
2. Bölüm
Dudaklarımdan çıkan kelime ve Uğur'un sözlerini tamamen yok sayıp başımı hızlıca arkaya çevirdiğimde kimseyi görmemiş olmak sinirimi bozdu neden mi? Çünkü iki pek sevgili abilerim(!) Kıskançlıktan beni babamla vurmuşlardı ama ben de Dilan isem, onlardan intikamı öyle bir alacağım ki... Akılları şaşacak.
Sinirle önüme dönüp, abilerime baktığımda ikisinin de gözlerinde bir mutluluk, mutluluğun yanı sıra da bir pişmanlık gördün-ki bunda sonuna kadar haklılar.
"Ya, ne kadar da komiksiniz siz öyle? Ben de az önce yaptığınız espirinin bir benzerini Esra ve Zeynep'e söyleyeceğim," dediğim an ikisi de aynı anda ilk önce birbirine sonra da bana baktılar. Gözlerinde okunan ben ne hal yedim bakışı zevkle sırıtmama neden oldu. Aman, ne kadar da kastılar canım. Alt tarafı Zeynep ve Esra'ya ağabeylerimin kızlarla flörtöz biçimde konuştuklarını söyleyeceğim!
Biz ağabeylerim ile birbirimize ölümcül bakış atarken yanı başımızda, unutmuş olduğumuz Uğur'un öksürüğünü duydum. "Affedersiniz, acaba benim işlemelere geçsek mi artık," dediğinde gözlerimi devirmek istedim. İyi hoş, adam yakışıklı ama bu kadar kibarlıkla onu çiğ çiğ yerler valla.
"Olur olur, geçin şöyle," dedi Mami ağabey benim bakışlarımdan kurtulmak istermişcesine.
Mami ağabey hızlıca arkasını dönüp ilerleyince Gökhan ağabey aniden yanımızdan kaytarıp gitti. Mami ağabey, birkaç adım sonra masasına oturunca ayaklarımı harekete geçirerek ilerledim ve masanın önünde ki sandalyelerden birine oturdum.
Benim karşımdaki sandalyeye de Uğur oturdu ve o andan itibaren Mami ağabey oldukça ciddi bu surete büründü.
"Şikayetiniz nedir?" Mami ağabeyinin sorusu ile birlikte Uğur başını eğdiği yerden kaldırıp Mami ağabeye sabitledi.
"Sabahleyin kardeşim aradı ve karakolda olduğunu söyledi, nedenini sorabilir miyim?"
"Dün gece birkaç kişiyi rahatsız etmişler?"
"Nasıl bir rahatsızlık bu?"
"Söyle ki, geceleyin bir genç kızın camının önünde şarkı söylemiş ve o da yetmemiş gibi sarhoşlukla bina sahibinin birkaç ağacına zarar vermişler."
Şaşkınlıkla gözümü büyüttüm. Hadi canım, onları şikayet eden kişinin bir tek ben oluğunu sanarken meğer Zeytin teyze de bu işe bulaşmış. Vay canına. Demek bu kadar kibar abinin böyle bir kardeşi olurmuş ha?
"Peki ben ev sahibi ve Dilan hanımla konuşup onları ikna etsem," diyen Uğur'la tek kaşını alayla kaldırdım. Beni ve Zeytin teyzeyi ikna etmek mi? Beni geçtim, Zeytin teyze hayatta şikayetini çekmez.
Ben pür dikkat onları izlerken Mami ağabeyinin konuşması ile bakışımı ona çevirdim. "İkna etmeniz için 24 saatiniz var. 24 saat sonra işlemler tekrar başlatılacak ve kardeşiniz belki de şu an olduğun konumun aksine, bir adliyede olacak. Cezeyi işlem olarak da yüksek/ büyük bir maliyeti gözden çıkarmanız gerekecek. Tabi bu sadece benim düşüncem. Ayrıca dua edin ki rahatsız ettikleri kişi sayısı sadece iki olsun."
Uğur başını belli belirsiz salladıktan sonra ağabeyimin yönlendirmesi ile kardeşlerini ziyarete giderken ben de daha fazla okula geç kalmamak adına oturduğum yerden kalkıp, karakolun çıksına ilerdim. Karakoldan çıktıktan sonra hızlıca ilk gelen minibüse, zor da olsa binip, tıklım tıklım insanların arasına sıkıştım.
Maske olmasına rağmen, tıklım tıklım olan minibüs beni boğduğunda dayanamayarak çığlık attım. Çünkü eğer çığlık atmasaydım büyük ihtimalle, birkaç dakika sonra kendimi, hemen yanı başımda duran dayının kucağında bulurdum.
"Aa, yeter be!" Çığlığım üzerine tüm bakışlar bana çevrildiğinde şoföra hitaben "Arkada on dönümlük arazi var da biz mi bilmiyoruz?" Diye sordum.
Şoför beni kaale almayınca sinirlerim bir anda tepeme çıktı ve ben, kendimi insanların iterken buldum.
Onca kişinin arasında zorlanarak da olsa çıkıp, şoförün koltuğuna elimi dayayıp kulağına doğru "Hey!" Diye bağırdım. Tabi bağırınca da trafik ışığının kırmızıyı gösterip göstermediğine dikkat etmiştim. Eğer ışık kırmızıyı göstermiyor olsaydı kesinlikle bağırmazdım, çünkü minibüste sadece ben değil, birçok kişi vardı.
Şoför elektrik çarpışmasına sıçrayıp, elini maskesinin üzerine götürdü; lakin ben buna takacak değilim elbette. Nasıl ki o beni takmayıp yoluna devam ettiysen aynı şeyi bende onun için yapacak ve konuşmama devam edeceğim.
"Şimdi canım şoför abi beyciğim. Ne sen beni tanrısın ne de ben, fakat; eğer biraz daha minibüse adam alacak olursa seninle karakol arkadaşı olacağız ve ben, bu yaşta ailenle uğraşmak istemiyorum. O yüzden rica ediyorum daha kimseyi alma çünkü zaten bir ton akraba varken başka akrabaları hayatıma alacak kadar geniş değilim."
Sarf ettiğim sözlerle birliktelik şoför bana boynuzum çıkmış gibi bakmaya başladı. Tamam, belki ben de tam olarak ne dediğimi anlamadım ama, bu kadar da kötü bakacak kadar anlaşılmaz değildir yani...
Adamın bakışlarından kurulmak adına birkaç adım geriye çıktığımda minibüs harekete geçti. Derin nefes alıp, Allah'a şükür ettim. Çünkü eğer, biraz daha konuşsam adam bana- deli mi ne?"- bakış atacağını biliyordum.
Birkaç durak sonra minibüs okulun karşıda ki durakta durduğunda insanların dedikoduları, parfüm ve ter korkularından kurtulmanın verdiği sevinçle hızlıca kendimi dışarı attım.
Eğer biraz daha minibüste kalsaydım büyük ihtimalle cenazemi çıkarırlardı ve mezarıma kokudan öbür dünyaya göç ettiğimi yazarlardı.
Gayet cool ve bir o kadar da güzel bir şekilde okulun kapısından giriş yapıyordum ki ayağımın birbirine dolmasıyla sendelenmeye başladım. Hadi ama, bu kadar da şanssız olmamalıyım.
Benim bu sakar halime alışık olan okul halkı, göz ucuyla bana baktıktan sonra işlerine kaldıkları yerden devam etmeye başladılar.
Göz devire devire yürüyüşüme devam edip, kantine doğru ilerlemeye başladım. Çünkü çok sevgili midemin daha fazla açlığa dayanağını asla düşünmüyorum.
Alelacele kantine girip yemeğimi aldıktan sonra en tenha olan masalardan birine kuruldum ve kimseyi umursamdan tıkanarak yemeğimi yemeye başladım.
Afiyetle yemeğimi yedikten sonra başını kaldırdığımda bana, sinirle bakan bir çift gözle karşılaştım. O'nun bana attığı bakışın aynısını ben ona atarken, daha yeni okula gelen, keltoş olmaya yüz tutan adam, bana "Kızım," diye seslendi.
Gözümü devirerek ayağa kalktığımda, keltoş yanıma gelip, aramızda mesafe bırakacak şekilde karşımda durmaya başladı.
"Tüm arkadaşların ders dinlerken sen ne yapıyorsun burada?"
Bi' ağız tadıyla yemek yedirmediler anasını satim.
"Yemek yiyordum, hocam." Verdiğim cevap sonunda keltoşun kaşı daha da çatıldı. Yemin ederim benim dört yıldır benimsendiğim okulu bu adam, iki hafta evi gibi benimsedi. Ve bu, onun ne kadar da otoriter biri olduğunu apaçık ortaya seriyordu.
"Çabucak eşyalarını topla ve derhâl sınıfa, seni bir kez daha sorumsuzca davranırken görürsem disiplin cezası vermekten asla çekinmem."
Vay şerefsiz, kimi nereden kovuyorsun lan sen?
"Peki hocam, kesinlik bir daha tekrarı olmayacak."
"İyi," dedi ve arkasını dönüp gittiğinde çantayı ayna gibi parlayan başına atmamak için kendimi zor zapt ettim.
Gören de okula aşık biriyim sanacak anasını satim.
Hızlıca çantayı elime alıp, çöpleri de çöp kovasına attiktan sonra ilk katı hızlı, diğer katları yavaş yavaş çıkmaya başladım. Ne var canım, yorulmuş olamaz mıyım?
Son ana kadar tembel yürüyüşünü kullanıp, nihayetinde sınıfın kapının önüne varabilmiştim. Taş çatlasa, derse on beş dakika geç kalmışımdır.
İstemeye istemeye kapıyı gelişi güzel vurup, açtım ve içeri girdim. Çok sevgili (!) matematik hocası, benim içeri girdiğimi görünce üzülür gibi oldu lakin sonra hemen yüz ifadesini düzeltti. Bakın işte, ne kadar da çok sever beni kurban olduğum!
"Geç kızım," dedi kaşlarını çatıp, kırışık yüzünü daha da kırıştırarak.
"Teşekkür ederim, hocam." Verdiğim yanıttan sonra birkaç adım atıp sırama doğru ilerliyordum ki hocanın sorusu beni durdurup ona bakmamı sağladı.
"Neden geç kaldın, umarım geçerli bir sebebin vardır?"
"Sormayın hocam ya, yeni gelen müdür yardımcısı tüm okulda Nusret hocayı arttırdı." Apaçık salladığım yalanı tutma ihtimalini hesaplayamayan matematiğime içten içe sövgüler yağdırdım.
"Umarım dediklerin doğrudur."
"Estağfurullah hocam, ben asla yalan söylemem." Desem de lütfen bana inanmayın.
Daha sonra hoca dersi anlatmaya kaldığı yerden devam ettiğinde bende Dilara'nın yanına geçtim. Geçtiğimiz an dedikoducu teyzeler gibi hızlıca kulağıma doğru eğildi ve "Ne oldu lan?" Diye sordu. En azından teyzeler lan demiyor.
Dilara'ya olayı kısacık anlattıktan sonra Dilara'nın şaşırmasına fırsat tanıyıp başımı tahtaya çevirdim. Keşke çevirmez olsaydım bu ne ya? Bir sorunun işlemi iki tahtayı da kaplamamalı bence. Çünkü burada anlamayanlar da var. Örneğin ben anlamıyorum, gerçekten anlamıyorum ve gerçekten beynim matematiği almıyor. Hayır yani, fonksiyonlar benim neyime. Bakkalda ya da pazardan bir şey alınca fonksiyonlarla mı hesap edeceğim? Ya da bakadan para alırken fonksiyon benim ne işime yaracak Allah aşkına.
Lütfen birileri, dört işletmeler dışında matematiğin işimize yaramayacağını birilerine anlatsın.
Sıkıcı derslerini üzerine bir de boynunda ki hırka beni rahatsız etmişti. Bu yüzden de teneffüs zilini beklemeden boynuma bağlandığım hırkayı çıkarıp, ayağa kalkıp belime bağladım ve tekrar yerime oturdum.
Yedinci derse kadar kabir zoru gibi bir ton soru sorup, kendi sorularına kendileri cevap veren hocaları dinlemek zorunda kaldım. Keşke annemleri ikna edebilseydim de açıktan okusaydım ya da hiç okumasadyım. En azından kimsenin dırdırını çekmek zorunda kalmazdım.
Bir sonraki dersimizin- yani son dersimizin- beden eğitimi olması bir tek beni mutlu etmişti. Yemin ederim bu ders de olmasa, ölüp ölüp dirilirdim herhalde.
Giyinme odasının küçük aynasında son kez kendime bakma ihtiyacı duydum. Üstümde gri sporcu atleti, altında da yine aynı renge sahip olan bir eşofman vardı. Yanımdan ayırmadığım hırkayı da göbeğimi kapatması adına tam karnımın üzerin bağlamıştım.
Ders zili çaldığında hala kabinde olan Dilara'ya bağırdım.
"Lan, hadisene. İki saattir giyinemedin mi yoksa?"
"Giyindim de," dedi can çekişir gibi, ardından ben kaşlarımı çatmış ne olduğunu soracakken o, benden önce davrandı. "Büstiyeri düzeltmek zaman aldı.".
Başımı hızlıca iki yana sallayıp, kabinden terler içinde çıkan kıza gülümseyerek baktım. Onun bu halini gören kesin dövüşten çıktığı zanneder ama neyse... Gerçekleri biz biliyoruz ya o yeter.
Dilara aynanın önüne gelip kendine baktıktan sonra bıkkınlıkla ofladı. "Yemin ederim dövüşten çıkmış gibi bir halim var."
Daha fazla kendime mâni olmadan gülüşümü kahkahaya dönüştürdüm. Ben zihnimdekilerini dile getirmemek için susarken onun bu denli açık konuşması kesinlikle gülünçtü.
"Şuna bak ya, bir de gülüyor," dedi koluma hafif yumruğunu geçirip sahte bir kızgınlığa bürünerek.
"Hadi hadi, Canan karısı bizi kesmeden çıkalım."
Saçını at kuyruğu bağlandıktan sonra bir şey demeden soyunma odasından çıktık. Biz çıkar çıkmaz panikleyen Selin ile aslında bir süredir dinleniyor olduğumuzu anladım. Bu kız hiç akıllanmayacak.
Onu görmezlikten gerek hızlıca yürümeye başladık. Dilara, arkasını kontrol ettikten sonra bana sır vermek istermiş gibi kulağıma doğru "Bu kız da az değil ha, geçen seninle Furkan'ın adına çıkardığı dedikodu daha bitmeden Furkan'la çıkmaya başlamış," dediğinde gözlerimi hayretle açtım. Yuh, hem bana iftira atıyor, hem de adımın yanına koyduğu ad ile çıkmaya mı başlıyor. İnanılmaz.
Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdıktan sonra aklıma gelen anı ile iki gözünü de tehlikeli bir şeklide kıstım. Dilara'nın bana yaptığı gibi ona yaklaşıp "Peki bu bana iftira attıktan sonra ne yaptım?" Diye sordum.
Dilara omuz silkeleyip"Hiç bir şey," dediğinde dudaklarımı yukarıya doğru kıvırdım.
"Güzel, o halda bugün voleybol mu oynasak?"
Dilara ne yapacağımı anlamış olmalı ki sevinçle çığlık atıp, elini ağzına götürdü. Manyak bir şey ama seviyorum bu kızı.
Bahçeye çıktıktan sonra iki tür koşu ve hocanın ısınma hareketlerinden sonra Canan hoca erkekleri, basketbol ve futbol grubu olmak üzere iki gruba ayırmış ve onları yanımızdan göndermişti.
Geriye kızlar kaldığında Dilara tüm sevecenliğini kullanarak "Hocam, kendine güvenenler de volaybol oynasın mı? Tabi bu beleş olmasın," dedi. Hoca, bakışlarını herkesin üzerinde dolaşırdığında ben dururum muyum? Asla.
"Evet hocam, lütfen. Hem Dilara'nın dediği gibi sadece kendine güvenenler oynasın."
O sırada Selin de hızlıca konuşmaya atladı. "Evet hocam, oynayalım."
"Sen bence bulaşma Selinciğim, sonra ağlarsın." Dilara'nın laf sokmasına asla bir şey denedim ve müdahale etmedim. Çünkü voleybol oynarken de kimse bana müdahale etmeyecekti.
Birkaçımızın ısrarı sonucunda hoca ikna olmuş ve dört kişi bir gruptan olacak şeklide iki gruba ayrılmıştık. Ve iddia olarak da ortaya yemeği koymuştuk. Kaybeden grup kazanan grubu yemeğe götürecek ama bu antik kunti bir yer olmayacaktı. Belimde ki kazağı çıkarıp bankaların birine koydum ve sahadaki yerimi aldım.
Başlangıç düdüğü çaldığında Selin, parmak pas attı. Dilara hızlıca parmak pasa smaç ile karşılık verdi. Selin, yine kimsenin topu kapmasına müsaade etmeden smaçla karışık verdiğinde hızlıca orta alana doğru koşup, topu karşı tarafa servis olarak attım ve bam, tamamen şansızlık esiri top, Selin'in başına değdi.
Şaşırmış gibi yaparak elimi ağzıma götürüp "Sorry baby," dedim.
Elimi ağzımdan çekip, Selin'e çapkınca göz kırpıp oyuna kaldığımız yerden devam ettik.
Öyle böyle derken Selin, topun her dakika elimden kayması ile üç kere başına top yemişti. Ve biz üç sayı onlardan öndeydik.
Hocanın son kez demesi ile oyun tekrar başladı. Bu sefer benim değil, Dilara'nın elinde top kaydı ve Selin'in bacaklarına isabet etti. Selin, daha fazla dayanamamış olmalı ki bir anda kendi alanlarında çıkıp bizim alana geldi ve hırsından ödün vermeden "Bilerek yapıyorsun," dedi. Ah zeki kız.
Dudaklarımı bilmem dercesine büzüp, yüz ifademin aksine dudaklarımdan, "Top, bilerekten elimden kayıyor." Sözleri çıktı.
Siniri hala tap tazeyken hocanın "Selinciğim, grubunuz arkadaşlarınızı yemeğe götürecek," demesi onun delirmesine neden oldu. Ay, ne kadar cimri bir kız bu ya. Tamam, belki son zamanlarda artan fiyatlar gözünü korkuttu diyeceğim de... Kız, korona da bile maskesiz dışarı çıkardı hoş hala değişen bir yok.
"Tamam," diyerek Selin arkasını dönüp gittiğinde onun ardında biz grupça birbirimizle, ellerle tokalaştık. Çünkü her ne kadar kısıtlamalar az olsa da ne olacağı belli olmuyordu.
Hırkamın olduğunu banka kendimi atıp, derin soluklar eşliğinde gözlerimi kapatıp dinledim. Ta ki, Dilara'nın sesini duyana kadar.
"Has... Anasını avradını."
Neye bu kadar şaşırdığını anlamadığımdan hızlıca gözlerimi açıp, bedenini hemen yanıma atan kıza, daha sonra ise baktığı yere baktığımda gün içinde ki ikinci şaşkınlığımı yaşadım.
"Hoşt...Lan!" Dudaklarımdan çığlık misali firar eden kelimelerle Dilara olmak üzere birçok kişinin bakışlarının ev sahibi olmuştum. Eh, bu bakışlardan biri de Uğur'a ve yanında ki üç gereksiz şahsiyete aitti.
Lakin benim anlamadığım bir şey var, Uğur denen bu adam nasıl olur da Zeytin teyzeyi ikna etti ve nasıl olur da bana danışmadan onları nezarethaneden çıkarmıştı.
BÖLÜM SONU. ✨
Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Uğur ve Dilan'ı yazmak bana iyi geldiğini gibi umarım size de iyi gelmiştir.
Bugünlük bu kadar kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın.
Çokça sevgilerle. 🌹
Spoiler ve alıntılar için;
Instagram & Twitter =Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |