23. Bölüm

22. Bölüm

Akizi
aycelebii

Mutluluk ya da mutlu olduğumuz an... İkisi de birine o kadar yakın ve bir o kadar uzak ki... Mutluluğun tarifini duygularımız ile anlatmaya çalışırken, o anı anlatmak Kesinlikle sözcüklerle ifade edilmez. Çünkü o anı anlatmak bir bakıma dünyayı kurtarmak gibi bir şeydi.

 

Hem içinde ki duyguların tarifini hem de o anki heyecanı nasıl anlatabilirim ki? Ya da şöyle diyeyim; o iki duyguyu nasıl bir araya getirip tarif edeceğim/ etmeye çalışacağım.

 

Mesela şu an, ben bu anı nasıl tasvir edebilirim ki? İçimde ki, haddi hesabı olmayan kelebekleri nasıl sayacak ve onların coşkularını beden diliyle anlatacaktım. Yok, bu duyguyu mümkünatı yok anlatamam.

 

Heyecandan titrek adımlara kapıya doğru ilerleyip, kapının ziline bastım.

Tam tamına kırk yedi saniye sonra kapı açıldı. Peki ben, n'için saniyleri saydım diyecek olursanız inanın ben de bilmiyorum.

 

Annem, köpüklü elleriyle kapıyı açıp, kapıda ki kişiye, yani bana, bakmadan içeri girdi.

 

Annemin içeri girmesini bir fırsat bilerekten ilk önce pastayı eline alıp, içeri girdim ve anneme çaktırmadan pastayı odama bıraktım. Sonra, tekrardan odadan çıkıp oyuncağı ve balonu elime alarak içeri geçtiğimde, ne yazık ki bu sefer maalesef biraz önceki gibi şanslı değildim.

 

"Kız, o elindeki de neyin nesi öyle?" Annemin ani sorusu ile olduğum yerde, bir heykel misali duruverdim.

 

Her ne kadar elimde ki ayıyı ve balonu saklamak istesem de bunun pek mümkün olmayacağını bildiğimde, öylece kala kaldım.

 

"Ha şey... Bunu mu diyorsun anne?" Dedim sanki elimde ki eşyalar, her gün kapıma gelen eşyalarmış gibi doğal davranarak.

 

Annemin bana attığı 'manyak mısın' bakışına sırıtarak karşılık verdim. Çünkü şu anlık elimden gelen tek şey buydu.

 

"Kızım, sen kafayı mı üşüttün? Şu an, bu evde senden başka biri var mı?"

 

"Ay vallahi yokmuş," dedim ciddi manada etrafımı kolaçan ettikten sonra.

 

"Ay kız, senin kafa uçmuş."

 

"Yok annem ya, gayet Iyiyim ve hiçbir şeyim yok. Gerçekten."

 

"Öyleyse ne diye lafı evirip çeviriyorsun, insanca cevap versene bana."

 

"Ne demiştin ki sen?" Dedim bilmezlikten gelerek. Ve sanki annemin bana ne dediğini unutmuşum gibi de elimi çeneme götürüp, düşünüyormuşum gibi yaparak.

 

"Ayıcık ve pembe kalpli balon diyorum kızım. "

 

"Ha... Bunları mı diyorsun. Bunları arkadaşım gönderdi. "

 

"Niye ki, özel bir sebebi mi var?" Annemin sorgu dolu sesi derin bir nefes almama ve ciğerime nüfuz eden tüm havaları bıkkınlıkla dışarı bırakmama neden oldu. Bu nedir ya, görende sorgu odasındayım sanacak.

 

"Ay anne sende ya, özel ne olmuş olabilir ki?"

 

"Yani aşko kuşko olayı yok." Göz devirmekten şaşı olacağım anılardan biri daha. Bazen, annem beni çok şaşırtıyor. Hatta o kadar çok şaşırtıyor ki ben, annemin bir Z kuşağı olduğundan bile şüphe duyuyorum.

 

Tamam, annesin hatta meleksin ama, daha iki gün önce çıkan saçma sapan kelimeleri de ezberlemezsin ben.

 

"Aşko kuşko nedir Allah aşkına ya," dedim bıkkın bir tonda.

 

"Ne bilim, sanki pembeyle, gönlüm sende demeye çalışmış alan kişi," dediğinde annem içime ılık bir şeyler aktı. Ay, acaba Uğur bu düşünceyle mi pembe balon aldı. Eğer öyleyse... Öyleyse ben bu adamı çikolata niyetine yerim. Hemde ağzımı şapırdata şapırdata.

 

Sırıtmamak ve otuz iki dişimi, sevinçten, göstermemek adına genzimi temizleyip profesyonel oyunculuğuma geçiş yaptım.

 

"Ay anne ya, her renge bir anlam katmasanız ve renklere göre hüküm kesmeseniz 'Ya, ne güzel bir renge öyle,' diyeceksin. Ama iş bizlere, daha doğrusu kızlara/ kadınlara gelince renkler bir anlam kazanıyor öyle değil mi? Ama eğer, bu balonun aynısını ağabeyimin elinde görsen ve ağabeyim hediye geldiğini söylese cinsiyetçiliğe başvurup 'Sen kız mısın?' deyip, güleceksiniz. " Sarf ettiğim sözler annemi dumura uğratsa da, haklı olduğumu bildiğimden pek oralı olmadan odama geçtim.

 

Şimdi siz, kadın ne dedi de bu kadar tepki verdin diyeceksiniz ama haksız mıyım? Bir erkeğin elinde pembe balon görseler bahsettiğim tepkiyi vermeyecekler mi? Ve bir kadının elinde pembe balon gördüklerinde o balona ve o renge bir anlam katmayacaklar mı? Haksızsam söyleyin lütfen?

 

Ayıcığı, yatağın üzerine yatar pozisyonda bırakıp, balonları da hep görebilmem için dolabın koluna bağladım. Çünkü şu anlık aklıma daha iyi bir fikir gelmedi. Aslında, bir bantla duvara yapıştırma fikri bir fırtına misali aklımdan geçse de sonradan balonları çıkarmada zorlanacağımı ve duvarda bir bant izinin kalacağını bildiğimden bu fikirden anında vazgeçtim.

 

Arka cebimden telefonu ve Uğur'un bana gönderdiği notu çıkardım. Telefonumun kılıfını çıkarıp, Uğur'un fotoğrafını ikiye katlanmış kağıdın arasına koyup, kağıdı da telefonun arkasına koyarak kılıfı telefona geçirdim.

 

Telefonun arkası biraz şiş gibi dursa da, ele alınmadığı takdirde arkasında bir şey olunduğu fark edilmiyordu.

 

Alt dudağımı, dişlerimin arasına alıp, yatağa uzandıktan sonra telefonu açtım ve anında Instagram'a girdim. Mesaj kutusuna girdikten sonra da kendime düşünme fırsatı vermeden benle ayıcığın yan yana fotoğrafını çekip, Uğur'a gönderdim.

 

Dilanhakli: Bu güzel hediye için teşekkür ederim.

 

Heyecandan titreten parmaklarım, klavyenin üzerinde rastgele dolaştı. Uğur'un çevrimiçi olmasını beklemek bana bir asır gibi geldi. Ve nihayet, bir dakika sonra Uğur çevrimiçi oldu ve ben, mutluluktan az daha tahtalı köyü boyluyordum. Bu nasıl bir aşktır yarabbim.

 

Beni hem dünyanın en mutlu insanı, hem de dünyanın en çaresiz insanı gibi hissettiriyor. Bu nasıl bir bağlanış ki, beni onsuz nefes alamaz hale getiriyor. Sanki o olmayınca bende olmayacak mışım gibi hissediyorum.

 

Uğur, benim alnıma yazılan en güzel yazı. O kadar güzel bir yazı ki, onu her yere yazasım, adını herkese duyurasım ve 'Bu adamın kalbinde ben varım,' diyesim geliyor. Allah'ım, bu nasıl bir sevgi, bu nasıl bir aşk. Bu kadar sevmek gerçekten mümkün mü? Yoksa ben mi kendimi kandırıyorum, sırf bu güzel rüyadan uyanmayayım diye.

 

Eğer öyleyse, lütfen Allah'ım beni ebedi uykuya daldır. Bu uykularımda beni Uğur'dan mahrum etme. Ve umarım, dilim pek varmasa da, umarım ben bu kadar çok severek hata yapmıyorum.

 

Beni, dalgınlığımdan alıp götüren şey, elimde ki telefonu titremesi oldu.

 

Ugurderin.0: Asıl ben teşekkür ederim. Bana en güzel hediye olduğun için.

 

Yüzümde ki buruk tebessüm ile mesajı belki de, hiçbir abartısız, on kez okudum. Bir adamın kalbi bu kadar güzel olunur mu gerçekten. Çünkü Uğur, benim en güzel mucizem gibi.

 

Dilanhakli: Ama... Deme öyle.

 

Ugurderin.0: Neden, güzel meleğim.

 

Ugurderin.0: Yoksa sen utanıyor musun?

 

Gülüşüm an be an büyüdü.

 

Dilanhakli: Ne... Alakası bile yok.

 

Ugurderin.0: Bunu, konser gününde kızarıp bozaran ve aşırı tatlı olan kız mı diyor.

 

Dilanhakli: O ben değildim bence.

 

Ugurderin.0: Aşkolsun meleğim, senden güzeli mi var bu dünyada.

 

İşte şimdi gerçekten kızarıp bozardım. Bu adam da yani... Her cümlenin içine de iltifat eklemezsin ama.

 

Dilanhakli: Bir şey soracağım. Ama sakın yanlış anlama olur mu?

 

Ugurderin.0: Anlamam, sor bakalım.

 

Dilanhakli: Daha önce hiç ilişkin oldu mu? Yani bu ilişki de değil, bir hoşlantı da olabilir.

 

Dilanhakli: Zorunluluk gibi görme lütfen. Cevap vermekte zorunda değilsin.

 

Ugurderin.0: İnan ki hiç zorundalık hissetmedim.

 

Ugurderin.0: Ve eminim ki, herkes bir zamanlar birinden hoşlanmıştır.

 

Ugurderin.0: Onun haricinde, herhangi bir ilişkim olmadı. Çünkü daha önce de dediğim gibi kariyer benim için en ön sıradaydı. Bu yüzünde ilişki işlerine pek girmiyordum.

 

Dilanhakli: Anladım...

 

Ugurderin.0: Anladığını biliyorum güzel meleğim.

 

Ugurderin.0: Ama şimdi kapatmam lazım, antrenmanım var.

 

Dilanhakli: Peki o zaman, sana iyi çalışmalar.

 

Mesaj kutusundan çıktıktan sonra, yaklaşık yarım saat boyunca da ana sayfada dolaştım. Sonra da sıkılıp, telefonu kapattım.

 

Yatakta oturur pozisyonuna geçip, kendime iş çıkarmak adına etrafımı kolaçan ettim. Tam o sırada, annem içimi okumuş gibi içeriden bana seslendi.

 

"Dilan!"

 

"Efendim anne!"

 

"Boş boş oturacağına eline bir şey al da oku," dediğine istemsizce bakışlarımı duvarın köşelerine değdirdim. Odamda kamera vardı da benim mi haberim yok acaba. Annem, nasıl olur da benim boş boş oturduğumu anlar. Gerçi bunu pek sorgulamamak lazım. Nede olsa anne içgüdüsü öyle değil mi?

 

Ne diyeceğimi bilemdiğimden "Tamam," demekle yetindim.

 

Bıkkın bi' halde ayağa kalkıp, geçenlerde merakımdan dolayı aldığım kitaplardan Bilinmeyen Bir Kadının Mektubunu elime aldım.

 

Çalışma masasına oturup, kitabın ilk sayfasını açıp kitabı okumaya koyuldum.

 

Dokuzuncu sayfada gözüme çarpan su güzel alıntıyı çizmeden edemedim. Bir insan, bir alıntıda ne kadar kendini bulursa, kendimi o kadar bulmuş gibi hissettim.

 

"'Benim için, bir çocuk için nasıl bir mucize olduğunu, nasıl baştan çıkarıcı bir esrar perdesi anlamına geldiğini şimdi anlıyor musun sevgilim!'''

 

Ve bu altında da sonra neredeyse her sayfada, bir altının altını çizdim. Uğur'un, neden kitapları okuduktan sonra tekrar konuşalım dediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü bu kitap harika. Hatta bir şey diyeyim mi? Bu kitap için harika demek bile az kalır.

 

Kitabı bir oturuşta bitirdim. Hatta şunu söylim ki, bitirdiğim an içimde kocaman bir ukte oluştu. Kitabı bir saat içinde bitirmem yetmemiş gibi bir de alıntıları tekrar tekrar okumaya başladım. Ve her okuyuşta aynı duyguları, hatta bazense daha beter duyguları yüreğimde hissettim.

 

R... Gibi seven biri, ve R'nin varlığını bile hatırlamayan adam. İşte ben tam bu anda, aşkı bir kez daha sorgularım. Hem de R'yi hiçe sayan bir adamın sergilediği güzel davranış ve iltifatlardan sonra.

 

'Dilan, ben çıkıyorum. " Annemin sesiyle başımı kitaptan kaldırıp, annem görmese de başımı olumlu manada salladım.

 

Ve baş sallamanın bir işe yaramayacağını bildiğimden "Tamam anne," demekle yetindim.

 

Aradan saatler geçti. Ben alıntıları ezberledim. Gerçekten. Şu zamana kadar İngilizce kelimeleri bile ezberlemeyen ben, kitapta ki tüm alıntıları ezberledim. Bu bana gurur verdi. Bu bende, anlamsız bir mutluluk verdi.

 

Bilmiyorum, ya ben çok abartıyorum. Ya da bu kitap ciddi manada beni çok etkiledi. Ki, ben ikinci seçeneği daha olağan görüyorum.

 

Telefonun zil sesi odayı doldurduğunda, bakışımı satırların üzerinde çekip, ayağa kalktım. Bir elimi tutulan boynuma götürüp, diğeriyle de telefonu elime aldım ve arayan kişiye baktım.

 

Gelen sesli arama, Ağabeyim:)

 

Yeşil butona basıp, telefonu kulağıma götürdüm.

 

"Efendim ağabey?"

 

"N'apiyon kız, evde misin?"

 

"Evet evdeyim, öyle kitap okuyordum. Sen niye aradın. Hayırdır?"

 

"Vav, kitap ha. Hangi kitabı okuyordun."

 

Sanki Jüpiter'i ben keşfetmişim gibi verdiği tepkiye göz devirdim.

 

"Bilinmeyen bir kadının mektubu. "

 

"Senden elimde tek bir satır yok şu son saatlerimde, hayatımı vermiş olduğum insandan tek bir satır bile yok."

 

Diyerekten sevdiğim bir alıntıya değindiğinde ağabeyim, güldüm.

 

Demek ağabeyimle aynı satırları çizmişim ha.

 

Bu, garip ama aynı zamanda güzle bir şey...

 

"Ağabey, yanlız bunu bana değil, Esra'ya demen gerekmez mi?"

 

"Sus kız sen, hem kitabımı alıp okuyor, hem de gülüyor."

 

"Yanlız üzülerek şunu demek isterim ki, o kitabı yeni aldım."

 

"He, tamam. Neyse, biz Gökhan ile seninkinin maçına gideceğiz. Gelecek misin?"

 

Heyt be, böyle ağabeye can kurban. Nasıl da seninki diyor ama.

 

"Tabi ki geliyorum. Hatta, hazırlanmaya başladım bile."

 

"Tamam, ben sana konumu atıyorum."

 

Ağabeyim, telefonu yüzüme kapattığında göremeyeceğini bile bile dil çıkardım. Iy, gıcık şey. Hiçte sevmem kendisini.

 

Daha fazla oyalanmamak adına dolabın karşısına geçip, üzerime siyah tişört ve beyaz şort geçirdim. Küçük, zincirli siyah çantama telefonumu koyup odadan çıktım. Beyaz ayakkabımı da ayağıma geçirdikten sonra, navigasyonu açıp evden çıktım. Neden evde navigasyonu açtım diyecek olacaksanız eğer, şöyle ki, navigasyon açıldıktan sonra internetsiz kullanılıyor.

 

Oyalanmamadan Uğur'un yanına gitmek istesem de maalesef ki camdaki teyzelerin radarına yakalandım ve onlarla bir müddet sohbet ettim. Nihayet teyzeler farklı konulara girince derin nefes almayı dilerken konunun Uğur olduğunu anlamam, nefesimi vermek yerine tutmama neden oldu.

 

"Kız, geçen yanında bir arkadaşın vardı. Var mı onun görüştüğü biri, yoksa eğer söyle de bizim torunla onu baş göz yapayım." Pardon. Çok pardon teyzem ama kimi kime baş göz yapıyorsun sen. Bir kere onun sevgilisi var sevgilisi. Ama tabi bunu diyemedim. Çok demek istesem de demedim, çünkü onlar bizi sadece arkadaş olarak görüyordu. Daha ilerisi yok.

 

"Teyzem, bunun cevabını siz arkadaşımdan alırsınız. Şimdi benim acilen çıkmam gerek," dedikten sonra adımlarımı hızlandırıp, navigasyonun tarif ettiği yolları yürümeye koyuldum.

 

En nihayetinde navigasyon 'hedefinize vardınız,' dediğinde başımı kaldırıp baktığımda buranın pek bi' stüdyoya benzediği falan yoktu. Burası, bildiğiniz kafe. Hem de büs büyük bi' kafe.

 

Acaba yanlış yere geldim mi düşüncesiyle etrafıma baktığımda, Uğur'un bir bankta oturuyor olduğunu ve elini çenesine koyup pür dikkat beni izlediğini gördüm. Hadi ama, bir bakışla bile beni kendine aşık edemezsin. Ve bir bakışla bu kadar yakışıklı duramazsın sen.

 

Onun yüzünde de belli olan kocaman sırıtış, kalbimin teklemesine neden oldu.

 

Uğur, yavaşça ayağa kalkıp, etrafı kolaçan ettikten sonra yanıma doğru gelmeye başladı.

 

Aramızda, bir adımlık bir mesafe kaldığında, kalbimi yerinden oynatacak güzellikte göz kırptı.

 

"N'aber güzelim?" Hadi ama, zaten kalbimi zar zor zapt ediyorken bir de kullandığı kelime ve ses tonun beni ölüme bir adım daha yaklaştırıyor.

 

"İyidir yakışıklı bey, siz nasılsınız?" Dediğim Uğur, elini kalbine doğru götürdü.

 

"Bir anda yapılır mı bu, hanımefendi. Kalbim yerinden fırlayacak gibi hissediyorum."

 

"Siz yaparken iyi ama, şu an hissettiğiniz duygunun aynısı ben de hissediyorum."

 

"Yani seninde mi kalbin tepe taklak olacak kadar hızlı atıyor, heyecandan nefesin daralıyor öyle mi? Hatta beni kalbine hapsedecek kadar sıkıca mı sarılmak istiyorsun." Masumane sorusu, yüreğimin ağzımda atmasına neden oldu. Ya, sen niye bu kadar tatlısın ki?

 

"Öyle tabi de..." Dedikten sonra bakışımı etrafa değdirip, tek kaşımı sorgular biçimde kaldırdım.

 

"De... Sen ne yapıyorsun burada?"

 

"Seni bekliyorum?"

 

"Neden?" Dedim hem gülüp, hem de ne olduğunu anlamaya çalışırcasına. Yani ağabeyim, sırf benle Uğur'u buluşturmak adına beni buraya çağırmış olamaz. Ki, yani böyle bir şeye kalkışsa da çok saçma değil mi?

 

"Gel bakalım," diyerekten önde yürümeye başladığında başka bir hayret yaşadım. Neden mi, çünkü bu adam biz tekken asla elimi bırakmazdı.

 

Kedi yavrusu misli o'nun peşine takıldım. Kafenin kapısından içeri girdiğimde, boş olan alan bir anda mahalledekilerle doldu ve hep bir ağzında şu sözler döküldü dudaklarından.

 

"İyi ki doğdun, Dilan. iyi ki doğdun, Dilan. İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, mutlu yıllar sana..."

 

Yanımda Uğur, karşımda ailem, dostum ve sevdiklerim. Hepsi ama hepsi sırf benim için buradalar. Hepsi benim doğum günümü kutluyor ve bu duygu... O kadar muhteşem bir duygu ki, istemsizce gözümden birkaç damla yaş akıp, yolunu çizdi.

 

Aile, sadece bir çatı altında toplanmak değil, aynı zamanda o çatının altında ki sıcaklığı hissetmektir.

 

Aranızdaki bağı en derinden hissetmek, o bağa sıkı sıkıya sarılmaktı.

 

Hatta gerektiğinde, o bağı korumak için elinde ki tüm gücü kullanmak ve her seferinde yine bir arada olmaktır aile.

 

BÖLÜM SONU. ⭐

 

Bölüm hakkında ki görüşleriniz nelerdir?

 

Uğur ve Dilan'ı nasıl buluyorsunuz?

 

Daha fazla texting istiyor musunuz?

 

Bilinmeyen bir kadının mektubunu okudunuz mu?

 

Şimdilik bu kadar kendinize iyi bakın mutlu ve sağlıklı kalın.

 

Sevgilerle. 🌹

 

Spoiler ve alıntılar için;

 

Instagram & Twitter= Aycelebininhikayeleri

Bölüm : 05.05.2025 05:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...