19. Bölüm

19

S
aycakayca1


Buraya bir emoji alabilir miyim lütfen?4

Hangi insana bugün zorla bir şey yaptırmaya çalışırsan, hevesi olsa bile artık yapası olmaz.

Örneğin evde iş yaparken birisi size şuranın da tozunu al derse sinirlenirsiniz. Çünkü zaten az sonra yapacağınız şeyi kendisi çok biliyormuş da siz yapmayacaksınız gibi gösterir.

Ya da istemediğiniz bir şey diyelim...

Fark eder mi?

İsteyeyim ya da istemeyeyim, zorla bir şeyleri yapmak zorunda değilim.

Ve benim kocam bugün nefret ettiğim bu davranışı bana uygulamalı olarak yaptı.

Onunla aynı odada kalmak istemeyince beni uyurken başka bir ülkede bilmediğim bir otele getirdi.

Ben ise buna karşılık o uyurken, beni kilitlediği yerden kaçtım

Otelden çıktığım an kapıda hazır olan bir taksiye binip oradan uzaklaştım. Görsün bakalım el mi yaman bey mi yaman...

***

Elimde telefonumla Türkiye'ye dönmek için uçak bileti arıyordum. Sanki buradaki herkes Türkiye'ye gidiyormuş gibi bu günün uçak biletlerinin hepsi alınmıştı.

Dubai'den Türkiye'ye nasıl bugün döneceğim bilmiyorum.

Dubai'ye kaçırmış beni.

Gelip gezmek istediğim, hayalini kurduğum bir ülkeye bu şekilde gelmek gerçekten sinir bozucu ve hayal kırıklığına uğratıyordu.

Bu yüzden biraz da onun sinirini bozmak için ondan habersiz buradan gideceğim ama eğer uyanıp beni o odada görmezse bulması on dakikasını almaz. Hızlı olmalıyım.

Son baktığım uçakta kalan tek yere sanki altın görmüş gibi bakıyordum, ki altın benim kırmızı çizgimdir...

Hemen kimseye kaptırmadan bileti aldım. Şimdi bir daha taksiye binip havaalanına gitmem gerekiyor ama taksiyi nereden bulacağım?

Otelde hazır kapıda vardı da normalde kendimiz çağırmalıymışız.

Bunu az önce itina ile Arapça konuşmayı reddettiğim taksici söyledi...

Adam Türkçe bilmiyor ve ben Arapça bilmiyorum. Nasıl anlaşacağımız muamma...

Tam yarım saat boyunca bana ayna gibi bir şey söyledi ve ben anlamadım.

Ayn mı Ayna mı anlamadım...

Sonra nehn ya da nehnu gibi bir şey söyledi, yine anlamadım.

Tam nasıl anlayacağım derken bu sefer seyidi gibi bir şey söyleyince yüzüm güldü çünkü galiba anlamıştım.

Adım Seyit değil dedim, neden bilmiyorum ama mal mal bakmaya başladı.

Meğerse Türkçe bilmiyormuş...

Ben de çeviri uygulamasını açıp konuşmasını çevirdim, adam yarım saattir nereye gideceğimizi soruyormuş. Hem de araba hareket halindeyken...

Ve ben ismimi sorduğunu düşünmüştüm!

Tam bir rezillik.

Çok şükür sonunda anlaşabileceğimiz bir şey bulmuştum.

Yine aynı durumla karşılaşmamak için taksi çağırma uygulaması indirip özellikle Türkçe bilen bir taksici istedim.

Yok seyidi yok ayna, bu gidişle dikiz aynası ağzına sokacaktım.

Taksinin gelmesini beklerken Dubai sokaklarını bir gezeyim dedim, burası ile Mardin arasında dağlar kadar fark olduğunu gördüm.

Gördüğüm her şey insan elinden çıkmıştı. Oysaki Mardin'de insan eliyle eker ama çıkışı tamamen doğa kaynaklıdır.

Ben ülkemi, şehrimi daha çok seviyorum.

Şehrin tam içinde, işlek caddelerden biri sanırım. Ne insanlar ne de araçlar geç geç bilmiyor. Yüksek yapılar, gökdelenler ve daha nicesi...
Güzel ama boğucu gibi!

"Sorry, I'm new here. Could you please call a taxi on my behalf?"

Üzgünüm, burada yeniyim. Lütfen benim adıma bir taksi çağırır mısınız?

Duyduğum ses ile arkamı döndüm. Yakışıklı, kumral ve uzun boylu bir adam yolda geçenlerden yardım istiyordu. Çok şükür ingilizce biliyordum.

Fakat insanlar bu adama yardım etmeyi reddediyordu. Herkes acelesi varmış gibi hareket ediyordu. Nerde benim ülkemin yardımseverliği, nerde buranın vurdumduymazlığı?

Adam sıkıntıyla derin bir nefes verirken gözleri beni buldu ve bana döndü.

"Tamam tamam, sana yardım edeceğim."dedim İngilizce konuşarak.

Gözleri anında ışıldadı. Ard arda teşekkür ederken çalan telefonumla sustu.

Alaz Arıyor...

"Bir bu eksikti."

"Sen Türk müsün?"

Adam şaşkınlıkla bana bakarken Türkçe konuşunca ben de şaşırdım. Türk müydü yani?

"Evet."

Adam hâlâ şaşkınlıkla bakarken defalarca çalan telefonumu son çare sessiz moda aldım.

"Nereye gideceksin, ona göre sana da bir taksi ayarlayalım?"

Başıma iş almayı o kadar çok seviyorum ki!

"Ben havaalanına gideceğim. Bugün ilk defa burada bir toplantıya katılacaktım. Patronum kendisi gelmiş ama az önce toplantının iptal olduğunu duydum. Geri dönecektim ama bir türlü taksi çağıramadım. Telefonumun şarjı bitmiş de."

Gerçekten doğru söylüyor gibi görünüyordu. Hem samimiydi de. Ondan hiç rahatsız olmamıştım.

"Ben de havaalanına gidiyorum. Bekle sana da bir taksi çağırayım."

Onunla aynı araçta gitmek istemiyorum. Az önceki araçta şoför erkekti diye tam kapıya sığınmış ve olası bir şey için kendimi hazırlamıştım. Ama bu sefer hem şoför hem de bu adamla aynı anda gidemezdim.

"Aslında uçağı kaçırabilirim. Sorun olmazsa senin taksiyle gelebilir miyim? Ücreti ben öderim."

Dudaklarım yana doğru kıvrıldı. Para karşılığı bir şeyler yapabileceğimi sanıyordu.

Ee, ne yapsın? Dünyanın geneli bunu yapıyordu.

"Tamam gelen araca sen bin, ben gitmekten vazgeçtim."

Vazgeçtim, çünkü...

Kocam karşıdan öfkeyle buraya doğru gelirken hiçbir yere gidebileceğimi sanmıyorum.

Sıcak havada sadece siyah gömlek ve aynı renk pantolonla çıkmış, ceketini almamıştı. Uzak mesafeden belli olan öfkesiyle etrafı ateşe verecek gibiydi.

Eğer yanımda bu adamı görürse hiçbir şeyi umursamadan ona dalardı. Bu yüzden gelen taksiyi ona işaret edip Alaz'a doğru yürümeye başladım.

Adamın acelesi olduğu için taksi hızla oradan ayrılırken o beni görür görmez aceleyle gelip yanımda durmuştu.

Uzun boyu ile karşımda dururken alnındaki terleri fark ediyordum. Hava gerçekten sıcaktı.

O kadar dibime girmişti ki eminim arkadakiler dikkatle bakmasa beni göremezdi.

Hiçbir şey söylemeden sağ kolumdan tutup beni arabasına doğru götürmeye başladı.

Yine kolumu sıkıyordu, eskiden yaptığı gibi.

Canım acısa bile bu sefer ona bırak demedim. Kendisi canımı yaktığını ne zaman fark edecek bilmek istedim.

Etraftaki insanların çoğu yoluna bakarken birkaç kişi engel olmak istemişti ama korumalar buna izin vermiyordu.

İşin garip tarafı anında burada olan polisler bile engel olmuyordu.

Belki istersem kolumu kurtarabilirdim. Ya da ona söylesem geri çekerdi elini ama hiçbirini yapmadım. Ben onun farkına varmasını istedim.

Ama ben onun bırakmasını beklerken o gittikçe daha çok sıkmaya devam etti. Neye bu kadar sinirlendi bilmiyorum ama öfkeden konuşmuyordu bile.

Ve kolumu hâlâ sıkmaya devam ediyordu. Öyle ki sıktığı yerin aşağısı hafif morarmıştı.

Korumalar kendi araçlarına binerken o beni hâlâ başka bir araca götürmek için çekeliyordu.

Bu öfke ondan izinsiz dışarı çıktığım için miydi?

Eğer öyleyse bundan sonra benden izinsiz dışarı çıkasına izin vermeyeceğim!

"Alaz dur artık ne yapıyorsun?"

Kararan bitter çikolata gözleri hiçbir şey görmüyordu.
Cevap dahi vermedi, öylece araca doğru gitmeye devam etti.

"Alaz!"

"Sus! Canını yakmak, sözlerimle seni kırmak istemiyorum. İnsanların içinde tartışmak istemiyorum. Sus!"

Canını yakmak istemiyorum deyip kollarımı acıtıyor, sözlerimle kırmak istemiyorum deyip bunca insanın içinde zorla götürüp gururumu kırıyordu.

Araca birkaç adım kalmışken artık kolumun acısına dayanamadım. Gözlerim dolmaya başlamıştı.

Aslında bu acıya gözlerim dolmazdı da her seferinde bunu yapması artık zoruma gidiyordu.

Kolumu ondan çekip kurtarmaya çalıştım ama daha fazla acı çekmemden başka bir işe yaramadı.

"Ah!"
İstemeden ağzımdan dökülen inlemeyle tam aracın önündeyken durdu.
Arkasını dönüp beni kontrol ederken gözleri, dolu gözlerimi bulunca çenesinden bir kas seğirdi.

Sonra yavaş yavaş gözlerini koluma çevirince kızaran kolumu gördü. Elektrik çarpmış gibi geri çekildi.

Kafamı biraz yukarı kaldırıp gözlerimin kurumasını istedim ama kolumu incelemek için elini moraran yere bırakınca irkilerek elimi geri çektim. Gözlerim yine dolmuştu.

Bugün ne olmuştu bu gözlere?
Etimi lime lime etseler sesim çıkmayacakken onun kolumu sıkmasıyla neden dolup beni zorluyorlardı?

Beni kendine çekip elleriyle gözümdeki ıslaklığı sildi.

Yine sözünü tutuyordu. Ama dediğim gibi, ağlattıktan sonra silmesi bir işe yaramıyordu.

Sonra hiçbir şey demeden aracın yolcu tarafının kapısını açıp binmemi bekledi.

Ne bir özür diledi, ne de moraran yere herhangi bir şey yaptı. Söz verdiği gibi gözyaşımı silip geri çekildi.

Söz verdiği için mecburiyetten yaptı...

Hâlâ ona bakarken gözlerim istemsiz dolunca kafamı çevirip açtığı kapıdan araçta ön koltuğa oturdum. Ağladığımı görmesini istemiyorum.

Kapımı kapatıp sürücü koltuğuna oturdu. Araç belli bir süre hareket etmedi. Gözlerinin ise moraran kolumda olduğunu biliyordum. Bu yüzden sağ kolumu göremeyeceği şekilde yanıma koydum.

Acımıyordu şimdi, vücudum hassas olduğu için hemen morarmıştı sadece.

Neden beklediğimizi düşünürken açık olan pencereden bir koruma ona buz torbası uzattı. O ise torbayı bana verdikten sonra aracı sürmeye başladı.

Hâlâ sinirliydi ama az önceki kadar değildi. İkide bir koluma bakmaya çalışıyordu fakat görüş açısında değildi. Ben ise getirdiği buzu kullanmamıştım.

"Al o buzu, koluna bırak!"

Ses etmedim. Acımıyordu çünkü. Emir veren halini de asla sevmiyorum.

Beş dakika dolmadan otelin önüne gelmiştik.

Ben o adamın ayna demesini beklerken o beni otelden beş dakikalık uzaklıkta bir yere mi götürmüş yani?

Yazıklar olsun senin gibi şöföre, tü!

Arabadan inip benim kapımı açtı ve zorla indirip buzu da alıp kolumun üzerine koydu.

Diğer elimle buzu tutmamı sağladı. Konuşmuyordu, öfkesini sessizlikle bastırıyordu...

Tek hamlede beni sırtına atınca şaşkınlıktan elimdeki buzu düşürdüm.
Beceriksiz diyerek ben sırtındayken eğilip yerdeki buzu aldı.

Yerim rahattı, tepinmedim bile.

"Beceriksiz mi? Kapasitemi gösterip mors olmanı istemiyorum, kapa şu çeneni de beni odaya çıkar. Çok rahatsız burası."

Aslında çok rahat...

Ama aklını başka türlü karıştıramam!

Yüz şeklini görmüyorum ama birkaç saniye olduğu yerde durunca küçük çaplı bir şok yaşadığını tahmin edebiliyorum.1

Bağırıp indir beni dememi bekliyordu belki...2

Hasbinallah deyip hareket etmeye başladı ama her şeyi tepetaklak gördüğüm için nereye gittiğini anlamakta güçlük çekiyordum.

Sonunda boş asansöre binip kapıyı kapatınca nereye geldiğimizi anlamıştım.

"Elbisem yukarı çıktı, yaptığını beğendin mi? Ya millet baksaydı."

Aslında bilerek tam kalçamın altından etek uçmasın diye tutmuştu.

"O milletin gözünü oyardım."

Ses tonu gerçekten yapacağını söyler nitelik ve sertlikteydi.

Kapı açıldıktan birkaç saniye sonra sabah kaçtığım ve kaçırıldığım odada buldum kendimi.

Beni yavaşça sabah onunla uyandığım yatağa bıraktı. Gözü yine koluma kaymıştı. Hâlâ buz üzerindeydi ama morluğu azalmıştı. Zaten acı falan da yoktu.

Buzu kaldırıp kenara bıraktım. Bana ters ters baksa da bir şey demedi.

Kolum umrunda olsa sıkmazdı zaten. Endişe bile hissetmiyordur eminim.

Odanın içinde volta atmaya başladı. Sol eli yine şakaklarını ovuyor, sakinleşmek için derin soluklar alıp veriyordu. Fakat şu an sinirli olması gereken kişi bendim. Beni uyurken kaçırıp buraya getiren oydu şonuçta.

"Yeter dönüp durduğun, midem bulandı."

Aniden bana doğru dönüp tip tip bakmaya başladı. Ardından elini ceketinin cebine koyup birkaç tane kağıt çıkardı. Ne olduklarını bilmiyorum ama bakarken bile sinirinin nasıl büyüdüğünü görüyordum.

Sonra fotoğrafları bana çevirdi.

"Bu fotoğraftaki adam kim?"

Fotoğraf hiç yabancı gelmiyordu, hele içindeki kişiler asla. Sabah taksi isteyen adam ve ben fotoğrafta birbirimize bakıyorduk, bir diğerinde ise gülüyorduk.

Peki o bu soruyu bana neden soruyordu?

Aslında kim olsa sorardı ama onun sorma şekli... Sorguya alır gibiydi.

"Tanımıyorum, sadece taksi çağır..."

"Bu adam kim dedim sana."

Elini yatağın yanındaki duvara vurup sertçe bağırması beni korkutmuyordu.

Sert sert alıp verdiği soluklar, elinde yırtarcasına tuttuğu fotoğraflar ve kızaran gözler bana hiç yabancı gelmiyordu. Alaz'ın her zamanki haliydi.

"Sakinleşene kadar seninle konuşmuyorum."

Ya sabır dercesine elinin birini bacaklarına vurup kafasını diğer tarafa çevirdi. Boynunu kütletip tekrar bana döndü.

Sinirli olduğunu belli etmeye çalışan her hayva- aman insan gibi hareketler sergiliyordu.

"Niyetin anlayarak dinlemek değilse seninle konuşmayacağım. Çünkü daha önce de bu hatayı yapıp bana hiç hak etmediğim hakaretler etmiştin. Deniz..."2

"Sana o adamın adını ağzına alma dedim!"

Ben sakin kalayım dedikçe bu adam insanın sinirini bozuyor.

Oturduğum yataktan kalkıp karşısına dikildim. Sinirlenmesi gereken kişi o değil, bendim.

"Ehh! Yeter artık yetti be! Sen benim dediğim her şeyi yapıyor musun da ben senin sorduğun soruya cevap vereyim?"

Yüzüne karşı bağırmam ile bir an dumur olup sessiz kaldı. Bu tepkiyi beklemiyordu. O, cevap verip yerime oturmamı, beni o boş fotoğraf için yargılarken susma bekliyordu.

İstediği kadar bekleyebilirdi!

"İnsan gibi sakinleş, beni anlamak için dinle diyorum, yok beyimiz illa lafın yarısını dinleyip gerisini bir taraflarından uyduracak. Sana adamı tanımıyorum diyorum, cümleye devam edeceğim ama bölüyorsun. O zaman sormayacaksın."

Giydiği siyah gömleğin kollarını sıyırırken az sonra boks yapacak gibi görünüyordu. Ben boğazımı yırtarken o tepkisiz kalıyordu.

"Adamı tanımıyorum sadece taksi çağırmamı isteyen bir adamdı. Oldu mu? İlla böyle her şey için tartışacağız değil mi? İlla kırıp dökeceğiz, bağıracağız..."

Cevabını aldığı için rahatlayan suratıyla elindeki fotoğrafları tekrar cebine bıraktı. İkiletmedi, ilk söylememde inanmıştı bana. Ama ben bağırdığım için hâlâ anlamadığım bir şekilde bakıyordu.

"Defalarca sana, seninle aynı odada kalmak istemediğimi söyledim ama beni getirip buraya kaçırıyorsun. Biraz zaman ver Alaz, vallahi sen beni çok yoruyorsun"

Kollarını katladığı gömleğin bu sefer baştan üç düğmesini açtı. Gözüm kavruk tenine kayarken konuşmakta zorlanmıştım.

Omzu geniş adam ile evlenmeyi isterdim hep ve bu adamdaki omuz boğaz köprüsü uzunluğundaydı.

Düğmelerini açtıktan sonra aniden bağırıp üzerime gelmesi beklediğim en son şeydi. İşaret parmağı ile beni gösterip içindekileri yüzüme vuruyordu.

"Sana zaman verdim, bir haftadan fazla seninle göz göze gelmedim, konuşmadım..."

O kadar sinirli ve korkunç görünüyordu ki, ondan bu durumda korkmayacak tek kişi bendim sanırım.

"Sen hep daha fazlasını istedin. Bir gün bana alışacak dedikçe sen her gün benden biraz daha uzaklaştın. Bunu yapmak zorundaydım çünkü artık bu kırgınlığa katlanamıyorum."

Bezmiş bir ifade ile bağırıp söylüyordu. Beni beklemek onun için bu kadar zorsa beklememesi daha iyiydi.

Bu kırgınlığa katlanamıyormuş. Peki ben nasıl katlanıyorum?

"Beklemek istemiyorsan, zor geliyorsa bekleme Alaz. Çünkü ben zorla bir şeyler yapacak bir kadın değilim. Beni buraya getiren sensin."

"Getirdiysem getirdim ulan. Sen davranışlarına dikkat etmedikçe de zorla yapacağım."

"Ne var benim davranışlarımda? Yaptığından fazla ne yaptım?"

İkimizin de boğazı patlamış olabilirdi bağırmaktan ama bir türlü söz dinlemiyorduk.

"Ne mi var? Karımsın sen benim ama onca insanın içinde ben sana ait değil dedin. Doğru düzgün yanına yaklaşmama izin vermiyorsun. Ulan acil bir durumda çağırman gereken kişi benken sen Orhan'ı çağırıyorsun. Aynı odaya gelip kalmıyorsun... Daha sayayım mı?"

O, gerçek karı koca gibi yaşamamınızı bekliyordu. Üstelik biz daha doğru düzgün birbirimize eş gibi davranmazken. Bunları benden beklemeye belki hakkı var, gerçek bir evlilik yaşamak istiyor olabilir ama ben bunu ona verecek durumda mıyım, bilmiyorum.

Çünkü saydığı her şeyi yapmamdaki asıl sebep onun davranışlarıydı.

"Peki ben bunları neden yaptığımı sana sayayım mı? Tekrar dinlemek ister misin?"

Cevap vermedi, tabii işine gelmedi demekki.
Bitter çikolata gözleriyle bana bakarken derin bir soluk verdi. Gömleğinin bir düğmesini daha açtı, sakinleşti.
Artık göğsü tamamen gözlerimin önündeydi.

Hiç giymeseydi de olurdu aslında, dört düğme açmak nedir?

Göğsü karşımdaydı ama bir kısmı görünmüyordu.

Odasında uyumayı kabul edersem göğsünde uyurum, yapışırım kalkmam ki.

Omzumdan tutup nazikçe arkamdaki yatağa oturttu beni.
Kendisi de karşıma geçip bir dizini yere bırakıp eğildi.

"Neden yaptığını senin kadar ben de bilmiyorum ve haksız olduğumu da biliyorum. Fakat sen de şunu kabullen ki ben bir şeyleri zorlamasam sen asla kabul etmeyeceksin evli olduğumuzu."

Böyle karşımda dizlerinin üzerine çöküp beni sakinleştirmek için ölçülü bir şekilde konuşması...
Sesi içime işliyordu.

Ama yalan! Ve bunu söylemekten zinhar çekinmem.

"Yanılıyorsun, ben evli olduğumuzu inkar etmiyorum."

Derin bir soluk verdi çünkü karısı laftan anlamazdı ona göre.

"Söylediğim şeyin o olmadığını biliyorsun gelincik çiçeği. Evli olduğumuzu inkar etmiyorsun, ama evli bir çiftmişiz gibi de davranmıyorsun. Benimsin diyorum, sana ait değilim diyorsun."

Söyledikleri doğru şeylerdi ama bu benim evli olduğumu kabul etmediğim anlamına gelmiyordu.

Ve evet, ben ona ait değilim...

Ama sanki bir parçam ondaymış gibi hissediyorum.

Yine de bu ona aitim anlamına gelmiyor tabii ki.

"Alaz ben mal mıyım da sana ait olayım? Değilim sana ait."

Gözleri gözlerimden asla ayrılmazken asla bölmeden söylediğim her şeyi dinliyor ve ne kadar zor da olsa sakin kalıp cevap veriyordu.

Elbisemin etek ucundan tutup dizimin üzerinde topladı. Bacaklarımın bir kısmı gözlerinin önündeydi şu an.

Ne yapmaya çalışıyor bu?

Rahatsızca olduğum yerde kıpırdamaya başladım. Uzunca bir süre bacaklarıma bakmaya devam etti.

Yanına hemen hemen dizime kadar gelen elbise ile durmuştum, bornoz ile durmuştum, hatta bir keresinde hastalandığım için iç çamaşırıyla beni kucağına alıp banyoya bile götürmüştü. Bu yüzden utanmıyordum ama bile isteye bacağını açıp bakması tuhafıma gitti doğrusu.

"Bundan bahsetmediğimi çok iyi biliyorsun yavrum."

Elini bacağımın üzerine bıraktı.

"Bak şimdi bu bacağın bu kadarını ve daha fazlasını görmek bir tek senin hakkındı çünkü sana aitti. Ama artık ben de görebilirim çünkü bana da ait. Tabii senin iznin olduğu sürece."

Maşallah maşallah izin almaktan bir hal olmuş!

"Ama sen gönülden kendini bana ve beni kendine ait görmüyorsan bu kadarına benim bile hakkım yok. Şimdi diyeceksin ki bacağımı izinsiz niye açtın? Emin ol normalde gördüğümden fazlasını açmadım. Benim amacım alışman çünkü ben seni alıştırmasam senin alışacağın yok."

Bacağımın üzerindeki eli aklımı karıştırıyordu ama zor da olsa toparladım.

Haklı olduğu taraflar olabilirdi kendince, ama benim gözümde hâlâ haksız.

"Etkilenmedim, daha çok kendini haklı çıkarmaz lazım."

Odaya çıktığımızdan beri ilk defa gülümsetmişti. Komik bir şey de söylemedim ama gamzelerini görmek n için bir daha olsa o cümleyi kurabilirim.

"Şimdi şöyle karıcığım, beni benden başla kimse tüm halimle görmezdi, ama sen istesen görebilirsin. Çünkü senin hakkın. Evlilik bu yüzden var. Düşünsene vücuduma başka bir kadının bakmaya hakkı var. Evli olmadığım bir kadın, rastgele yoldan geçip elimi tut-"

"Yeter! Bıçaklarım o kadını da seni de!"

Gülüşü kahkahaya dönerken onu eğlendirdiğimi anladım. Ben sinirlenirken onun gülmeye hakkı yoktu.

Düşünemiyorum, düşünmek istemiyorum...

Ben ve o bir yere giderken yolda herhangi bir kadının benim yanımda koluna girmesi, ona dokunması, gülmesi...

Gamzesini görmesi...

Vay alçak! Demek bana bunları da yaptın ha?

Ya da ben yanında değilken parmağındaki yüzünde rağmen onu öpmeye çalışmaları.

Üstelik ben daha bir kere öpmeden!

Hain hödük.

Şu an gözümün önünde görsel şölen olan göğüslerini görecekse eğer kıyameti koparır, ikisini de o kıyamette ayrı ayrı kıyar ayrı ayrı kefenler ve ayrı ayrı gömerim.

Münasebetsizler.

"Gülme, seni o kadınla gömerim. Yani ayrı yerlere."

Daha çok gümrüğe başlayınca sinirim daha çok bozuldu.

"Ne gülüyorsun? Benim üzerimden örnek verseydin ne olacaktı. Beni yolda başka bir adam tutup senin yanından alsa hoşuna gider miydi?"

Önce gülüşü durdu.

Sonra tebessümü soldu.

Bitter çikolatası kara kömüre dönüşürken yüzündeki her bir kas gerilmeye yemin etmiş gibi sıkı bir hal aldı.

Alnında, boynunda ve şakaklarında kanının akışının hissedildiği damarları belirginleşmeye başladı.

Ve sonra tekrar tebessüm etmeye başladı.

Ama o tebessümdeki tehditi ben bile hissettim. O hareketi göstermeye cesaret edecek adam her kimse onun hissetmemesi içten bile olmazdı.

"Ben adama o fırsatı vermeden sikerim, ve emin ol gömmeyle de kendimi yormam. Kurda kuşa yem ederim."

Tok ve kendinden emin çıkan sesi bana güven veriyordu. Yakışıklı bir ses tonu varsa o da benim kocamın ses tonu olabilirdi.

"Tamam o zaman, bir daha bana zorla bir şeyler yaptıramayacağını anladığına göre artık toplanıp gidebiliriz."

"Anladım anladım, çok iyi anladım."

Oturduğu yerden kalkıp nereden çıkardığını bilmediğim anahtarı kapıya takıp kilitledi. Ne yaptığına asla anlam veremiyordum.

"Ne yapıyorsun Alaz?"

"Seni, bana ait olduğunu söyleyene kadar buraya hapsediyorum. Çıkamazsın!"

Siktir!

"Sabah nasıl çıktıysam öyle çıkarım."

Ve bu sefer aklımdaki hain fikri devreye koyup onu bıçaklayabilirim.

"Sabah çıktığında uyanıktım karıcığım. Ve o görevli, bir adamla konuşup gittiğini söylemeyene kadar arkandan gelme gibi bir düşüncem yoktu."

Konuştuğum adam mı?

Yine kim bana iftira attı lan!


Gün geçmiyor ki şerefsizin biri bana iftira atmasın.

Daha önce hiç gelmediğim bir ülkede, bilmediğim bir otelin tanımadığım çalışanı bana bir adamla konuşup gitti diye iftira atıp ne elde etti gerçekten anlamıyorum.

Hatırladığım kadarıyla bugün telefonu çeviri yapmak ve uçak bileti aramaktan başka hiçbir şey için kullanmamıştım. Aklımı zorluyorum ama hâlâ telefonla konuştuğuma dair en ufak bir an hatırlamıyorum.

Eğer ben o esnada uyurgezer olmamışsam ya da hafızamı kaybetmediysem böyle bir şeyi unutmam da mümkün değil.

Beni odaya kilitlemeseydi gidip o kadından hesabını sorardım.

Alaz anahtarı siyah kumaş pantolonunun cebine koydu. Bu kapıyı açmak için o anahtara ihtiyacım olmadığını biliyordu ama o, bu odada olduğu sürece herhangi bir şekilde kapıyı acanileceğimi de zannetmiyorum.

Sahi, ben kilidini bozmuştum. Ne ara tamir edildi bu?

Ben kafamı önüme eğmiş o kadının kim olduğunu düşünürken çenemin altına dokundurduğu parmakları ile ilgimi kendine çekmişti.

Birkaç saniye bir şey demeden yüzüme bakınca ne var derecesine başımı sağa sola salladım.

Cevap bekliyorsa bu sorunun cevabı bende bile yoktu.

"Cevap bekliyorum yavrum. Daha önce gelmediğin bir ülkede kimi arayıp geliyorum dedin?"

Sakinmiş gibi konuşup cümlenin sonunda " Bir de erkek, amına koyduğumun göt ürünü." demesi onu asla ama asla sakin bir insan gibi göstermiyordu.

Fakat bu durumda kendini sakin tutmaya çalışması bile biraz ilerleme kaydettiğini göstergesi.

Ben onun bitter çikolata gözlerine bakarken o çenemdeki parmaklarını asla çekmeden gözlerime bakıyordu. İçten içe aşağı inip o kadını bulmak istiyorum ama bu hödük ağaya kapıyı aç desem de açacağını hiç zannetmiyorum.

"Kimseyi aramadım, kimseyle konuşmadım."

Bitter çikolata, siyaha çalan harelerinin üzerindeki kaşları çatıldı. İnanmamıştı bana.

"Anlamadım? Ne demek kimseyle konuşmadın?"

Yatakla arasında fazla boğulduğum için yanından geçip büyük ferah odada ondan birkaç adım uzaklaştım. Arkasını dönüp tekrar göz göze gelmemizi sağladı. Hâlâ sorgular gibi bakıyordu.

"Basbayağı konuşmadım."

Çatık kaşlarıyla bana doğru bir adım atınca ben de bir adım geri gittim.

"Alaz yaklaşma gerçekten daralıyorum."

Nefes alışverişimde bir problem yoktu ama ben sanki ciğerlerime zorla hava girdiğini hissediyordum. Nefes alabiliyordum ama sanki çok dar bir alandaymış gibi hissediyordum.

Nefes alırken ciğerlerim zorlanıyor gibi hissediyordum.

Üstelik oda konağın odası kadar geniş ve ferahtı. Beyaz eşyalar da daha fazla ferah gösteriyordu. Daha yeni fark ettiğim terasa çıkan cam da büyük olduğundan iyi ışık alıyordu ama hayır, bir sorun vardı. Göğüs kafesimde bir baskı vardı.

"Tamam güzelim yaklaşmıyorum. Ne oldu birden sana?"

"Yok bir şeyim, sadece biraz bunaldım."

Ne o bana daha fazla yaklaştı ne de ben daha geriye gittim.

Bu arada, beş oldu sanırım.2

Karşımda, balkona açılan büyük camı açınca odaya dolan temiz havadan biraz soludum fakat sıcaklık Mardin'in sıcağından daha çok bunaltıcıydı. Bunu fark etmiş olacak ki camı tekrar kapatıp bu sefer odadaki soğutucuyu açtı.

"Aslında kimi arayıp aramadığımı öğrenebilirsin. Daha önce yapmışlığın da var. İnanmıyorsan gidip telefon kaydına bakabilirsin."

Burada ölsem bile lafımı söylemeden ölmem.

"Saçmalama istersen Berva! Sen aramadım dedikten sonra konu kapandı zaten. İnanmadığımı nereden çıkardın? Sadece o kadının böyle bir şeyi neden yaptığını merak ettim, o kadar."

Kendimi gülmemek için zorlasam bile beni dinlemeyen dudaklarım tebessüm halini aldı.

Bana inanmış ve konuyu çoktan kapatmıştı bile.

"O zaman anahtarı ver de gidip o kadın kimse alayım ifadesini."

Kaşlarını yukarı kaldırıp karşısında yaramaz bir çocuk varmış gibi bakmaya başladı.

Yanıma gelmiyordu ama gelmek için can attığını biliyordum.

Klimanın tam karşısına konumlandırılmış olan koltuk takımından tek kişilik olana oturup ayağımı ortadaki pufa uzattım. Hâlâ göğsümdeki bunaltıcı ağırlık geçmiş değildi fakat kendimi güçlü durmak için zorladım.1

"Bahaneler, bahaneler, bahaneler...Hiç boşuna o küçük ve güzel ağzını yorma. Bu odadan ancak ben istediğim zaman çıkacağız."

"Peki paşa hazretlerinin keyfi ortalama kaç gün sonra buradan çıkmamıza karar verir?"

Sesimdeki alay bariz bir şekilde belli olurken o sırıtıyor ben ise sinirden oturduğum yerde kuduruyordum.

"Benim keyfim sana bağlı güzel karım. Sen ne zaman o inadı bırakırsan biz de o zaman çıkarız."

"Yani hiçbir zaman. Çünkü inat falan yaptığım yok."

Aslında inat yapmıyordum. Sadece benim kin tutma gibi bir huyum vardı ve ne kadar istesem de yaptığı şeyleri unutamıyordum.

"Çok kendinden emin konuşuyorsun gelincik çiçeği. Kollarıma atladığın gün bunların hepsini sana hatırlatacağım."

Sesindeki neşeli ton ister istemez benim de içime neşe katıyordu. Fakat inandığı şeyler komikti.

Kollarına atlayacakmışım.

Duy da inanma!

"Asıl sen böyle konuştukça iş inada binecek portakal çiçeği. Seni haklı çıkarmamak için inat edeceğimi biliyorsundur umarım."

"Portakal çiçeği mi? Ne o öyle kız gibi. Deme bana öyle şeyler."

"Evet portakal çiçeği. Ben gelincik çiçeğine benziyirsam senin de kokun portakal çiçeğine benziyor."

Çok da güzel kokuyor.

Oturduğum tekli koltukta bana doğru yaklaştı fakat aramızda biraz mesafe bırakmaya özen gösterdi. Yaklaşma dediğim için fazla yaklaşmıyordu.

"Kötü mü kokuyorum?"

Yüzünde gerçekten sorgular bir ifade vardı.

"Asla, çok güzel kokuyorsun."

Düşünmeden konuşmak ve sonunda rezil olmak.

Sırıtıp arkasını döndü ve odadaki dolaba ilerleyip oradan siyah kot pantolon, siyah tişört çıkarıp giyinme odası olduğunu düşündüğüm odaya geçti.

Ne ara o kıyafetler yerleşmişti? Daha sabah bile valizde duruyorlardı.

O kalkınca ben de dolabı açıp gri eşofman ve gri tişört çıkarıp banyoya geçtim. Mecburen orada giyinecektim.

Banyoda duş almak dışında durunca tırstığımı içten içe kendime söylemesem bence korkmayabilirdim.

İçimden şarkı söyleyerek giyinmeye başladım. Bu da kendimi avutma yollarından biriydi fakat banyoda olup duş almadığım gerçeği ensemden vücuduma doğru bir ürperti yayılmasına neden oluyordu.

Hızlıca elbisemi çıkarıp eşofmanı giydim. Arkamda biri varmış gibi hissediyordum. Kapıya yakın bir yere geçip tişörtümü üzerime geçirdiğim gibi elimi kapı koluna attım fakat açılmadı.

Açılmadı!

Ürperti artık korkuya dönüşürken defalarca kolu indirdim ama kapı inadına açılmıyordu.

Zaten daralan göğsüm, korkmaya başlamamla ağrımaya başladı. Hızlı nefes alıp veriyordum ama asla bana yetmiyordu.

"Açıl Allah'ın cezası açıl."

İster istemez korkudan gözüm dolmaya başlamıştı.

O gece banyoda uyumaya bile razıydım. Fakat gelip çıkmamı söyledi.2

Kolunu o kadar sıkı tutup yukarı aşağı hareket ettiriyordum ki avucumun içi ağrıyordu.

"Berva kapı mı sıkıştı?"

"Alaz kapı açılmıyor."

Ağlamaklı çıkan sesim beni ağlamaya teşvik ederken gözyaşlarım benden habersiz akmaya başladı.

"Dur ben deneyeceğim. Çekil kapının arkasından."

Asla çekilmeden kapının kolunu üst üste zorlamaya devam ettim.
Sıklaşan nefesim ve akan yaşlarımla şuraya yığılacak gibiydim.

"Güzelim çekil diyorum duydun mu?"

"Alaz korkuyorum."

"Ağlıyor musun sen?"

Endişeli sesi beni daha çok korkutuyordu.

Kolun zorlanmasıyla karşı taraftan onun da kapının kolunu tuttuğunu hissettim. Saniyeler dakika gibi gelirken artık nefes almakta zorlanıyor gibi hissediyordum.

"Alaz açılmıyor bir şey yap."

"Berva anahtarı çevir, kapıyı kilitlemişsin."

Elimi anahtara attım ama yere düştü. Eğilip yerden aldıktan sonra titreyen ellerimle onu yuvasına sokmaya çalıştım. Bir türlü girmiyordu.

"Alaz olmuyor!"diye bağırdım. O kadar sesli bağırmıştım ki yalıtım olduğuna emin olduğum bu banyoda bile sesim yankılandı.

"Sakin ol güzelim, sakin ol. Bir şey yok, ben burdayım. Hadi derin nefes al, sakinleş ve tekrar dene"

Dediği gibi derin bir nefes alıp elimi sabit tutmaya çalışarak anahtarı yuvasına yerleştirmeyi başardım.

Aceleyle anahtarı çevirip kolu indirince bu sefer açıldı ve karşımda endişeyle bakan Alaz'ı gördüm. Hiç beklemeden kollarımı kaldırıp beline doladım ve yanağımı göğsüne yaslayıp soluğumun düzelmesini bekledim.

Ona sarılmamla bütün korkum uçup gitmiş gibi hissettim. Kölesi olduğum bu korkudan artık tamamen azledilmem gerekiyordu.

Ben artık geçmişten gerçekten bıktım. Sanırım Alaz haklıydı, ben olanları unuttuğumu sandıkça aslında üzerini örtüyordum.

O benden evlendikten sonra Arjen Agir Ulusoy'un intikamını almak için sürekli kötü davranmamıştı. İntikamını ise oyun oynayarak bitirmişti.

Fakat oyun yaparken bana aşık olacağını hesaba katmamıştı. Benim canımı yaktı isterken aslında kendi canını yakmıştı.

Ondan sonra olan her şey de ilacın etkisi ile olanlardı. Ondan bunun için hesap soramam ama affedemem de.

Fakat bir şeyleri geçmişte bırakmanın zamanı gelmişti.
Üstelik Alaz'ın çabaladığı su götürmez bir gerçek...

Sanırım o bir şeyleri düzeltirken ona yardım etmediğim gibi köstek de olmayacağım.

Evet ona yardım etmeyeceğim ama gerçek Alaz'ı bana tanıtması için ona engel de olmayacağım.

"Kollarıma atlayacaksın dedim de bu kadar çabuk beklemiyordum."

Alaylı sesi kulaklarıma dolarken koluna sert olmayacak şekilde vurup ondan ayrıldım.

"Aşk olsun ama, dalga geçiyorsun benimle."

Onan uzaklaşacağım sırada kolumu tutup beni kendine çekti. Bir elim refleksle kolunu tutarken diğeri göğsündeydi.

Bırakmam demiştim.

"Olsun tabii yaa, aşk olsun."

Kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Herkesin kahverengi diye bildiği gözlerinin rengine bile itiraz ederdim.

Onun bitter çikolata siyaha çalan hareleri vardı.

"Yeşil gözlü cesur kızın sen olması, gözlerine bu kadar yakından bakmak... Rüya mısın sen kadın?"

Bu sefer hiçbir şey anlamamıştım ve bunu belli edercesine kaşlarımı çattım.

"Yolda aracıma çarptığınızda seni gördükten sonra aklıma takılan tek şey yeşil gözlü cesur kız oldu. Evleneceğim kişinin yeşil gözlü cesur kız olduğunu anladığımda ise artık sadece aklımda değil, sağımda, solumda, önümde, hayatımda, ruhumda...
Her yerde olmaya başladı. Ama ben ona çok haksızlık yaptım. Affedilmeyecek şeyler yaptım. Affetmiyor beni, hakkı da."

Gözlerimi ondan kaçırıp siyah tişörtüne diktim. Benden af beklemiyordu ama onu affetmemi çok istiyordu.

"Yeşil gözlü cesur kız, sandığım kadar cesur değil mi yoksa? Neden benden gözlerini kaçırıyorsun?"

Cevap veremeyeceğimi anladığı zaman kendince konuyu değiştirmişti.

"Yanılmışsın sen, ben sandığın kadar cesur değilim. Ama Mardin'in ağasını ısıracak kadar cesaretim var."

Dişlerimi koluna geçirdiğimde ağzından kaçan inlemeyi tutamadı. Eliyle kafamı kolundan uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Kafamı yüzüne kaldırdığım zaman yüzünün buruşmuş olduğunu gördüm. Demek ki acıtmıştım. Dişllerimi kolundan ayırıp yüzüne sorun olduğunu düşündüğüm bir ifade ile baktım.

Eli anında kolunu buldu. Acımıştı. Oh olsun!

Kolumu morarttığına saysın.

"Kızım delirdin mi sen? Kuduz köpek gibi ısırılır mı?"

"Bana köpek mi dedin sen? Hem de kuduzundan."

Hızlı adımlarla yanına gidip karnına ve beline üst üste vurmaya başladım.

"Dur kızım, dur bi."

Tuttuğu gibi beni sırt üstü yatağa atıp kendisi de üzerime yığıldı. Ona vuran elim aniden dururken anın şokunu yaşıyordum.

Kalbim göğsümden çikacak gibi atmaya başlayınca sesin ona gitmemesi için yalvarıyordum.

Bitter çikolata siyaha çalan hareleri o kadar derin bakıyordu ki gözlerime, sanki bin yıllık aşık hasret kaldığı sevdasına kavuşmuştu.

Yanımda duran elini havaya kaldırınca kalbim daha hızlı atmaya başladı. Yavaş bir hareketle elini kalbimin üzerine bıraktı. Eli göğsümün üzerinde, kalp atışlarımı dinlerken aniden ritmi değisen kalbim daha sert bir şekilde vurmaya başladı. Bu ona verdiği bir tepki miydi?

Sanki çok istediği bir şeyi elde etmiş gibi gülmeye başlayınca utandığımı hissettim. Eminim ki yüzüm kızarmıştı.

Kalmak için yeltenince kendini bana daha çok bastırdı. Gözlerim sonuna kadar açılırken utançtan yerin dibine girmek üzereydim.

Her şeyi, tüm vücudumda hissediyordum!

"Köpek değil, tam bir kedisin vahşi kedim benim."

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Ne yapacağını heyecanla beklerken rotasını değiştirip tişörtümün omuz kısmını eliyle aşağı indirdi ve tam omuz başıma bir ısırık bıraktı.

Islak ısırığı acı vermekten ziyade karnımın alt kısımlarına değişik bir hisse sebep oldu.

Daha sonra tekrar ısırdı. Bu sefer daha sert ve daha ıslaktı. Acıtmıyordu ama daha önce tatmadığım bir hisse neden oluyordu.

"Alaz kalk üstümden."

Beni dinlemedi ve bir kez daha dişlerini omzuna geçirerek aşağı doğru indirdi.

İçime dolan hisle gayri ihtiyari ağzımdan küçük bir inleme kaçtı.

"Ah!"

Gözleri koyulaşmaya başladı. Ve artık...

Onu daha fazla hissediyordum.

"Yapma dur!"

Daha ileri gidemezdi.
Alaz daha ileri gitmez!

"Tamam, sadece bu. Daha fazlası yok."

"Alaz kalk lütfen."

Tekrar ettirmeden üzerimden kalkmasıyla derin bir nefes verdim. O ise sinirle yumruğunu sıkmış ve arkasını bana dönüp camdan dışarı bakmaya başladı.

Okyanus kadar derdim varken onu da bu sıkıntının içine çekmeyi istemezdim ama o bunu inadına bütün üzüntümü sahipleniyordu.

Yataktan kalkıp yanına geçtim. Alaz Ulusoy ve ben yan yana Dubai'nin manzarasını izliyorduk.

"Teşekkür ederim."

Yüzünü bana çevirmeden neden diye sordu.

"Dur dediğim an durduğun için."

Bu sefer bana doğru döndü. Sol elini uzatıp sol elimi tuttu. Sıcacık elleri beni ısıtmaya yetmişti. Sanki kanım ısınmak için bilerek elime doğru akıyordu.

"Alaz belki sen karınla bir şeyler yaşamak istiyorsun. Belki birlikte olmak istiyorsun."

O beni dikkatle dinlerken ben söylediğim sözlerden dolayı utanıyordum. Karşısında domates gibi kızarmama az kalmıştı.

"Belki daha fazlasını istiyorsun, bilmiyorum. Ama bunları sana verecek kişi ben değilim. Alaz halimi görüyorsun. En ufak temasta tekrar uzaklaştırıyorum seni. Ben isteklerini karşılayamam. Özür dilerim."

Eğer benimle ilgili hayalleri bunlarsa, onları karşılayamayacağımı bilmesi gerekiyordu. Karısı vardı, evliydi ve onun üzerinde hakları vardı.

"Ama ben, kara kışta ormanda kaybolup, kurt saldırısına uğrayan kirli bir kadınım Alaz-"

"Şşş, şşş... Benim karıma kimse kirli diyemez. Sen bile..."

Eli elimi daha çok sıktı, güven verircesine. Sıcaklığı her uzvumda hissediyordum.

"Berva kirli bir şey bu denli güzel olamaz. Kirli bir çiçek senin kadar güzel kokamaz. Alaz'ın güzeli, eğer sende bir kir varsa o da benim sana bulaşmamdandır."

Alaz'ın güzeli.

Kalbimde kelebekler uçmasını sağlayan bir söz.

"Yavrum, aklına bulaşmış ve orada kalmış her kötü anı bir daha tekrar edecek diye bir şey yok. Ben de ilacın etkisinde istemeden ileri gittim fakat bunun asla tekrar etmeyeceğine yemin edebilirim. Bir başkasının ise sana temas edecek kadar yaklaşması canını almama yetecek bir sebep. Geriye sadece senin geçmişi gömmen kalıyor. Unutulmuyor biliyorum ama sen yeter ki göm, gerekirse ben her gün daha çok toprak atacağım."

Gözlerinin her bir noktasında gerçekliğini haykıran sözleri gönlümde ona açılan alanı genişletiyordu.

Bitter çikolata gözleri gözlerimi tarumar ederken benden herhangi bir cevap bekliyordu.

Yeşil gözlü cesur kız ve bitter çikolata gözlü acımasız ağa...

Göz göze bakarken dünyayı durduracak güce sahip olabileceğimi hissediyorum.

Bir şeyi inşa etmek zordur, ilmek ilmek işlemek gerekir fakat yıkmak bir hayli kolaydır.
Biz birbirimizi mahkum ettiğimiz bu evlilikte kendimize o kadar çok haksızlık ettik ki elimizde kalan koca bir boşluk, yıkıntı.

Benden bir adım bekliyor. Bunu Yağmur da konağa geldiğinde söylemişti. Alaz senden bir adım bekliyor demişti fakat ben o adımı atmaya henüz hazır değildim.

Fakat şimdi artık kaybedecek herhangi bir şeyim kalmamışken ruhunu kalbime halatlarla işlemek, ona bir şans vermek, belki de ikimize en iyi gelecek şeydi.

"Gömeceğim Alaz, hem de öyle bir gömeceğim ki..."

Yüzünde çok sevdiğim gülümsemesi kol gezerken sol tarafına baktım. Yine gamzesi belirginleşmişti. Orada bir ömür yaşayabileceğimi biliyorum.

"Umarım bu sürçte o kalbini alırım çünkü iki kalbin sende olması haksızlık. Sen benimkine el koymuşken ben senin gülüşünle yaşıyorum."

Romantiklik deyince de Alaz Ulusoy. Bir adamı nasıl bu kadar yanlış tanımış olabilirim ki?

Herkes tarafından, ben de dahil olmak üzere acımasız ağa olarak bilinen Alaz Ulusoy, ondan romantiklik beklemek bir yana, bir ara onunla konuşabileceğimi bile düşünmüyordum. Çünkü hem çok havalı olarak tanınıyordu hem de düşmandı.

Gel gör ki bugün o adam beni elde edebilmek için odalara hapsediyordu. Daha önce kimseden duymadığım sevgi sözcükler fısıldayıp yıllarıdır gönlüme yara olmuş her şeye derman oluyordu.

Yeni yaralar açsa da oluyordu.

"Kalbimi geri istemiyorum gelincik çiçeği. Ben sende olana, senin kalbine talibim."

"Edebiyat yapma bana Alaz. Beni bu odaya kilitledikten sonra seni affetmemi bekleyemezsin. Onu bunu boş ver ve bir kerecik dediğimi yap, o kadını bana bul."

Sadece benim anlayabileceğim duyguları, sadece benim gözlerinde gördüğüm hisleri saklamak için arkasını döndü.

"Bence asıl en doğru olan buydu karım. Bak ilk günden ilerleme kaydettik."

Lafı değiştiriyordu.

Bu adam gerçekten iflah olmazdı.

Ona arkamı dönüp koltuklardan birine oturdum. Akşam olmak üzereydi ve Alaz hiçbir şekilde o kadının kim olduğunu ve bunu neden yaptığını araştırmıyordu.

Telefonumu elime alıp şifresini girdikten sonra ezbere bildiğim numarayı aradım.

Başkasından yardım istediğim zaman ben senin kocanım ama sen başkasından yardım istiyorsun diyordu. Ondan bir şey istediğim zaman ise böyle lafı değiştiriyordu.

O kadında benim bilmediğim bir şey vardı. O kadında benim bilmediğim bir şey kesin vardı ama vardı işte. Hislerime çok fazla güveniyordum.

Telefonun çaldığında dair ses odada yükselince bana doğru döndü. Karşı taraf açinca ise konuşmaya başladım.

"Bir dakika içerisinde telefondaki tüm bilgileri değiştir. Küçük bir operasyon yapacağım."

Cevap beklemeden telefonu kapattım. Genelde böyle bir şeyi acil durumlarda yapardım ama Alaz'ın gözündeki merakı görmek eğlenceli olduğu için sesin sahibini anlamadan telefonu kapattım.

"Kiminle konuştun?"

"Bence de en doğru olan buydu kocam. Dört dönüm bostan, yan gel yat Osman."

"Lafı değiştirme Berva! Kiminle konuştun?"

Kendisi değiştirince iyi ama bunu ben yapınca nedense parlıyor?

"İnan önemli değil. Kocama bir şey sordum ama bana cevap verme tenezülünde bile bulunmadı. Halbuki benim elimin altında sorgulamadan dediğim her şeyi yapacak adamlar vardı."

Söylediklerimi sorgulamadan yapacak onca insan varken ona soruyordum ama o bana cevap dahi vermiyor, üstelik lafı değiştiriyordu.

Sözlerimden damlayan kırgınlığı bu sefer gizleyememiştim ve Alaz bunu fark etmişti. Yatağa oturup hiçbir şey demeden öylece beklemeye başladı.

Bir dakikanın dolduğuna emin olduktan sonra tekrar telefonu elime aldım ve otelin güvenlik sistemine giriş yaptım.

Bu sırada o da telefonuna gelen bildirime bakıyordu.

İki dakikalık bir uğraştan sonra bütün kamera kayıtları elimdeydi.

Hiç ses etmeden bu sabah otelden çıktığım saatin kamera görüntülerini izlemeye başladım.

Lobiye geliyorum ve resepsiyondaki kadın bana bakıyor. Yanına başka bir kadın gelince ise onunla ilgileniyor.

Ben otelden çıkıp kapıda hazır olan araca binerken arkamdan birkaç saniye bakıp tekrar karşısındaki kadına dönüyordu.

Fakat kadın sadece şaşırmış gibi bakıyordu. Bu işin altında başka bir iş vardı.

Bir dakika!

Kaç saattir resepsiyondaki kadından şüpheleniyordum fakat benden sonra gelen kadına hiç dikkat etmemiştim.

Elbisemden tut parmağımdaki yüzüğe kadar her şey aynıydı. Saç rengim hatta vücut tipim bile aynıydı. Arkadan görsem ben sanardım.

Bu şekilde bana yetmeyince sesleri açmaya karar verdim. Açar açmaz ise odayı dolduran ses ile Alaz bana kitlenirken ben de telefona kitlenmiştim.

"Buyrun hanımefendi."

Sarı saçlı resepsiyondaki kadın arkadan benim kopyam olan kadına ingilizce ne istediğini sormuştu.

"Dinle, ben Berva Ulusoy..."

Ve bu neredeyse benim sesimle aynıydı. Dikkatli dinlemeyen biri bunun ben olduğuma emin olurdu. Fakat farklı bir dil olduğu için konuşmadaki farklılık normal sayılabilirdi.

Kadın onun Berva Ulusoy olduğunu duyunca dikleşmişti. Demek o yüzden arkamdan garip garip bakmıştı.

"Bana bir taksi ayarlayın."

Kadın onayladı ve sanırım taksiyi aradı. Bu esnada çakma Berva'nın telefonu çaldı.

Alaz'ın gözü ve kulağı bendeydi ama aynı zamanda bir şeye çok sinirlenmiş gibi elindeki telefona bakıyordu.

Cilveli kahkaha telefondan odaya yankılanırken ben bile artık hayret ediyordum. Amaç ise görmediği için bunu gerçekten benim yaptığımı sanıyordu.

"Ah evet sevgilim, istediğim tam olarak bu. Beni konuşarak azdırıyorsun."

Sarı saçlı kadın duysun diye bilerek yüksek sesli konuştuğunu biliyordum.

"Hey sabret, kocamı ekip sana geliyorum. Arkamda iz bırakmamam gerek."

Sarı saçlı kadın ona çok kötü bakıyordu. Allah bilir hakkımda neler düşünüyordu.

"Ah Deniz, bu şekilde konuşup sana yükselmeme sebep oluyorsun. Oraya kadar dayanamayacak ve yolda gördüğüm ilk adama vereceğim. Sen her şeyi hazırla, yatak hazır olsun. Ben geliyorum."

Video bitmeden elimden çekilen telefon ile yeni bir şok daha yaşadım. Alaz'ın su anki hali daha önce asla şahit olmadığım bir durumdu.

Gözlerinin her bir haresi öfke, zehir ve kötü olan her ne varsa onu kusuyordu.

"O adamın Dubai'de olduğundan haberin var mıydı?"

Elindeki kendi telefonunu bana gösterince gelen bildirimi gördüm. Dakikalardır sinirle baktığı bildirim bu olsa gerek.

Alaz Bey, Deniz Bey Dubai'de görülmüş. Orada olduğunuz için bilgilendirmek istedim."

Tıpkı sabahki gibi nefes almakta zorluk çektim.

"Nasıl haberim olabilir söyler misin Alaz, nasıl?"

Yatağa attığı telefonumu tekrar eline alıp videoyu tekrar izledi.

Kim olduğunu bilmediğim o kadının her sözünde ben yerin dibine girerken üstüme atılan bu iftiranın ne denli büyük olduğunu tartıyordum.

"Berva, bana bunun ne demek olduğunu söyleyecek misin?"

Oradakini ben sanıyordu.

Yüzüm düşerken ona yapmadığımı anlatmaktan başka çarem olmadığını biliyordum.

"O kadın ben..."

"O kadın sen değilsin. Bunu biliyorum yavru. İlgilendiğim şu an için bu değil. O kadının kim olduğuyla daha sonra ilgileneceğim. Sadece durumda cevap istiyorum. O adamdan haberim var mı?"

"Hayır, hayır Alaz ben onu o günden sonra hiç görmedim."

Peki o kadın yüzünü hiç kameraya dönmeden ben olmadığımı nasıl anladı?

"Tamam Ulusoy Gelini, hadi gece oldu uyuyalım. Bütün bunlarla ben ilgileneceğim. Sen sakın uğraşıp kendine dert etme."

Soluğum düzelirken bir şeyleri artık anlamaya başlamıştım.

"Alaz, sen zaten bu oyunu biliyordun değil mi? Bu yüzden lafı değiştirdin. Benim bilmemi istemedim."

"Hayır gülüm, sadece sesi ve arkadan duruşu senden farklıydı."

Bu ayrıntıları sadece bir kere izleyerek anlaması...
Alaz Ağa gerçekten şaşırtıyordu.

"Tenini ezberlememe izin verirsen izlememe gerek kalmadan, tek bakışta sen olmadığını anlayabilirdim."

Bu da her fırsattan faydalanmak için an kolluyordu.

"Pis firsatçı."

Tebessüm edip elimden tutup oturduğum yerden beni kaldırdıktan sonra dudaklarını saçıma bastırdı.

"Sen o meseleyle kendini yorma, ben halledeceğim. Hadi uyu geç olmadan."

Beni yatağın yanına götürünce üzerindeki tişört ve eşofman ile yatağa uzandım. O ise gri eşofman giymiş, tişörtünü çıkarmış kaslarını sergiliyordu.

"Giyinsene be adam, niye çıplak çıplak dolanıyorsun?"

"Asıl sen cırlamayı kes. Ben giyineceğime sen soyunmalısın. Terslik sende var bende değil."

Yatağa doğru yaklaşınca battaniyeyi kafama çektim.

"Bu yatakta uyuyacağını sanmıyorsundur umarım."

Gelip üzerimdeki battaniyeyi çekmişti.

"Tam da öyle sanıyorum Alaz'ın güzeli."

Bu adamın kalbime kastı vardı.

"Alaz ya-"

"Berva..."dedi ve sağ dizini yatağın üzerine yerleştirip bana doğru geldi. Sonra sol tekrar sağ dizini yerleştirerek yine dibime girmeyi başardı.

"Ne konuştuk biz seninle?"

Yüzümde şu an mahçup bir ifade olduğunu biliyordum.

"Bak bugün izin ver, haddi aşarsam bir daha sana bu teklifle gelmeyeceğim."

Pek inandırıcı gelmedi ama Alaz gerçekten sözünde duran bir adam.

"Seni rahatsız edecek kadar yaklaşmayacağım gelincik çiçeği."

Sözünü tutmadığı tek yer düğün günü beni abimin kollarından alırken emanetin emanetimdir demesiydi.

Anladık ki abimin emaneti emanet değilmiş!

"Tamam gel."

Yatağın sağ kenarına geçtikten sonra sol tarafta onun için yer açtım ve onu yatağa çağırdım.

İlk söylemesinde kabul etmeme şaşırmış, ağzı o şeklinde açık kalmış, gözüme bayağı tatlı görünüyordu.

Kirli sakalına elimi değdirmeyi şu an o kadar istiyorum ki...

Bunu o da bana yapmıştı. Kendisi sola uzanıp sağda benim için yer açıyordu. Ben de sağda uzanıp solda onun için yer açtım.

"Emin misin yavrum?"
Hem kendisi istiyor hem de ben rahatsız olurum diye tedirgin oluyordu. Ben ise geçmişti gömmeye söz vermiştim.

"Tabii."

"Senin o tabii diyen ağzını, dilini ben..."

"Aaaaaaaaa"

Lafının devamını duymamak için odada bağırmam ile deli görmüş gibi bana baktı ama o kadar mutluydu ki bu sadece birkaç saniye sürdü. Gözlerindeki o hayran ifade hâlâ yerli yerindeydi.

Gelip sol tarafta onun için açtığım yere uzandı. üzerini yazlık ince, pike gibi bir battaniye ile örttü. Fakat benim üzerimi açmıştı.

Battaniyeyi kaldırıp altına girmem için işaret etti. İlla sağ tarafta benim için yer açacaktı.

Onu kırmayıp gösterdiği yere uzandım ve üzerimi örtmesini bekledim. O üzerimi örtünce ise gözlerimi hemen kapatıp uyumayı bekledim. Bu yatağın içinde onunla göz göze gelecek kadar cesaretli değilim.

Gözlerimin kapalı olduğu süre boyunca gözlerini üzerimde hissettim. Işıkları kapatsa bile bana bakmaya devam etti. Bu karanlıkta ne görüyor bilmiyorum ama gözlerini bir türlü üzerimden çekmedi.

Sabah olduğu gibi yine aldığım nefesim ciğerlerimi acıtmaya başlayınca yerimde huysuzca kıpırdandım. Bugün neden böyle olduğunu gerçekten anlamıyorum.

"Alaz klimanın derecesini düşürür müsün?"

Belki de hava sıcak olduğundan dolayı böyle oluyordu.

"Tamam gelincik çiçeğim."

Gerçekten o kadar mutluydu ki bu sesinden bile hissediliyordu. Keşke ben de bu kadar mutlu olabilseydim.

Onunla bu yatakta yan yana olmak bana mutluluk vermeliydi fakat ben nefes alamıyordum. Üstelik ona biraz bile yaklaşmaktan korkuyordum. Sonra kriz geçirip adamın gecesini mahf edebilirdim.
Böyle bir şeye sebep olmamak için ise en doğru karar ondan olabildiğince uzak olmaktı.

Yatakta birkaç kere daha döndükten sonra Alaz artık bende bir sorun olduğunu anlatmış olacak neyim olduğunu sordu.

"Bir şey yok, sadece hava biraz fazla sıcak ve bunaltıcı."

Dubai havası sıcak ve bunaltıcıydı.

Işığı açınca gözlerim kapalı da olsa rahatsız oldum.

"Aç üstünü o zaman. Uyuduktan sonra ben örterim."

Bu adam bana gerçekten aşkla bakıyordu.

"Ama o zaman da üşürüm."

Üşürüm?

Üşüyorum...

Bu şekilde çok rahatsızım ama üzerimi açarsan da üşüyeceğim. İlk defa böyle bir şey ile karşı karşıya kalıyorum.

"Yaklaş bana."

Ne yapacağını bilmediğim için ona yaklaştım. Gözlerinde gördüğüm duygu merhametin en koyu tonundan biriydi.

Üzerimizdeki pikeyi kaldırıp ayaklarımızın ucuna bıraktı. Aramızda sadece otuz santim kadar bir boşluk vardı.

"Şimdi neren üşüyor? Söyle."

Bana neden bu kadar güzel davranıyor, cevabını bilmiyorum ama sanırım bu merhamete alışamayacağım.

"Ayaklarım."

Gözleriyle benden izin istedi. Artık gözler ile anlaşabiliyorduk.

Yeşil gözler, bitter çikolataya konuşmadan cevap veriyordu.

Gözümü bir kere kapatıp açarak ona istediği izni verdim. Ne yapacağını beklerken aramızdaki otuz santimi hiç bozmadan sadece ayaklarını ayaklarıma temas ettirip ısınmamı sağladı.

Gövdelerimiz arasındaki mesafeyi söz verdiği gibi ben istemediğim sürece bozmadı. Sadece benim isteğim üzerine ayaklarımı ayaklarının arasına alıp üşümeme engel oluşturdu.

Ayaklarım ısınınca vücudum mayışmış ve uykum gelmişti. Ona iyi geceler dileyip gözlerimi kapattım. Karşılık olarak ise "İyi geceler."cevabını aldım.

Fakat o sanki bana iyi geceler dilememişti. Gecenin iyi olduğunu vurgulamıştı ve bunu çok hoş bir şekilde dile getirmişti.

Geceler artık iyiymiş.

"Geceler Alaz geceler..."

"Geceler yavru, geceler... Sana uyandığım bütün geceler iyi."

Mayışan bedenim kendini uykunun kollarına bırakırken en son hissettiğim şey üzerime örtülen pike oldu. Ayağımdaki sıcaklık ise oradan asla ayrılmadı. Onun sıcaklığı farklı bir boyut farklı bir his...

Uykumu tamamen almış, dinç bir şekilde uyandığım zaman Alaz'ı yanımda göremeyince nerede olduğunu merak ettim. Yatakta oturur vaziyete gelip odanın içini kontrol etmeye başladım fakat her şey dün gece ile neredeyse aynıydı. Tek bir şey dışında...

Alaz'ın birkaç gömleği koltuğun üzerine öylece fırlatılmış duruyordu. Başucumda duran telefonu da yoktu.

Yataktan kalkıp ilk önce banyoya gittim ama zaten kapısı açıktı. Burada olmadığından emin olduğum halde hem banyoya hem de giyinme odasına baktım. Gittiğini bile bile her tarafı karış karış aradım ama Alaz'a dair herhangi bir iz yoktu. Gömlekleri ve kokusu olmasa sanki hiç burada olmamış gibiydi.

Telefonuma gelen bildirime açıp baktığım zaman şokla yerimde donup kaldım. Bu, bu olamazdı değil mi?

Alaz yine her zamanki gibi siyah takımlarından birini giymiş lobide çiftlere özel ayrılan koltuklarda
oturuyordu. Yanında ise çakma Berva vardı.2

O kadına neden gülüyordu ki?

Sinirden sizlerin tutmayıp koltuğun üzerine düştüğüm zaman telefondaki video hâlâ devam ediyordu ve canlıydı. O halde hâlâ biraz zamanım vardı.

Telefonumu aldığım gibi etraftaki kimseyi umursamadan dağılmış bir halde aşağı indim. Ayaklarım gidiyordu ama sanki ben gitmiyor gibiydim.

Lobiye gelip sarı saçlı kadına Alaz'ın nerede olduğunu sorunca parmağıyla bana sağdaki kapıyı gösterdi. Ne yani, yalnız mı kalıyorlardı?

Hızla, önüne gelen herkese çarpa çarpa odanın kapısına geldiğimde camdan gördüklerim beni hayal kırıklığına uğratmaya yetmişti. Alaz o kadının elini mi tutuyordu?

Birkaç saniye boyunca onların o hallerini izledim. Kadının Alaz'a cilve yapması, Alaz'ın ona gülmesi ve elini tutması...
Hepsini tek tek hafızama kazıdım. Odaya girip kapıyı açtığım sırada burnuma direkt onun portakal çiçeği kokusu doldu. Tamamen odada olduğum zaman ise...

Onu öpmek için dudaklarına eğilmişti.

Bunu bana yapamazdı. Benim bunu ikinci kere sindireceğimi düşünüyorsa yanılıyordu.

Dudakları buluşmadan kapının yanındaki masada duran vazoları elime alıp ağız taraflarından tuttum ve ikisini aynı anda onlara doğru fırlattım. Vazolar tam ikisinin de kafasına doğru yol alıyordu.

"Öl Alaz, senden başka bir şey istemiyorum."

Vazo tam hedefi on ikiden vurup ikisini de tek seferde oturdukları koltuğa yıkarken yavaş adımlarla onlara doğru gittim. Kadının bilinci kapanmış ama Alaz Ulusoy başından akan kan ile gözlerimin içine bakıyordu.

"Yeşil gözlü cesur kız."dedi zar zor çıkarabildiği sesi ile. Ben ise gözlerinin içine baka baka adını söyledim.

"Bitter çikolata hareli adam."

"Seni, seni sev-"

"Beni aldattın."

Alaz artık konuşamaz bir halde gözlerini kapatınca başımı göğsüne yasladım ve ard arda sertçe vurmaya başladım. Her vuruşumda kalbim daha çok acıyordu ama kokusu daha çok burnuma doluyordu.

"Bunu yapmak zorunda değildin Alaz. Beni bir kere daha öldürmek zorunda değildin."

Gözümden yaşlar tek tek ama süratle akarken ben onun boynuna burnumu yaslamış, kanla karışık kokusunu soluyordum.

"Öl Alaz, öl."diye çığlık atıp kafamı kaldırdığımda Alaz'ın çıplak göğsü ile karşılaştım. Kafamı sallayıp etrafa tekrar bakarken lobide değil de odadaydım. Telefon oradaydı, gömlekler yoktu, rüyaydı.6

Etraf daha yeni aydınlanmış saat altıya geliyordu. Aramızda olan o otuz santim kapanmış, anladığım kadarıyla başım göğsüne yaslıydı. Klima açık olduğundan dolayı oda serindi fakat ayaklarım hâlâ bacaklarının arasında olduğundan sıcacıktı.

Sağ tarafına uzanmış bir kolunu altımdan bir kolunu üstümden geçirerek beni kendisine sarmıştı. Tam belimden beni kendine çekerek vücutlarımızı bir bütün haline getirmişti.

Rüyanın etkisi ile ona o kadar ters bakıyordum ki o vazo elimin altında olsa hiç düşünmeden kafasını kırabilirdim.

Beni, çakma ben ile aldatıyordu.

Fakat dikkat ettiğim bir şey vardı ki uykuda bile sözünü tutmuştu. O otuz santimlik mesafeyi kapatan bendim. Ben onun yanına gelmiştim.

Onu uyandırmamaya özen göstererek kollarının arasından çıktım. Sanki bırakmak istemiyormuş gibiydi ama bir şekilde çıkmayı başardım. Çıktığım zaman ise huysuzca yerinde kıpırdanıp bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bu halde gözüme çok tatlı görünüyordu.

"Yavrum."

Mırıldanmalarından sadece bunu anlamıştım. O uyanmadan yataktan kalkıp banyoya gittim ve işlerimi halledip dolaptan giyebileceğim bir şeylere baktım. Alaz hangi kıyafetlerimi aldı bilmiyorum ama iç çamaşırlarımı sanki özenle, bilerek en açık olanlarından seçmişti.

Ve eminim ki benim kıyafetlerimi dolaba herhangi biri değil , o yerleştirmişti. İç çamaşırlarımı birinin görmesine müsaade edeceğini sanmıyorum.

Birkaç elbiseyi es geçip siyah olan elbisede durdum. Bu elbiseyi kesinlikle ben almamıştım. Ben böyle elbiseleri bu vüne kadar giymemiştim. Kesin Kübra ve Yağmur'un seçtiği elbiselerden biriydi.2

İp askılı elbisenin boyu yerleri süpürecek kadar uzundu fakat bacak kısmı boyunca derin bir yırtmaç vardı. Aynı şekilde göğüs dekoltesi de derindi. Sırt kısmı ise tamamen açık sadece model olsun diye estetik görünümlü birkaç ip parçası duruyordu.

Giyip giymemek arasında kararsız kaldıktan sonra geri yerine bıraktım. Böyle bir şey giymemiştim, giymezdim. Siyah iç çamaşırlarımı alıp bol, kot bir pantolon giydim ve üzerime de beyaz bir tişört geçirip tişörtün eteklerini pantolonun içine yerleştirdim.

Alaz hâlâ uyuyorken dün gece çıkardığı pantolonu alıp ceplerini kurcaladım fakat anahtarı bulamadım. Giyinme odasını ve odadaki bütün çekmeceleri gezip bulamadım. Tabii üstten bakmıştım çünkü oda o kadar büyüktü ki her yerine kısa sürede bakamazdım.

Son çare Alaz'ın gri eşofmanının cebine bakacaktım. Yatağa yaklaşıp küçük adımlarla tam baş ucunda durdum. Uyuduğuna emin olduktan sonra elini eşofmanın cebine soktum fakat yoktu. Diğer cebine ulaşmak için üzerine doğru eğilip elini cebine soktum ve bingo. Anahtar buradaydı.

Anahtarı çekip alacakken aniden açılan gözü ile irkilip geri çekildim. Beni korkuttu hödük ağa.

Uyku mahmuru sesi ile ne yapıyorsun diye sorunca vereceğim cevabı bir süre düşündüm.

"Yoksa sen anahtarı almak için mi yanında uyumama izin verdin?"

Şüphe ve hafif kırgınlık hissettiğim sesi bile beni yumuşatmaya yetmiyordu. Aksine rüyanın etkisi ile daha çok öfkeleniyordum.

"Saçma sapan konuşma Alaz Ağa, öyle olsa gece alırdım anahtarı."

Yataktan doğrulunca ben de birkaç adım geri gittim. Gözlerim ise çıplak göğsünde dolanıyordu.

Bunu duyduğuna mutlu olmuştu. Ne olursa olsun onunla uyumama sevinmişti.

"Peki karım neden benim uykulu halimden faydalanıp anahtarı sıkmaya kalkıştı öğrenebilir miyim?"

"Çünkü gidip çakma Berva Ulusoy'u yamultacağım."

Elimdeki anahtarla kapıya doğru gideceğim sırada belime sarılan kollarla olduğum yerde durmak zorunda kaldım. Sırtım çıplak göğsüne yaslanmıştı.

"Yavrum ben sana demedim mi onunla sen uğraşma ben uğraşacağım diye?"

Beni bıraksın diye olduğum yerde tepinmeye başladım.

"Ben değil o benimle uğraşıyor. Rüyalarıma giriyor. Onu öldüreceğim."

"Dur kızım dur, alt tarafı bir rüya."

Alt tarafı...

"Evet Alaz Ağa, seni öldürdüğüm bir rüya."

Beni yavaş yavaş kendine doğru çevirdi ve göz göze gelmemizi sağladı.

"Ne yaptım acaba yine?"

Allah'tan inkar etmiyor.

"Beni çakma ben ile aldattın."

Odaya kahkahası doldurunca sinirle olduğum yerde tepinmeye başladım. Beni sinir ediyordu.

Ellerinin arasından kurtulup anahtarı kafasına fırlattım. Refleksle kurtulmasaydı kafası yarılacaktı.

Nefesim yine daralmaya başladı.

"Demekki güzel geldiysen seni bir tek sen ile aldatabiliyorum."

"Demekki güzel olan biri gelse aldatacaksın."

Benim boşuna olayı büyüttüğümü iddia edip hiç dinlemeden banyoya girdi. Ben ise bu pantolondan daraldığım! için dolaba tekrar girip az önceki siyah elbiseyi giyindim.

Ben giyinip makyaj masasına geçip asla kullanılmamış olan makyajlardan yüzüme biraz renk getirdim. Saçımı ise sırt dekoltesi görünsün diye topuz yaptım. O esnada Alaz banyodan çıkmıştı fakat makyaj masası görüş açısında olmadığı için üstümdekini görmeyip giyinme odasına geçti.

Ben makyajımı bitirip odanın ortasında durunca o da giyinme odasından çıktı. Yine şaşırtmayarak simsiyah giyinmişti. Tıpkı rüyamdaki gibi.

Kafasını kaldırıp beni görünce donup kaldı. Sanki artık nefesi sıkışan oydu.

Birkaç dakika öylece bana baktıktan sonra kafasını iki yana sallayıp bana doğru geldi. Ben ise o geldikçe zorlanan nefesim ile arkamdaki koltuğa oturdum.

Bana hayranlıkla bakarken nefes almakta zorlandığımı anlayınca gözlerine endişe hakim oldu.

"Yavrum, geçmedi mi?"

Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım.

"Bilmiyorum, geçecek gibi değil. Nefes alıyorum ama sanki yetmiyormuş gibi hissediyorum."

Adım sesleri ile beraber gölgesi de üzerimdeki yerini alınca karşıma geçtiğini anladım.

"Kapalı alan fobin var mı?"

Bunu daha önce hiç düşünmemiştim ama sanırım yoktu. Aksine hergün asansöre binebilen bir insanım.

"Bildiğim kadarıyla yok Alaz."
Gözlerimi açmadan cevap vermiştim. Saniyeler sonra üzerimde gölgesinin yoğunluğu artınca daha çok yaklaştığını anlayıp gözümü açtım.

Üzerime eğilmiş ve dudaklarını tam burnumun dibine getirip nefes alışverişimi kontrol ediyordu.

Gözümü açıp onu burnumun dibinde görmemle nefes alışverişim hızlanmıştı ve o bunu hissettmiş olacak benden hafif uzaklaşıp göz kırptı.

"Bundan sonra kendini böyle hissettiğin zaman bana gel. Üzerindeki etkim yalanlanamayacak kadar gözler önünde."

Göz kırptığı için tebessüm eden dudaklarıma bakarken benimle dalga geçerek konuşmasının ardından bir saniye kadar bekledikten sonra, alnına sertçe geçirdiğim kafa ile geri çekildi.

Hâlâ rüyanin etkisinde olduğumu unutuyordu.

Benim de kafam acımıştı ama dalga geçmemeyi öğrenmesi için yeterli bir bedeldi.

"Ne yapıyorsun kızım? Az insan gibi davranamaz mısın? Ama sana insan gibi davrananda kabahat."

Alnını tutup geri çekildi ama geri çekilirken aynı zamanda kolumdan tutup beni de kendisiyle beraber çekti. Üç kişilik koltuğa oturup. Beni de yanında oturttu.

Yanından kalkmak için debelenmedim çünkü dediği gibi üzerimdeki etkisi yalanlamayacak derecede ortadaydı.

Ben, dibime girince nefes alamam gibi düşünmüştüm, ki arada yaptığı hareketler ile nefesimi de kesiyordu ama şu durumda tam tersi olmuştu. Göğsümdeki ağırlık yavaş yavaş etkisini kaybetmiş ve nefesim bana yeterli gelmeye başlamıştı.

Elini alnından çekmişti. Bir elini boynuma sarmış gibi yapıp arada göğsümün üzerine bırakıp nefes alısverişimi ve kalp ritmimi kontrol ediyordu. Elbisede göğüs dekoltesi fazla olduğu için tenime temas ediyordu.

Çaktırmadan durumumu kontrol ediyordu.

"Gördük insan gibi davranmanı. Yaklaşma dedik dibimize girdin. Keşke burnuna vursaymışım."

Birincisi olduğum yerden asla rahatsız değilim.

İkincisi ağzına ve burnuna vurmayacağımı herkes en az benim kadar iyi biliyor.

Üçüncüsü ve en önemlisi bana doğru dönünce dudakları tam göz hizama geliyor.

Yani şimdi elimden bir kaza çıkarsa suçu asla üzerime almıyorum.

Adam bilerek dibime girip bütün ayarlarımla oynuyor. Yoksa ben hayatta böyle bir şey düşünecek insan değilim.

Öyle değil mi ama...

"Yapma öyle şeyler karım. Allah muhafaza gözüme falan gelir bir daha sana göz kırpamam."

Tövbe yarabbi tövbe. Gözüne gelen her türlü zarardan sana sığınırım.

Bana göz kırpmazsa ölürmüşüm.

Konuşma bahanesiyle daha fazla dibime girmiş fakat zaten yan yana olduğumuz ve vücutlarımız temas halinde olduğu için pek fazla belli olmuyordu.

Arkadan boynuma doladığı kaslı koluna kafamı yasladım. Taş gibi sert ama yastık gibi yumuşaktı. Bu hissi nasıl anlatabilirim ki?

"Kapıyı açarsan seni azat ederim."

Evet çünkü az önce ben giyinmeye giderken anahtarı tekrar almıştı.

Burnu git gide boynuma daha çok yaklaşıyordu. Benim portakal çiçeği kokusunu soluyup nefesimi kontrol altına aldığım gibi o da burnunu boynuma yaklaştırıp derin nefesler alıyordu.

"Esir olan ben miyim ki azat ediyorsun? Buradan bakılınca tam tersi gibi duruyor."

"Yok kocam, kalbinden bakınca tam da öyle duruyor. Sen esirsin, zindan benim."

Ve goool...

Başımı ona doğru çevirince şakaklarımız birbirine değmişti. Bu kadar da dibime girdiğini bilmiyordum. Halbuki ben gözlerine bakacaktım.

Şakaklarımız birbirine temas ederken daha ileri gidip burnunu boynuma değdirip derin bir nefes alınca ayak parmaklarımdan saç tellerime kadar vücudum titremeye başladı.

Bu his insanın kalbini durduracak kadar zararlı ama bir o kadar da güzel ve eşsiz bir histi.

Kalbim duyuyor musun, tek nefesine kaç kelime sığdırmışım?
İtiraf ediyorum artık, zindanı Alaz olan bir kalbin esiri olmuşum.

"O zaman beni azat edersen bu da senin ayıbın olsun. Zindanı sen olan bir yürekte suçum neyse cezası müebbet olsun."

Ondan bu güne kadar romantik bir kelimeyi bırak, içinde sevgi kırıntısı olan bir cümle bile beklemezken söylediği her şey içimde ona karşı olan bütün güzel hisleri ortaya çıkarmıştı.

Kalbim sözlerinin etkisi ile hızla çarpmaya başlarken boynumda hissettiğim dudakları ile gözlerim şokla açıldı.

Sakin ve bir o kadar temkinliydi. Vereceğim tepkiyi dudakları boynumdayken bekliyordu. Çünkü yaşadığım ve yaşadığımız onca şeyden sonra ben istemeden asla ileri gitmek istemiyordu.

Durdum, bekledim...
Cevap olarak ne yapacağımı ne diyeceğimi ben bile bilmiyorum.

Fakat cevap olarak başımı yana atıp boynumu onun için daha çok açacağımı asla beklemiyordum.

Hareketimle birkaç saniye bekleyip ardından dudaklarını boynuma mühürlemeye devam etti. Az önce yumuşak olan dudakları boynumu onun için açmamla boynumda iz bırakacak kadar sertleşmeye başlamıştı. Kendiliğinden kapanan gözlerim onu görmek için yanıp tutuşurken, dudaklarını daha fazla hissetmek isteyen tenim ile yarışır vaziyetteydi.

Dudakları küçük bir an boynumdan az da olsa uzaklaşmış, ardından iki kelime edip tekrar yerine kurulmuştu.

Bu iki kelime ise onu tamamen bana esir kılmıştı.

Beni ise...

Ben nerede olduğumu unutmuştum.

"Seni seviyorum."2

Seni seviyorum.
İki kelime, bir cümle, altı hece, on üç harf...

Fakat değeri matematiğin kralı bile gelse bulamayacak kadar paha biçilmez.

Bu cümle herkese, her şeye söylenebilir fakat bu vurgu ve bu hisle ancak kalbin sahibine söylenebilir.

Ve Alaz tamamen Berva'nın kalbine esir edilir. Anahtarı ise bizzat bana verilmiştir.

Onu oradan azat edersem bana, kilidi kırıp giderse de ona yazıklar olsun.2

Bölümü Nasıl Buldunuz?6

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Buraya da bir emoji alabilir miyim.3

Emeğimin karşılığını veren herkes, emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💚🤎

Ben hâlâ modellerle ilgili fikirlerinizi bekliyorum. Lütfen yardımcı olun. Kendinize iyi bakın.3









































 

Bölüm : 22.12.2024 23:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...