
10. Bölüm
Tedirginlik; tam olarak yaşadığım an benim için tedirginliği ifade ediyor. Tedirginlik öyle bit sarıp sarmalamıştı ki bedenimi, ellerim ayaklarım buz kesmiş, yüzümden kanlar çekilmişti.
İkbal teyzenin sorduğu soruyu duymuyor gibiyim ama aynı zamanda değişik bir şekilde algılıyor gibiyim. Duygularım bile iç içe girmiş, duyumu ve algıyı ayırt etmezken nasıl o'na cevap verebilirim ki?
"Kızım, iyi misin?" Diye yeniledi sorusunu İkbal teyze. Ne diyeceğim ki şimdi ben? Az önce bir fotoğraf aldım. Hatta kabaca çaldım mı desem?
"B-ben... Iyiyim," dedim kekelemiş olmama lanetler yağdırıp, tüm oksijenleri içime istercesine derin nefesler alarak. Hayatımda bir ilk yaşıyorum desem yeridir.
Tamam, tedirginsin ama tedirginliğini de belli etme be kızım.
Baş ve işaret parmağımı alnıma götürüp, alnımı hafife ovdum.
"Kuzum, gel şöyle de oturalım," dedi koluma girip beni mutfağa doğru çekiştirerek. İkbal teyze, sandalyelerden birini çekip beni oturtturduktan sonra o da hemen karşımda yer aldı. Elimi istemsizce öyle bir titriyor ki, yolda geçen biri benim bu halimi görse gerçekten çok kötü bir şey olduğu sanar. Oysaki benim vicdanım yalan söylediğim ve söyleyeceğim için acıyordu.
"Tamam... Kuzum tamam." Ellerimi avuç içine aldığında yumuşak, anne şefkatini andıran kısık bir sesle "Ne oldu, anlat teyzene," dedi elini başına götürüp, saçımı bir anne merhameti ile sevip, okşayarak.
"Sanırım... Kötü bir şey yaptım." Sanırımı boşuna. Gerçekten kötü bir şey yapmıştım ve bunu, hücrelerimin her zerresinde hissediyorum.
"Hiçbir şey, senin canını sıkmana değecek kadar kötü olamaz." İçim yumuşacık oldu. Gözlerimi kaldırıp, İkbal teyzeye bakamıyorum bile.
Allah'ım lütfen sen beni affet.
"Fotoğraf... Oğullarınızın fotoğrafı..." Dedim duraksayıp, yutkunarak. Gözüne bakamadığımdan gözlerimi sıkıca birbirine bastırıp, devam ettim. "Fotoğrafa zarar verdim."
Kısık çıkan bir kıkırdama işittim. İkbal teyzenin kıkırdamış olması tuhafıma gittiğinden gözlerimi açıp, karşımda ki kadına diktim bakışlarımı.
"Ay ilahi Dilan'ım ya. Alt tarafı bir kağıt parçası. Canını sıkmana, korkmana değmez ki hiç. Ben yarın Uğur'umu gönderttirip tekrardan çıkarttırırım," dediğinde dilimi yutacak gibi oldum.
Bu... Bu çok hoş bir yaklaşımdı. Yani... Bu kadar düşüncesi olması, böyle insanların olma ihtimalini bize sunuyor ve bize yeni umut kapıları açılıyor. Keşke herkes, iki günlük dünya için birbirini kırmasa ve birbirlerine olumlu bir şekilde yaklaşsa. O zaman hayat, belki daha çekilir olur.
"Kızmadınız mi?" Dedim benden beklenmeyecek derece kısık ve çocuksu bir ses tonuyla. Sesimin bu denli çocuksu tonlama ile çıkmasını beklemediğimden kendime şaşırdım.
Kaşlarım çatılmak için bahaneler üretirken ben, kendimi zorla dizginledim. Kadının önünde kaş çatamazdım. Çünkü eğer; onun yüzünde kaş çattığım kanısına varırsa çok üzülürüm.
"Yok kuzum, neden kızayım ki? Fotoğraf benim için çok değerli olsa da senin bilerek zarar vermeyeceğini biliyorum. " Verdiği yanıt içime dokundu ve ben, anlık olarak kızarmaya; kızardığımı gizlemek adına ise başımı eğmeye başladım.
Aferin Dilan afetin, kendini daha açık ifşa etmezdin.
"Öyle de," dedim fısıltı gibi çıkan sesimle..
"Tamam o zaman, hadi kalkalım. Hem misafirlere ayıp olmasın, hem de senin canını daha fazla sıkılmasın." Başımı olumlu manada sallayıp oturduğun sandalyeden kalktım ve salona geçtim.
Yapılan yarım saate aşkın dedikodu ve günah alma işleminden sonra nihayet misafirler kalkabilmişti. Sıradan türk geleneği olan, kapıda da dedikodu faslı bittiğinde derin nefes aldım.
Sonunda, bir an burada uyuyacaklar sandım- da sanırımı boşa çıkardılar
Misafirler gittikten hemen sonra annem, kolunu sıvayıp Esra ile Asuman'ı parmağıyla gösterip "Siz kuzularım, ev temizliğinde bana yardım edeceksiniz," dedi ve bakışlarını ben Zeynep ve Dilara'nın üzerinde tutup "Siz kuzular, üçünüz de mutfağı ve balkonu yapacaksanı," dedi ve kendi kendine söylenmeye başladı.
"Evi baştan temizlemek lazım, her taraf kir içinde."
Evet, tam olarak bunları diyordu.
"Madem söyleneceksin canım anam, ne diye gün yapıyorsun ki?" Haksız bir serzeniş mi? Değil bence.
Eğer söyleneceklerse gün yapmayı bırakmalılar.
"Siz bilemezsiniz," dedi haklı olarak. Biz annemin ne diyeceğini nereden bilebiliriz ki?
"Şimdi ben gün yapmazsam benim evimin kötü olduğu ya da pis olduğumu, belki de onlardan tiksindiğimi düşüncekler." Ağzım beş karşı açık annemin kurduğu kurguyu anlamaya çalışıyorum. Ne yani, bir insan diğer bir insanı evine çağırmadığında bunu mu düşünüyor? Saçma. Hemde saçmalıkların en alası.
Bu düşüncenin, annemin kafasında kurmuş olduğunu da hesaba katarak söylüyorum ki, düşünceleri bizlerden farklı. Ya da yaş farkında dolayı düşüncelerimiz uyuşmuyor.
Sadece ben de değil, diğer kızlar da şaşkınlıkla anneme baktılar- ki dibine kadar haklılar bacım.
"Anne," dedim şaşkınlığımı sesime yansıtarak. Ben şaşırmim de kim şaşırsın anam?
Şaşkınlığımı bir nebze de olsa geri plana atıp, konuşmama daha sakin bir ses tonuyla devam ettim. "Sen... Sen çok mu dizi izliyorsun acaba? Hayır yani ,bence, kimse bizim ya da başkası hakkında bunu düşünmüyor."
"Dilan doğru diyor, Hatice teyze. Yani bence de kimse böyle bir düşüncede değil." Asuman'ın bana katılmasıyla annem somurtup omuz silkeledi. Adeta bana ne dercesine.
Annem elini gelişi güzel salladıktan sonra kızları da önüne katarak salona geçti. Biz de mutfağa geçtiğimiz de bayılmak, hatta mümkünse ölmek istedim.
İkbal teyze ile içeri girdiğimde etrafıma bakamadığım için kendime lanetler okudum. Oysa ki, azıcık da olsa etrafa bakmış olsam anneme itiraz eder ve şu anda odaları temizliyor olurdum. Çünkü mutfak, birbirine girmişti. Öyle ki, yedikleri yemeğin bulaşıkları bile duruyor. Eve gelen kadın sayısı yirmiye yakın olduğundan, annemin de en az yirmi çeşit yaptığında kişi başına iki porsiyon düşmüştü.
Sadece tabaklar kırık tanesyse çay, meyve ve kahve bulaşıklarını düşündükçe içime bir sıkıntı giriyordu.
Annem de bir aylık yemek ihtiyacımızı gidermese ölecek miydi acaba? Yemekler illa çeşit çeşit mi olmalı. Bir pilav üstü döner ve ayran olsa doymayacaklar mıydı Allah aşkına?
Kızlarla birlikte bilmem kaçıncı kez derin soluk alıp verdikten sonra mecburiyetten bulaşık başına geçtik.
Biz kızlar olarak, bulaşık yıkamak her zaman zorumuza gider ama bu, annen kalk yıka diyince yıkanan bulaşıklar değil, misafirin bıraktığı bulaşıkları yıkmak zorumuza gidiyor- ki bu tecrübeye sabit. On yedi yaşıma kadar, kime ya da nereye gidersem gideyim hep bu sorunla karşılaştım.
Bundan sebep, ben de nereye gidersem bulaşık yıkamak hep yardım ederim ki arkamdan konuşmasınlar. Çünkü ben, onların arkasından baya bi' sövüp sayıyorum.
Kızlarla, misafirlere sövüp sayarak nihayet bulaşıkların sonuna gelmiştik. Esra ile Asuman da işlerini bitirip, belki yardım gerekir diye yanımıza geldiğinde konuyu değiştirmeye karar verdim. Bu kadar günah almak yeterliydi.
"Semih ağabey ne yapıyor ya?" Dedim laf değiştirmek niyetiyle.
"Gökhan ve Mami ile birlikte Semih de, İkbal teyzenin oğlunu ve arkadaşlarını gezdiriyor," dedi Esra boynunu çatlatarak.
"Sınava girecek mi peki?" Bu soruyu soran da Asuman'dı. Çünkü çok zeki ağabeyimiz, doktorluk kariyerini yapmak yerine çarşıda babasına yardım ediyordu. Biz de, tabi ikna edersek, onun atama sınavına girmesini istiyorduk.
Elimizde harap olmasına izin vermeyiz de, Semih ağabey de çok inatçı ya. Adamda, bildiğiniz keçi hatta katır inadı var.
"Bence ailesini bırakmak istemiyor," dedim aklıma gelen ilk düşünceyi dile getirerek.
"Yok kız, ben annesine sordum. Kadın, oğlum mesleğini yapısında ben onunla Afrika'ya bile giderim diyor," diyince Zeynep bir işkillenmedim değil. Semih ağabeyi burada tutan sebep ne olabilir ki?
Kafamda ki deli ve cevapsız sorulara bir tane daha eklendi.
Hepimiz kendi içinde bir sebep ararken birbirimize bakmayı de ihmal etmiyorduk. Bir umut, belki diğerinin düşünceleri ile düşüncelerimiz uyuşur diye.
"Kızlar, haydiyin kuzularım. oğlanlar gelmeden iki lafın belini kırak," diyerekten mutfağın önünde belirdi annem. Yüzümüze sahici bir gülümseme yerleştirip annemle birlikte salona geçtik. Salon, sabahkinin aksine ışıl ışıldı.
"Elinize kolunuza sağlık, oda ve evin içi tertemiz olmuş," dediğimde üçü de göğüs gererek güldü. Ve biz de onların bu haline güldük. Evde, sebepsiz yere bir kahkaha tufanı oluştu. Oysaki komik olan bir şey yoktu.
Sanırım gerçekten işler bizi yormuş ya da gerçekten işler bizim sinirimizi bozmuştu.
Gülmemizi durdurduktan sonra hep birlikte koltuklara kurulup, tüm yükleri koltuğa yüklettirmek istercesine bedenimi ve başımı geriye doğru yaslandım. Dudaklarımdan "Off,.." diye bir nida döküldü.
Bedenim koltuğa, bir bütün olacak şekilde yaslıyken başımı yavaşça eğip, gözlerimi sohbet eden kızların üzerine çevirdim. Kızlar, Asuman'ın bir sevgilisi olduğunu, heyecanla anneme anlatıyorlardı.
Annem de bu heyecana katılıp, meraklı ve de heyecanlı bir ses tonuyla "Ay hadi bize de anlat," dedikten sonra eliyle saçımı sevip, başımı üzerin birkaç tane tüy kadar hafif öpücük bıraktı. Annem, ben kendimi bildim bileli benimle ve ağabeyimle arkadaş gibi geçiniyor. O yüzden de ne olursa ilk anneme anlatırdım. Annem de, bir arkadaş edasıyla, şakaya karışık nasihatler verirdi. Belki de bu yüzden annemle aramızda ki bağ, bir anne kız gibi değil de arkadaş gibiydi.
Açıkçası da durumdan hiç mi hiç şikayetçi değilim. Çünkü annem, benim şikayet etmem için değil de, aksine, memnun olmam için elinde gelen her şeyi yaptı, yapıyor ve inşallah ömrü yettiği kadar da yapmaya devam edecek.
Ben de annemin yanağına öpücük bırakıp, tekrardan kızlara odaklandım.
Asuman'ın birkaç mırın kırın etmesi, kızların ve tabi ki annemin ısrarla anlat demesi sınıfında Asuman derin nefes alıp, anlatmaya başladı.
"Ya aslında, benim öyle çok anlatacak bir şeyim yok. Sadece... Sadece her şeyi çok ani gelişti gibi oldu ve zaten ondan sonra da zaten ben kendimi, hiç anlamayacağım bir şekilde, Berk'in sevgilisi olarak buldum. İnanın nasıl bu kadar hızlı oldu ben bile bilmiyorum."
"Vah kızım, bunlar sana büyü yapmış olmasın sakın." Annemin elini dizine vurup, söylediği sözler bana da işlemişti. Doğru olabilir mi? Sonuçta nasıl bir anda sevgili olunur ki, hatta sevgili olduklarını nasıl anlayamaz ki?
"Yok, Hatice teyzem. Bu öyle büyü yapılacak bir durum değil," dediğinde kaşlarımı merakla havaya kaldırdım. Bu kız tam olarak ne demeye çalışıyor, Allah aşkına?
"Nasıl değil?" Dedik hepimiz aynı anda. Asuman'ın bakışları hepimizin üzerinde dolaştığında sıkıntılı bir nefes aldı. Bu demek oluyor ki, gerçekten bu işin içinde bir iş var ve Asuman söyleyip, söylememek konusunda ikileme yaşıyor.
"Şey..." Dedi dilini dişlerinin arasına alıp, bakışlarını kaçırarak. "Şey... Biz Instagram'da tanıştık. Yani bu öyle tanışma değil. Soru sormak için mesaj attım ondan sonra da konuşma anlamlandıramadığım bir şekilde ilerledi. İşte ondan sonra birbirimize numaralarını verdik ve şimdi de sevgiliyiz," dedi çekinerek.
Oysaki bu çok normal, hatta şu zamanda çok sıradana dönüşmüştü. Herkes, elindeki telefona sarılarak onun ya da bununla sevgili oluyordu. Bazılarının aşkı gerçek iken, bazıların ki ise gönül eğlendirmekten ibaretti. O yüzden de tepki vermeden gülümsedim. Çünkü Asuman'ın aşkı, gerçek bir aşk olduğun inanıyor ve ona, canı gönülden güveniyorum.
"Aman kuzum, sıkma sen canını. Zaten son zamanların da aşkı integramdan ibaret," dedi annem Asuman'ın yanına gidip, o'na sıkı sıkıya sarılarak.
Eğer Uğur burada olsaydı İntegram değil de Instagram olduğunu anneme söyler ve hatasını düzeltirdi- de, Uğur ne alaka ya. Lütfen bu adamı düşünmeyi bırakayım. Yoksa bu yol yol değil, ölüm.
İlk önce düşünce başlar sonra hoşlantı sonra.... Ay tövbe yarabbim.
Allah'ım, lütfen Uğur kulunu düşünmeyi bırakayım. Amin.
Düşüncelerimden sıyrılmama neden olan şey, kapı zili oldu. Oturduğum yerden kalkıp, kapıya doğru ilerlemeye, ilerlediğimde de "Geldim," diyerekten bağırmaya başladım.
Apartmanın kapısını, düğmeyle açtıktan iki üç dakika sonra evin kapısı çalındı.
Kapının arkasında olduğumda, vakit öldürmeden kapıyı açtığımda üç ağabeyim ile karşılaştım.
Mami ağabey, ayakkabısını indirip, saçıma öpücük bırakarak içeri girdi. Onun ardından Gökhan ağabey de saçımı bozarak içeri geçti. Son kalan Semih ağabey de yanağımdan makas alıp içeri geçtiğinde arkalarından sessizce lânet okudum.
Yanağım kopmuş, saçım da dağılmış vaziyette içeri girdiğimde Semih Ağabeyin benim oturduğum koltuğun başına oturduğunu gördüm.
Ben de, hemen Semih ağabeyin yanına, yani eski yerime oturup, ağabeylerime baktım.
"E, oğullarım. Gezmeniz nasıl geçti?" Dedi annem Asuman'dan ayrılıp ağabeylerime gülümseyerek bakarak.
"İyi, nasıl olsun," diye de yanıt verdi ağabeyim. Ama nasıl yanıt nasıl... O kadar açıklayıcı ki...
"Anladım iyi geçtiğini de, çocuklar nasıldı. İlk günkü gibi mi?" Annemin ilk günden kastı, sanırım sarhoş olmaları ve binayı birbirine katmalarıydı.
"Yok ya, çocukla çok efendi, oturmasını kalkmasını biliyorlar."
"Nasıl yani, biz oturup kalkmayı bilmiyor muyuz?" Diyerek cırlayan Dilara'ya bir şeyler fırlatmak istedim. Bu kız, yeminle salak.
"Öyle değil, yani efendi çocuklar demek istedim. Hele Uğur," dediğinde Ağabeyim, içimi bir gurur kapladı.
Sakin ol ya, sana demediler diyen iç sesimi bile kaale almadan konuşmaya odaklandım.
"Biliyorum her hâlde, ironi yapıyorum," dedi Dilara elini gelişi güzel sallayarak.
Semih ağabeyi kısık bir sesle "Salak," demisyle bakışlarımı ona çevirdiğimde bıyık altından güldüğünü gördüm.
Bir saniye, bir saniye. Dilara komik bir şey dedi de, ben mi konudan Fransız kaldım. Yoksa ağabeyim mi kafayı yedi.
"Öyle öyle, Uğur oğlum çok terbiyeli, kibar ve saygılı biri," dediğinde annem, bakışlarımı ağabeyim üzerinden ayırtıp anneme çevirdiğimde yüzüme anlamsız bir gülümseme oluştu.
Neden güldüğümü sormayın, çünkü yemin ederim ki ben de bilmiyorum.
"Neyse, sizin gün nasıl geçti?" Dedi Gökhan ağabey konuyu değiştirerek. Iy, kıskanç odun ne olacak. Hiç kimsenin başka bir erkek hakkında konuşmasını sevmez- ki bu annesi olsa bile.
"Ay, ben kızlara şeyi diyecektim," dedi annem aklına gelen bir şeyle. Ne olduğunu bilmediğimizde anneme dikkat kesildik.
"Hani bugün, Zeytin ablanın akrabası varya..." dediğine başımızı olumlu anlamda salladık.
"Heh işte, onun görümcesinin kızının yaşadığı bir şey anlatacağım,"diyerekten devam ettiğinde ofladım. Bize ne elalemin yaşadığı hayattan ya. Biz kendi hikayemizi anlatacak olsak roman olurdu anam.
Annem, benim oflamama aldırış etmeden devam etti.
"O kız kaçmış işte, hem de kaç yıllık ağabeyim dediği biri ile," denilince annemin neden bu kadar hevesli olduğunu anladım.
"Peki, bundan bize ne anne. Buna benzer kaç hikâye, kaç dizi/ film çekildi haberin yok. Yani bu, çok olağan bir şey. Sonuçta gönül bu, ota da konur, güle de," dedim terbiyemi bozmadan. Ve ayrıca gerçekten bu çok makul bir şey. Kan bağı olmadığı takdirde her şey mümkün - ki bir kelimenin insanlar arasında ki ilişkiyi engelleyeceğini sanmıyorum.
"Çok saçma, bir insan neden ağabey dediği kişiye aşık olsun ki, hadi onu geçtim. Adam nasıl kızla kaçmayı kabul etmiş ki? Oturup adam akıllı düşünüş olsalardı, yaptıkları şeyin bir hata olduğunu anlarlardı," dedi Dilara kesin bir dille ve o an, Semih ağabeyi, âdete yeri delercesine oturduğu yerden kalkıp hızlı adımlarla salondan çıktığında şaşırıp kaldım.
Sanırım Semih ağabeyinin burada kalma nedenini kötü bir şeklide anlamıştım. Ve bunun Semih ağabey için ne kadar kötü olduğunu Dilara'nın sözlerinden sonra anlamıştım.
Aşk; beklenmedik anda ve beklenmedik şekilde karşımıza çıksa da, aşık olacağımız kişiye ne yazık ki biz seçemiyor, aksine, onların darbe etkisi yaratan sözlerine sessizce şahitlik ediyor ve kendimizi yıpratıyorduk.
BÖLÜM SONU. 🦋
Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Dilara ve Semih peki?
Semih'e üzüldük mü?
Bu bölüme Uğur'u eklemememin nedeni biraz da aile ortamını görmedi- ki bundan sonra ki bölümlerde Uğur'u bol bol anacağız.
Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın, mutlu huzurlu ve sağlıklı kalın. ❤️
Sevgilerle. 🌹
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |