
12. Bölüm
Kaçmak; hayatın her anında yaptığımız eylemin ta kendisi. Bazılarımız dertten, tasadan, bazılarımız sıkıştırdığını hissettiği anda dile getirdiği olağanüstü yalanla bulunduğu ortamdan kaçar ve bazılarımız ise duygularından, dile getirmeye korkutuğu gerçek duygulardan kaçar. Tıpkı şu an benim yaptığım gibi.
Arkamdan koştuğunu, benim geçtiğim bilinmez yollardan geçtiğini hissedebiliyor ama dönüp bakmıyor/ bakamıyordum. Bir an önce peşimi bırakmasını istesem de o, bir türlü peşimi bırakmıyordu.
Hatta sanki adımlarını daha hızlandırıyor gibiydi ve ben bunu, yeri dövercesine atılan kuvvetli adımlardan anlıyordum.
Nefesim daralmaya başladığında otomatikmen adımlarım da gücünü kaybetmiş ve hızım azalmıştı. Uğur'un aniden bileğimi kavraması ve önüme geçmesiyle adımlarımın gerginden fazla azalmış olduğunu anladım.
Saçımı okşayıp geçen solukları ile kaçma içgüdü tekrar kendini belli etti ve zihnimde, tehlikeli olduğuna dair kırmızı ışıklar yanmaya başladı.
'Tehlikeli alan' diye geçirdim içimden.
"Sakin ol, hadi gel şurada oturup soluklan," dedi az ileride ki parkı bana göstererek. Konuşmaya dahi mecalim olmadığından o, sessizliğimi kabul bilmişti. Bileğimi bırakmadan, derin nefesler alarak benimle birlikte yürümeye başladı.
En azından ben, küçük bir anda olsa soluklanmıştım ama o, soluklanmadan direkt benimle birlikte yürümeye başlamıştı ve büyük ihtimalle bu yüzden derin nefesler alıp-veriyordu.
Parka vardığımızda beni, küçücük bir çocukmuşum gibi banka oturtturup önüme diz çöktü. Elini, bileğimden çektikten sonra her iki elini de, bankın üstüne, ayaklarımın biraz yakınına koyup başını kaldırdı ve bu sayede biz, göz göze geldik.
Göz temasını kaçırmak adına, sırt çantamı sırtımdan çıkarıp kucağıma bıraktım.
"Şimdi daha iyi misin?" Diye sordu sesindeki şefkati gizleme ihtiyacı duymadan.
Sesi, bir melodi gibiydi. Arkada çalan enstrümanların varlığını unutturacak, herkese sesine hayran bıraktıracak kadar çekici ve oldukça hoştu. Ya da... Belki de ben çok fazla abartıyorum.
Sen abartmıyorsun, onun sesi çok güzel diye iç sesim ise benim aksimi dile getirmeye çekinmedi.
Beklenti dolu gözlerle benden bir cevap beklediğinde başımı olumlu manada sallayıp konuştum.
"İyiyim ben, hatta şimdi çok daha iyiyim. Ve ayrıca..." Cümlemi tamamlamadan başımı, kucağımda birleştiğim elime doğru eğip, konuşmaya devam ettim. "Ayrıca çok teşekkür ederim."
"Önemli değil, senin iyi olduğunu bilsem yeterli," dediğinde tekrar göz göze geldik. O an, başını üzerimde dolaştırıp alt dudağını dişleri arasına aldı ve sanki... Sanki bir şeyleri dile getirmekten çekiniyormuş gibi bir hali vardı.
Sağ elini, bakın üzerine çekip boynuna götürdü. Boynunu, sertçe kaşıyıp bakışlarını, ben hariç her yere değdirdi.
"Özel değilse ya da senin için bunu söylemenin sakıncası yoksa şey... Elini neden kalbine koyduktan sonra bir anda koşmaya başladın." Sesi kısık ve çekimser çıkmış olsa duyacağım şeyi duymuştum zaten- de, ben şimdi Uğur'a ne diyeceğim?
Hadi bakalım, iki dakika oscarlık bir yalan bulmalı ya da her şeyi tüm gerçekliği ile anlatıp bir daha yüzüne bakmamalıydım.
Ve ben, yine duygularımla değil, aklım ile hareket edip yalana başvurdum.
"Ha o mu? O... Şey ya... Şey yeni öyle arada sırada bir olur ben de, her seferinde bundan kurtulmak için abiden koşarım." Cümleme ve bulduğum aptalca yalana lanetler okudum. Benimki oscarlık değil de, olsa olsa çürümüş bir yalan olur.
Çünkü hayatım boyunca bulup bulabileceğim en berbat yalandı bu. Ne demek arada sırada olur. Olmaya olmuş, direkt her iki dakikada bir olur de.
Ah benim akılsız başım, ben şimdi bu akılsız başı nereden nereye vuramda bu an'dan bir an önce kurtulam.
"Kendi zarar verebileceğin daha akıllıca ve daha basit yöntem bulamadın mı? Ayrıca çanta ile kaçma ne Allah aşkına, zaten inceciksin bir de çantayla kaçıp ölüme adım atıyorsun. " Dedi tek kaşını kaldırarak. Dudağının iki yana doğru kıvrılması ile benimle eğlendiğini anladım.
E tabi, haklı adam. Benim saçma açıklamama dünyanın en suratsız insanı bile olsa gülerdi- ki bence gülmekle en iyisini yaparlardı.
"Ben ince değilim bir, bana daha az zarar vermesinden kastın ne? Yani ne mesela bana daha az zarar veren şey? Bu da iki " Dedim ben de yalandan gülüyormuş gibi yaparak.
"Birinci sorunu es geçiyorum. Hatta duymazlıktan geliyorum. Ikinci sorun ise... Bilmedim ama sen illa ki bulursun. Sende kendine zarar verecek potansiyelin olduğunu bugün anladım ve son olarak da kendinize zarar vermeyin Geveze Hanım."
"Peki Uğur bey, o halde ben kalksam iyi olacak."
Uğur, elini banktan çekip, ayağa kalktığında ben de çantamı elime alıp ayağa kalktım. Sakin, hatta oldukça sakin adımlarla da ilerlemeye başladım. Üç dört adım attıktan sonra Uğur'un "Bir saniye bekler misin?" Demesiyle adımlarımı durup arkamı döndüğümde burun buruna geldik.
Bu denli yakın olmamız, benim kalp atışımı hızlandırırken gözlerim, şaşkınlıktan dört açılmıştı.
Ben, şaşkınlığımı sürdürürken şaşkınlığını atlatan ilk kişi Uğur oldu. Ve Uğur, hızlıca birkaç adım geriye çıkıp eliyle yüzünü sıvazladı.
"Yine yaz dizisine bağlamayacak mısın?" Demesiyle hızlıca silkelenip kendime geldim.
Kahretsin ve koca bir kahretsin daha.
"Ha ha, şakamatik seni." Dedim alayla gülerek.
"E, ne demişler. Üzüm üzüme baka baka karalır."
"Son zamanlar, Semi ile çok takıldığını ne kadar da belli."
"Öyle," diyerekten kestirip atmasıyla tek kaşını sorgular niteliğinde kaldırıp "E, neden beni durdurdun?" Diye sordum.
Elinde ki telefonu, daha doğrusu benim telefonumu uzattığında gülümsedi. Onun gülüşü ile benim de yüzümde bir tebessüm oluştu.
"Telefonun, az biraz hasar almış ama kullanılmayacak gibi değil. "
"Teşekkür ederim. "
"Rica ederim," dediğine elinden telefonu alıp arkamı döndüm ve biraz önceki yürüyüşüme nazaran, daha hızlı adımlarla ilerlemeye başladım.
Aptal gibi oradan oraya doğru koşturduğum için yol, düşündüğümden çok daha uzun geçmişti. Ve ben, yol boyunca telefonuma dahi bakmamıştım. Nedeni ise, içimin parçalanmasından korktuğumdu.
Eve vardığım da bitmiş gibiydim. Hatta gibisi fazla, gerçekten bitmiştim. Bildiğiniz elimi kolumu kıpırdatacak halim kalmamıştı.
Zar zor kapıyı çalıp eve girdiğimde, annemin yüzünde ki telaşı gördüm. Annemi, daha fazla telaşlandırmamak ve kalp krizi geçirmesine sebep olmamak adına gülümseyip - ne kadar başarılı oldum bilinmez- elini tuttun.
"Anne, lütfen rahat ol. Benim bir şeyim yok," desem de başarılı olduğum pek sayılmaz. Çünkü annemin gözlerine, korku, korkunun da getirdiği bir şüphe vardı.
"Iyi olduğunu emin misin?" Diye tekrardan sordu.
Anneler, her şeye rağmen yumuşacık kalbe sahip olan koca yürekli anneler.
Annemin iki yanağını da öptükten sonra hiçbir şey olmamış gibi odama çekildim. Kapıyı ardımdan kapatıp, hatta kilitledikten sonra çantamı yere bıraktım.
Üzerimi çıkarıp, yerine rahat bir şeyler giydikten sonra yatağa oturdum.
Telefonun içler acısı durumu içimi burksa da yapacak bir şey olmadığından, kırık ekranlı kullanmak zorunda kalacağım.
Yani... Ailem fark edene kadar kırık ekran kullanacağım.
Sabahtan beri zihnimi yiyip bitiren endişeye son vermek adına korka korka telefon kılıfını çıkardığımda derin nefes aldım. Allah, çok şükür ki fotoğrafı görmemişti.
Fotoğrafı çıkarıp yatağın üzerine bıraktıktan sonra ayağa kalktım ve dolabın üzerinden makası aldıktan sonra tekrardan yatağa oturdum.
Fotoğrafı ortadan ikiye ayırıp, Oğuz'un oluğu tarağı iyice parçalara ayırdım. Uğur'un fotoğrafını da telefonun arkasına, kılıfın altına koyup telefonu yastığın altına koydum.
Parçalara ayırdığım fotoğrafı da, odanın kapının arkasında bulunan kağıt dönüştürme kutusuna atıp yatağa geçtim ve pikeyi omuzuma kadar çekerek kendimi, uykunun kollarına teslim ettim.
🕊️
Sabah, muhteşem bir gürültü ile açtım gözlerimi... Ya da açamadım. Dün yaptığım salaklık yüzünden bugün, bütün kaslarım donmuş vaziyetteydi. Öyle ki, yataktan doğruluğum an dudaklarımdan acı dolu bir inilti dökülüverdi.
Ayaklarım, sanırım felç oldum.
Kapının iki kez art arda tıklanmasıyla "Gel," dedim açımı unutmaya çalışarak.
kapının kolu aşağıya doğru indirildi ama kapı ne yazık ki açılmadı.
"Casper miyim lan ben, kapalı kapıdan nasıl içeri gireyim," dedi ağabeyim yüksek bir sesle.
Zaten canım burnumda, bir de bu adamın anı atar giderini hiç çekecek değilim.
"Casper ol o zaman!" Diye bağırdım sinirle.
Ağabeyim, sinirli olduğumu fark etmiş olmalı ki, bu sefer daha yumuşak bir ses tonuyla konuştu.
"Güzel kardeşim, canımın içi kardeşim, bir ömür tanem, nur yüzlüm, güzel gözlüm... Lütfen kapıyı açar mısın? Seninle konuşmam gereken bazı, önemli, konular var."
Bir ömür tanem ne be? Sanırım bu da ağabeyim uydurduğu yeni iltifat cümlesiydi. Ama bir şey söylim mi? Bir ömür tanem denilmesi çok hoş. En azından klişelerden uzaklaşmış oldu. Ve benim sayemde yeni iltifat cümleleri öğrendi.
Ağabeyim önemli dediği şeyi merak ettiğimden, ayaklarımın acısını umursamdan yavaş adımlarla kapıya ilerledim. Kapıyı, yavaşça açtıktan sonra tekrardan arkamı dönüp, aynı aksak adımlarla geriye doğru adımlamaya başladım. Yatağın üzerine oturduktan sonra da ağabeyim, hemen yanımda oturup kaşlarını çatarak yüzüme baktı.
Allah bilir yine ne halt yemişimdir.
Belki de daha kötü bir şey yapmışımdır ama hatırlamıyorumdur. Belki de, neden olmasın ki?
"Ne oldu sana?" Dedi ağabeyim gözlerini kısıp yüzüme dikkatlice bakarak. Polis ya şimdi bu, kendince yalan söyleyip söylemeyeceğimi anlamaya çalışıyor.
"Bir şey olmadı."
"Bir şey olmadığı için mi bu haldesin?"
"Evet."
Verdiğim kısa cevaplar onu çileden çıkarsa da nefesine hakim olmaya çalışır gibiydi. Kendini, bağırıp çağırmamak için, sıkıyordu.
"Dilan, güzel kardeşim. Ne olduğunu bana söyler misin? Zaten annem sana bir şey olduğunu ve ondan sakladığını sanıp evde dört dönüyor."
"Bir şey olmadı dedim ya canım ağabeyim. Sadece beden dersinde kendimi çok zorladığım için kaslarım ağrıyor. Ve kaslarım daha fazla ağrımasın diye de odama çekildim o sırada da uyuya kalmışım. Abartılacak bir şey yok yani."
Aslında ona açıklama yapmaz, hatta daha fazla sinir ederdim de, konu annem olunca akan sular durur.
Çünkü annem, kıymetlim. Ve tıpkı Uğur'un dediği gibi cennet kokulumdu. Cennetin ayaklarının altında olan kadına, saygılı duymalı, onun rızasını aramalıydık. O yüzden de ben, annemi hep ayrı bir çerçeveye koyardım ve onu 'kıymetlim' diye severdim.
Ikimiz de sessizlik yemini etmiş gibi susarken, bunu yemini bozan elbette ki ben oldum.
"Benimle ne konuşacaktın?" Dedim, ses tonunu daha bi' ılımlı hale getirerek.
"Hiç ya, ben onu öylesine şey yapmıştım."
"Bugün nöbettesin öyle değil mi?"
"Hı hı, öyle. Zaten ben de şimdi çıkıyorum. Çıkmadan seni ve neyin olduğunu görmek için geldim." Ayağa kalktığında gideceğini anladığım ağabeyime sıkıca sarıldım.
"O hâlde sana kolay gelsin," dediğimde ağabeyim, alnıma dudaklarını bastırıp gülümser yüz ifadesiyle odadan çıktı. Kapının kapanma sesini de işittiğimde hızlıca telefona sarıldım ve sadece kızların olduğunu guruba mesaj atmaya başladım.
KOCAM YOK DERDİM YOK.
Dilan: Kırmızı alarm.
İlk cevap veren ise, sabahtan akşama kadar telefon başında oturan Dilara oldu.
Dilara: Yine ne halt yedin Allah bilir.
Asuman: Yine neyi parçaladın ya da kimi dövdün.
Zeynep: Tamam, çay koy geliyoruz.
Esra: Ağabeyin nöbette mi?
Dilara: Evet, az önce çıktı.
Esra: Tamam kuşum geliyoruz. Ben geldiğim yolda kızları toplar gelirim.
Dilan: Cansız sen.
Esra: Biliyorum.
Gülerek telefonu kapattıktan sonra odadan çıkıp annemin yanına, salona, geçtim.
Annem, yine pür dikkat televizyona oturmuş, bitmek bilmeyen ya da ısrarla eski bölümlerini tekrardan yayınladıkları Hint dizilerinden birini izliyordu.
Annem, televizyona o kadar dalmıştı ki, ben yanıma oturana kadar beni fark etmemişti. Yanın oturduktan bir kaç dakika sonra beni fark etmişti.
"Anne?" Dedim daha çok soru sorarak gibi. Annem de ses tonumda ki soruyu fark etmiş olmalı ki televizyonun sesini iyice kapatıp yüzünü benim olduğum tarafta doğru çevirdi.
"Efendim kızım?"
"Bir şeyin mi var?"
"Yok kuzum, neden olsun ki?"
"Bilmem, sanki biraz dalgın gibisin. Eğer aklın bende kaldıysa kalmasın olur mu? Ben ağabeyime de söyledim. Sadece beden eğitimi dersinde kendime çok zorladım, ondan sonra da eve yürüyerek geldiğimden bitkin haldeyim." Açıklamam ile annem gülümsedi. Bu gülüş ise bana dünyaları verdi.
Annem, gülümserken ben de anneme gerektiği cevabı verdiğim için rahattım.
Annemle biraz sohbet/ dedikodu yaptıktan bir müddet sonra, kızların gelmesine yakın bir zamanda anneme doğru "Kızlar gelecekti. Belki burada ra kalabilirler- ki bu küçük bit ihtimal," dedim.
Annem anlayışla karşıladı.
"Hiç dert değil kuzum, gelip kalsınlar tabi. Sonuçta onlar da bu evi kızı sayılırlar öyle değil mi?"
"Öyle tabi... Neyse, kızlar gelmeden ben kalkıp çayı ocağa koyim," dedim ayağa kalkıp mutfağa doğru ilerlemeye başladım.
Çaydanlığı ocağa koyup, kızların nerede kaldıklarını sormak için odama geçip telefonu elime aldığımda kalp krizi geçirdiğimi zannettim. Çünkü kırık ekranda belli olan o ugurderin.0 sizi takip etmek istiyor yazısı beni felakete çağırıyordu.
Ben değil miyim ondan deli gibi kaçan ve yine ben değil miyim aldığım kararın hem ardında aptal gibi adamla konuşan. He onlar da yetmemiş bir de başıma bu takip isteği gelmişti. Hem de üç dakika önce.
İçimdeki heyecan ile Instagram'a girip takip isteklerine baktığımda adını görmemek beni deli etti. Ya da... Ya da gerçekten ben delirdim ve her yerde onu görüyorum.
Bildirim panelini aşağıya doğru indirip baktığım Uğur'un gerçekten bana istek atmış olduğunu gördüm ama neden takip istediğini geri çekmişti ki. Amacı beni deli etmek ya da heyecanlandırmak ise çok doğru bir yolda olduğunu söylememe gerek yok bence.
Öfkeyle derin nefes alıp versem de bu, beni stalkladığı gerçeğini değiştirmiyordu belki de sadece önerilen kişiler arasında benim de hesabım vardı ve o, beni takip etmek istedi ama sonra baktı ki anlamsız, takip istediğini geri çekti.
Biliyorum, kafamda çok güzel senaryolar kuruyorum ama işte benimde özelliğim bu. Yapacak bir şey yok ne yazık ki.
Yine bir ton soru ve yine bir ton cevapsız sorular.
BÖLÜM SONU. ❤️
Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Dilan ve Uğur'un konuşma tarzını seviyor musunuz?
Peki ya Mami?
Dilan'ın annesini sevdiniz mi?
Size Uğur'un neden takip istediğini geri çekti? Ya da neden istek gönderdi?
Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın. ✨
Sevgilerle. 🌹
Instagram & Twitter= Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |