
15. Bölüm
Tüm uzuvlarımı kaplayan yorgunluk neticesinde uyumayı meylerdim. Tabi buna, aptal duygularım müsaade etseydi.
Çünkü eve geldiğimden beridir yaptığım tek şey, sırıtmak ve aynanın karşısına geçerek kendi etrafımda dönmek oldu.
Her ne kadar içten içe "kendine gel," desem de sanki ilk defa gerçekten kendimmiş gibi hissediyorum, ve bu hisse ne yazık ki dur diyemiyorum.
Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp, hızlı adımlarla yatağa oturdum, yatağın bir ucuna attığım omuz çantasına uzanıp, aldıktan sonra içinden telefonu çıkarıp ilk olarak Instagram'a daha sonra ise Uğur'un hesabına girdim ve size yemin ederim, şaşkınlıktan olsa gerek hesaba girdiğim gibi çıktım.
Tam olarak, iki saniye önce ben ne görmüştüm. Bu harikulade gözlerim doğru mu görmüştü.
Uğur, bir diğer deyişle Kahraman beyin takipçi sayısı yüz yetmiş dokuz bin (179 000) mi?
Yok daha neler?
Tekrardan Uğur'un hesabına girdiğimde iki dakika da hesabını yüz seksen bin takipçiye ulaştığını görmek beni kahretti.
Of ya, yani hakkaten anasını satim. Bu ne şimdi? Niye iki dakika da takipçi sayısı yükseldi bunun.
Öfkeyle dolup taştım. Nasıl bir duygu karmaşasının içinde olduğumu bilmesem de öfkeyle soludum.
Ve o anlık öfkeyle, kendime yediremeyeceğim bir şeklide arama butonuna basıp, adıyla soy adını yazdım. Ve Uğur'un fotoğrafının bulunduğu her hesabı teker teker saymaya başladım.
Yuh. Pes doğrusu!
Yirmi üç fan hesabı da neyin nesi? Bakın bir iki kişi de demiyorum. Tam tamına yirmi üç kişi.
Ve yine ne yaptığımı bilmeksizin Uğur'un kendi hesabında ki fotoğrafları ile fan(!) sayfalarında ki fotoğrafları karşılaştırmaya başladım.
Her şey harika giderken, dereninuguru adlı fan sayfasında ona olmayan bir fotoğraf gördüm. Ama nasıl fotoğraf... Hem herkesi kendine aşık ettirip kıskandıracak, hem de herkesin onu tatlı görmesini sağlayacak bir fotoğraf.
Ne yaptığımı sorgulamayı bırakıp, Uğur'un o fotoğrafını ekran görüntüsü aldım.
(DİP NOT: Sakın aşık olim demeyin. Uğur benim. 😂)
Daha sonra ise galerimde özel ve şifreli bir albüm oluşturup, o fotoğrafı oraya ekledim.
"Kızım, uyudun mu?"Babamın sesinden sonra, kapının iki kere tıklanmasıyla hızlıca telefonu yastığın altına atıp, başımı yastığa koydum ve gözlerimi kapattım.
Sırf rol yaptığım anlaşılmasın diye kapı açıldığı an, kapıya arkamı döndüm.
Sessizce atılan adımların sesini can kulağıyla dinledim. Babam, hemen yanı başımda bittiğinde elini pikeye uzattığını hissettim. Üzerime örtülen pike ile bu hissin, gerçek olduğunu anladım.
Başımın üstüne konan öpücükten sonra babamın arkasını dönüp gittiğini adım seslerinden anladım.
Kapı açılıp kapandıktan sonra, içimden yüze kadar sayıp gözlerimi açtım. Neden mi? Çünkü babam gitmemiş ve benim rol yapıp yapmadığımı anlamak için kapının önünde beklemiş olabilir.
Tek gözümü açıp, kapıya doğru döndüğümde derin nefes aldım.
Oh, demek ki babam gerçekten gitmişti.
Hava neredeyse kırk derece olduğundan, pikeyi ayağımla bir taraf atıp, yatakta iyice yayılım. Yemin ederim tek yatmak kadar rahat bir şey yok. Mis(!) Ayağın tüm yatağı kaplayacak şekilde açsan dırdır eden biri yok.
Tam da düşlediğim gibi ayaklarım ve ellerimi açıp, başımı yastığa gömüp, kendimi uykuya teslim ettim.
🕊️
Elektrikli süpürge sesiyle uyanmak kadar kötü bir şey yok sanırım. Hani olur ya, tam uykunun en güzel yerindesin, gözlerin iki dakika daha kapalı kalsa uykunu alacak gibi bir his oluşur... Hah. İşte, ben de tam olarak o anda uykudan edildim.
Ayaklarımı yataktan sarkıtıp oflaya puflaya, daha çok elektrikli süpürgeye söve söve odadan çıkıp, tuvalete geçtim.
Tam, hazır bugün okula da gitmemişken rahat edim dedim, demez olaydım ağa.
İki uyutmadılar ya, hani azıcık daha sabretseler zaten ben kendim kalkacaktım. Ama işte, ne yaparsın. Elimden bir tek kendi kendime konuşmak geliyor.
Tuvalete girip, ihtiyacımı karşıladıktan sonra kimseye görünmeden hızlıca banyoya attım kendimi.
Üstümdeki kıyafetleri çıkardıktan sonra kendimi, duşa kabine attım. Duşta, yarım saat boyunca oylandıktan sonra duşa kabinden çıkıp, bornozu üzerime geçirerek banyonun kapısını hafife araladım.
Süpürge sesinin kesilmiş olmasını fırsat bilerekten içeriye doğru "Anne!" Diye bağırdım.
"Çık çık, kimse yok," diye bağırarak karşılık verse de emin olmadığım için tekrardan sordum.
"Eminsin değil mi?"
"Kız eminim diyorum ya. Babam çarşıda zaten, ağabeyinde Uğur'un maçı mı ne varmış oraya gitti."
Uğur'un adını duyar duymaz, hızlıca banyodan çıkıp odama geçtim. Bir taraftan dolaptan kıyafet seçiyor, öbür taraftan da hâlâ bağırarak annemle konuşuyordum.
"Ne maçı bu?"
"Geçen İkbal anlatmıştı ya. Uğur üç yıldır futbol maçlarına katılıyormuş. Traktör mü direktör mü ne? Işte o Uğur'u bir takımın yedek oyuncusu yapmış. Şimdi de tam oyuncu olması için mi çalışıyorlarmış."
Duyduklarım karşısında hayret ettim. Vay, Uğur beyimize de bakın siz. Demek bu kadar takipçi olmasının nedeni buymuş.
Adam yakışıklı da.
Bu konuda iç sesim çok haklı. Hem tipinden, hem de başarısında dolayı bu kadar takipçisi olmuş olmalı. Uğur'u tanımasam ve fotoğrafı keşfetime düşse hiç kuşkusuz direkt takip ederdim.
Yüksek bel jean pantolon ve siyah beyaz çizgili, mini tişörtü üzerime geçirip, saçımın bir tutamını geriye doğru alıp, kelebek tokayı saçıma geçirdim.
Hafif rimel sürüp ve ince eyeliner çektikten sonra, dudağıma da toprak rengi ruj yedirdim.
Aynadaki görüntüme son bir kez daha bakıp, kendime öpücük atıp arkamı döndüm. Yatağı düzenledikten sonra telefonu alarak arka cebime atıp, odadan çıktım.
"E," dedim geçen onca dakikadan sonra aklıma kazınan soruyu anneme yönelterek.
"Yani şimdi bunlar ailecek, sırf maç için mi biraya gelmişler?"
"Ay Dilan, Allah seni ne etmesin" dedi annem gülüp, çaydanlığı durulanmaya devem ederken.
Dolaptan kahvaltılıkları alıp, masaya dizerken konuşmaya devam ettim.
"Niye, yanlış bir şey mi dedim?"
"Kız yok, sence maç için tüm aile mi gelirdi?"
"Ben de bilmediğim için sana soruyorum zaten, anneciğim."
"Ilahi Dilan, kız Uğur derece ile burada bir üniversite kazanmış. O yüzden gelmişler."
"Nasıl derece ve hangi bölüm," dedim şaşkınlığın beni ele geçirmesine müsaade etmeden sandalyeye oturarak.
"Beden öğretmenliği mi ne? Öyle bir şey. Ama birinci olmuş. Bir onu biliyorum. "
Uğur'la ilgili öğrendiğim başka bir bilgi beni mesut ederken kahvaltımı yapmaya başladım.
Hızlıca yaptığım kahvaltı sonunda annem, teyzemle konuşmaya giderken ben de temiz kabları dolaba koyup, kirlileri hızlıca yıkadım.
Annemin hala teyzemle konuştuğunu görünce anneme kısık sesle "Ben kızların yanına gidiyorum," dedim.
Annem başını olumlu anlamda salladığında, kapıya yöneldim. Spor ayakkabıyı ayağıma geçirdikten sonra kapıyı, sessizce kapatıp merdivenlerden indim.
Dedikoducu tayfayı, bugünlük görmezlikten gelip, iki bina uzağımızda olan Esra'nın evine doğru ilerledim.
Apartman kapısını açık olması işime geldiğinden, vakit kaybetmeden, seri adımlarla ilk kata çıktım. Kapının önünde durup, kendime çeki düzen verdikten sonra zile bastım.
Bir dakika sonra Esra'nın sesi duyuldu.
"Kim o?"
"Kilimci kel Hasan."
"Dilan, sen misin?"
"Yok Hasan'ın oğlu," dedim gülerek.
Cevabımdan sonra kapı yavaşça açıldı ve Esra'nın gülen yüzü belirdi. O'da tıpkı benim gibi bu deli halimize gülüyordu.
"Geç," dedi eliyle içeriyi işaret ederek.
Elimi iki yana doğru, başımla birlikte salladım. Zaten ben evde daraldığım için kendimi dışarı attım, bir de tekrardan başka bir eve girsem kesinlikle ölürüm.
Bir de Allah'ın şu mübarek gününde havanın yaklaşık kırk derecede olması, yağmur misli ter dökmemize neden oluyordu.
"Yok ben almim. Sen çabuk hazırlan da parka gidelim. Kızlara da sor. Gelmek isteyen var mı diye."
Esra başını sallayıp, içeri geçerken bağırarak bana cevap vermeyi ihmal etmedi.
"Tamam, ben hazırlanırım da- sen niye kızları aramadın?"
"Kontörüm yok çünkü, zaten bu yüzden de bize en yakın siz olduğunuzdan buraya kadar geldim."
"Yani bizim ev uzak olsaydı buraya kadar gelmeyecektin."
"Evet, zaten gelmezdim. Dedikoducu tayfadan ya da kahvedeki birinden telefon alıp seni arardım." Sesim tüm binada yankı yapsa da umursamdan güldük.
On dakika sonra Esra hazır olduğunda birlikte evden ayrıldık. Yol boyu süren konuşma, fısıldaşma ve bolca kahkahadan sonra parkta ki herhangi bir banka oturup kızları aradık. Üçü de dışarısının sıcaklığından şikayet ederek gelmeyeceklerini bildirdi. Haklılar tabi. Yapacak bir şey yok.
Esra telefonu kapattıktan sonra tek kaşını sorgular biçimde kaldırdı.
"Planın ne?" Bu kız kesinlikle beni çok iyi tanıyor.
"Ağabeylerimin yanına gideceğiz," dedim kollarımı göğsüme bağlayıp omuz silkerek.
"Seni şeytan, ne diye onların yanına gideceğiz ki?"
Esra'nın kucağında ki telefonu alıp, bildiğim şifreyi girerek rehbere girdim. Mehmet'im diye kayıtlı olan ve yanında kırmızı kalp olan isme tıklayıp, telefonu hoparlöre aldım.
Ben arasam telefon tam kapanmak üzereyken açılan telefon, Esra'nın ilk çaldırışında açıldı. Diyorum size, bazı erkekler ne kadar medeni olursa olsun, illa içlerinde bir kroluk oluyor. Bunu nereden mi anladım, çok sevgili ağabeyimin telefonu "Gülüm," diye açmasından tabi.
"Gülün yok ama bacın var," dedim daha çok 'eve geldiğinde bizim kesilecek bir hesabımız var,' gibi çıkan ses tonuma mani olmadan.
"Dilan'ım bir şey mi oldu."
"Biz Esra'yla çok sıkıldık. Hem hazır Esra da seni özlemişken nerede olduğunu söyle de gelelim." Esra gözlerini belerterek bana bakarken ben, omuz silkeledim. Ne var canım bunda. Hem belki benim sayemde aşk kuşları da birbirine kavuşur.
"Öyle mi?"
"Öyle ama Esra duymasın. Sabahtan beri Mehmet'im diye diye kafamın etini yedi," dediğimde Esra bana el hareketi çekip "Yuh, bacının nikahı," dedi elini savurarak.
"Tamam, ben hemen size konum atıyorum. "
"Vay be," diye geçirdim içimden. "Demek aşkın açamayacağı hiçbir kapı yok ha?"
Ağabeyimin gönderdiği konumu açıp, Esra'yla birlikte yola koyulduk.
Yarım saat sonunda ağabeyim gönderdiği adrese geldiğimizde buranın bir stadyumu andıran bir yer olduğunu fark ettim. Oysa ki ben, maçı açık havada bir yerde yapacaklarını sanıyordum.
"Lan, burası müthiş," dedi Esra benim iç sesimi dışarı yansıtarak. Oysaki buraya sadece müthiş demek... Burası bileğiniz afet afet.
Her bir adımda stadyuma daha fazla aşık olup içeriye girdik.
Merdivlerin en başında oturana ağabeyim ve tanımadık yirmiye yakın kişiye gözlerimi kısarak baktım. Bunların içinde de yedi tane kız vardı.
Işte, yine o adını bilmediğim duygu sarıp sarmaladı beni. Doğrusu bu duygunun adını bilmiyor ve öğrenmekte istemiyorum. Sahada kimsenin olmamasını dikkatimi çekse de şu anlık o'nu değil, kızları düşünüyorum.
Kim bu kızlar ve neden buradalar.
Ağabeyimin yanına vardığımızda ses etmeden yanına oturduk. Ben hala kısık gözlerle kızları incelerken ağabeyim, oturmamızla birlikte başını bizim tarafa çevirdi.
"Hoş geldiniz," dedi gülümseyip, bakışını Esra'ya çevirerek. Esra'nın tam olarak nasıl bir halde olduğunu, sağ tarafımda oturduğu için dönüp bakamıyordum. Onun yerine ben "Hoş gördük," demekle yetindim.
Ağabeyim, hala mecnun gibi Esra'ya bakıp dururken aralarına girmek istemesem de gitmek zorunda kaldım.
"Neden kimse yok?"
"İlk yarı gitti, siz gelmeden iki dakika önce soyunma odasına çıktılar. "
Içim içime yedi, ne yani? Herkes Uğur'un o koşturmacı halini, koşturduktan sonra terlemesini ve nefes nefes kalışını mı izledi? Haksızlık. Kesinlikle çok büyük bit haksızlık var ortada.
Ağabeyim ile Esra'nın dolu dolu bakışmaları ile geçen beş dakikanın ardından herkes, sıra halinde soyunma odasından çıkmaya başladı.
Karşı takımın oyuncuları çıktığında, karşı taraftan alkış sesleri duyuldu. İlk defa dikkatimi çeken bu ayrıntı ile bakışımı karşıya çevirdiğimde onların de sayısının, en az bizler kadar olduğunu fark ettim.
Direkt başımı oradan çekip, sahaya ve çevirdiğimde diğer kapıdan da başta Uğur olacak şeklide diğerleri de çıktı.
Onu görmenin etkisiyle içimi bir anda heyecan sarıp sarmaladı. Kahretsin, bu adam niye bu kadar göz alıcı. Neden bu kadar güzel. Ve en önemlisi niye bu kadar tatlı. Hayır yani, bu adamın benimle bir garezi mi var? Eğer öyle bir şey varsa direkt arayı düzeltmeli o'na, bu kadar göz alıcı olmaması gerektiğini söylemeliyim.
Tatlı olduğunda dolayı onu ısırıp, yanaklarını mıncıklamak istedim. Tabi bu sadece bir isteme içgüdüsden ibaret.
Benim ona baktığımı hissetmiş olmalı ki, bakışları anlık olarak bizim olduğumuz tarafa çevrildi ve biz, dünden sonra ilk defa göz göze geldik.
Yüzünde çarpık bir gülüş oluştu. Göz kapılarını onaylar biçimde kapatıp açtığında gülüp, kimsenin varlığını umursamdan o'na, el salladım.
Seni gülüşünü yerim ben be adam.
Uğur, sahanın orta yerinde durup, hakem düdük çalmadan önce bana el sallayıp önüne döndü ve maç, o an başladı.
Karşı takımda süren paslaşma, Uğur topu alana kadar sürdü. Uğur, topu sağ ayağından, sol ayağına atıp bir süre bu şekilde mekik dokudu. Karşısına, karşı takımdan biri geldiğinde topu kendi takımlarından birine basladı.
Bu şekilde başlayan maç, Uğur'un, Berk'in ve esmer bir çocuğun kaleye topu atması, yani üç golle maçı bitti.
Benim gördüğüm sadece üç tane iken, ilk yarıda da iki tane gol atmış olduklarını öğrendim.
Yani sonuç; Uğur'ları takımı beş gol, karşı takım dört gol atmış oldu. Hakemin çaldığı son düdük ve yankılanan çan sesleriyle hep birlikte ayağa kalkıp, alkışlamaya başladık.
Uğur, yüzünde ki kocaman gülümseme yanımıza doğru geldi. Telleri izin verdiği kadar ağabeyim diğer erkek arkadaşları ile el sıkışıp onların tebriklerini alıp, zarifçe karşılık verdi.
Kızlardan biri Uğur'a el uzatıp, "Tebrik ederim, Uğur." Dedi. Tamam, bunda bir şey yok. Gayet doğal bir şey. Sonuçta herkes herkesi tebrik edebilir öyle değil mi?
Sorun, Uğur'un da kızını elini kavraması ve otuz iki diş sırıtarak "Teşekkür ederim." Demesindeydi.
İçimde ki öfke birikintisine mani olmadan, ikisine ölümcül bakışlar attım. Hâlâ birbirlerine bakıp, aptal gibi sırıtırken bende şalterler koptu. Öfkeyle dişlerimi birbirine bastırıp, çenemin kasılışını, gözlerimi öfkeyle parmasını ve ellerimin yumruk hâlinde oluşuna aldırış etmeden "Uğurcuğum," dedim gözlerimi kısarak.
Uğur'un bakışları anında bana döndü ve yüzümdeki ifadeyi gördüğü an gülüşünü soldurup, tek kaşını merakla kaldırarak "Dilancığım?" Dedi. Ses tınısında daha çok 'Ne oldu?' sorusu barındırıyordu.
"Bi' gelir misin?" Dedim aniden kendime çeki düzen verip, yüzüme tebessüm takarak. Tellerin üzerinden atlayıp, sahaya indiğimde nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başladım.
Birkaç dakika sonra arkamdan gelen adıma sesleriyle Uğur'un peşimden geldiğini anladım.
"Nereye gidiyoruz?" Dediğini duysam da ses vermedim.
Evet, işte en kritik soru. Biz harbiden nereye gidiyoruz? Ya da ben Uğur'a tam olarak ne diyeceğim?
Bir anda arkamı döndüğümde, burun buruna geldik. Uğur başını eğmiş, dikkatle yüzüne bakarken ben, böyle bir şey beklemediğim için heyecandan dilim tutulurken Uğur, gayet eğleniyor gibiydi.
"Sen de nereye gittiğimizi bilmiyorsun öyle değil mi?" Dedi elini saçıma doğru götürerek. Ben, anın getirdiği etki ile tabiri caizse bir heykel gibi dururken Uğur, saçımda ki tokatı çıkardı.
Nefesim kesildi, solukların boğazımda tıkanıp kaldığını hissettim. Kalbim hiç olmadığı kadar hızla atarken bayılmamak için bir yere tutunmak istedim. Ama o kadar kendimde değilim ki, elim öylece havada asılı kaldı.
Elindeki tokayı gözlerimin önüne getirip, avucuna hapsetti. Dudaklarında ki çarpık gülüşü silmeden göz kırptığında elimi bir anda kalbime götürdüm.
Lanet olası organ, bu adamı her gördüğüne bozuk bir oyuncak gibi hızlıca atamaz ya da duracak gibi olmazsın.
"Tamam, bir şey yok." Sesinde ki alaylı tını beni deli ederken o, hiçbir şey olmamış gibi gülümsemeye devam ediyordu.
"Ben... Bilmiyorum,"dedim dört duvar arasında sıkışmış ve ne yapacağını bilmez bir vaziyette.
"İnan bana, şu an ben de ne yaptığımı bilmiyorum ama eve gittiğimde an kendime sövemeden de yapamıyorum."
Ne dediğini anlamadığım için kaşlarımı çatıp, elimi kalbimi üzerinden çekerek iki yanıma indirip, yumruk haline getirdim.
"Ne.. ne demeye çalışıyorsun?" Sesimin titremesine mani olmadan sorduğum soru, onunda yüzünün düşmesine neden oldu. Ama anında kendini toparladı.
"Sen beni kıskandın mı?" Dedi tek kaşını sorgular biçimde kaldırarak. Konuyu bir anda değiştirmiş olmasının farkına varsam da, onun etkisi altında olduğumdan o'na uyum sağladım.
"Hayır tabi ki, neden böyle bir şey yapim ki?"
"Bilemedim, sanki bana öyleymiş gibi geldi." Dünden beri yaşadığım bu duygunun adı kıskançlık mıydı gerçekten? Ya da ben ne zamandan beri Uğur'u kıskanıyorum.
"Sana öyle geldi."
"Öyle olsun bakalım." Dedikten sonra bakışlarını etrafta dolaştırıp, tekrardan benim üzerimde durdu.
"Herkes gitmiş, işin yoksa beni bekle birlikte çıkalım. Hem, zaten bizimkiler bir kafeye gidecekti. Seni de götürüp, tanıştırmak isterim."
"Neden?" Dedim heyecanımı gizlemeden. Beni arkadaşları ile tanıştırmak istiyor, onların arasında olmamı istiyor. İşte ben, en çok buna heyecanlanırım.
"Benim kimin kahramanı olduğumu ve kimin Uğur'un böceği aynı zamanda Uğur'un Geveze'si olduğunu bilsinler diye."
Tam o anda kafamda bir şarkı çaldı.
Sözleri o'nu, ritminde ki hüzün beni anlatıyordu.
Ve sözlerin güzelliği, ritme öyle bir güzellik katıyordu ki bir puzzle parçası gibi uyumluydular. Sanki sözde bir eksiklik, ritimde bir aksaklık olsa aralarında ki bağ da kopup gidecek gibiydi.
Uğur giderse, Dilan bitecek;
Dilan biterse, Uğur mahvolacaktı.
BÖLÜM SONU. ✨
Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Uğur hakkında yeni bilgiler öğrendik.
Dilan'ın bu kıskanç halleri ne olacak?
Sizce Uğur ne demek istedi ve bir anda konuyu değiştirdi.
Uğur'un tokayı aldığı sahne?
Tamam tamam, Uğur'a da bugün yeniden aşık olduğumuza göre rahatça uyuyabiliriz.😂
Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın. 🌹
Sevgilerle. ❤️
Instagram &Twitter = Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |