
16. Bölüm
Heyecan; bedenimi sarıp sarmalayan ve az daha bayılmama neden olan heyecan. Ellerimi gerginlikle nereye koyacağımı bilmeden, yüzüme doğru götürüp, yüzüme doğru yelpaze niyetine savurdum.
Allah'ım, sanırım heyecandan biraz sonra tahtalı köye gidip geleceğim. Hiçbir şey benim bu kadar heyecanlı olmamı durduramıyor, aksi gibi daha çok heyecanlanmama neden oluyordu.
Siz inanabiliyor musunuz bilmem ama ben, Uğur'un arkadaşları ile tanışacak olmama hala inanamıyorum.
Elimi, yüzümden uzlaştırıp, terleyen avuçlarımı pantolonuma sildim. Ay, lütfen arkadaşları ile tanışmadan beyaz ışığı görmeyeyim. Yani, Allah'ın işine karışılmaz da... Ay bende iyice saçmaladım ha. Kendimi on yaşında, ne yaptığını ve ne dediğini bilmez, bir çocuk gibi hissediyorum vallahi.
Saçımı tepeden, toka kullanmadan topuz yaptım- ki zaten bir buraya gelmeden saçıma sadece bir toka takmıştım o da şu an, Uğur da. Saçımı tepeden topuz yapmasaydım eğer, tüm bu sıcaklığın saçımdan kaynaklandığını kendi kendime söylenip duracaktım.
Daha rahat ettiğime kanaat getirip, soyunma odasına doğru döndüğümde Uğur'un, soyunma odasının kapısının pervazına yaşlanmış olduğunu ve yüzünde ki gülümseme ile bana baktığını gördüm.
Nedendir bilinmez, bir anda kanlar yanağıma toplandı ve ben domates gibi kıpkırmızı kesildim. Elimi nereye koyacağımı bilmediğim için öylece iki yanımda sallamaya başladım. Ellerim, sallanırken ellerimle birlikte ben de, parmak uçlarında yükselip alçaldım.
"Yalnız, boyun öyle uzamaz," dedi Uğur kapı pervazından ayrılıp, küçük adımlarla yanıma doğru gelirken. Ben, tamamen, tüm uzuvlarımı Uğur'a kaptırdığım için bir şey dediğini duyuyor ama ne dediğini kavrayamıyorum.
"Efendim?" dedim ne dediğini anlamadığım ve yeni yeni kendime geldiğim için.
Uğur, sesimde ki soru tınısını fark etmiş olmalı ki, konuşmasını yeniledi.
"Diyorum ki, parmak uçlarında yükselip alçalmakla boy uzamıyor."
Utançla elimi alnıma götürüp, alnımı dövdüm.
"Ah, özür dilerim. Ben... Ben ne yaptığımın farkında değilim sanırım."
"Benim gibi mi?"
"Niye, sende mi ne yaptığının farkında değilsin." Belki saçma ve biraz da masumca sorduğum soruyla birlikte ikimiz de birbirlerimizin gözlerinde boğulurken ve birbirimize bakarak sırıtırken ne yaptığımızın kesinlikle farkında değildik.
Uğur, başını kulağıma doğru eğilip, kısık bir ses tonuyla "Bu yol nereye gider bilemem ama yürüyorum işte. Yüzüme vuruyor hep güzelliğin, ölüyorum ama ne var," şarkısını, arada yaptığı değişiklikler ile mırıldanmasıyla dudağımı dişledim. Sesi, bir melodi gibiydi, öyle yoğun bir sesi var ki, havada uçan kuşlar bile onun sesini dinlemek adına durur ve güzelliğin keyfini çıkarırlardı.
Heyecanıma yeni bir heyecan eklendi. Onun ses tonu beni baştan çıkardı ve ben heyecanın etkisiyle elimi, Uğur'un koluna götürdüm.
Yanağı, hala yanağımda yaslı dururken "Sence şu an ben ne yaptığımın farkında mıyım?" Diye fısıldadı tekrardan. Gözlerimi sıkı sıkıya kapattım. Kahretsin. Lütfen biri bu anın bir rüya olduğunu söylesin. Yoksa yemin ederim şuraya düşüp bayılacağım.
Kulağıma çarpan nefesi huylanmama neden olsa da, yanlış anlamaması için gülmemek için kendimle mücadele ediyor ve heyecanımı en alt seviyede yaşayabilmek için derin derin nefesler alıp veriyorum.
"Uğur..." Dedim içime kaçan sesimi bulmaya çalışırcasına. Seslice yutkunup, derin nefes aldıktan hemen sonra bir kez daha "Uğur," dedim.
Başını biraz uzaklaştırdığını anladığım an gözlerimi oldukça yavaş biçimde açtım. Göz göze gelmemizle birlikte Uğur, gülümsedi; ve sanki onca heyecan yetmemiş gibi dudaklarından firar edip, özgürlüğüne kavuşan sözler benim mümkünatı varmış gibi daha da heyecanlanmama neden oldu.
"Söyle Uğur'un en uğurlu böceği, buyur Uğur'un Geveze'si."
Ben, o an ne diyeceğimi unuttum. Dilimin ucuna gelen sözcükler anlamını yitirdiğinden, sözcükleri yutmak zorunda kaldım. Lal olmuş dilim, dudaklarımı hareket ettirmeme bile izin vermiyor, sanki dudaklarıma mühür basılmış gibi öylece bekliyordum; neyi beklediğimi bilemeden.
"Gidelim mi?" Dedim zar zor bulduğum sesim, ve biraz olsun heyecanım kaçsın diye sarf ettiğim sözlerin gerçeklikle hiçbir alakası olmadığını bilerek.
Çünkü bana kalsa ben, değil sabaha kadar bir ömür boyu Uğur'la bu pozisyonda kalırdım.
Uğur, başını iki yana doğru sallayıp, yüzünde ki çarpık gülümse ile bana uzun uzadıya bakıp durdu. Bakışları arasında geçip giden duyguların adını ve de duyguların getireceği eylemi bildiğim hayran hayran yüzüne bakmakla yetindim.
"Ah Dilan, ah. Ben ne yapacağım seninle." Bir anda iç çekişi bana iki kapı gösterdi. Birinci kapıda bezmişlik su misali akıp giderken, ikinci kapıda şehvet, bir kor misali hoyratça yanıp duruyordu.
Ben, bu iki kapının da beni nereye ne şekilde götüreceğini bölmeden kapıları çok küçük aralıklar bırakacak şekilde kapattım.
"Bence şu anlık bu kadar heyecan patlaması yeter," dedim ılımlı yaklaşmaya çalışarak.
Uğur, ağır biçimde başını aşağı yukarı salladığında az önce bir şey olmamış ve sanki biz o anın içinde hiç var olmamışız gibi sessizce yürümeye başladık.
Içimde ki duygu yoğunluğu içten sessizliği bozsa da ne yazık ki bunu dışa yansıtamıyorum.
Sessiz sedasız, daha çok kendi içimize çekilerek Cemil ağabeyin kafesine giriş yaptık. Orta yerde kurulmuş büyük masa, ve masanın etrafında dizilmiş bir yığın birey topluluğuna hayretle baktım.
Ne yani? Şimdi bunların hepsi, sırf Uğurlar maçı kazandı diye mi buraya toplandı? Saçmalık, hem de saçmalıkların en illet olanı.
Yüzümü gayriihtiyari buruşturup, başımı bakacak bir gökyüzü olmadığından tavana çevirdim.
Sabır ya Rabbim. Sabır ya Resulullah.
Sen bu kuluna sabır ver.
Başımı tekrardan masadaki kalabalığa çevirdiğimde kesinlikle bizim tayfayı ve en önemlisi sıcak diyerekten dışarı çıkmayı reddeden kızları masa otururken bulmayı asla beklemiyordum.
Tek kaşımı sorgular biçimde kalırsam da bakışlarımda ki tehdidin farkındayım ve kızlar da en az benim kadar bu bakışın farkında.
Hayr hayır, kesinlikle biri ya da birlerinin hayatına burnumu sokmak değil amacım. Benim derdim ya da kabaca merakım bana, gelmeyeceğim dedikten sonra neden buraya gelmeleriyle ilgiliydi.
Veballerini almakta istemem, sonuçta kızları Esra da çağırmış olabilir... De, Neyse. En iyisi bu konuyu kızlar açmadığı takdirde kapatmak.
Uğur'un, yönlendirmesiyle sanki buranın yabancısı benmişim gibi, başımı eğip annesini takip eden bir yavru misli Uğur'u takip ettim.
Aferin, Dilan. Zaten bir bu konuda salak gibi olmadığı kalmıştı o da oldu ya artık başını rahatça yastığa koyabilirsin.
Masaya varmamızla kendi kendime söylemeyi bırakıp, başımı yerden kaldırıldığında Uğur'un, bir sandalyeyi çekmiş ve arkasında durarak bana baktığını fark ettim.
"Ne?" Dedim Uğur'un bakışlarında zerre bir şey anlamadığım için.
"Oturur musun?" Dediğinde anlık olarak bakışlarım yüzünden eline çevrildi. Tembel adımlarla yanına varıp, son kez eline ve gözlerine bakıp "Emin misin?" Diye sordum yangımın içi ısırarak.
Sus Dilan sus, gülme. Rezil olacaksın.
Uğur yüzüme baktıktan iki saniye sonra, tam olarak iki saniye sonra deli gibi ikimiz aynı da gülmeye başladık. Evet, deli gibi. Çünkü ben ve Uğur dışında kimse gülmüyor - ki biz de tam olarak neye güldüğümüzü bilmiyoruz.
Dediğim ya deli diye. Belki de gerçek delilik sana bir şey hissettiren kişi ile birlikte yapıldığında güzel kılınıyor.
Çünkü tam olarak şu an ben, biri çıkıp bana 'delisin," dese takmayacak aksine, parmak ucumla Uğur'u gösterip 'birlikte deliyiz" diyerek bir kez daha güleceğim/ güleceğiz.
Uğur, başını iki yana doğru sallayıp, gülüşünü durdurduktan sonra başını olumlu anlamda salladı.
"Eminim Dilan, otur hadi."
Sen bilirsin dercesine omzumu silkeleyip, benim için çektiği sandalyeye oturdum. Beni, sanki çok hafifmişim gibi öne doğru iteklediğinde ağzımdan korku dolu bir çığlık koptu.
Ay bu adam benden deli. Yemin ederim deli. Yüzünün, kalbinin güzel olduğunda bakmayın sakın. Bunun kafasında çatlaklık var.
Bilerek mi, ya da tamamen tesadüf mü bilinme, ben tam kızların yanında, Uğur da tam karşımda oturmuştu.
Uğur'un, oturmasıyla uğultular doldurdu mekanı.
Herkes kendi arasında konuşmaya başladığında ben, başımı Esra'ya çevirdim.
"Ağabeyim nerede?" Dedim uğultuya karışan sesimin yüksek ya da alçak çıkmasını umursamadan- ki zaten en az benim kadar da Esra, ses tonunu ayarlamadan beni cevapladı.
"Emniyetten aradılar, ne olduğunu sordum ama beyefendi 'devlet sırrını sana mı söylim' dedi ve gitti.
Sesinde bariz belli olan öfke, ağabeyime olan sinirin apaçık ortaya sermişti. Ağabeyim, bazen gerçekten Gökhan ağabeyi uyuyor mu diye merak etmiyor değilim. Çünkü yani, nasıl olur da pamuk gibi adam bazı zamanlar oduna dönüyor anlamış değilim.
Yanlış anlamayın, bunu Esra'ya neden gittiğini söylemediği için demiyorum, sonuçta mesleği tabi ki söyleyip, söylenmemesi gerek durumlar olabilir.
Benim tavrım, ani ruh halinin değişimineydi.
"Aman," dedim elimi gelişi güzel havada sallayıp ekleyerek; "Boş ver ağabeyim. Ne ben sordum, ne de sen ağabeyimi gördün," dedikten sonra yüzüme sinsi bir gülüş ekleyip, kulağında doğru eğilerek yardı bıraktığım cümleme devam etti. "Sanki bugün, hiç ağabeyimi görmemiş gibi davranacağız tamam mı yengeciğim."
"Ne?" Esra'nın ani çığlığı ve sanki çığlığı, insanların merakları bakışlarını üstümüze toplamamış gibi bir de elini su bardağına çarpmasıyla ve bardağın içinde ki suların Esra'nın üzerine dökülmesi, o da yetmemiş gibi bardağın yere düşüp binbir parçaya bölünmesi sadece saniyeleri almıştı desem yeridir.
"Allah belamı versin ki sana bir şey söyleyen de kabahat," dedim kolundan tutup, Esra'yı lavaboya doğru çekiştirerek.
Lavaboya geçtikten sonra arkamdan kapıyı, dingonun ahırında girmişim gibi sertçe çarpıp derin nefes aldım.
"Yengem, yeri yardın. Hatta keşke sadece yeri yarmakla olsa. Bir kelime ile insanları ayağa kaldırdın ya." Dedim elimi ıslatıp, Esra'nın yüzünü bebek gibi yıkayarak. Hem kızıyor hem de bebek gibi seviyordum. Ne yapayım. Kıyamıyorum ki onlara.
"Heyecanlandım lan," dedim elimi elinin içine alıp, aptal gibi sırıtarak. Ben bu sırıtışı çok iyi biliyorum. Bu sırıtış bir nebze beni gösteriyordu. Çünkü ben... Ben de Uğur'u gördüğümde tıpkı Esra gibi tabiri caizse hayvan gibi sırıtıyordum.
Kendi kendime konuşmayı bıraktıktan sonra, tekrardan Esra'ya çevirdim başımı. Biraz öncekine nazaran daha sakin olduğunu görünce derin nefes aldım. Allah'ım sen bizi sağ salim eve gitmeyi nasip eyle.
"Daha iyi misin?" Dedim ses tonunu yumuşatıp, nahif bir sesle konuşarak. Ya da konuşmaya çalıştım. Bilemedim.
"Iyiyim de bir şey soracağım," diye gevelediğinde ve pervane misli etrafımda dönüp durduğunda başımın dönmesiyle Esra'nın kolundan tuttum.
"Ay Allah aşkına bi' dur Esra ya, ne diyecek ya da ne soracaksan dansöz gibi kıvrılmadan sor," dedim boşta kalan elimi gözümün önüne siper ederek. Çünkü Esra'nın dönmesi bende, ışıkların da dönmesine neden olmuştu. Her yeri, hatta duvarların bile etrafımda döndüğünü hissettim.
"Öleceğim sanırım," dediğimde Esra hızlıca koluma girdi ve bu sefer o, yüzümü ıslatmaya başladı.
Birkaç dakika sonra kendime gelmemle gözlerimi kırpıştırıp, sakin adımlarla lavabodan çıktık. Benim adımlarımın titrekliğiyle Esra, bana uyum sağlıyor ve küçük adımlar atıyordu.
En çok bundan nefret ediyorum. Etrafımda dönen bir şey neticesinde başımın dönmesinden ve sonra, sanki krizden çıkmışım gibi kesik kesik nefesler almayı ve bazen de bir anda bayılmaktan nefret ediyorum.
Masaya geldiğimiz de bakışlar üstümüze toplansa da ne yazık ki onlara bir gülümseme bile bahşedemedim.
Esra beni sandalyeye oturttuğunda hareketlenmeler olduğunu duydum. Hemen sonra ise diz üstüne çöken bir Uğur konuk oldu bakışlarıma.
"Iyi misin?" Endişeli ses tonu normal şartlarda beni mutlu etmesi gerekirken şu an, mimik dâhi oynatamadım.
Uğur, benden cevap alamayacağınca bu sefer başı Esra'ya döndü.
"Nesi var, ne oldu, düştü mü, başını bir yere mi çarptı?" Peş peşe sıraladığı sorular, ne kadar da tedirgin olduğunu belli ediyordu. Ona, iyi olduğumu söylemek istedim lakin, aralanan dudaklarım benden bağımsız tekrardan kapandı.
"Yok, onun şeyin var. Hani biri döndüğünde başın döner ya. Hah, işte onun binbir beter Dilan'da var. Etrafında dönersen fenalaşıyor ya da kusup bayılıyor."
Uğur, bir anda elini gözüme götürüp, görüş açımı siyaha bürüdü. Oldukça yavaş biçimde de, konuştuğunu duydun.
"Şt, sessiz olun."
Herkesin susmasıyla derin nefes alıp verdim. O sırada da Uğur, boşta kalan eliyle iki elimi de kavradı. Sanki varlığını hissettirmek istercesine.
Beş dakika belki da daha uzun geçen sessiz dakikalardan sonra kendime geldiğimi hissettim. Elimi, Uğur'un elinin içinden çekip, gözümün üzerindeki eline götürüp çektim. Gözlerimi de açtığımda bir çift endişeli bakan ela gözle karşılamak yüreğimi burktu. Ama buna rağmen ona, tüm içtenliğimle gülümsedim.
"Teşekkür ederim, çok daha iyiyim," dedim fısıltıyla.
"Daha iyisin değil mi?" Dedi teyit etmek istercesine. Başımı olumlu anlamda sakladığımda Uğur'un eli, hızlıca çenemi buldu.
"Sakın, lütfen başını sallama olur mu? Sana zarar gelsin istemem."
Gözlerimi olumlu manada açıp kapattım.
"Yapmam."
"Aferin Uğur'un böceğine," dedi öğrencisini tebrik eden bir öğretmen edasıyla. Onun bu ilgili hâli yüzümde tebessüm oluştururken kafeyi bir melodi, telefon melodisi olduğunu bildiğim bir melodi doldurdu.
"Uğur, seni bekliyor olmalılar."
Sesin sahibine doğru başımı çevirdiğimde bunu, sahada ki o kız olduğunu gördüm. Ve sanki az önce öbür dünyaya göç etmek üzere olan ben değilmişim gibi kaşlarımı çatıp, Uğur'a baktım. Ama o, bana değil, kıza bakmayı tercih etti.
Ben, bir şey demeden Esra araya girdi.
"Tam olarak, biz neyi kaçırdık?" Esra'nın sorusu, benim de en merak ettiğim soru olduğunda tek kaşımı merakla kaldırdım.
"Ay siz bilmiyorsunuz, Uğur bu maçı alırsa Trabzon'a transfer edilecekti ve güzel haber hemen yayıldığından mı bilinmez, sonuçlar açıklandı ve Uğur gidiyor." Dilara'nın heyecanlı heyecanlı anlatışı benim kalbimin durmasına neden oldu.
"E," dediğini duydum aynı kızın. Ve yine aynı sesin devam edişini. "Gitmeyecek misin?"
"Istiyorum, hatta çok istiyorum," diye yanıtlayınca Uğur zeminin ayaklarımın altında kaydığını hissettim.
Müstahaktı bu bana, çünkü ben bile bile kendimi ve kalbimi ateşe atmıştım.
Ben, gitmek üzere olan birine tutulmuştum.
Sorun da bu ya, kalbimiz onca yıl bekler, ve sonra ya hiç olmaması gereken birine ya da gitmek üzere olan birine tutulur.
Ve gidişler, her zaman beraberinde gelişler getirmiyor.
Bazen gidişler berberinde enkaz,
Kalışlar ise beraberinde bir hasret bırakıyor.
Ve hasret, en büyük umut ile en büyük çaresizliktir insanoğlu için.
Tıpkı hasretinden gelecek sanıp umuda tutulmak, gelirken başına bir şey gelir mi düşüncesi ile çaresizce beklemek gibi.
Ve bir bakıma hasret ile çaresizlik üvey kardeş ama aynı zamanda en yakın arkadaş gibidirler.
BÖLÜM SONU. ✨
Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Uğur ve Dilan?❤️
Uğur sizce gidecek mi?
Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın mutlu,huzurlu ve sağlıklı kalın.
Sevgilerle. 🌹
Alıntı ve spoiler için;
Instagram &Twitter Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |