Şimdiden üzgün emojilerinizi alayım.1
Kaleme aldığı şiirleriyle nam salan şair, yeni şiir kitabındaki bir şiiri bizlerle paylaştı. Az sonra haber kanalımızda...
"Fıraz, kıs şu haberlerin sesini. Çocuk uyanacak."
Gece fazla içtiğim için başımın ağrısından sese tahammül edemiyordum.
"Abi bırak Allah aşkına. Zaten evde doğru dürüst izleyemiyorum bir de sen başlama!"
Yağmur çocuktan dolayı evde televizyonu yasakladığı için bizim evi otel gibi kullanıyordu.
"Lan karın bugün evde, yanında kalacağına benim yanımda ne işin var?"
Yağmur avukat olduğu için çoğu zaman evde olamıyordu.
"Lan asıl senin karın içeride. Siktir et beni! Yanına gitsene."
"Karım dinleniyor. İşine bak sen."
Oturduğumdan bu yana ikinci kadehi devirdim. Masada duran şişeyi alıp üçüncüyü dolduracağım sırada nereden geldiğini bilmediğim Orhan engel oldu.
"Yeter şu zıkkımı içtiğin! Bağımlısı oldun bağımlısı. Yemek hazırmış sizi bekliyor Efsun teyzeler."
Fıraz yemeği duyduğu gibi salona koştu. Peşinden gidip Berat'ın yine sofrada olmadığını gördüğümde bu sefer sessiz kalmadım.
"Anne şu oğluna söyle yeter böyle davrandığı. Biz de aynı şeyleri yaşadık, dört yıldır sofraya oturmamak nedir."
Efsun Hanım düşen suratıyla Berat'ın boş sandalyesine baktı. Sonra da eskiden Kadir Ağa'nın oturduğu yere oturdu.
"Senin karın yanında Alaz Ağa, onun sevdiği kız gözünün önünde can verdi. Benim kocam karşımda yıkıldı... Bırak biraz daha kendi halinde takılsın. Gönlü soğumadan başkasına ısınmaz. Dolansın biraz, belki gönlüne göre birini bulur."1
Fıraz'la Orhan dört gözle yemeğin başlamasını beklediği için konuşmayı uzun tutmadım. Haklı olabilirdi ama gönül soğuyabilecek mi bilmiyorum.
"Dila nerede?"dediğim an mutfaktan çıkıp bana doğru gelen masum yüzlü kadına baktım. Benimle evli olmak için fazla masumdu.
Geldiği gibi güler yüzüyle yanıma oturup sofradaki herkese gülümsemesi bu evin mutluluk kaynağıydı. Dila bu kadar güler yüzlü olmasa ev çekilmez bir hâl alırdı.
"Geldi karın, kaybolmaz evin içinde oğlum."
Annem hiçbir zaman Dila'yı sevmeyecekti. Evlendiğimiz günden beridir bu böyle sürüp gidiyordu.
"Afiyet olsun."dediğimde herkes yemek yemeye başladı. Uzun zamandır yaptığım gibi bir müddet sofrada onları izledim. Herkes huzurluydu, hayat olduğu gibi devam ediyordu. Berat hariç herkes zamanın yüklerini sırtlamayı başarmıştı.
Sevgi kapıyı çalarak geldiğini haber verirken arkasında gördüğüm Lamia sinirimin zıplamasına yetmişti fakat Dila'nın ablası olduğu için yapacak pek bir şey de yoktu.
"Fıraz, Orhan siz yemeğinizi yiyene kadar ben işimi halledeceğim. Oradan direkt şirkete geçerim."
Efsun Hanım bana döndü. Gözlerinde bir sürü duygu vardı. Özlem, nefret, merhamet... Söyleyeceği şeyi çok iyi bildiğim için tekrar tekrar yüzüme vursun diye bekledim.
"Alaz, yetmedi mi oğlum? Her gün her gün o kadının mezarına gidip de ne yapıyorsun? Kadının mezarındaki çiçeklerden ne istiyorsun?"
Herkesin iştahı çoktan kaçmıştı.
"Ben de nefret ediyorum ondan! Hepimizin başını eğip adımızı çıkardı ama mezarında çiçek yetişmesine izin vermeyecek kadar değil! Bu kadar nefret etme ondan. Kadın öldü, ne kadar sevmesek de görevimiz olarak birer Fatiha okuyup geldik. Sen her gün gitmene rağmen bir gün ağzından o kadın için rahmet duası çıkmadı. Kocası olmana rağmen bir günden bir güne o kadın için dua etmedin. Mezarlığa adım atar atmaz diline kilit vurmuş gibi sessizce gelip çiçeklerini kesip gidiyorsun! Bari bırak çiçekleri büyüsün kadının."
Onlara hiçbir şey demeyip arkamı döndüm. O mezarda asla çiçek büyümeyecekti.
"Size afiyet olsun. Ölmüş de olsa Berva'nın arkasından bu şekilde konuşulmasına tahammül edemiyorum. O kadın hakkında ne zaman sayglı konuşmaya başladınız beni o zaman yemeğe çağırın."
Orhan sofrayı olduğu gibi terk ettiğinde Fıraz da yerinden kalkıp içeriye gitti. Lamia'nın yapmacık gülümsemesine karşılık vermedim. "Dila kardeşim, kocanla mezara gitmek istemez misin?"
Gösteriş! Kardeşinin benimle evli olduğunu ve kendisinin benim baldızım olduğunu göstermekti tek amacı.
Fıraz oğlunu içeriden alıp geldiğinde onun da yüzünden konuşmalardan hoşlanmadığı belli oluyordu. "Alaz ben Efser'i Yağmur'a bırakıp geleceğim. Şirkette görüşürüz."deyip çıktı.
Hepsine arkamı dönüp evden çıktığımda Dila'nın peşimden kapıya kadar geldiğini biliyordum. Arabaya binip İstanbul'un ezberlediğim yolunda mezarlığa sürdüm. Hissettiğim bir hiçlikten fazlasıydı. Hem de taşıyamayacağım kadar fazla. Öldüğünü bilmek, cenazesini görmek bile beni rahatlatmıyordu.
Yol bitti. Onun hakkında olan bütün fikirlerim mezarını görmemle tekrar yok olup gitti. Her zaman yaptığım gibi sessizce gitmek istedim oraya ama bu seferki çiçekler her zamankinden farklıydı.
Gelincik çiçeği!
Gelincik çiçeğim!
Yağmur'un çiçekleri diktiğini sanmıştım, yanılmışım. Mezarın başında duran beden tanıdık bir yabancıydı. Berat yine buraya gelmişti. Avzem'in mezarına gidemediği her saniye soluğu burada aldığını biliyordum. Zayıflamıştı. Tanınmayacak kadar zayıflamıştı hem de. Gözlerindeki o canlılık sönüp gitmişti koskoca adamın.
Mezar taşında yazan Berva Çetiner yazısına bakarken yine kanıma kadar üşüdüğümü hissettim. O bir Ulusoy olarak ölmemişti. Sebebi ne kadar ben olsam da bundan hiçbir zaman pişmanlık duymayacağım.2
Yine onu düşünürken mezarının başına kadar geldim. Her gün beş dakika süren bu görev saatlerce sürüyor gibi gelmişti. Berat tanınmaz haldeki suratıyla bana döndüğünde gözünden akan yaşlar dikkatimi çekti.
"Sen kestikçe dikmeye devam edeceğim biliyorsun değil mi? Her sabah buraya gelip bacımın mezarına çiçek ekeceğim."
Ekerdi biliyorum. Onu Diyar'dan ayırmıyordu.
"Niye konuşmuyorsun? Onun yanında konuşmak bu kadar zor olmamalı abi. Bir yabancı değil sadece yengem, düşmanın değil!"
Konuşmadım, buraya yine sadece ve sadece o çiçekleri kesmeye gelmiştim ama...
Gelincik çiçeği!
"Abi Mirhan Çetiner geliyor. Git kurban olayım."
Arkamı döndüğümde mezarın girişinde onun gri arabalarından birini gördüm. Tam da aracımın yanına park etmişti. Tıpkı Seher Kayalar'ı almaya gittiğimizde gri arabalarını arabamın yanına çektiği gibi...
"Abi lütfen git! Sana laf atarsa burada konuşmayacaksın. Diyar için abi lütfen!"
Berat haklıydı. O herhangi bir laf etse de cevap veremeyecektim. Mirhan Ağa mezarlığa girerken ben çıkmak için ilerledim. Mirhan Çetiner dört yılda kırk yaş yaşlanmıştı.
"Bacımı görmeye gelmişsin. Halay çekmeye doymuşsan demek!"
Adımlarım mıh gibi yere çakıldığında ona cevap vermemek için gitmem gerektiğini biliyordum. Mirhan yaralandığı yerden vurmayı çok iyi biliyordu.
Gittiğimi gördüğünde arkamdan başka bir şey söylemedi. Berat'a ise kızgın ya da kırgın olmadığı için onları yalnız bırakabilirdim. Çetiner ailesi şu an için görmek istemediğim insan listesinde en baştaydı.
Arabay bindim. Şirkete gitmek için yola çıktığımda yol üstünde adım başı gördüğüm afişler sonunda merak uyandırınca bakma ihtiyacı hissettim. Simsiyah bir kitap, ortasında sadece bir kalem. İnsanların bu kadar dikkatini çeken bir afişte en fazla ne yazıyor olabilirdi?
Şirkete geldiğimde aynı afişi şirkete ait reklam panosunda gördüğümde artık sinirimi bozmaya başladı. Güvenliğe dönüp "Bu afişler kimin ve neden benim şirketimin önünde duruyor?"diye sordum.
"Efendim afişi asmak için gelen görevliler rica edince birkaç günlüğüne izin verdim. Kızacağınızı düşünmedim özür dilerim. Kaldırırım hemen."
Ses etmedikçe aklına eseni yapan bir avuç aptaldan başkası değillerdi. Onu oradan kaldıracağına emin olduğum için işlerin başına geçtim. Fıraz ile Orhan çoktan gelmişlerdi.
Masama oturup şirket dosyalarını kontrol ederken daha önce görmediğim ya da burada olduğunun farkında bile olmadığım bir dosya dikkatimi çekti. Yayınevi ortaklığı...
Şirketimiz artık sadece büyük şirketlerle ortaklık yapan ve finansal destek sağlayarak büyüyen bir şirketti. Diğer şirketlerle olan bağlarımı uzun süre önce koparmıştım. Orada ne olup bittiğini sadece Fıraz ile Orhan biliyordu. Bu şirket sadece diğer gelişmekte olan şirketler için finansal destek sağlıyordu ama bu şirketler içinde daha önce bir yayınevi başvurusu olduğunu hatırlamıyorum. Dosyayı incelemek için alıp kenara bıraktım. Dikkatsizlik son yıllarda hayatımın her yerinde vardı, bu yüzden unutkanlığımı pek fazla önemsemiyordum.
Diğer sözleşmeleri incelemek için dosyaları kontrol edeceğim sırada kendini bilmezin teki kapıyı kırarcasına çalıp üstüne bir de izin vermeden odaya dalınca masadaki tüm dosyaları hırsla yere savurdum. Karşımda gördüğüm boktan suret Sencer Hevidanlı'dan başkası değildi.
"Yanlış zamanda geldim zaar Alaz Ağa?"
Sormasının tek nedeni beni sinir etmekti. Yanlış bir anda geldiğini bile bile geçip karşımdaki masaya oturdu. "Gerçi senin her zamanki hallerin ha Alaz Ağa! Karın seni terk edip..."
"Kes sesini Hevidanlı. Ölüye saygın yoksa da kızına saygın olsun." Yumruğumu geçirdiğim masanın üstü içe göçtü fakat herhangi bir acı çekmedim. Bu acı diğer acıların yanında en sönük olanıydı.
"Kızıma zaten saygım var Alaz Ağa." Derken pişince sırıtmayı ihmal etmedi adı köpek. " Koskoca Dila Ulusoy. Herkesin ona saygısı var. Ulusoy aşiretinin hanımağası. Berva Ulusoy'un sana vermediği çocuğu kucağına veren Dila Ulusoy!"
Damarıma basmaya geldiğini biliyordum. Dila ile evlendiğimden beri sürekli beni eski karımdan vurup duruyordu. Anlamadığı şey ise ben o kadından yeterince darbe almıştım ve beni ondan vurmaya çalışan herkesin akıbeti aynı olacaktı. Masada duran şirket telefonunu aldım ve muhasebeyi aradım. Ne yapacağımı çok iyi bildiği için gözlerine korku sirayet etmişti fakat bana yalvaracak kadar kendini küçük düşürmedi. Daha önce çoğu şirketi bu nedenle Ulusoy şirketlerinden uzaklaştırmıştım.
"Ali, Hevidanlı'nın Ulusoy şirketi ile olan tüm sözleşmelerini iptal et. O şirketin bizimle tek.bir bağı bile kalmayacak. Tek kuruş tazminat verilmeyecek."diyerek telefonu kapattım. Uzun zaman önce yapmam gerekiyordu ama Dila söz konusu olduğu için yapmamıştım. Şimdi ise söz konusu Dila'dan bambaşkaydı.
"Bu yaptığını Dila öğrenecek biliyorsun değil mi?"
Şerefsizliği yaşlılığından baskın olduğu için benimkinden daha siyah saçları ve daha kırışıksız suratı ile ayağı kalktı. Bana hükmedebileceğini sanıyordu.
"S!ktir git Hevidanlı. Dila'nın dediklerini yapacak bir kadın olmadığını biliyoruz. Sen Lamia'yı kullanmaya devam et. Dila'dan da uzak dur! Çık şirketimden!"
Öfkeden suratının şekli değişse de bana karşılık vermedi. Ne akrabalık bağını ne de yaşlılığını önemsemeyeceğimi biliyordu Sencer Hevidanlı. Ağır ve yenilemesine rağmen dik omuzlarla odayı terk etti.
"Viyan!"
Sekreterimi çağırdım. Beraberinde Fıraz da içeriye girdi. Etraftaki dağınıklık çok yabancı olmadığı için normal karşılayarak karşıma oturdu.
"Viyan yerdeki dosyaları topla. Hepsini çöpe at gitsin!"
Viyan söylediğim gibi yerdeki dosyaları toplamaya başladı. "Kontrol ettin mi hepsini?"diye soran Fıraz dosyaların henüz açılmadığını bilecek kadar tecrübeliydi. Teklif zarfları dahi açılmamıştı.
"Hayır, işleri düşerse bir daha başvursunlar. Sen ne diye geldin?"
"Öylesine, kafa dağıtırız diye."
Oturduğum sandalyede arkaya dönüp dolaplardan birinde bulunan şişe ve bardakları çıkardım. Toplantı olmadığı her gün bunu yapıyorduk. Yani haftafa üç gün.
"Orhan'ı aradın mı? Gelsin o da."
"Birazdan gelir herhalde. Deran ile konuşuyordu."
Mervan sürekli Deran'ı vermeyi reddettiği için gizlice konuşuyorlardı.
İlk kadehte dilimin çözülemeyeceğini bildiği için konuşmadı Fıraz. İki üç ve dördüncü bardakta bile konuşmadı. Sarhoş olmak bir yana, aklımı kaybetmek istedikçe her şey daha belirgin oluyordu.
Beklediğim soru geç olsa da gelmişti. Bugün evde konuşulanlardan sonra bu konunun açılacağını çok iyi biliyordum.
"Açma o konuyu Kirve. Ne ben kaldırırım ne sen dayanırsın."
Biten bardağını masaya vurup tekrar doldururken hafiften sarhoş havasına girmiş gibiydi. Bende ise tık yoktu.
"Yav hacı yıllar oldu çıkan dedikodulara bile çıt demedin. Bak benim evde de var bir tane senin gibi. Yıllardır o kızın adını bile söylemedi evin içinde. Amacınız ne onu da bilmiyorum."
Fıraz aynı şeyleri gün içinde hem evde hem de benim yanımda yaşamaktan bıkmıştı. Canı sıkkın olduğu için sürekli saçıyla oynayıp duruyordu.
"Haklılar işte lan! Herkes kendince haklı. Unuttu hepsi anlıyor musun? Yine getirsek mevzuyu baştan açsak herkes kendi aklındakine itimat edecek."
O da elindeki bardağı tutup duvara fırlattığında odaya kimsenin gelmemesinin nedeni alışık olmalarıydı.
"S!keyim milleti lan! Seni diyorum seni... Sen lan! Ne düşünüyorsun ne var o kafanda? Hangi haber çıktıysa üstünü örtüp durdun, inanmadın ama o kadının gidip..."
Sustu. Bu lafın devamını duyarsan ona bile merhamet etmeyeceğimi bildiği için susup cümlenin devamını benim getirmemi bekledi, yapamadım.
Yüzüme vurduğu sözlerle oturduğum sandalye bile beni taşıyamaz hale geldi. Herkesin onu unutması benim suçum değildi!
"Onların unutmasını sen sağladın lan! İlk sen vazgeçtin ondan. Sen evlenerek herkese normale dönmeleri gerektiğini aşıladın. Aksi halde biz hâlâ onun yasını tutuyor olurduk."
Söyledikleri fazla ağırdı. Orhan'ın ne zaman geldiğini bile fark etmemiştim. Başımı eğdiğim yerden kaldırmadım. Orhan ise bardağı eş geçip direkt karşımdaki şişeye uzandı. Onun da derdi büyük olmalıydı.
İkisi birleşerek zorla toparladığım aklımı kaçırmamı sağlayacaktı.
"Mirhan Ağa da bugün aynısını söyledi. Dolaylı yoldan..."
Mirhan'ı görmüş olmam ve benimle konuşması ikisinin de dikkatini çektiği için çattıkları kaşlarıyla dikkatle dinlemeye devam ettiler.
"Halay çekmekten fırsat bulup mezara gelebilmişim gibi bir şey söyledi."
"Az söylemiş!"diyerek araya girdi Orhan. "Ben olsam gördüğüm yerde sıkardım kafana."
Anlaşılan ikisi de taraflıydı bu konuda.
"Neyse kapatın konuyu, sen ne yaptın Mervan ile?"
Elini sallayarak konuyu geçiştirince anladım yine işlerin iyi gitmediğini. "Bizim iş yaş usta."
Altıncı bardağa elimi attığımda gözlerim kaydığı için bardağı devirdim. Olduğu gibi dosyanın üzerine dökülmüştü. Orhan dosyayı masadan alıp temizlerken benim için artık o da çöpten başka bir şey değildi.
"Lan millet ne hayallerle dosya hazırlıyor. Bizim şu yaptığımıza bak! Bir de yayınevi. İlk defa bir yayınevi teklif gönderiyor sanırım."
Orhan bile tuhaf karşılamıştı.
"Neyse at çöpe, zaten kabul etmeyecektim."
Orhan dediğimi yaparak dosyayı olduğu gibi çöpe attı.Fıraz son şişenin de sonunu getirdiği için biraz rahatlamış görünüyordu. Az önce bağırıp duran kendisi değilmiş gibi oturduğu koltukta gözlerini kapattı. Sızacaktı. Orhan da eline aldığı şişeyi bitirdi. Bir ben sarhoş olmadım. Sarhoş olup her şeyi unutsam ya da günlerce uyusam, kalktığımda her şey eskisi gibi olmazdı. O halde uyumanın da bir anlamı yoktu.
Telefonu çıkarıp adamlardan birini aradım. Ne için aradığımı bildiğinden lafı gevelemeden direkt “Hevidanlı ile olan bağlantısı hâlâ çözülmedi efendim. Yapan kişiyi bir türlü bulamıyoruz. Tam bütün bilgilere erişeceğiz sürekli bir şeyler oluyor.”
“Bulacaksınız onu. Yıllar geçse de bu işin altında kim var bulacaksınız lan! Bulunmazsa kanıtsız Hevidanlı’nın soyunu kuruturum.”
Telefonu odanın ortasına fırlattığımda ikisi de kapalı olan gözlerini açtı. Öfkemi kontrol edemediğim için masaya yöneldim. Sürekli yenilmekten bıkmıştım. Masadan aldığım boş şişelerin her biri bir bir duvarda parçalarına ayrılırken bile rahatladığımı hissetmiyordum. “ Lan alt tarafı bir adam lan! Niye bulamıyorum ben onu?”
Kimden bahsettiğimi bilmiyorlardı. İkisi de delirmiş olduğumu düşünebilirdi. Bana bunu yapan herkesin son nefesinde karşısında olacağım!
“Söylesen kimi aradığını biz de yardım edebiliriz Alaz. Ama yok! Bok çukurundasın lan! Yaşamıyorsun sen oğlum. Bırak beraber bulalım gerizekalı!”
“Bütün düşmanlarımı tek tek araştırdım. Hiçbiri değil. Ben de bilmiyorum ki kimi aradığımı.”
Ayakta kalmakta zorluk çektiğim için geçip masamda oturdum. Hiçbir şey yolunda gitmiyordu.
“Bu kim olduğunu bilmediğin şahıs... Ne için arıyorsun onu?”
Fıraz alkolün etkisinde olsa da mantıklı cümle kurabilen bir adamdı ama bu soru ömrüm boyunca cevapsız kalacaktı.
“S!ktir etsene! Nasıl olsa yine kendi bildiğini yapacaksın, söylemeyeceksin. Düşmanın değiliz oğlum, ama sen söylemeden de sana yardım edemeyiz.”
Yine sustum. Hepsi kendince haklı olanı söylüyordu ama onların doğru bildikleri ile benim yaşadığım şeyler bir değildi. Biri bana söylese inanmayacağım sözleri kalkıp onlara anlatamazdım. Sustum, onlar da sustu. Ne düşündüler bilmiyorum artık benim mantıklı düşünecek bir aklım kalmamıştı.
“Gamzen mezarım olsun dedim. Bir ömür olsa çıkmazdım.”
Sessizliği bozan Fıraz’a ne dediğini anlamadığımız için ikimiz de tip tip bakarken “Ne var lan oğlum? Duydum bir yerden ağzıma yapıştı. İşin kötü tarafı da sevdim lan ben bu şiiri.”deyince onu kendi haline bırakıp gözlerimi kapattım.
“Gamzen mezarım olsun dedim. Bir ömür olsa çıkmazdım.
Bir kere tutsaydı bu eli, belki biraz anlardın.
Ben gözlerinde ararken gerçeği feryatlar, vaveylalar kopardım,
Sen anlamadın, ben yarım kaldım.”
Tuhaftı. Anlamadığım bir şey vardı ama bu şiir fazlasıyla boktan hissettiriyordu.
“Tek bakışınla ikinci ömrü verebilecekken Züleyha gibi,
Bir sözünle oldun binlerce gözyaşının katili.
Sustum, sadece gözlerimle anlattım sana halimi,
Sen anlamadın, ben nefessiz kaldım.”
Ben sana defalarca söyledim! Bak artık onun yüzünden kriz bile geçiremiyorum.
Bu gereksiz şeyi hemen bitirmesi için susmasını söylemek istesem de içimden gelmedi. Bir şey onu susturmamı engelledi.
“Konuşsam, benden mütevellit kelimelere düşman olur inanmazdın.
Sana doğmuşsa yeni bir güneş, bil ki mazide bir ben battım.
İnkar edersen sevgimi, seni yüreğime şahit sayarım,
Nice yedi yaşlar da geçse ben bıraktığın günde kalırım.”
“Gözlerin de kahverengi değildi ama,
Ben her baktığımda öldürüp de gömmediğin toprağı anımsadım.
Ben senin gülüşüne şiirler yazardım da,
Sen benim gidişime ağıt bile yakmadın.”
Gözleri kahverengi değil, bitter çikolata bikere.
Bana mezarımı kazdırması hiçbir şeydi...
Gülüşüne şiirler yazılır adam.
Halay çekmekten fırsat bulup mezara gelebilmişim gibi bir şeydi...
Fıraz sustu ama kafamın içindeki seslerin hiçbiri susmadı. Bir daha okusun istedim. Asla tekrar okumaması gerekiyordu ama tekrar tekrar okusun istedim.
"Kim yazmış ki bu şiiri?"
Cümlesi itemsiz döküldü dudaklarımdan. Böyle bir şiirin sahibi sadece Berceste'm olsun isterdim. Duydukça benden çalınan bir ömrü değil, ömrümden çalınan tüm nefesi hissetmiştim.
Çünkü sözleri fazlaca Berva kokuyor!
"Ben de haberlerde duydum işte, yanlış bile okumuş olabilirim. Uzun süredir beklenen bir kitapmış. Hayır normalde okumam ama bu biraz içime işledi gibi. Karım da çok sevmişti."
Başımı salladım fakat bunu yaparken hayal kırıklığına uğradığımı yeni yeni hissediyordum. Onun olmasını bu kadar istediğimi ben bile bilmiyordum. Mezarına her gün gittiğim kadının benden gitmesine inanmak istemiyorum. Son cümlesini hatırladıkça yaşamak istemiyorum!
'Seni seviyorum, seni çok seviyorum!'
"Ben yavaştan kalkıyorum. Madem bugün toplantı falan da yok karımla kızım evdeyken gidip biraz onlarla takılayım. Sizin gibi sap değilim ben!"
“Burada sap diye bahsettiğin kişi bensem o sapı sana monta ederim Fıraz! Mervan Yakup gibi olsaydı senden önce evlenirdim hatta karım şimdi ikinci çocuğa hamile kalmış olurdu.”
Orhan için hiçbir zaman Mervan’ı ikna etmeye çalışmamıştım çünkü Orhan kadar Mervan da benim dostumdu ama İrem Deran da bir o kadar kardeşimdi. Orhan dört yıldır Deran’ı seviyordu. Karşılıklı olarak ise iki yıldır seviliyorlardı fakat bir yıldır Mervan onları süründürüyordu. Fıraz’ın sözleri bu yüzden Orhanı’ı fazlasıyla sinir ediyordu.
“Alaz’dan bahsedecek halim yok ya. O hepimizden önce evlendi, kızını da kucağına aldı. Sıra sana geldi. Sen de elini kaldır, gidip kızı isteyelim işte.”
“Lan pezevenk daha kaç kez istemeye gideceğim! Adam bizi kaç kere kovacak evden?”
“Aga ben sizi bilmem. Karımın dizlerinde uyumaya gidiyorum. Siz de ne haliniz varsa görün.”
Daha Fıraz oturduğu yerden kalkmadan kapı şiddetle açılıp Berat içeri nefes nefese girdi. Bu giriş bana bir yerden tanıdık geliyordu. ‘Çarşıda kavga çıkmış. Ayırmışlar ama çabuk gitmemiz gerekiyor!’
“Abi Allah aşkına şu babana bir şey söyle vallaha elimden bir kaza çıkacak.”
Berat zaten dokunsan kırılacak bir haldeydi. Onu böyle görmek beni daha çok korkutmuştu. Avzem’den sonra canından hep endişe ettim ama onu böyle görmek kanımın çekildiğini hissettirdi. Eskiden de ağlardı ama şimdiki hali ağlamaktan daha beterdi.
“Ne oldu Bero, hele bir sakin ol gel oğlum. Sakin ol anlat, sıkıntı neyse abin halleder lan!”
“Yav ne halletmesi abi Allah razı olsun yav! Zaten zor duruyorum bu memlekette bir de baban kalkmış Aslanhanlara haber salmış kızınızı isteyeceğiz diye. Bak abi, bak sana diyorum ya bir şey yap ya da ben artık bu adama, bu aileye, bu memlekete dayanamıyorum sıkacağım kafama!”
“Doğru konuş lan s!kerim belanı.”
Gözü dönmüş gibi bağırıyordu. Asansörü kullanmadığı konuşurken nefes nefese kalmasından anlaşılıyordu. Nasıl hiddetlendiyse merdivenlerden koşarak gelmeyi tercih etmişti ama ne olursa olsun bunca ölüm gördükten sonra beni ölümle tehdit edemezdi.
“Gel yanıma otur doğru düzgün anlat, sakin ol bıremin. Geç otur.”
Yanına gidip onu boş koltuklardan birine oturtup karşısına geçtim. Dal gibi kaldığı için onu istediğim yere çekebiliyordum. Bu hali fazlasıyla dokunuyordu bana. Gözlerine bakarak anlatmasını bekledim. Orhan ve Fıraz da ağzından çıkacak tek lafa bakıyordu çünkü uzun zamandır onunla doğru düzgün konuşamamışlardı.
“Abdullah Aslanhan, bugün yanıma gelip bacımı isteyecekmişsin dedi. Neymiş efendim babam söz vermiş, kızını oğluma isteyeceğim demiş. Abi bak ben bu adamın yaptıklarına artık katlanamıyorum.”
“Tamam oğlum istemiyorum dedin bitti. Ben konuşurum Abdullah Aslanhan ile. Diretirse de bakarız icabına.”
Konuşurken verebildiğim kadar güven vermeye çalıştım ona. Biraz sakinleşmişti ama hâlâ öfkeliydi babama.
“Tamam kardeşim biz de gider hesabını keseriz. Sıkma artık canını.”
Fıraz ve Orhan’ın da konuşması ona daha fazla güven vermişti. İlk önce eve gidip babamla konuşmam gerekiyordu. Adam oturduğu yerde bir köyü birbirine katabiliyordu.
Berat’ın beklemeyeceğini bildiğim için ceketimi alarak ayağa kalktım. “Bero sen gelme, gençlerle takıl. Akşam seni sofrada görmek istiyorum. Gelmezsen seni Aslanhanlara damat olarak veririm ona göre.”
Berat onunla şakalaştığımı bildiği için hafiften gülüp kaşlarını kaldırarak bana baktı. Laf atacağını anladığımdan hızlı adımlarla odayı terk etmek istedim ama arkamdan söylediğini duymuştum.
“Hildanlara damat olmaktan iyidir abi.”demişti arkamdan. Ben bilmez miyim Hildanlara damat olmak ne demek Bero! Kimse mecburiyetin ne demek olduğunu bilmiyordu. Tıpkı bir kız çocuğumun olduğunu öğrendikten sonra benden bir erkek çocuğu istedikleri zamanki gibi. Herkes bir şeyler istiyordu benden. Ben de çok şey istiyordum ama istediğim şey beni bulduğunda beni ölüm pahasına bile kabul etmeyecek biliyorum.
Eve geldim, havalar serin olduğu için hepsi içerideydi. Kapıdan girer girmez Dila’nın kucağında gördüğüm kızım annesiyle oyun oynuyordu. Onlar beni fark etmeden babamın odasına geçtim. Ben odaya girdiğimde annem de elindeki ilaçlarla odadan çıkıyordu.
“Hayırdır oğlum daha akşama bir saat var. Bu saatte ne diye geldin?”
“Babamla konuşmam gerekiyor anne.”
Konuyu anlayana kadar soru sormaya devam edeceğine adım kadar emindim. Fazla üstelemesin diye kapıyı açıp içeri girdikten sonra kilitledim. Yatakta uzanan Kadir Ağa kim bilirdi ki bir zamanlar Mardin’e hükmeden bir adamdı?
“Hayırdır Alaz Ağa, bu ne hiddet?”
Yatağa bağımlı olmasına çok az kalmıştı ama hâlâ birileriyle uğraşmayı çok seviyordu. O günden nasibini alan diğer kişi de o’ydu.
“Aslanhanlar diyeyim sen anlarsın Kadir Ağa! Nedir bu mesele de hele.”
Konuyu bildiği için ve kendini her konuda haklı bulduğu için dikleştirdiği başıyla bana baktı. “Oğlumu evlendirmemde nasıl bir hata buldun Alaz Ağa?”
“Mesele de senin oğlunu evlendirmende baba. Her şey eskisi gibi değil artık. Benim iki evliliğime de sen karar verdin. O zamanlar çoktan geçti. Devir değişti. Sizin gelenek, töre dediğiniz şey ben kan davası evliliğinin üzerine ikinci bir evlilik yapınca bitti.”
Boğazını temizleyip hırıltılı çıkan sesiyle konuştu.
“Mesela ne değişti? Dört yılda bütün şehrin düzeni bozuldu evet, peki bu nasıl değişti Ağa?”
Sanki neyin ne olduğunu bilmiyormuş gibi konuşmaya başlayınca sinirlerimin ne kadar bozulduğunu bilmiyordu. Sinirlerim bozulsa da ne kadar ileri gideceğimi de bilmiyordu.
“Mesela kan davası evliliğinde ikici kadınla evlendim. Çetinerler dava gütmek yerine seni kendi haline bıraktı çünkü onlar kızlarının cenazesine saygı duydu. O günden sonra da kan davalarının kızlardan daha önemli olmadığını herkes öğrendi ve artık kız yerine para veriliyor ya da herhangi bir mal. Yani diyeceğim o ki kızın da senin malın değil oğlun da. Çetinerlerden öğreneceğin çok şey var senin.”
Ağzımı açarsam susmayacağımı benden daha iyi biliyordu. Şu an ben de Berat da hayattaysak, Diyar o ailede mutlu mesut yaşıyorsa hepsinin nedeni Çetinerlerin Berva’dan sonra dava gütmemesiydi. Mardin o insanlardan çok şey öğrenmişti. Kızları bana tek başıma düzeni değiştiremem ama bir kişi adım atarsa devamı gelir demişti. İlk adım da onun sayesinde atılmıştı.
“Onlar kendi erkek torunları için yaptı. Benim kızım onlara bir erkek torun vermeyi başardı. Torunlarının annesini evden atacak halleri yok ya! Onların da kızı sana bir erkek evlat...”
“Karımın adını ağzına alma artık!”
“Karın değil artık! Öldü anladın mı?”
Duygudan anlamayan herifin tekiydi. Gözlerinin içine bakarak başımı sağa sola salladım. Bu adam asla akıl olmazdı.
“Sen ne dersen de Aslanhanların kızı bu eve Berat kendi istemediği sürece gelin olarak girmeyecek. Şunu da unutma: Benim kardeşim o evde erkek çocuğu olduğu için değil Hazar onu sevdiği için ve o ailede saygı gördüğü için kalıyor.”
Yerinden kalkmak istese de tutmayan bacakları buna engel oluyordu. Aksi halde şu anda karşıma dikilip bana karşı geleceğine adım kadar eminim.
“Madem Berat’ı evlendirmiyorsun o zaman bana tez vakit bir erkek torun vereceksin. Hivbanu yarın öbür gün büyüyüp başka ailenin soyunu devam ettirecek. Bana benim soyumu devam ettirecek bir torun vereceksin.”
Babamdı ama haddini aşmaya başlıyordu.
“Bak sana defalarca Hivbanu kız olduğu için, kız oldu diye, o bir kız diye başlayan cümleler kurma dedim. Benim canım o canım! Kızıma bir daha bu şekilde hakaret edersen bütün kararlarını men ederim Kadir Ağa! Hükümlerin benim hükmüm karşısında etkisiz kalır. Ayağını denk al, ayağa kalkabilirsen!”
Kimseyi, hele hele kendi canımdan olan birini hastalığından vuracak kadar düşmezdim, beni ölen karımdan vurmadıkları sürece. Daha iki buçuk yaşında olan kızıma bunu söyleyen yarın büyüdüğünde baskı da yapardı.
“Benim hükmüm hiçbir zaman senin hükmünün yanında geçersiz kalmayacak Alaz Ağa! Ben ölmediğim sürece bu böyle olacak. Bunu sen de göreceksin!”
Evladının karşısında güçsüz görünmek istemeyecek her babanın diyeceği sözleri söylüyordu. Bu yatalak haliyle bana vereceği en büyük zarar bu şekilde moralimi bozmak olurdu.
“Aslanhanları arayıp bunun bir saçmalık olduğunu söyleyeceğim ve sen de bu hatadan döneceksin. Aksi halde yatalak olmanın yanında delirdiğini de millete duyurmak zorunda kalacağım.”
Arkamdan bağırmalarını hiçe sayıp kapıyı çarparak çıktım. Annem kapıda bizi dinliyordu ve yüksek olasılıkla hepsini duymuştu. “Git ve kocana erkek torun peşine düşüp oğlunun hayatını mahvetmemesini söyle. Yoksa ben bu evde delireceğim.”
Efsun Hanım da kırışmış suratıyla yüzüme tereddütle bakınca onun da aklında bir şeylerin yerine oturmadığını anladım. Konuşması için yüzüne baktığımda yeterli cesareti almış olacak söyleyeceği ne varsa söyledi.
“Oğlum bak kardeşinin yaşadıkları kolay şeyler değildi. O yüzden erkek evlat versin diye onu şimdiden istemediği biriyle evlendirmek çok yanlış. Ama baban haklı, sen de artık kucağımıza bir erkek torun vermelisin. Sen kendi isteğinle evlendin, ayıp da zorlama da yok.”
Hiçbir şey demeden öylece baktım Efsun Hatun’un suratına. Aslında çok şey söylemek isterdim ama gözlerimden anlasın istedim. Dört yıldır kimsenin suratına doğru dürüst bakmadım, yine ve yeniden acımasız ağa oldum, yaşadığım her şeye inat Berat gibi yıkılmak yerine dik durdum diye bana kardeşinin yaşadıkları çok ağır diyemezlerdi.
“Berat’ın sevdiği kadın öldü değil mi anne? Peki bana ne oldu? Bana ne oldu hele sen bana onu de?”
“Sana hiçbir şey olmadı!”dedi tek saniye düşünmeden.
“Sana ne oldu ki Alaz Ağa? Sana olan yeni bir eş hayırlı bir evlat oldu inşallah sana ne oldu? O kadının ölüsünü kendine dert saymak senin hatan. O kadın bir hiç! Senin gözünde de öyle olmasaydı evlenmezdin!”
Yüzüme yüzüme içindekileri döküp tek kelime etmeme izin vermeden kocasının yanına geçti. O da dört yılda fazlaca değişenlerin arasındaydı.
“Baba gelmiş kızım, evet baba gelmiş.”
Dila kucağındaki Hivbanu’yu yanıma getirdiğinde kucağıma alarak huzur veren kokusunu içime çektim. Kızım olmasa belki de sakinleşmek çok zor olurdu.
“Evet güzelim baba! Baba yoruldu bugün. Yemek yiyip uyuyacak. Hadi bak Berat amca da geldi. Yemek yiyip uyuyalım.”
Berat’ın eve gelmesine şaşırmadım çünkü konu Avzem’den sonra başka bir kadına bakmak olunca her şeyin üzerini çizip kendisi olmayı reddederek bir duruma gelmişti. Hazır olan sofraya oturdu. Söz verdiği için yemeye mecburdu. Bugün sofrada sadece üçümüz vardık. Ne ben konuştum ne de diğerleri. Sadece Hivbanu’nun söyledikleri ortama neşe katıyordu.
“Bu gece yeğenimi bana verin abi. Yanımda uyusun güzellik.”
Dila dünden razı olduğu için Berat’a gülümseyerek başını salladı. “Olur vallaha Berat, gece uyutmuyor bari bir gece de seni unutmasın.”
Siyah saçlarını örten tülbentini düzeltip küçüğümün üzerini değişmek için odaya götürdü. Üçüncü kata çıkan merdivenleri her adımladığında kalbimi taşla ezdiklerini hissediyordum. Yeni odaya gerek yok demişlerdi. Aynı odada kalırsınız demişlerdi. Berva’nın yatağını Dila’ya düğün gecesi yatağı olarak süslemişlerdi.
“Dalma öyle dört yıl kadar uzaklara Alaz Ağa. Ne ettiysen sen kendine ettin. Benimki mecburiyetti de seninki değildi be abi. Mezardaki o kadına çok haksızlık ettin.”
İçli aldığım nefes ciğerlerime kadar olan bütün yolları sızlatmıştı. Berat her ağzını açtığında onunla ilgili konuşacaktı değil mi? Sonuçta iki kadının ölümü ona çok koymuştu.
“Eré Bero Eré. Alaz Agir berda kayê xwe da ber bayê. Kes nizane.”
Evet Berat evet. Alaz samanı ateşe verdi, rüzgarın önüne geçti. Kimse bilmiyor.
“Ê de bêje ku em jî zanibin bra.”
E söyle de biz de bilelim kardeşim.
"Neyse boşver, odana git yat. Aslanhan konusunu da kafana takma yarın konuşacağım Abdullah'la. Bundan sonra sabah da akşam da seni yemekte göreceğim. Öğlen de şirkette benimle yiyeceksin. Ölenle ölünmüyor çünkü."
Fazla üzülmesin diye konuyu kapattım çünkü düşündükçe morali bozuluyordu.
"Ay biz cicileri giyip amcaya geldik. Amca ile uyuyacağız bugün. Anneyi öp bakalım bebeğim."
Hivbanu annesini öpüp kucağıma geldiğinde saçlarını derin derin koklayıp öpücüklere boğdum onu. Kızım da beni öpüp baybah baba diyerek amcasının yanına gitti.
"Hadi siz odanıza. Ben yeğenimle biraz dertleşeceğim."
Dila ile beraber üçüncü kata çıkan merdivenlere gittiğimizde ikinci katta durduk. Çünkü girişteki televizyon açık kalmıştı. Dila onu kapatmak için gittiğinde televizyondaki haber dikkatimi çekti.
Ünlü şair ....... Yayınevi ile anlaşıp çok yakında şiir kitabını yayıma sunacak.
Bu yayınevi, dosyalar arasındaki yayınevinin ismiydi.
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın lütfen.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |