Merhabalar
Yeni bölüm ile geldim.
Buraya bir emoji alabilir miyim lütfen.8
Nefes almak için ondan ayrıldığımda zar zor konuştum. "Alaz dur artık yeter."dedim nefes nefese.
Gözlerim kapalıydı, alnını alnıma yaslayıp nefeslenmemi bekledi. Göğsüm soluklarım ile beraber yükselip onun göğsü ile birleşiyor, kalbim, kaburgam olmasa dışarı fırlayacak gibi hızlı atıyordu.
Gözlerimi açtığımda kızardığını düşündüğüm dudaklarıma günlerdir yemek yememiş gibi bakıyordu. Ben de gözlerimi dudaklarına çevirdiğimde biçimli dudaklarının kızardığını gördüm.
"Yetmezdi hatun ama bu sefer senin dediğin gibi olsun."
"Çok güzelsin hatun. Haddinden fazla güzelsin. Seni nasıl saklayacağım ben?"1
Üzerimden doğrulup yanıma uzandı ve koluma dikkat ederek beni kendine sarıp başımı boynuna gömmemi sağladı. Bu mesafeden en az benim kalbim kadar hızlı atan kalbini duyabiliyordum.
Onun nefesi saçlarımı okşarken benim nefesim boynunu yalayıp geçiyordu. Saçıma bıraktığı öpücükler dudaklarımda tebessüme dönüşünce olduğu gibi dudaklarımı boynuna bastırdım.
İlk birkaç saniye dudaklarımı hareket ettirmedim ama sonra küçük bir öpücük kondurup dişlerimi boynuna geçirdim.
"Yerinde dur hatun, yoksa senin için hiç iyi şeyler olmayacak."
Bende onun izleri varsa onda da benim izlerim olmalıydı.
Nasıl hissettiğimi kendime bile tarif edemiyordum. Onun yanında olmak ve dudaklarını dudaklarımda hissetmek, ilk defa yapmış olmama rağmen çok güzel hissettiriyordu.
Kalbimin ortasında çiçeklerle dolu geniş, ferah bir alan açılmış, ciğerime çektiğim her nefesi o bahçeden soluyordum.
Bütün vücuduma yayılan tarifsiz huzurun verdiği his... İçim dışım portakal çiçeği kokusu ile dolmuştu.
Yatakta sırt üstü düz bir konuma gelip beni de üzerine uzattı. Tıpkı bir bebek gibi beni kolayca kaldırabiliyordu.
Uzun uzun gözlerine baktım. Bu gözlere kahverengi diyenler kör olmalıydı. Yakından bakmayan biri asla siyaha çalan bitter çikolata harelerinin rengini tam bilemezdi.
Göz göze baktığımız zaman gözleri bir anlığına alnıma kaydı. Ona daha önce izin vermediğim için öpmüyordu ama içi gidiyordu. Çünkü alnından öpmek sen benim helalimsin demekti onun dilinde. Bir baba, abi gibi değil, eksik parçasını bulmuş gibi öpmekti bu.
Başımı eğip alnımı dudaklarıyla aynı hizaya getirdim. Alnımı dudaklarına bastırdığım zaman hiç beklemeden o kadar anlamlı bir öpücük kondurdu ki, sen benimsin demesine gerek yoktu. Bunu tek bir öpücüğü ile anlatmıştı.
Belimde duran elleri olduğu yeri yavaş yavaş okşarken dudakları olduğu yerde bir süre bekledi. Birkaç saniye nefeslenip bir kere daha öptükten sonra dudaklarını çekti.
Gözlerindeki ışıltıyı görmemek için kör olmak gerekirdi. Tek bir hareketle bu kadar mutlu olması beni de çok mutlu ediyordu.
Üzerinden kalkmak için kıpırdandığım zaman olduğum yerde durmam için belimdeki ellerini daha çok sıktı. Anlaşılan bu pozisyonda hareket etmemem gerekiyordu.
"Alaz bıraksana beni, uyumaya gelmedik mi, hani uyuyacaktım?"
"Uyu hatun, böyle uyu. Benim koynumda olup bu kadar erken uyuyacağın sayılı günlerden birindesin zaten. Uyu."
İmalarına artık alışmam gerektiğini biliyordum. O hep böyle beni utandırmaya devam edecekti.
"Ama böyle nasıl uyuyacağım ki?"dedim, imalarına herhangi bir cevap vermekten kaçınarak. Çünkü sonunda yine zararlı çıkacak kişi ben olacaktım.
Aslında rahatsız değildi, aksine göğsü yataktan bile daha rahattı ama...Neyse!
Hemen de uykusu mu gelmişti? Kontrol etmek için başımı hafif kaldırdığımda gözleri kapalı saçımı kokladığını gördüm.
"Hani ben az önce sana bir şeyler anlattım ya..."
O şerefsiz adamı anlattım ya...
Gözlerini aniden açıp gözlerimin içine baktı. Sanırım bu konu her açıldığında destek olmak için bunu yapacaktı.
Başını aşağı yukarı sallayıp dinlediğini belirtti ama dinlemekten ziyade sanki ağzımdan çıkan tek bir sözcüğü o adamı öldürmek için öfkeyle bekliyordu.
"Onun yüzünden ilk başlarda sana uzak davranıyordum ama dokunuşların..."
Gerildiğini bütün vücudumda hissettim.
"Senin dokunuşların beni hiç rahatsız etmiyor Alaz."
Öyle bir güldü ki sanki bütün dünyayı ona vermişim gibi. Alnıma derin bir öpücük kondurup beni içine hapsetmek ister gibi sımsıkı göğsüne bastırdı.
"Beni anlaman, sana alışmam için zaman verip ben istemeden ileri gitmemen... Alaz bunlar benim için o kadar önemli ki... Değil senden rahatsız olmak, aksine göğsünde uyumak haddinden fazla rahatlatıyor."
Tek hamlede sırtımı yatakla birleştirip yanıma uzandı. Bakışları o kadar derindi ki bir düşmekten bir de düşmekten korkuyordum.
"Karım."deyişi bin derdi derman etmeye yetecek kadar güzeldi.
"Hiçbir zaman isteğin dışında ileri gitmeyeceğim. Her zaman göğsümde uyutacağım."
Bu onun yeminiydi. Bir ömür beni göğsünde ağırlamaya yemin etmişti.
Parmaklarımı yüzüne çıkarıp henüz kısa olan sakalları ile oynamaya başlayınca gözlerini kapattı. Parmaklarımı yüzün her tarafında gezdirdim. Teni, gözleri, burnu, dudakları... Hepsini gözleri kapalı, dudaklarındaki tebessüm ile sabırla bekledi.
Uzanıp siyah saçlarını öpüp gözlerini açması için gözlerini öptüm.
Ona bu kadar yakın olma isteği neden birden kendini gösterdi bilmiyorum ama sanırım uzun zamandır bunu istediğim için artık kendime engel olamıyordum.
"Hatun uyu, uyu çünkü davranışların seni sevme isteği uyandırıyor. Ama ben seni severken, dudaklarım vücudunda gezerken uyuyamazsın."
Her şeyin sonunu da buna bağlamasa olmaz.
"Şimdi uyuyamam, sana söylemek istediğim bir şey var."
Merakla bana bakarken uzandığım yerden kalkıp komodindeki telefonumu aldım ve Diyar'ı aradım.
"Bugün düğünde gözlerin kardeşini arıyordu Alaz Ağa. Arayıp bir halini hatrını soralım."
Yaptığım şeye anlam veremediği yüz ifadesinden belliydi. Uzun uzun çalan telefon açıldığı zaman yengemin neşeli sesini duydum.
"Abin yanımda canım, şimdiden uyarayım da sözlerine dikkat et."
"Tamam tamam. Nasılsınız ne yapıyorsunuz, abi sen nasılsın?"
Sorusunu ben cevaplamadım. Alaz'ın onu özlediği belliydi. İkisi konuşsun diye onlara fırsat verdim.
"İyiyiz abiciğim sen nasılsın, iyisin değil mi çiçeğim?"
Abilerim ve ben nasılsak onlar da öyleydi.
"İyiyim abi de sizin düğünde olmanız gerekmiyor mu? Bir sorun yoktur inşallah."
"Biz erken geldik biraz. Sorun yok yani. Yengen bir şey söyleyeceğim deyip seni aradı. Ne düşündüğünü ben de bilmiyorum."
"Vallaha ben değil kardeşin söyleyecek. Ben orta böceğim."
Konağa gidip onun hamile olduğunu öğrendiğimde bunu abisine söylemek için uygun bir zaman bulmamı istemişti ve Alaz'ı bu kötü geçen gününde mutlu edecek bir haber çok iyi olurdu.
Alaz artık bir bana bir telefona daha çok merakla bakıyordu. Ne olduğu hakkında herhangi bir fikri yoktu. Ben de ona hiçbir şey belli etmemek için ne gülüyordum ne de somurtuyordum. Bu yüzden merakın yanında tedirginlik de vardı.
"Diyar, artık söylesen mi abiciğim?"
Diyar utandığı için konuşmayınca Alaz sabırsızca onu söylemesi için baskılıyordu.
Kızı zorlamasın diye gözlerimle onu uyarınca yüzündeki o huysuz ifadeyi atıp ben bir şey yapmadım diye kendini savunan çocuklar gibi baktı. O kadar güzel göründü ki gözüme, küçük bir erkek çocuğu gibi masum...
"Yenge bunu abime sen söylersin sanıyordum."
Utanıyordu, bu kız benden büyüktü, yengemdi ama doğrular da saklanmazdı. Salağın tekiydi.
"Yav hamile olan ben miyim sen misin? Ben hamile olsam şimdi çoktan Alaz'a söylemiştim, sen neyinden utanıyorsun?"
Bu konuyu gereksiz yere abartıyordu. Bazı insanlar yok babamın yanında çocuğumu kucağıma alamam, ona kızım ya da oğlum diyemem, yok onu sevdiğimi belli edemem diye diye gençlerin de aklını bozuyordu. Eminim bu evde bu akılda olan tek kişi Kadir Ağa'ydı.
Hayır çocuğumu kucağıma almayacağım da kayınbabamı mı alacağım?
"Çok sağol yenge, gerçekten hiç söylemedin yani."
Söylediklerinden bir şey anlamayıp Alaz'a döndüğümde şokla bana baktığını gördüm. Elimi uzatıp onu sarstım ama hâlâ öylece bakıyordu.
"Diyar bu adam şok oldu! Hayır daha dayı olacağını da öğrenmedi ki, kim bilir öğrense nasıl bir tepki verecek!"
"Yenge, abime hamile olduğumu söyledin. Şimdi onu kendine getir."
Allah benim binbir türlü belamı alsın İnşallah.
Alaz hâlâ bana şaşkınlıkla bakarken "Kapat telefonu Diyar, kocamı kendine getireyim. Sonra Hanımağa'n olarak bana salak demenin cezasını çekeceksin."deyip telefonu suratına kapattım.
Alaz'ı birkaç kere omzundan sarsmama rağmen tepki vermeyince bu sefer kesin onu ayıltacak bir yöntem denedim.
"Acaba saten, gece mavisi bir gecelik mi giysem?"
Anında kendine gelip başını birkaç kere üst üste yukarı aşağı salladı ve bununla yetinmeyip isteğini dile de döktü.
"Evet, hemen giy. Yani sen bilirsin ama giymelisin bence. Giy ama, kesin giy."
Düğün alışverişi için iç çamaşırı mağazasında bana gece mavisi bir gecelik almam gerektiğini söylemişti. Bunu sırf beni utandırmak için söylediğini biliyordum fakat inadına o gün aldığım geceliği şimdi giyecek olsam iyi şeyler olmayacağını biliyordum. Bu bütün bedeninin aniden ayaklanmasından belliydi.
Gerçi Alaz, ben istemediğim sürece ölse bana dokunmazdı.
"Ya adam, senin aklın yerinde mi? Kardeşin hamile, dayı olacaksın diyorum."
"Sus, sus o konuyu duymak istemiyorum. Kardeşimle konuşmadan o konu hakkında bir şey söylemek istemiyorum."
Mutlu olmasını beklediğim adam bırak mutlu olmayı, durgun ve sinirli bir hal almıştı. Bu tavrı ondan asla beklemiyordum. İnsan dayı olacağını öğrenince böyle mi tepki verir?
Çocuk sevmiyor olabilir miydi?
"Bilmiyorum, soru sorma hatun."
Canının sıkkın olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Elimi yanaklarına çıkarıp sakallarıyla oynamaya başladım. Hâlâ donuk bir şekilde gözlerime bakıyordu.
Telefonu alıp komodine bıraktım. Bu halinin nedenini öğrenmem gerekiyordu.
"Alaz canını sıkan ne? Niye dayı olduğun için sevinemiyorsun?"
Yüzüme baktı ama sanki bana söylemek istemediği bir şey vardı, söylemedi. Söylesin diye cesaret verircesine yanağını okşayıp gözlerinin içine baktım ama asla tek kelime etmedi.2
"Tamam, anladım. Hadi uyuyalım."
Bir bok anladığım yoktu. Anladığım tek şey, her ne düşünüyorsa bunu bana söylemek istemediğiydi. Eşi olarak sıkıntılarını bana söylemesi gerekiyordu. Hele ki bizim konuştuğumuz konuda saklanacak bir şey yoktu. Sadece dayı oluyordu.
Üstelemedim, o cevap vermiyorsa inatla sormanın bir anlamı yoktu. Uzanmasını beklemeden ona sırtımı dönüp uzandım ve koluma dikkat ederek üzerimi örtüp gözlerimi kapattım. Ben eş olarak görevimi yapıp onu rahatsız eden şeyi benimle paylaşmasını istemiştim ama o söylememişti. Merak ediyordum fakat o söylemek istemediği sürece sormayacaktım.
Derin nefes sesini duyduğumda gözlerimi kapatmış ama kesinlikle uykuya dair bir belirti göstermiyordum. Onun da üzerini örtüp bana yaklaştığını hissettim. Kolunu belime sardığında aynı zamanda dibime girerek sırtımı göğsüne yasladı. Saçımda nefes alışverişleri ve yer yer bıraktığı buseleri uykumu getiriyordu. Fakat merak asla uyumama izin vermiyordu.
Bu şekilde konuyu değiştirmeye çalışıyordu fakat ortada değişecek bir konu yoktu. Ben tamam deyip konuyu kapattığımızı düşünüyordum fakat galiba gönlü arkamı dönüp uzanmama razı gelmiyordu.
"Yavrum aklımdaki şeyleri sana söylersem üzüleceğini biliyorum. Bırak ben kendim halledeyim, seni üzmek istemiyorum hatun."
Her kelimesinden sonra dudaklarını saçıma bastırıp kolunu bana daha çok sarıyordu.
"Niye üzüleyim ki Alaz? Aksine seni üzen şeyi bana söylemen beni mutlu eder."
Belki de çocuk sevmiyor, hatta kendi çocuğunun olmasını bile istemiyordu. Belki de sırf bunun için üzülmemi istemiyordu.
Ama geçen ona yeğenimin fotoğrafını attığım zaman bundanımız olsun demişti.
Belimden tutup beni kendine doğru çevirdiğinde kolumu da aramızda sabitledi.
"Tamam, söyleyeceğim ama sonuna kadar dinlemeden tepki vermeyeceksin."2
Nefesi dudaklarıma çarparken onu dinlemek zordu.
Gözümü kapatıp açarak onu onayladım. Yüzüme dökülen saçları üfleyerek kenara vermeye çalışırken tekrar gözlerimi kapattım.
"Bu bebeğin mecburiyetten olma düşüncesi aklımı karıştırıyor."
Gözlerim aniden açılınca aynı hızla ağzım da açılmıştı.
"Alaz, sen ne dediğinin farkında mısın? Ne demek mecburiyet. Hazar böyle bir şey yapacak bir adam değ-"
Dudağımın kenarına bıraktığı öpücük ile sözlerim yarım kaldı ama sinirim asla geçmiş değildi.
"Sonunu bekle dedik gelincik çiçeği. Demek istediğim Hazar'ın da Diyar'ın da aşiret baskısı yüzünden mecburiyet hissetmeleri."
"Hazar'ın, Diyar'a zorla böyle bir şey yapmayacağını biliyorsun. Sen onun kardeşine yapsan, o intikam için bile yapmaz."1
Gökten bir yıldırım düştü tam ikimizin arasına. Çarpılan kim oldu bilmiyorum ama kırılan...
Alaz kırılmıştı. Bunu ona ben yapmıştım.
Sözünü dinlemeden aniden çıkışmış, söylemek istediği asıl şeyi duymak istememiştim. Mecburiyet deyince Hazar'ı suçladığını sanmıştım. Fakat o Hazar'ın da bir mecburiyet hissedip etmediğini merak ediyordu.
Bu sefer onu çok kötü kırmıştım. Asla geçmişte ilaç yüzünden yaptıkları için söylememiştim, ya da abisinin intikamını benden aldığı için değil. Ben sadece örnek vermek istemiştim. Hazar'ın hiçbir durumda böyle bir şey yapmayacağını ifade etmek istemiştim.
Görmek istediğim şey sözlerinden dolayı pişman olmasıydı ama artık sözlerinden pişman olan bendim. Gördüğüm şey ise kırgınlıkla bakan bir çift siyah gözdü.
Önce kolları belimden ayrıldı, sonra bedeni benden uzaklaştı. Gözleri gözlerimden ayrı her yere bakmaya başladığında gözlerim anında dolmaya başladı.
Sesim tekdüze bir tonda çıkarken ona söylediğim sözlerden utandım. Hiçbir şekilde bana cevap ya da herhangi bir tepki vermedi. Yavaş yavaş benden uzaklaşıp yataktan çıktığı zaman ona tekrar seslendim.
"Sorun yok güzelim. Ben su içip geleceğim."
Sesinden bile kırgın olduğu o kadar belliyken bana hiçbir şey olmamış gibi davranması en kötüsüydü. Daha yeni yeni birbirimize alışmaya başlarken kalbini çok kötü kırmıştım.
Su içmeye gidiyordu, su ise başının ucunda vardı. Yine de onu durdurmadım. Biraz bekleyip beş dakika sonra peşinden gittim.
Sırtını tezgaha yaslamış, elindeki su bardağı ile daldığı zemine bakıyordu. Ne düşündüğünü, ne hissettiğini az çok tahmin edebiliyordum. Kendini daha fazla üzmesine izin vermeden yavaş yavaş yanına yaklaştım. Beni görmüyormuş gibi, tepki vermedi. Tam karşısında durup bir elimle elindeki bardağı alıp diğer elimi göğsüne bıraktım.
"Geldiğimi fark etmedin mi, ne düşünüyorsun bu kadar dalacak?"
Hırıltılı çıkan sesi konuşmak istemediğini apaçık kanıtlıyordu.
"Peki, suyunu içtiysen odamıza çıkalım mı?"
Konuşmak istememesi onunla konuşmayacağım anlamına gelmiyordu.
Göğsünde olan elimi yavaş yavaş karın kaslarına indirip başımı göğsüne yasladım. Aldığı derin solukla göğsünün yükselişini hissettim, kasvetliydi.
"Ama, beni burada uyutacağına söz vermiştin. Ayrıca ne olursa olsun yatak ve sofra ayırmayacağımızı da sen söylemiştin."dedim başımı olduğu yere kedi gibi sürterken.
"Ortada böyle sözler varken odada yalnız uyuyabileceğimi sanmıyorum. Hem kocam da kırgın bana, nasıl uyuyacağım? Sanırım çok yanlış anlaşılacak bir cümle kurup onu kırdım ve gönlünü nasıl alacağımı bilmiyorum."
"Kocam diyorsun kadın, daha ne yapacaksın."diyen fısıltısını duydum. Sanırım ona kocam demem fazlası ile hoşuna gidiyordu.
"Sözümü tutmayacağımı söylemedim, sadece biraz hava almak istiyorum."
Elimdeki bardağı tezgaha bırakıp kolumu beline sardım. Yanan kolum olduğu için tutarken zorlanıyordum. Bir elim karın kaslarında, bir elim belinde, başım göğsünde bir vaziyette dururken biri gel-
"Hiii, hiç hiç bozmayın, ben meyve suyu... Neyse çıkıyorum."
Alaz'dan ayrılıp utanç içinde Berat'a baktım. Elindeki bardakla mutfak kapısının önünde duruyordu.
Umursamaz sesi bu anın bölündüğünden şikayetçi değilmiş gibi çıkıyordu.
Zaten ona temas ettiğim süre boyunca bir kere bile bana dokunmamıştı. Sanırım sözlerimden sonra bana dokunmak istemiyordu.
"Abi iyi misin?"dedi gri eşofmanı ile şaşkın, Munzur ve bir o kadar korku ile bakan Berat.
"Ben sizi böldüm ve sen kızmıyor musun? Yok yok kesin bir şey oldu."
Haklıydı, şimdiye Alaz'ın yüz kere bağırması, iki yüz kere küfür etmesi gerekiyordu.
"Bir şey böldüğün falan yok. Gel al ne alacaksan."
Kalbi kırılmıştı ama kalbimi kırdığının farkında değildi. Onun için çabaladığımı görmüyor, umursamıyordu. Lanet olası gözlerim yine dolmak için an kolluyordu.
Berat abi de bir şeylerin farkına varmış ve kaşlarını çatıp bana bakıyordu. Cevap olarak başımı iki yana salladım.
"Ben çıkıyorum, aranızda ne varsa halledin ve en kısa sürede yeğenimi yapmaya başlayın."
Gözümün önünden geçen siyah, kırmız ve yeşil şeyleri takip ettiğimde patlıcan, domates ve salatalığın bir bir Berat'ın sırtına doğru uçtuğunu fark ettim.1
Domates gri eşofmanından belirgin bir leke bıraktığında Berat elindeki bardağı bırakıp mutfaktan koşarak çıkmıştı. Paramparça olan bardağı toplamayı düşünmüyordum.
"Sen uyu, ben biraz sonra gelirim. "
Anlaşılan sandığımdan daha çok kırılmıştı. Yaşanan şeyler yüzünden hâlâ kendini suçladığını biliyordum ve bunun üzerine söylediklerim eklenince ne kadar kırıldığını tahmin edebiliyordum ama, aması vardı işte. Bilerek yaptığım bir şey değildi.
Konuşalım ya da konuşmayalım demedi. O kadar ki bana bakma tenezzülünde bile bulunmadı.
Ondan cevap alamayacağımı anlayınca arkamı dönerek yavaş yavaş mutfaktan çıktım. Kapıdan çıkarken kolum kapıya çarpınca acı dolu bir inleme döküldü dudaklarımdan.
Saniyesinde kokusunu burnumda, sıcaklığını yanımda, elini kolumda hissettim.
Yanan bölgeyi çarptığım için çok fazla sızlıyordu. Daha yeni yanmıştı ve üstüne darbe de aldı. Bu kolumun başına daha neler gelecek gerçekten bilmiyorum.
Sanki tekrardan ateşe tutulmuş gibi bütün vücudum ısınmıştı.
Beni yanına çekip mutfaktaki sedirlerden birinin üzerine oturttu.
"Otur biraz, geçmezse sargıyı açarız."
Sargının üzerinden üflemesi gerçekte fayda ediyor muydu bilmiyorum ama etmese de ediyormuş gibi hissediyorum.
İlgili davranması hoşuma gidiyordu. Kırgın olmasına rağmen yanımda duruyordu. Gerçi olması gereken de buydu.
Yüzüne bakıyordum, konuşmaya nereden başlayacağımı düşünüyordum. Ta ki yerdeki kırmızılıklar gözüme çarpana dek.
Kan olduğu aklıma dank edince gözlerimi ayağına çevirdim. Az önceki cam kırıklarına basmıştı!
"Alaz ayağın!"diyerek oturduğum sedirden kalkınca beni tekrar oturttu. Sanki farkında değilmiş gibi ayaklarına baktı ama sonra hiçbir şey olmamış gibi bana döndü.
"Sorun yok yıkarım geçer. Kolun nasıl oldu?"
"Kolum iyi Alaz, yürü ayağını temizleyelim."
İnat etmenin sırası mıydı?
İnatçı, hödük Ağa.
"Düş önüme vallaha etini cimcire cimcire koparırım. Bu nedir ya, benden çok naz yapıyorsun."
Aslında naz yapmadığını, kırgın olduğunu biliyordum ama onu başka nasıl yola getireceğimi bilmiyordum.
Şaşkın şaşkın bana bakmaya başladı. Böyle bir çıkış beklemiyordu sanırım.
"He! Sanırım sen beni yine hafife almaya başlamışsın Alaz Ağa. İstersen sana kapasitemi tekrar, en baştan gösterebilirim. Hayır yani unutmuş gibisin."
Olduğum yerden yükselince bu sefer alışkın olduğum için çığlık falan atmadım. Bu adamın deliliklerine alışmıştım.
"Alaz bıraksana. Zaten ayağın yaralı adam, bırak."
Bırakmıyordu, bırakmayacaktı. Ben de dişlerimi burnuna geçirdim.
"Lan, lan burnumu kopardın. Sal lan, hoşt."
Bana köpek muamelesi yapıyordu. Dişlerimi burnuna daha sert geçirince iz kalacağını anladım.
"Ulan s!kerim böyle işi."deyip beni yere bırakınca dişlerimi göstererek gülmeye başladım.
"Bunu bana ikinci söyleyişin, üçüncüde koca koca kuduz aşılarını kıçına yiyince gösteririm ben sana. Otur şuraya."
Uslu bir çocuk gibi önden önden sedire doğru yürüyünce yüzümdeki buruk tebessüme engel olamadım. O sedire oturunca ilk yardım çantasını alıp ayaklarının önüne oturup cam var mı diye baktım. Çok şükür ki yoktu.
"Alaz, hastaneye mi gitsek. Bir tanesi çok derin."
Ufak ufak kesikler de vardı ama bir kesik çok fazla derindi ve durmadan kanıyordu. Sol ayağı çok kötü değildi ama sağ ayağı kesik içinde kalmıştı.
"Acı da mı hissetmedin be adam, bu kadar kesilene kadar neyi bekledin?"
"Senin canın yanıyordu, ondandır sandım."
Başımı kaldırıp yüzüne baktım, o da bana bakıyormuş zaten. Bu sözü ne kadar düşündü bilmiyorum ama, tek seferde kalbimi kalbine düşürdü.
Canım yandığı zaman kendi canının da yandığını söylüyordu. Bilmiyordu ki onun da canı yandığı zaman benim canım yanıyordu.
"Hastaneye gerek yok, sen bakma bırak ben yaparım."
Ayağını çekmeye çalıştı fakat tutup onu engelledim.
"Sabrımın sınırlarını sınıyorsun, sabır ya rabbi sabır. Ne kaprisli bir adamla evlenmişim ya."
"Sabır dileme kadın, sabır dileyen sınanır."
Ona öğrettiğimi bana öğretiyordu. Ayağını sararken yüzümdeki sırıtmaya engel olamadım. Adam benimle konuşmak istemiyorken bile beni güldürüyordu.
"Böyle akıllı ol canımı ye ağam."
Iyy, ne bu böyle cilve yapar gibi?
Şaşkın şaşkın bakarken söylediğim sözden bir sürü mana çıkardığını biliyordum fakat sargı bittiği için konuyu kapatacak güzel bir bahane bulmuştu.
Başımı aşağı yukarı sallayıp ayağı kalktım. Onun da kalkması için elimi uzattım. Tutmasını beklemiyordum fakat uzattığım elimi sıkı sıkı tutup ağırlığını asla bana vermeden ayağı kalktı. Bu adam böyle yaptığı sürece ona olan sevgimi her seferinde on katına çıkarıyordu.
"Hayırdır Alaz Ağa, başka zaman olsa beni tutup kucağına çekerdin, o kadar hazırlık yaptım ama beni yanılttın."
Gülmemek için kendini tuttuğunu gördüm fakat sonra gülüşü soldu.
"Senin aklından hep böyle şeyler mi geçiyordu yoksa bugüne mi özel? Hazırlık falan yapmışsın kucağıma düşmek için."
"Hayır, beni düşüremeyeceğini gösterecektim. Ayağımı yere sıkı sıkı basmıştım."derken beni yine kucağına alınca gözlerimi devirdim. Buna da bir şey söylemeye gelmiyordu.
"Alaz ayağın yaralı, bıraksana beni."
Ne söylesem de beni bırakmayacağını biliyordum fakat ayağı yaralıyken bir de üstüne beni taşıyamazdı.
"Alaz bırak artık."dediğimde odanın kapısına çoktan gelmiştik. Ne dediysem de beni asla bırakmamıştı.
"Bana bak, sen bir yere falan gidemezsin. Yaralısın, ben uyuyorsam sen de uyuyacaksın aksi takdirde ben de uyumam."
Ayağına tam olarak basamadığını gördüğümde içimde bir yerlerde bir şeyin ağırlık yaptığını hissettim. Yanına gidip kolunu tutup onu yatağa oturttum.
İtiraz etmek için ağzını açınca kaşlarımı kaldırarak tehditkar bakışlar attım. Fakat bu bakışlar sanırım korku vermek yerine güldürüyordu.
"Hey, bakışlarımın düşmana korku vermesi gerekiyordu."
Yanına uzanırken bana dönen bakışları ile karşılaştım.
"Aşk olsun kocam, ben düşmanlarıma böyle mi davranıyorum? Düşmanım olsaydın şimdi çoktan seni depoya kapatıp türlü türlü fant- yani iskenceler çektirmiştim."
"Sen düşmanlarına fant- yani işkence mi yapıyorsun."
Yanına yaklaştım, sırt üstü uzandığı için başımı göğsüne koyup alttan alttan ona baktım.
"Bir ayrıntıyı kaçırıyorsun kocam, sen düşmanım olsaydın dedim. Her düşmanıma yapıyorum demedim."
Durdu, biraz yüzüme baktı. Eminim bana sarılıp uyumayı istiyordu fakat söylediklerimden sonra dokunmak bile zor geliyor olabilirdi.
Onun yerine bu sefer ben sıkı sıkı kolumu beline sardım. O konuyu konuşmama izin vermiyordu ama ben pişmanlığımı her şekilde dile getirecektim.
Fakat bir eksiklik vardı, kıpırdıyordu. Rahatsızmış gibi kıpırdıyordu. Onu bırakayım diye hareket ediyordu.
Gözlerini kapatmıştı, nefes alışverişleri düzensiz bir düzenle seyrederken onu izlemenin ayrı, onunla huzurlu bir şekilde uzanıp onu izlemenin apayrı bir şey olduğunu anladım.
Bu şekilde hiçbir şey güzel değildi.
"Sana sarılmamı istemiyor musun?"
Yine cevap vermedi, susma orucu tutuyordu sanki mübarek. Kollarımı ondan ayırıp uzaklaştım ve yorganı üzerimize çektim. Yüzüstü uzanıp tavanı seyrederken bana doğru dönüp kaslı kollarını boynuma doladı. Sarılıyor mu boğuyor mu anlamadım ama sarılması odadaki kasvetli havayı az da olsa götürmüştü.1
"Şimdi uyu yavrum, yarın konuşuruz. Bugün yorulduk çok."
Huzurla dönüp ben de saçını öpüp ona sarıldım. Bu sefer somurtkan ifadesini tamamen silip tebessüm etmeye başladı.
"Gülüşe bak be, ölürüm ölürüm. O gamzen mezarım olsa bir ömür olsa çıkmazdım."
Gece küs uyumaya kıyamayacak kadar seven adama içimden geçenleri söylemek yanlış olmazdı bence.
"Şş, bir daha ölüm kelimesini ağzına alamayacaksın. Hadi uyu."
"Alaz bu arada düğüne gitmeden önce yengem aradı. Yeğenim için yarın yemek verilecek. Bizi de çağırıyorlar."
Sonunda küçük prense isim verilecekti. Yengem asla ismi kimseye söylemiyordu. İlla kulağına ezan okununca herkes öğrenecekti.
"Biliyorum hatun. Mirhan beni aradı, Yekta Ağa babamı, annen annemi aradı. Her şeyden haberim var gülüm. Gideceğiz ailecek. Hadi uyu artık."
Gerçi doğru olan da buydu. Yengem beni ararsa ve evin büyüğünü aramazsa onlara saygısızlık olurdu. Sadece kadir Ağa'yı ya da sadece Alaz'ı arayıp bütün aileyi davet etseler de olurdu ama onlar büyükleri tek tek aramayı seçmişti.
Alaz'ın biraz da olsa bana karşı yumuşamasının rahatlığıyla, portakal çiçeği kokusunu soluyarak gözlerimi kapattım. Ayağındaki yaralar aklımdan çıkmasa da bir şekilde uyumayı başarmıştım.
***
Aynı kişinin farklı hitaplarla seslenip uykumun en tatlı yerinde beni uyandırması sabah sabah agresif uyanmama sebep olacak bir olaydı. Uyuyan yılana bile dokunulmaz lafını duymamış bu insan galiba.
"Hanımağa'm, saat dokuz oldu. Efsun Hanım seni merak ediyor."
Duyduğum sesin Sevgi'ye ait olduğunu anladığımda içimden ona saydıra saydıra kalkıp kapıyı açtım. Odadaki eksiklik gözümden kaçmamıştı. Alaz Ağa yoktu. Tabii bu saate kadar nasıl uyuduysam adamın kalkıp işe gittiğini bile görmemiştim.
"Abla, Efsun Hanım dün geceden beridir sizi merak ediyor. Alaz Ağa'm sabah iyi olduğunu, dinlenmen gerektiği için seni kaldırmamamız gerektiğini söyledi ama kadın meraktan duramadı."
"Etrafı toplayıp geleceğimi söyle. Ha bu arada Sevgi..."
Dinlediğini belirtir şekilde yüzüme baktı fakat yanlış anlamayacak şekilde nasıl söyleyeceğimi biliyordum.
"Ha sen şeyi diyorsun. Alaz Ağa'm bir kereye mahsus bu kata çıkıp sana bir şey lazım olursa yardımcı olmamı istedi. Yoksa bu kata çıkma yasağı hâlâ geçerli."
Gülümseyip ona kafamı salladım ve kapıyı kapattım. Kendi katında asla birini istemeyen Alaz Ağa ilk defa benim için bu yasağı çiğnemişti.
Üzerimi değiştirmeden önce telefonumu alıp onu aradım. Bu halde nereye gittiğinin hesabını sormam gerekiyordu.
"Alaz sen yaralı yaralı nereye gittin? Bir gün işe gitmesen şirket batmayacak farkında mısın?"
Onu azarladığımın farkındaydım ama yaralı olduğu için ve dünki konuyu konuşmadan, kırgın kırgın gittiği için ona sinirliydim.
"Ama ben diyorum bu kadın evde seni dövüyor, terlikle falan kovalıyor diye de kimse bana inanmıyor. Al işte, izinsiz evden de çıkmıyorsun. Kılıbık, pısırık adamın teki olmuşsun."
Fıraz'ın sürekli yaptığı gibi yine onunla şakalaştığı anlardan biriydi. Ne kadar komik olsa da kocam cevap vermediği için gülüyordum.
"Lan iki dakika adam ol lan. Yavrum ağrı falan yok, işler yoğun. İki saate hazır ol seni gelip babanlara bırakacağım. Sonra ailecek herkes gelecek."
"Bana gelince lan man, yengeme gelince yavrum, çiçeğim böceğim. Ben evlenmeyeceğim, mazallah arkamdan sonsuz menzilli uçan tüylü terliklerle hayatımı tehlikede yaşayamam."
Bu benim kocama çok karışıyordu ama.
"Fıraz, sen kocamla dalga geçmeden önce kendi geleceğine bak. Zira arkadaşımın arkasından gezmeye devam edersen tüylü terlikle değil okkalı tokatla hayatını geçirirsin. Benden sana küçük bir tavsiye. Kocam en azından karısının elini rahatlıkla tutuyor, senin gibi fırsattan istifade halay çekeceğim ayağına elimi koparmıyor."
Alaz'ın erkeksi yakışıklı kahkahası duyulurken Fıraz'ın sesi tamamen kesilmişti.
"Öyle ölmem yenge füze atsaydın. Beni bu adamın diline düşürdün. Ne kocaymış, savunacağım diye bu yufka, çapkın yüreğimi kırdın."
Dünden beridir de kırılan kırılana.
"Çapkın yüreğini kardeşimden uzak tut Fıraz Bey. Düğünün ortasında kızı öpeceksin diye aklım çıkıyordu. Ben öyle çapkınlığı ile övünen erkeklere kız vermem."
"Öpmediğimi nereden biliyorsun yenge hanım."
Bana laf soktuğunu sanıp gülmeye başlamıştı.
"Nereden biliyorum biliyor musun Fıraz? Bu güne kadar senin yüreğinden daha çapkın olan arkadaşımın kiminle ne yaptığını bilen tek kişiyim de oradan biliyorum. Ve sonra sana bakıyorum, işin zor."
"Yavrum kaldıramadı bu salak, milli yas ilan edip sessizliğe gömüldü. Kiminle ne yapmış deyip duruyor. Sen hazırlan, ben iki saate geliyorum."
Telefonu kapattıktan sonra odayı toparlayıp duş aldım. Koluma dikkat ederek yıkamak ne kadar zor olsa da başarmıştım. Ve fark etmiştim ki sargım değişmişti. Ben uyurken değiştirmiş olmalıydı. Bu adam gün geçtikçe sevgide level atlıyordu.
Bütün vücudumu tertemiz yıkayıp vücut spreyimi sıktıktan sonra dün giydiğim kaftanın zümrüt yeşili olan rengini giydim. Bu rengi de çok güzeldi. Bir sürü insanın geleceği yemekte Hanımağa olduğum yüz kilometreden kendini göstermeliydi. Bunu yapmadığım sürece Hanımağa hayali ile yanıp tutuşan, belki de garaj yakan kadınlar çoğalacaktı.
Umarım kızın günahını almıyorumdur.
Boynumda sadece ufak tefek izleri kalan morlukları kapatıp hafif bir makyaj yaptıktan sonra olmazsa olmaz altınlarımı taktım. Kemer, toka, bilezikler, küpe, yüzükler ve kolyeyi takınca tamamdım. Şalımı da örtüp ayakkabımı giyip aşağı indim.
İner inmez gördüğüm endişeli surat neşemi yerine getirmişti. Efsun Hanım annem kadar seviyordu beni.
"Kızım, yavrum ne oldu nazar mı değdi size? İyi misin, o kadar diyorum evden çıkmadan nazar duası okuyun ama anlamıyorsunuz."
Endişeyle bana doğru gelip sarılmadan karşımda durmuştu. Yara var mı yok mu diye kontrol ediyordu.
"Ne nazarı yenge Allah aşkına? Onda ne varsa herkeste var. Kimin nazarı olacak?"
Ona göz devirip cevap dahi vermedim. Elimde kanıt olsaydı saniye dahi onu bu evde tutmazdım.
"Daha ne olacak Cemre kızım, gelinimin yüz ve kalp güzelliğini bir kenara bırak, insanlar huzuru mutluluğu bile kıskanıyor yavrum. Her şey para pul değil ki, bu devirde en çok sağlık ve huzur insanların imrendiği şeyler."
Haklıydı aslında, insanlar paradan çok huzuru kıskanıyodu fakat daha düne kadar bizim huzurumuz da yoktu.
"Yenge, öğlene kadar uyumayıp insan içine çıksa nazara geldi diyeceğiz de..."
Biri şuna susması gerektiğini söyleyecek mi artık?
"Kızım yorgun Cemre, isterse geceye kadar uyur. Kim karışacakmış?"
Biri şu kadına biraz daha beni savunursa ona şuracıkta sarılacağımı söyleyecek mi?
"İyiyim Efsun anne küçük bir yanık sadece merak etme. Bugünkü yemeği biliyorsun değil mi? İki saate kadar Alaz Ağa gelip beni alacak. Siz de sonra gekecekmişsiniz."
"Evet yavrum. Maşallah dün, bugün insan içine en güzel halinle çıkıyorsun. Biraz dua falan oku. Ayrıca kahvaltı etmeden gitme."
Ağzının içinde bir şeyler söyleyip tü tü tü diyerek nazara karşı bağışıklık kazanmamı sağlayıp yönümü mutfağa çevirdi. Yemek yemeden beni bu evden çıkarmayacağını bildiğim için mutfakta hazır olan sofraya oturdum. Çay doldurup yemeğe başladığım an Cemre de mutfağa girdi.
Üstten üstten bakışlar ile afiyet olsun demesine sadece kafa salladım.
"Geçmiş olsun, yaralanmışsın."
Avludan mutfağa karakter değiştirmiş gibi davranıyordu.
"Sağol da hayırdır Cemre, ne bu yüz seksen derece dönmen."
Sedirlerden birine oturup telefonuyla ilgilenmeye başladı.
"Ay aman, yaralısın diye dedim. Sizin de derdiniz çekilmiyor. Bir daha öyle süper kahramanlıklar yapıp ateşlere atlamazsın en azından."
Gereksiz bir konuşma olduğu için ona cevap vermedim. Neye ne zaman atlayacağımı ona soracak değildim.
Lafı uzatmanın manası yoktu.
Önce kaşlarını çattı, sonra bana baktı, tekrar telefonuna dönüp gülmeye başladı.
"Şakaysa komik değil, şaka değilse hiç komik değil Berva Hanımağa."
Ona şüpheyle bakmaya devam edince ciddi olduğumu anladı. Telefonu bırakıp şaşkın şaşkın bana baktı.
"Yok artık, ben de düğündeydim farkındaysan. Şüphelenecek başka birilerini bul çünkü aradığın şahıs ben değilim."
Yalan söylemediğini anlayabiliyordum. O değilse garajı yakan it kimdi o zaman?
Kahvaltıyı bitirip sofrayı tezgaha bıraktığım süre boyunca telefonuyla ilgilenmeye devam ederken bir şeyler söylemek istediğini biliyordum. Aksi takdirde benimle aynı ortamda durmak istemeyeceğini biliyordum.
Bulaşıkları yıkamaları için tezgaha bıraktıktan sonra yanına tekrar masaya oturdum.
"Cemre, söyle ne söyleyeceksen. Gidersem eğer akşama kadar beni bulamazsın."
"Ne diyorsun Allah aşkına, kafayı mı yedin?"
Ağzı ayrı bedeni ayrı konuşuyordu. Telefonu elinden bırakıp bana odaklanması konuşmak istediğinin kanıtıydı.
Masadan kalkıp mutfaktan çıkıyormuş gibi yaptım. Konuşmayacaksa zorlayacak değildim. İnsanların peşinde gezecek kadar sabırlı değildim.
"Yeğeninin adı nedir, belirlediniz mi bir isim?"
"Hayır, sen de davetlisin. Gel beraber orada öğreneceğiz."
"Gelmem ben, sevmiyorum bebek, çocuk, kalabalık..."
Ona ters bir bakış atıp çıktım. Değişik bir kızdı.
Bir süre daha Efsun anne ile oturup Alaz gelince konaktan çıkmıştık.
"Akşam eve gelince konuşuruz. Yolda konuşacak bir konu değil."
"Alaz..."demeden dikiz aynasını sıyıran kurşun ile neye uğradığımı şaşırdım. O ise sanki her gün böyle saldırılara uğruyor gibi kontrolü kaybetmeden beni çekip kafamı eğmemi sağladı.
"Eğil kalkma. Dur şöyle, panik yapma Fıraz ve Orhan arkamızda zaten. Ses gittiyse hallederler."
Arabanın hızı en son sürate ulaşınca ben panik olmayayım diye sakin kaldığını anladım. Peşimizdeki adamlar korumaların hepsini arkada bırakacak kadar tecrübeliydi.
Silah olabilecek ilk yere, torpidoya baktığım zaman beklediğim şeyi bulmuştum. Camı açtığım zaman yapacağım şeyi anlamıştı.
"Berva sakın, sakın karşılık verme."
Belli aralıklarla üzerimize kurşun yağarken elim kolum bağlı oturmamı bekliyordu.
Açmaya çalıştığım cam onun tarafından sürekli kapatılınca silahla camı kırdım.
Arayı açmaya çalıştıkça peşimizdeki adamlar yaklaşıyordu. Bir iki üç araba da değildi. On arabadan fazla araba görüyordum.
"Alaz ilk defa silah kullanıyormuşum gibi davranmayı kes. Kendimi korumayı biliyorum."
Bir tarafımı kesmeyeyim diye camı açmak zorunda kalmıştı. Bir kişiyle olmayacağını bilsem bile durdurmak için durmadan sıkmaya başladım.
Etraftaki insanlar şaşkınlıkla bize bakıyor, Alaz Ağa'nın aracını görenler arkadaki araçlara ellerindeki silahlarla karşılık veriyordu. Fakat zırhlı araç olduğu için pek fayda etmiyordu.
"Alaz biraz kenara yaklaş, açık camları hedef alacağım."
İtiraz edeceğini anladığımda "Öleceğiz be adam, neyin inadındasın? Geç kenara."dedim.
O da bir eliyle araba kullanıp diğer eliyle ateş ediyordu.
"O kelimeyi ağzına alma demedim mi ben sana?"
Ölümle burun buruna iken bile benimle tartışmanın derdindeydi.
Arkadan yükselen silah sesleri ile Orhan ve Fıraz'ın geldiğini anladım. Araba sayısı yediye düşmüştü.
Silahtaki mermi bitince abimin hediyesi olan altın işlemeli silahı çantamdan çıkardım. Bunun için de ayrı laf yiyeceğimi biliyordum.
"Aferin, çantanda ne diye silah taşıyorsun ulan?"
"Seninle tartışmayacağım Ulusoy Ağası. Bu konumda, bu Allah'ın belası durumda seninle tartışmayacağım."
Araba sayısı beşe düşmüştü. Tek elle ve yola bakıyor olmasına rağmen çok iyi silah kullanıyordu.
"Kocama bak be, heyt yavrum. Karın da mı ustaca silah kullanıyordu be!"
Göğsünün kabardığını saniye başı sıktığı kurşun sayısının artmasından anladım.
Çatışmanın ortasında gülmemek için zor duruyordu.
Ön taraftan yükselen silah sesleri ile o tarafa baktım. Umarım daha fazla adam bizi öldürmeye gelmemişti.
Mirhan Ağa, Hazar ve Ahmet abi başta olmak üzere yirmiye yakın araba yan yana ve arka arkaya konumlanmış arkamızdaki arabaları hedef alıyordu. Bunların içinde öz kuzenlerim de vardı.
En ortada duran boşluğa girip nasıl yaptığını anlamadan arabanın yönünü tek hamlede onlara doğru çevirdi. Hem önden hem arkadan ateş hattında olan araçlar yavaşlamaya başlamıştı bile.
Dakikalar içinde arabalardaki herkes etkisiz hale gelince hasarsız kurtulduğumuz için şükürler yağdırdım.
Başımı salladım. Abilerim merakla bu tarafa bakarken arabadan inip Mirhan abiye sarıldım.
"İyi misin gülüm? Bir yerinde bir şey var mı?"
Hazar abime de sarılıp etraftaki kalabalığa döndüm.
"Eyvallah Mirhan Ağa. Senin de bu gününü bozduk, kusura bakma."
El sıkışıp birbirine baş selamı verdiklerinde bu ikilinin iyi anlaşmadığını söyleyecek tek kişi olamazdı.
"Estağfurullah Alaz Ağa, bacım söz konusu iken bu günün lafı olmaz."
Orhan ve Fıraz da bu sürede yanımıza yaklaşmıştı. Arkadaki araçlardan birinde kafasını kaldıran bir adam Fıraz'a silah doğrultunca arkası dönük bir şekilde o adamı vurdu. Başımı sallayıp elimi yumruk yapıp baş parmağımı kaldırarak onay işareti yaptım.
"Ömür boyu serçe bile vurmamış, beni vuracakmış, bak ite hele. Bak ite heleee."diye bağırarak yanımıza gelince orada bulunan herkes gülmeye başladı.
"Kim olduklarını biliyor muyuz Alaz Ağa?"
Başını sallayıp konuyu kapatmak için aralarında konuşmaya başladılar. Ben ise Ahmet abinin bakışları ile bana sorduğu sorulara cevap veriyordum. Nasıl olduğumu ve bunları tanıyıp tanımadığımı öğrenmek istiyordu. Aynı zamanda kolumu da soruyordu.
"Hadi, güya siz erken gelecektiniz, herkes sizden önce geldi."
Gerçekten millet bizden önce gitmişti.
Herkes arabasına binip Çetiner konağına sürünce beş dakika olmadan orada olmuştuk.
Arabadan inmeden önce Alaz şalımı açıp tokamı çıkarınca ne yapacağına baktım. Uğruna başının etini yediğim tokayı saçıma takınca beklemediği bir anda yanağından öptüm. Alnıma bıraktığı öpücüğü ile mest olmuştum.
Dargın olup olmadığımızı ben bile bilmiyordum artık.
Arabadan inice elimi tutup konağın geniş kapısından beraber içeri girdik. Arabaları dışarıda park edeceklerdi çünkü bahçe epey kalabalıktı.
"Erkekler alt katta kadınlar üst katta olacak. Hadi sen çık güzelim."
Elini bırakıp merdivenleri çıkmaya başladığımda bile hâlâ içeri girmemişti. Üst kata çıkmamı bekliyordu.
Merdivenlerin sonuna gelip ona gülümsediğimde o da tebessüm etti. Arkamı döneceğim esnada gördüğüm suretle olduğum yere çakıldım.
O buradaydı.3
Neden gelmişti?1
O, aileden! olduğu için buraya gelmesinde bir sakınca yoktu değil mi?
Arkamdan gelen kadınların iteklemeleri ile zorla kadınların olduğu yere geldim fakat yönümü değiştirip kendi katıma çıkıp kendi odama geldim.
Kendimi yatağa bırakırken bugünün nasıl biteceğini düşünüyordum.
Allah senin belanı versin adam!
Bölümü nasıl buldunuz?3
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.
Emeğimin karşılığını veren herkes, emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💚 🤎
Buraya bir emoji alabilir miyim lütfen.8
Kendinize iyi bakın ❣️
4
Okur Yorumları | Yorum Ekle |