezsen yengenin ömür boyu başına kakacağını biliyorsun."

"Ne. Doğru mu duyuyorum."
Aldığım haberle şok ve mutlulukla bağırınca Alaz elimden telefonu alıp hoparlörü açtı. Kulaklık takmış olmasına rağmen Yusuf bile bağırmamı duymuştu.

"Bağırma be kızım. Ne bu ambulans sireni gibi."

"Hala oluyorum ben hala... Tabii ki bağıracağım. Asıl sen baba oluyorsun ne bu halin?"

Sesi korkulu ve endişeli geliyordu.

"Baba oluyorum değil mi? Bilmiyorum ki, korkuyorum gülüm. Bir şey olmaz değil mi?"

Anlaşılan yengeme ve paşama bir şey olmasından korkuyordu. Söylerken bile duraksayarak söylemişti. Alaz ise kaşlarını çatarak dinliyordu. Galiba bu duygular ona yabancı olduğu için böyleydi.

"Merak etme abi, yengem ve paşam sağ salim çıkacak oradan. Tek doğum yapan o değil ya. İçini ferah tut sen."

Sıkkın bir nefes verince ne söylersem söyleyeyim sakin olamayacağını anladım.

"Gel sakinleştir gülüm. Olmuyor böyle. Mutlu mu olayım tedirgin mi bilmiyorum."

"Abi, kaç kişi var orada? Kim gelmiş bizden?"

"Şu an konakta sadece Hacer abla ve Hatice var."

Ailecek hastaneye gitmişler ve bir tek ben yokum.

"Şimdi abim, benim bir iş için Urfa'ya gitmem gerekiyor. Sen başını Meryem Sultan'ın dizine koy sakinleş. Yengem beni mahf edecek biliyorum ama en kısa zamanda geleceğim."

"Bir sorun yok değil mi? Urfa'ya ne diye gidiyorsun?"

Of! Gerçekten bugün her şey üst üste geliyor

"Abi, bir arkadaşımı istemeye geliyorlar ama kız istemiyor. Bizden yardım istedi. Ben ve Alaz gidiyoruz. Sana daha sonra anlatırım. Sen bizi merak etme yengem ve oğlunla ilgilen. Yengeme de gitmem gerektiğini söylersin. Lütfen yalnız kalma annemin yanına git."

"Tamam gülüm. Kendine iyi bak. Önce Allah'a sonra Alaz Ağa'ya sonra emanetsin."

Alaz bunu duyunca gülmemek için kendini zor tuttu.

"Hadi öptüm abim baybay."

Abimin bir şey demesini beklemeden telefonu suratına kapattım. Her an başka bir şey söyleyebilirdi.

Telefonu kapatınca ona döndüm ama hâlâ gülmemek için direniyordu.

"Gül gül... Niye telefonumu hoparlöre alıyorsun."

"Bunu duymak için."

"Keşke sen de biraz kendi eniştene güvensen."

"Enişteleriyim değil mi?"

Kendi kendine sırıtmaya başlayınca sabır çekip yan taraftan yola bakmaya devam ettim.

"Yok eltilerisin. Ya sabır ya selamet."

"İstersen seni bırakayım hastaneye. Ben yetişene kadar Orhan yapması gereken şeyleri yapar."

Bu adamın kafasına ben görmeden bir şey mi düştü acaba? Gereğinden fazla iyi davranıyor.

"Yok yok , gidip halledelim. Vakit kaybetmeyelim."

Başını sallayınca ben tekrar yola bakmaya devam ettim. Oturduğu yerde bana doğru yanaşıp bir kolunu boynuma sardı. Bu adam yüz verdik diye bugün fazla bir samimi oldu.

"Bırakır mısın artık? İki buçuk saattir rahat vermedin."

"Bırakmam. Ben sana demiştim ama değil mi? Ayrıca uyurken gayet de keyfin yerindeydi. Bulmuştun rahat yeri uyudun bir saat boyunca."2

"Şimdi de uyuduğum saatleri mi sayıyorsun?"

Dudağına kondurduğu gülümseme ile elini kafama bastırıp zorla başımı omzuna yasladı. Lafından dönmüyordu. İlla Urfa'ya kadar onunla temas halinde olacaktım.

Başımın tam tepesinde hissettiğim dudaklar ile gerildim. Beni öptü, başımdan...

Şeytan diyor tut yakasından öyle değil böyle öpülür diye yapış duda-2

Tövbe yarabbi estağfurullah. La ilahe illallah.
Bu düşüncelerle bana yazılan günah anca hatim indirirsem silinir. Gerçi kocam değil mi, istediğimi düşünürüm.

"Yusuf koçum dur burada."

Neden durdurdu bilmiyorum ama şu an durduğumuz yer çok güzel bir yerdi.

"Neden durduk?"

"Yemek yemedin Hanımağa'm, durup şurada bir şeyler yiyelim orada vaktin olmaz."

Arabanın durduğu mekan çok güzeldi. Durduğumuz yer tamamen yemyeşil etrafı küçük bir havuz ve içinde ördekler vardı. Lüks bir mekan değildi ve ev yemekleri olduğu belliydi. Etraftaki ağaçlar gölgelik yapıyordu.
Burası Şanlıurfa'ydı

Hem içeride hem de dışarıda masa ve sandalye olması çok hoşuma gitti çünkü isteyen açık havada yiyebilirdi. Durup burada yemek yemeyi çok isterim ama Deran'ın durumunu bilmeden olmaz.

"Yemeyelim, aç değilim. Onun durumunu merak ediyorum."

"Sen uyurken aradım ve geleceğimizi söyledim. Merak etme o benim geldiğimi duyunca biraz olsun sakinleşmiştir. Abisini durduracak tek kişiyim. Ama durdurmayacağım..."

"Alaz sana sakin kalacaksın dedim."

"Bana emir mi veriyor küçük karım? "

Gülerek söylediği şey sinirimi bozmuştu. "Ben küçük değilim. Yemek falan da yemiyorum. Yusuf arabayı sür."

Yusuf duymadı çünkü biz konuşmaya başladıktan sonra tekrar kulaklığını takmıştı.

"Yemiyor musun? Orada bile kucağımda oturturum."2

Gözleri tehlikeyle parlarken bunu yapacağını biliyordum.

"Bak sana kaçtır söylüyorum, bana bir şeyleri zorla yaptırma. Kucağına alan yerlerini acıtırlar aklın şaşar."

Daha sözüm bitmeden arabadan inip benim kapıma doğru gelince az önce çıktığı kapıya gelip açtım ve arabadan indim. O tekrar bana doğru gelince arabanın etrafında dönmeye başladık.

"Alaz millet bize bakıyor."

Hem korumalar hem de yemek yiyenler bize bakıp gülüyordu. Yine rezil olmuştum. Zaten bu günlerde rezil olmaya doyamıyordum.

"Umurumda mı sanıyorsun?"

Hâlâ arabanın etrafında dönüyorduk.

"Arabanı çizerim."

"Beş tane arabamı patlattın, bu umurumda olur mu sence? Artık sayende günde bir araba alıyorum."

"Cimri, bir tane bana alamaz mısın?"

Herkes sanki film izler gibi bize bakarken o kimseyi umursamıyordu.

"Benim olan her şey senindir karım."

"Lafı değiştirme, alacaksın bana."

"Asıl sen lafı değiştirme. Gel yemek ye, gitmemiz gereken bir yer var. Herkes bizi bekliyor."

Hem durmamı isteyip hem de kovalamaya devam ediyordu. Mustafa gülerek bize bakarken Orhan öldürecek gibi bakıyordu. İnsanlar sanki maymun oynarmış gibi bizi izlerken Alaz umurunda olmadan beni kovalamaya devam ediyordu.

"Kovalama beni yeter. Nefesim kesildi. Ağlarım bak."

"Dur o zaman, ağlarsan susturmak için çok farklı yöntemler deneyeceğim."2

Bu adam bu dünyaya beni insanlara rezil etmek için gelmiş. Utanmadan her ortamda her şeyi söylüyor. Herkesin içinde söylenecek söz mü bu?

"Ya sen bir sussana, utanmıyor musun bunları söylüyorsun? İstemiyorum ben, söyleme bana böyle şeyler."

Arabanın üzerinden sadece onun duyacağı şekilde konuşurken aynı zamanda nefesimin düzene geçmesini bekliyordum. Ben onun bu tür imalarını duymak istemiyorum. O çok hızlı gidiyor ve ben onun hızına yetişemiyorum.

"Sen bu kadar insanın dikkatini çekmeye devam et, bunca adam sana bakmaya devam etsin bak o zaman herkesin önünde bana ait olduğunu onlara nasıl gösteriyorum."

Etrafa baktığım zaman korumaların ve yemek yiyen erkeklerin hepsinin başı eğik ve yere bakıyorlardı. Korumalar zaten saygılarından böyleyken yemek yiyenler Orhan, Berat abi, Alaz ve Mustafa'nın sert bakışları yüzünden kafalarını eğmek zorunda kalmışlardı.

"Ben sana ait değilim bunu önce şu kafana bir sok."dediğim an ayakları yere mıh gibi çakıldı. Yüzü anında düşerken herkes bir anlığına bize dönmüştü.
Ben onu sesli mi söyledim?

"Bin şu arabaya!"

Donuk ve hissiz bir şekilde söylediği cümle bütün hücrelerime kadar üşümemi sağladı. Gözlerindeki ifade sesi gibi soğuk ve hissizdi ama yine de oradaki bir ifade kendini saklayamamıştı. Sinirle onu örtmeye çalışmıştı ama görüyorum, kırılmıştı...

Karısı ve belki de sevdiği kadın ona, ben sana ait değilim, demişti.

Peki doğru olan ne, ben gerçekten ona mı aitim?

"Berva, bin şu arabaya dedim!"

Benim sesli söylememe rağmen o beni bu kadar insanın içinde kırmamak için sessiz söylemişti. Belki de ona biraz haksızlık ediyorum.

"Orhan koçum, siz hepiniz burada karnınızı doyurun. İşiniz bitince bana haber ver sana konum göndereceğim."

Ceza olarak beni aç bırakacak sanırım.

Onlardan cevap beklemeden Yusuf'un yerine oturup benim de binmem için son kez gözleriyle uyardı. Arka kapıya elimi atacağım sırada "Öne bin." diyerek beni durdurdu.

Gerçekten kırıldığını hissetmiştim. Çünkü bu güne kadar bana ne kadar kinli olursa olsun böyle davranmamıştı.

Ben arabaya bindiğim an lastiklerin yerde çıkardığı kulak ağırtıcı ses ile araba hareket etti. Sinirlenmişti.

İki dakika kadar araba süratle ilerledikten sonra yol kenarında arabayı durdurdu.

"Açsın, arkada yemek var al ye."

Kafamı hafif bir açıyla arkaya çevirdiğim zaman Urfa'ya özgü bir çok yemek gördüm. Biz arabanın etrafında gezerken ne ara bunlar oraya geldi? Halbuki ben ceza olarak beni aç bırakacağını düşünmüştüm.

Üzerinde nohut ve üzüm olan adını bilmediğim pilav, kebap, borani, ciğer şiş, içli köfte ve daha bir çok yemek. Mevlid mi veriyor bu?

"Aç değilim."

Derin bir nefes verip yan taraftaki camdan dışarı bakmaya başladı. Bir şey söylemek istiyor ama söylemiyor gibiydi. Bir dakik kadar dışarı bakınca canım sıkıldı.

"Niye gitmiyoruz?"

Cevap vermedi.

"Alaz ne oluyor? Yetişmemiz gereken bir yer var ve saat beşe geliyor... Biraz acele eder misin?"

Yönünü bana döndü, daha çok sinirliydi sanki.

"Yemeğini ye, gideceğiz."

İnat etmeden arkadaki yemekleri aldım ama bunların hepsini yiyemeyeceğimi bildiğim için sadece serinlemek için bir kase soğuk cacık içtim. Bu yeterliydi. Zaten aç değilim.

"Sen de ye."

Bir kase cacık içene kadar beni izledi ve o yemek yemedi.

"Ben sonra yerim."

"Hayır şimdi yiyeceksin. Ben şimdi yiyorsam sen de yiyeceksin."

Kendi kaşığımı ona doğru uzattım ama yemedi. Geri çektim çünkü o da benim gibi başka birinin kaşığıyla yemiyor olabilirdi.

Geri çekilmeme fırsat vermeden elimden tutarak kaşığı ağzına aldı. Gözlerimin içine bakarak kaşıktakini yedikten sonra yavaş yavaş çiğnemeye başladı.

O ağzındakini yutana kadar hipnoz olmuş gibi ona baktım çünkü ben başkasının kaşığından asla yiyemezdim.

Ağzındaki bitince göz kırparak beni kendime getirdi. Artık zayıf noktamı biliyordu.

Arka koltuğa uzanıp başka bir kaşık alıp bana verdi.

"Al sen bununla ye, biliyorum kullanılmış kaşıkla yemiyorsun."

Uzattığı kaşığı aldım ve onunla birlikte pilav yemeye devam ettim çünkü ben yemesem o da yemezdi.

Bir süre beni izledikten sonra yemek yemeyeceğini anladığım zaman tekrar kaşığı doldurup ona pilav uzattım. Bunu da yedikten sonra bu sefer aynı kaşıkla ben yedim. Evet, aynı kaşıkla.

Şaşkın saşkın bana bakarken dudağında tebessüm hakimdi. Gülecek ne vardı ki?

Ne var dercesine kaşımı kaldırınca tebessümü daha da derinleşti.

"Benden tiksinmiyor musun?"

"Bilmem, hiç tiksinmeden yiyebildim işte."

Ben yemekleri toplayıp poşetlere koyarken o ise anahtarı çevirip bize doğru gelen Orhan ve korumaların konvoyunun önüne geçti.

Söylediğine göre Gürman konağına yirmi dakikalık bir mesafe kalmıştı.

"İyi, ileride öpeceğin dudaklardan tiksinmemen güzel."3

***

Neredeyse Ulusoy konağı kadar, hatta ondan daha büyük bir konağın dışındaydık. Sadece bizim ve Orhan'ın aracı konağın önündeydi dikkat çekmemek için. Biraz uzaktaydık, eğer yakına gidersek korumalar tanıyıp bizi içeri alırmış. İçeriye girmek için ne bekliyoruz bilmiyorum ama Orhan biraz daha beklerse şuraya doğuracak gibiydi.

Doğurmak derken, acaba yengemin doğumu nasıl geçti?

En son Alaz bana yine sinir olacağım sözler sarf ederken onu, böyle şeyler söylememsi için uyardıktan sonra aramıştım.
Alaz tabii söylediklerime aldırmadan konuşmaya devam etti.

Neymiş, ileride dudaklarından öpecekmişim. Kucağına atlayıp ondan ayrılmayacakmışım.

Çok görür pislik!

Ya çok görürse...
Tövbe Allah'ım tövbe!

"Alaz, konağa şimdi girmeyeceksek abimi arayacağım."

Bütün heybetiyle karşısındaki konağa bakarken yönünü bana çevirdi.

"Ara, beş dakika sonra gireceğiz. Adamı araştırmak beş dakika kadar sürecek."

Onlar adamı araştırırken ben o beş dakikalık süreçte abimi aramıştım. Yengemin ve bebeğin iyi olduğunu, yorgunluktan şu an ikisinin de uyuduğunu ve yengemin eve gidince bana trip atacağını söylemişti. Sesi titreyip ağladığını hissedince benim de gözümden yaşlar akmıştı.

"Gülüm, baba olmak çok güzelmiş. Şimdiden daha farklı hissediyorum."derkenki ses tonu beni kalbimden vurmuştu.
Mirhan Çetiner şahane bir baba olacaktı.

Koca konağın karşısına korumalar ile birlikte gelince bizi gören Gürman korumaları anında kapıyı açtı. O esnada konağın balkonlarından birinde olan Mervan Ağa açılan kapıya döndü, bizi görünce yüzüne şaşkınlıkla beraber hatrı sayılır bir gülümseme hakim oldu. Mervan balkondan çıkıp avluya gelene kadar cümbür cemaat içeri geçtik.

"Oo hoşgelmişsin Alaz Ağa'm."diyerek bize doğru gelip Alaz ile tokalaştıktan sonra bana kafa selamı vererek hürmette bulunup bizimle birlikte gelen diğer erkeklerle de tokalaşmaya gitti.

"Bejin, Deran..."kardeşlerini çağırınca ikisi aynı anda aşağı indi. Giyinmiş ama özenmemişlerdi. Anlaşılan Bejin de ablasının istemediğini biliyordu.

İki genç kız bana sarıldıktan sonra Alaz'a da selam verip yanımda durdular. İrem Deran beni gördüğünd gerçekten mutlu olmuştu.

"Berva'yı rahat ettirin. Hiçbir şeyi eksik olmasın. Mardin Hanımağası ilk kez Gürman konağına gelmiş saygıda kusur olmasın. Yengemiz başımızın tacıdır."

Mervan iki kardeşi tembih ederken bu koca konakta da fazla kişi olmadığını gördüm. Bunu başka bir ara soracaktım. Ulusoy konağında normaldi çünkü duyduğum kadarıyla Alaz huzur için kendi konaklarını ayırmıştı. Belki arkadaşları da onun bu fikrini benimsemişlerdi.

Öğrendiğim kadarıyla anne ve babaları ölmüştü. İki erkek daha bize selam verip Mervan'ın yanına geçince onların da kardeşleri olduğunu söyledi. Şervan ve Berzan en az Mervan kadar yakışıklıydı.

"Teşekkür ederim Mervan Ağa ama öyle ekstra bir şey yapmaya gerek yok. Bu karşılama bile yeter de artar bize."

Deran tam yanımda durduğu için korkusunu hissediyordum. Bana temas eden elinin rahat durmamasından belliydi ne kadar tedirgin olduğu.

"Ee, bu ziyareti neye borçluyuz Alaz Ağa'm?"

"Bacımın istemesi varmış."

İrem kasılırken Mervan gülmeye başlamıştı.

"Evet var ama ilk seferden kız verildiği nerede görülmüş? Biraz çektireceğiz karşı tarafa. Bacım ne derse odur bilirsin."

Mervan Ağa da kardeşlerine düşkün bir ağaydı. Zaten Alaz'ın şerefsiz tiplerle arkadaş olmayacağını biliyorum.

"Deran ne derse o değildir Mervan."

Deran'ın üç abisi de bu söze kaşlarını çatarken anlamadıklarını biliyordum.

Orhan gözlerini yanımdaki kızdan ayırmıyor, Deran'ın korkuyla kolumdan tutan elini gördükçe ellerini yumruk yapıyordu.

"Abi, bu ne demek? Bir sorun olmasa sen böyle bir şey demezsin."

Şervan Alaz'ı iyi tanımıştı demekki.

"O adam tekin biri değil. Onu bana verin buradaki işim bitiyor. Ha yine de bacıma soralım."

Hepsi birlikte bize döndü.

"Deran, o adamı istiyor musun?"

Hızla başını sağa sola sallayınca onlar da istemediğini anladı.

"İncim, madem istemiyordun neden baştan söylemedin?"

İrem abisine bir cevap vermeyince utandığını düşündüler.

"Tamam Mervan, şimdi kızın üzerine gitme. Adam gelsin onu götürüp gidiyoruz."

"Olmaz öyle, oturup yemeğimizi yiyin sonra o adam ne yaptıysa beraber icabına bakarız. Bir de gelip benim incimi istiyor."

"Mervan, adam hatayı bana yaptı senlik bir şey yok. Ayrıca kalamayız çünkü Mirhan Ağa'nın oğlu oldu oraya yetişeceğiz."

Beni hastaneye yetiştirmek gibi bir planı olduğundan haberim yoktu. Bütün bunları düşünmesi gerçekten çok ince bir hareket.

"Hala oldun demek yenge hanım. Gözünüz aydın. Allah analı babalı büyüsün."

Herkes iyi dileklerini iletirken ben yine hala olmanın heyecanı ile yerimde duramıyordum.

Deran ve Bejin bana sarılıp kulağıma tebrik ve teşekkürlerini sıralarken bu sefer hiçbir şey yapmadığımı ve her şeyi Alaz'ın yaptığını onlara söylemedim. Bu ortamda söylenmez zaten.

Saat yavaş yavaş sekize yaklaşırken hepimiz içeride oturmuş misafirlerin gelmesini bekliyorduk. Yemek yediğimizi söylememize rağmen yemek hazırlanmış ama kimse yememişti.

Biz kızlarla bir ara başka bir odaya çekildiğimiz zaman ikisi de yine bana sarılmıştı. Deran'ın gözleri bazen doluyor ardından Bejin ve benim uyarılarımızla kendine geliyordu.

Dakikalar sonra bir koruma içeri gelip misafirlerin kapıda olduğunu söylediği zaman Mervan, onları içeri buyur etmelerini söyledi. Koruma gidip tekrar gelince bu sefer yanında iki adam bir kadın ve anne babası olduğunu düşündüğüm iki yaşlı insan vardı.

Deran o şerefsizin kim olduğunu bana eliyle işaret etti ama Alaz araştırdığı için kim olduğunu önceden biliyordu. Orhan o adama öldürecekmiş gibi bakarken aynı zmaanda Deran'ın ona bakıp bakmadığını kontrol ediyordu bir yandan.

Misafirlerle tokalaşma faslı bitip herkes yerlerine kurulunca kız tarafının ölümcül bakışları erkek tarafına ok gibi saplanıyordu.

"Nasılsın Mervan Ağa'm?"

Yaşlı adamı konuşturmayıp kendi konuşması bile terbiyesiz olduğunun ispatıydı.

"Ben iyiyim de Faruk, sen sanki hiç iyi değilsin."

Mervan Ağa ayar veriyor.

Aynı anda Deran telefonuna gelen bildirim ile mesajı bana gösterdi.

Mardin ağasının burada ne işi var ve diğer adamlar kim? Yanlış bir şey yaparsan, yapacaklarımdan sen sorumlusun ona göre.

Mesajı okuduğumu görünce yüzündeki sert ifadeyle bana ve Deran'a batı. Mervan'a cevap verip sözü babasına devrettikten sonra bir mesaj daha yazdı.

O yanındaki ağa sürtüğüne bir daha mesajları gösterirsen canını alırım.

Attığı mesajı görünce sinirden titreyen ellerimi kontrol altında almakta güçlük çektim. Ben ona alttan alttan bakarken o direkt bana sinirle bakıyordu.

Herkes zaten ona baktığı için bana nasıl baktığını görmüştü. Alaz'ın yerinden bir hışım kalkması odadaki herkesi korkuttu ama onu zorla tekrar yerine oturttum. Onu zapt etmek çok zordu.

"O gözlerini karımdan çek, ona ters bakan gözlerini deşerim."

Berat da tıpkı Alaz gibi yerinde zor duruyor, misafir olmasa durmayacağını biliyordum.

"Yanlış anladın ağam..."

"Hayır! Yanlış anlamadı."

Benim konuşmam ile Alaz başta olmak üzere herkes bana döndü.

"Kocam, bu adam bana ağa sürtüğü dedi."

Tabii ki böyle şeyleri şikayet edecek bir kadın değilim ama bu adam bunu çoktan hak etmişti.

Birden kızışan ortalık ile ne ara kalktığını bilmediğim Alaz adamın tepesine çökmüş durmadan yumruk sallıyordu. Mardin ve Urfa ağaları olduğu için de gelen diğer erkekler ses edemiyordu.

Berat, Mervan ve Berzan zar zor onları ayırmıştı ama üç kişiyle zorla Alaz'ı zapt ediyorlardı.

Küfürler havada uçuşurken Deran neden böyle bir şey yaptığımı sorup duruyordu.

"Merak etme , Alaz'ın katil olmasına izin vermem."

"Yakmışsın adamı Hanımağa, parmağında çevir dur."

Bejin'in söylediği şeye hep beraber gülerken şaka yaptığını biliyorduk. Erkekler ise bize canavar görmüş gibi bakıyordu. Alt tarafı birimizin kocası diğerlerinin abileri kavga ederken biz gülüyorduk!

Üç adamın elinin arasından kaçmaya çalışan kocamın yanına gidip elimi elinin üzerine bıraktım. Bu pek fayda etmeyince kulağına eğilip sakinleşmesini söylediğim zaman durup bana döndü.

"O sana..."

"Onun ne dediği değil benim ve senin nasıl düşündüğümüz önemli. Hadi yeter, daha yeğenimi görmeye gideceğiz."

Az da olsa sakinleşince Şervan, Faruk denen adamı dışarı çıkarmaya çalıştı. Berzan ise elindeki kanı silmesi için Alaz'ı lavaboya götürdü.

"Kardeşini bana vermiyor musun Mervan Ağa?"

Artık yiyeceği dayağı yediği için cesaretliydi.
Mervan ona cevap verme tenezülünde bile bulunmayınca Deran'a dönüp tekrar konuştu.

"Kiminle evlenirsen evlen o şerefsiz kocanın yanında seni altıma alacağım lan. Kocanın ellerinden seni alacağım."

Bu söz ile deliren Mervan'ı, Berat ve iki koruma zor tutarken Şervan elinin altındaki adama yumruk sallamaya başladı. Her vuruşunda zaten kanayan suratından oluk oluk kan boşalıyordu.

Onu da Bejin zorla gidip sakinleştirirken Şervan'ın Bejin'e çok fazla değer verdiğini anladım. Tek sözüyle bırakmıştı.

"Benim lan kocası, gel al bakalım nasıl alıyorsun."

Beklenen, daha doğrusu benim beklediğim an gelmişti. Arkada gerilim fon müziği çalsa tam olurdu yani.

Çünkü bu konuşan Orhan'dan başkası değildi.3

Herkes olduğu yerde donup kalırken Orhan bu sefer adamı dövmeye gitti. Kim kime derken en son adam ölecekti.

E, herkes zaafi ile sakinleşti. Ben Orhan'ın zaafını nereden bulacağım derken elimin altındaki Deran'ı ona doğru itip sakinleştirmesini söyledim.
Nasıl davranacağını bilmeyen kız eliyle Orhan'ın yumruk olan elini tutunca zaten Orhan donup kalmıştı. Herkesin şaşırmasını fırsat bilip iki korumayla Faruk'u gönderdim. Ailesi ne kadar yalvarsa da onu vermedim.
Orhan'ı da kızın abilerinden dayak yemesin diye iki korumayla başka bir araca gönderdim. Zaten henüz kızın etkisinden çıkamamıştı.

Şükür bugün de ortalığı karıştırdık!

"Ne dedi la o it?"

Alaz ve Berzan işlerini halledip geldiklerinde Faruk'un söylediği söz çok fazla zoruna gitmiş olacak ki hâlâ etrafa öfkeyle bakıyordu. Bakışları gözlerime ulaştığında ise adımları bana doğru döndü.

"Bir şey demedi Mervan Ağa, o da sizin gibi Deran'ı savundu. Biraz abarttı ama onu da gençliğine ver. Gaza geldi zaar."

Gençliğine ver dediğim kişi de Mervanla neredeyse yaşıt!

"Neyse... Şervan, yardımcılara söyle şuraları toplasınlar. Biz de diğer odaya geçelim."

Herkes hâlâ olanların etkisinde olduğu yerde duruyordu.

"Yalnız Alaz Ağa, o adamın icabına beraber bakacağız. Kardeşime söylediği yenilir yutulur değil."

"Mervan zaten sinirim tepemde, daha fazla konuşup asabımı bozma. Adam yanımda benim kadınıma yan yan baktı lan!"

"Neyse, şunu yapmayın artık."

Gözlerimle onlara Deran'ı gösterince uzatmayı bıraktılar. Deran hâlâ donuk donuk etrafa bakıyordu.

E ne yapsın? Biri onu tehdit edip üstüne abisinin yanında kötü laf etti, diğeri bildiğin ben onun kocasıyım dedi...

Bejin ve ben onu kendine getirip odaya getirdiğimizde erkekler az da olsa sakinleşmişti. Orhan ben gönderdikten sonra bir daha gelmemişti. Berat ise sessiz sessiz oturuyordu.

Yardımcılar bu olayı sindirmemiz için bize kaçak çay servisi yaparken bile kimse konuşmuyordu.

"Bir kız doğdu."

Herkes bana malmışım gibi bakarken ben onlara siz ne bilirsiniz dert gibi, bilmişce bakıyordum.

"Böyle sessiz anlarda bu denir."

Berzan konuyu değiştirdiğimi anladığı için o da konuşmaya devam etti

"Kız demişken Alaz abi, biz yeğenimizi ne zaman kucağımıza alıyoruz?"

Sessiz kalsak da olurmuş aslında

Elimdeki çay az kalsın üstüme dökülecekken Alaz'ın bana dönmesi ile kaybolmayı diledim. Onun bana dönmesi ile odadaki herkes bana dönmüştü ve ben utançtan yerin dibine girmek istiyordum.

"Karım ne zaman isterse."

Ben ağzımı bile açamayacak hale gelirken diğerlerinin keyfi yerinde, gülüyorlardı.

"Bunların çalışmalara başladıklarından bile şüpheliyim."

Berat'ın bu sefer olaya dahil olması ile ben hepten ortamdan koptum.
Deran ve Bejin'in kulağıma söylediği utanç verici şeylerin yanında erkeklerin Alaz'a çocuk için söyledikleri kafamda karman çorman bir hal almıştı.

"Berva, hemen çalışmalara başlamalısın. Belki sana söylemiyor ama Alaz bu başlasa bir daha durmayacak gibi istekli."

He Deran sen de gel üzerime.

"Aynen vallaha, senin gibi zeki bir kız çocuğu düşünüyorsa bu adamın elinden kaç bence."

Bejin de eksik kalmasın tabii.

Utançtan oturduğum yerde ağlayacak kıvama gelmişken elimin üstünde hissettiğim el beni ortama biraz olsun bağladı. Herkes olduğu yerde benim kızaran suratıma bakıp gülüyordu. Alaz ise utançtan oynadığım parmaklarımı tutmuş okşuyordu.

"Yenge, onu bunu bilmem... Ben en kısa sürede yeğen istiyorum. En kısa süre ne kadar oluyor bu arada?"

"Dokuz ay."

Şervan'ın sözlerine Berzan'ın ciddi ciddi cevap vermesi ile Alaz'ın elini daha çok sıktım.

"O zaman sekiz ay yirmi dokuz gün sonra yeğenimi istiyorum. Siz hiç rahatsız olmayın biz evi boşaltıyoruz, haydi çıkıyoruz. Size iyi çalışmalar."

Şervan gerçekten ayağı kalkınca bu işin sonunda zararlı çıkacağımı anladım. Gerçekten evi boşaltıp dokuz ay sonra ellerine çocuk vermemi bekliyordu. Ben ise daha yirmi yaşındayım.

"Abartma lan! Gitmeyin karımın üstüne. Yeter bu kadar."

Hepsi kahkahalar ile kızaran suratıma bakıyordu.

Öl Berva, şu an öl ve yerin dibine gir.

"Mervan, biz çıkalım kardeşim. Saat on, daha hastaneye gideceğiz."

Evet evet, kesinlikle şu an kalkmalıydık. Zira benim başım eğilmedi, koptu koptu.

"Kalın diyeceğim ama madem yenge hanım yeğenini görecek, bu seferlik izin veriyorum."

Hep beraber ayaklanınca Deran tekrar bana sarılıp teşekkür etti. Ben henüz konuşacak kadar utancımı yenmediğim için sadece sırtını sıvazladım.

Bahçeye çıktığımız zaman korumaların beraber kaynaşıp bilek güreşi yapmaları herkesin yüzünü güldüren bir detaydı. İyi insanlar her zaman dünyayı güzelliştirmek için vardı.

Bizi gören korumalar hep beraber ayaklanıp araçlara geçince bizler de son defa vedalaşıp araçlarımıza binmiştik. Çok yorucu bir gündü. Acayip yorulmuştum.

"Saat kaç?"

"On'u geçiyor güzelim, uykun mu geldi?"

Güzelim dedi duydunuz mu?
Güzelim...

"Evet, biraz."

Yusuf bu sefer kulaklık takmamıştı. Bu adama da yazık günah yani.

"Daha üç saat var Mardin'e, istersen uyu dizimde."

"Hayır uyumayacağım. Hem gece gece hastaneye gitmeyelim. Yetişene kadar saat dört olur. İki saat evde dinlenip öyle geçelim. Öyle olmazsa uyuyor olacaklar ve biz bir şey görmeyeceğiz."

"Nasıl istersen güzelim."

Güzelim...
Üç oldu sanırım.

***
Gözlerimi açtığımda burnuma gelen hoş koku ile tekrar kapattım. Alaz'ın kokusuydu.

"Şş, uyu güzelim geldik."

O uyu dese bile ben gözlerimi açıp beni kucaklamasına izin vermedim. Ayağımdaki ayakkabılar ve üzerimdeki elbise ile ne kadar rahatsız hissedilebilecekse o kadar rahatsız hissediyordum. Uyku sersemi olduğum için elini belime sarmasına bir şey demedim.

Beni kendisi ile beraber kendi odasına doğru yönlendirirken durdum. Bir hafta boyunca hiç göz göze gelmedik, bir gün beraber yola çıktık diye odasına gideceğimi sanıyordu. Ya da uyku sersemi olduğum için beni odasına götürüyordu.

Her fırsattan istifade ediyor.

"Beni odama götür."

"Zaten odamıza gidiyoruz güzelim."

İnatla hâlâ kendi odasına doğru götürüyordu.

Bu arada dört oldu.

"Hayır beni odama götür."

"Tamam benim inatçı karım tamam."

Bu sefer benim odama çıkan merdivenlerin karşısına geldik. O esnada gözlerim uykulu olsa da Berat'ın Alaz'a hiç bakmadan yukarı çıktığını gördüm. Bunlarda da bir şey vardı ama ne?

Odama geldiğimiz zaman beni yatağa bırakıp ayakkabılarımı çıkardı. Zarif hareketlerle hiç acıtmadan, nazikçe yapıyordu işini.

"Üzerini değiştirmemi ister misin?"

Yine gülerek, dalga geçercesine soruyordu.

"Kafana sıkmamı ister misin?"

"Değiştirecek misin peki?"

"Hayır, elbisemi çıkarıp uyuyacağım."

Gözüm kapalı olmasına rağmen boğazından yükselen yutkunma sesini duydum.

"Şervan'ın istediğini vermek için çalışmara başlamamız gerek biliyorsun değil mi?"

"Alaz, uykum var. Allah aşkına benimle şu şekilde konuşma, alışkın değilim."

Gerçekten bazen bazı şeyleri abartıyordu.

"Yok bir de alışkın olsaydın."

"Olabilirdim."

"Alıştıranın nefesini keserdim."

"Hadi çık odamdan."

"Çıkıyorum ama bugün olan her şeyin hesabını yarın soracağım."

"Ne olmuş yine?"

Acaba yine işlemediğim hangi suçtan ötürü ceza yiyecektim?

"Nasıl ne olmuş? Bugün üzerine gelmek istemedim ama herkesin ortasında bana, senin değilim diyorsun. Kocanmışım gibi davranmıyorsun. Acil bir şey var ama sen beni değil Orhan'ı arıyorsun. Sen beni saymıyorsun Berva daha ne olsun?"

"O ne demek ya? Ben her zaman evli olduğumun bilincinde oldum ve ona göre hareketler sergiledim."

"Bunu yarın konuşalım. Uykun var, uyu."

Konuşmama izin vermeden, belki de uykum geldiği ve sabah erken kalkacağım için odadan çıktı. O çıkar çıkmaz elbisemi çıkarıp iç çamaşırıyla yatağa uzandım. Söylediklerini düşünecek durumda değilim çünkü doğru olduğunu düşünmüyorum. Günün bütün yorgunluğu tekrar üzerime çökerken ben dünyanın belki de en güzel şeylerinden olan uykunun kollarına kendini bıraktım.

****

Sabah uyandığımda saat yediye geliyordu. Dün arabada da uyuduğum için kendimi dinç hissediyorum. Hemen hazırlanıp giyindim ve aşağı indim. Sevgi'den öğrendiğim kadarıyla Alaz bir saat önce evden çıkmıştı.
Hastaneye gideceğimizi bile bile evden çıkmıştı. Belki de o benimle gelmeyecekti.

Avluda otururken Berat'ın da evden çıkmak için hazırlandığını gördüm. Bu konuşmak için iyi bir fırsattı aslında. Hem Avzem'e karşı tavrı hem de Alaz ile küs gibi davranmalarının nedenini öğrenebilecektim.

"Nereye böyle abi?"
Sesimin hesap sorar gibi çıkması onu durdurmaya yetti. Oturduğum çardağa doğru gelip karşımda durdu.

"Dua et toplantım var Berva Hanımağa. Yoksa bu hesap sormanın bedelini çok fena öderdin."

Tepki olarak kaşlarım otomatikman kalktı. Ona tip tip bakarken bana nasıl bedel ödeteceğini merak ediyordum. Ben kimseye hesap vermezdim ve anlaşılan o bunu unutmuştu.

"Berat Ağa sanırım sen beni tanımamışsın. Ben babam dahil kimseye hesap vermem."

Beni geçiştirmek için kafasını he he anlamında sallayıp kapıya doğru ilerledi.

"Ama senin bana verecek bir hesabın var abi."

Adımları durdu ve bana döndü. O da konunun ne olduğunu biliyordu.

"Ayrıca Berat Ağa, kayınpederim ve kaynanam bu evi gelinceye kadar bana emanet etti. Yani demem o ki eve geliş ve gidiş saatlerinize çekidüzen verin."

Bana dalga geçer gibi baktı.

"Emredersin Hanımağam."

Yüzümdeki ciddi ifadeyi görünce doğru söylediğime emin oldu.

"Estağfurullah abi emir ne demek?" deyip konuyu kapattım. Zira ben başka konular ile ilgili konuşmak istiyorum.

"Abi vaktin varsa konuşalım mı biraz?"

"Tabii bacım. Benim de sana söyleyeceklerim var."

Berat'ın içten bir şekilde bacım demesi yüzümde tebessüme sebep oldu. Bir abim daha vardı artık.

Burası bahçe olduğu için ve konuşacağımız her şeyi başkalarının duyma ihtimali olduğu için içeri geçtik.
İçeri geçince ben üç kişilik koltuğa oturdum ve Berat da karşımdaki koltuğa oturdu. Hiç düşünmeden direkt konuya giriş yaptım.

"Konuyu biliyorsun..."

Sıkkın bir nefes verdi.

"Biliyorum. Ben de seninle o konuyu konuşacaktım. Kızın üzerine çok gittim. Ne olduğunun farkındayım, niye yaptığımın da farkındayım ve hatta haksızlık yaptığımın da farkındayım. Sen de sebebini tahmin ediyorsundur."

Kafamı olumlu anlamda salladığımda konuşmaya devam etti.

"Kabahatimin farkındayım ve telafi etmek istiyorum. Onu bir daha buraya çağırma gibi bir düşüncem var mı? Yoksa da olsun."

Onun pişmanlığı bir gün sürüyordu demekki.

"Eğer pişmansan ayarlarız ama kızdan özür dileyeceksin."

"O zaten Allah'ın emri. Başka ne şekil affeder bilmiyorum zaten."

En azından başka erkekler gibi ben özür dilemem demiyordu.

"Tamam. O halde diğer konuya geçelim."

"Diğer konu?"

Derin bir nefes alıp derdimi söyledim.

"Abi, Bir haftadır doğru düzgün eve gelmiyorsun, geldiğin zaman pek fazla konuşmuyorsun. Alaz ile aranız soğuk gibi. Bir sorun mu var?"

O yıkık evden çıktığımız günden beri böyleydi. Erken çıkıp geç geliyor, işi olursa öğlen vakti gelip üstünj değiştirip gidiyordu. Alaz da onunla pek fazla konuşmuyor, hatta hiç denecek kadar az konuşuyordu.

"Bir şey yok bacım. Öylesine arkadaşlarla falan takılıyoruz ondan gelmiyordum gece eve."

İkna olmayacağımı bile bile konuşması da ayrı bir sinirimi bozuyor.

"Berat abi, ne olduğunu söyleyecek misin?
Bak eğer tahmin ettiğim şey ise, gereksiz insanlar yüzünden abi kardeş birbirinizi kırdıysanız yazık olur.
Birbirinize karşı sevginiz gözünüzden okunurken boş yere kalbinizi kırmanız çok saçma. Hele ki Alaz'ın kardeşlerine olan sevgisi bu denli büyükken...
Ha ama dersen ki ben söylemem, emin ol ben zaten bulurum.

Alaz'ın kardeşlerine olan düşkünlüğünü biliyordum ama sebebini çok sonradan anladım. Abisini kollarında kaybettiği için böyleydi.

"O zaman kendin bul."

Berat ayağı kalktı koltuktan. Onun gerçekten de inat edip sorumu cevaplamamasını, çocuk gibi kalkıp gitmesini şaşkınlıkla izliyordum.

"Ne yani cevap vermeyecek misin?"

Olduğu yerde bana dönüp "Benim söylememe gerek yokmuş ya bacım. Sen bulurmuşsun ya, hadi bul o zaman."deyip çıktı. Gerçekten inat edip söylemedi. Bu duruma canım çok sıkılıyordu çünkü bilmediğim bir nedenden ötürü iki kardeş birbirine kırgındı.

Alaz'ın gözlerindeki kırgınlığı dışardan bakan biri farketmezdi belki ama ben farketmiştim. Berat'ın gözlerinden ise utandığını anlamak zor değildi. İşte bunu anlamıyorum. Ne olmuştu da iki kardeş birbirine girmişti?

Ben Berva Çetiner Ulusoy isem bunu er ya da geç öğreneceğim.

Bölümü nasıl buldunuz?

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Emeğimin karşılığını veren herkes, emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💚 🤎

Buraya da bir emoji alabilir miyim lütfen?
5

Bölüm : 09.12.2024 11:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...