
Bir dilek dileme hakkın olsaydı eğer, tam olarak bu anda kalmayı, hatta ve hatta bu ana hapsolmayı dilerdim. Herkes yanımda olduğu ve herkesin yüzünde belli belirsiz olan o kocaman gülümseme ile bu anın tadını çıkarmaya çalıştığı bu anda...
Öyle ki, sanki herkesin bir arada olması bizleri tüm dertlerden ve sıkıntılardan arındırmış gibi hissettiriyor.
Bakıldığında büyük, ama içerisinin kalabalıklığı ile küçücük duran bu harikulade kafe, sımsıcak insan yüzleri ile doluydu.
Bu sıcacık yüzler ve ortam, kanımın da ısınmasına, hatta gözlerimi mutluluktan pırıldamasına neden oldu.
Hala alkışlamakta olan ailemin yanına koşar adımlarla gittim. Parmak uçlarında yükselip, babamın boynuma sıkıca sarıldım.
"İyi ki doğdun biricik kızım, iyi ki doğdun prensesim." Babamın sözleri, beni duygulandırdı ve farkında olmadan daha kurumamış olan yaşların yerine yenisi eklendi.
"Teşekkür ederim baba, ve seni çok seviyorum," dedim yüzümde ki buruk sevinci sözlerime yansıtarak.
Sevinçliyim aslında ama sanki... Sanki bu sevincimin içinde bir kırgınlık/ burukluk varmış gibi hissediyorum ve ister istemez, bu burukluk yüzüme ve sesime de yansıyordu.
"Şt, üzülmek yok," dedi babam benden ayrılıp, alnıma şefkatli bir öpücük bırakarak.
Babamın bana hissettirdiği güven ve güvenin yanı sıra da gelen derin şefkat duygusu bazen beni dünyanın en şanslı kızıymışım gibi hissediyor. Çünkü maalesef ki, her baba baba gibi, her anne de anne gibi olamıyordu.
Bazıları evlatlarını şefkatle sarıp sarmalarken, bazıları da şefkati şiddet olduğunu anlatıp duruyor, hatta bu anlatış zamanla uygulamalı anlatışa bile dönüşüyordu.
Şanslıyım, gerçekten böyle bir aileye, arkadaşlara, komşulara ve en önemlisi böyle bir sevgiliye sahip olduğum için şanslıydım.
Babamdan ayrılıp, hemen yanı başımızda duran annemle kucaklaştım.
"Iyi ki doğdun bebeğim," dedi annem, sesinde ki hazin mutlulukla. Annem de benim gibi bir anda duygulanır ve bir anda duygu selinden sıyrılıp coşardı. Sanırım annemle en belirgin özelliğim, ikimizin de İkizler burcu olmamızdı.
"Iyi ki varsın annem."
"Sakın ağlama, yoksa makyajım bozulacak ve baban, ilk defa karısını çirkin bi' halde görecek," dedi annem alaylı bir tını ve kısık bi' ses tonuyla.
Annemden ayrılmadan önce iki yanağına da sulu öpücükler bırakıp, gülerek geri çekildim.
Sıra ağabeyime geldiğinde yüzümü buruşturur gibi yaptığımda ağabeyim bu halime gülüp, beni kolları arasına aldı.
"Iyi ki doğdun çirkin." Ne güzel bi' iltifat ama...
"Sende iyi ki varsın diyeceğim de, şu an ikilemde kaldım." Gülerek sarf ettiğim sözler onu da güldürdü.
"Aman aman," dedi ağabeyim saçımı karıştırıp, uzaklaşmadan alnıma dudaklarını bastırarak.
Ağabeyimden ayrıldıktan sonra sırasıyla herkesle sarıldım. Sonunda sarılma faslı bittiğinde kendimi epey yorulmuş hissettim. Bedenimde ki tatlı yorgunluğun beni halsiz düşürmesine izin vermedim. Gelen pastayı yüzümde ki kocaman sırıtışla kestiğimde bakışlarım saniyelik bir hızlıca etrafıma dediğinde. Ve buraya geldiğimden beri ihtiyacım olan o bir çift kahverengi gözlerin bana, ışıl ışıl baktığını gördüm. Sahi, ben niye Uğur'a sarılmadım ki?
Uğur'a sarılmayı aklıma not edip, gülüşüne göz kırparak karışık verdim. Uğur anında elini kalbine götürdüğünde gülüşüm derinleşti. Çok seviyorum bu adam çok.
O kadar çok seviyorum ki, bu sevginin beni bambaşka birine dönüştürmesinden korkuyorum.
Dikkat çekmemek adına bakışlarımı hemencecik sevdiğim adamdan çekip, kocaman harflerle '18 YAŞIN HAYIRLAR GETIRSIN,' yazan çikolatalı pastayı dilimlemeye başladım. Doğum gününde mum üflemenin günah olduğunu bildiğimden, o noktaya pek takılmadım. Dilimlediğim pastadan küçük bir parça elime alıp, anneme, babama ve sırasıyla ağabeyime yedirdim.
Pasta yedirme faslı da bittiğinde, kafeyi çok hoş bir müzik sesi doldurdu ve herkes kendi halinde takılmaya başladı.
Babamın annemi dansa kaldırışını, ağabeyimin de telefonun çalması üzerine kafeden ayrılmasını fırsata çevirip, hızlıca bir köşeden oturan sevdiceğimin yanına gittim.
Uğur, beni geldiğimi anladığı anda, elinde ki telefonu bırakmadan başını yavaşça yukarıya doğru kalırdı ve bana, yine o eşsiz/ harikulade gülüşünü sundu.
"Güzel meleğim, bir sorun mu var. "
"Yok, sadece seni yalnız bırakmaya içim el vermedi."
Uğur, başını hafifçe yana doğru eğip, gözlerini sevimli bir biçimde kıstığında yanaklarını sıkmak istedim. Hem bu kadar yakışıklı, hem de bu kadar tatlı olmayı nasıl beceriyordu acaba.
"Ben yalnız değilim ki, sol tarafımda hep senin varlığınla yaşıyorum."
Ama yani, şu anda bunu demek ne kadar doğru...
"Ama ya, sen olup olmadık yerde böyle şeyler söylersen ben şuraya bayılıp gideceğim," dediğimde işaret parmağımla yeri göstermeyi ihmal etmedim.
"Sence ben, senin bayılmana izin verir miyim? Hem bayılsan bile ki,Allah korusun, seni hemen tutar ve ayıltmak için her yolu denerim," dedi çapkın bir edayla.
Onun bu tavrı, benim bu koca alanda pancar gibi kıpkırmızı olmama neden oldu. Ama bu haksızlık. Ben bu denli utançla dolup taşarken onun beni, otuz iki dişini sergileyerek izlemesi haksızlığın en alası.
"Of Uğur, konuşmuyorum seninle." Dedim şımarıkça, sanırım bu günün doğum günüm olması beni şımartmıştı. Ya da Uğur'un olup olmadığı yerde yaptığı iltifat ve güzel cümleler...
Kollarımı göğsümün üzerinde toplayıp, sol ayağımla yerde ritim tutarken başımı trip atar gibi, Uğur hariç her yere ve herkese değdirdim.
Burnuma dolup, iç çekmeme neden olan Uğur'un, o meşhur kokusunu yakınımda duyduğumda yan gözle Uğur'un oturduğu masaya baktım. Ve tam da tahmin ettiğim gibi Uğur'un, aramızda iki adımlık bi" mesafe bırakacak şeklide yanımda durduğunu gördüm.
"Meleğim, senin bu tavırlarına bayılsam da, sence de bana yazık değil mi?" Diye iç çeke çeke sorduğu soru beni bozguna uğrattı. Acaba, yanlış bir şey mi yaptım? Ya da tavırlarım çok mu abartılmaya başladı? Belki de benim bu hâllerimi çocuksu buluyor ve artık kendime çeki düzen vermemi istiyordur.
Yüzüme taktığım yavru kedi bakışıyla Uğur'a döndüğümde yüzünde hınzır bir gülüşün olduğunu fark ettim.
"Neden öyle dedin ki birdenbire?" dedim masumca. Çünkü aklımda geçen şeyleri bana dillendirmesinden korkuyorum. Aşkın beni değiştirmesinden korkarken, Uğur bana, değiş dese ne diyecektim inanın bilmiyorum.
Aşkım mı yoksa bir ömür kısıtlanmam mı? Her ikisi de çok zor seçenekler olsa da ne yazık ki/ istemeden de olsa, aşkımı ayaklarımın altında alır ve özür yaşam ile yoluma devam ederdim. Ki, benim şu zamana kadar nefret ettiğim konularda biri olan kısıtlamayı, kedi hayatım için uygulayamazdım. Aşk önemli ama özgür yaşam daha önemli benim için.
Diyelim aşkı seçtim, o zaman ne olcak. Bir ömür Uğur'un eline mi bakacağım? Ya da ağzında çıkacak sözlerin mahkûmu mu olacağım.
Ah hayır, kesinlikle bunu istemem. Böyle bir hayat yaşayacağıma, aşkımı içime gömüp, kendi yolunu çizmeye başlarım.
"Çünkü sergilediğin tavırlar sana daha fazla aşık olmama neden oluyor," dediğine bir anda düşünce sularından kurtulup, ışıl ışıl gözler ve otuz iki dişleri ortaya çıkaracak raddede gülümsemeye başladım. Allah'ım, sana şükürler olsun.
Uğur, benim verdiğim bu ani tepkilere hem güldü hem de kaşını sorgularcasına kaldırdı.
Evettt. Cenaze namazım kılınmaya başlasın lütfen. Çünkü ben sanırım ölmeye gidiyorum.
"Seni bu kadar mutlu ettiğime sevinmeli miyim? Ya da o güzel aklında geçen o kötü düşünceleri desteklemediğim için mi bu mutluluk?" Dedi Uğur hala yüzünde capcanlı duran gülüşle.
"Zihin okuma yeteneğin var da benim mi haberim yok."
Oyunbozan tavrım, Uğur'un küskünce dudak büzmesine neden oldu.
"Aşkolsun güzelim. Beni bu kadar hafife almana kırıldım biraz "
"Hafife almak değil mesele, gerçekten bambaşka bir şey düşündüğümü nasıl anladın?" Dedim bir anda trip atamayı bir köşeye itip, düşünceli bir hâlde çenemi baş ve işaret parmağımın arasına alarak.
"Kaşlarının bir anda çatılması ve başını, bir şeyler hesaplarcasına sağa sola doğru sallaman her şeyi açıklıyor ki,.." dediğinde, benim bile fark etmedim özelliğimi bana aktarmıştı. Ki... Nasıl denir bilmem ama başka birinde, bu kişi özellikle sevgilin olduğunda, bilmediğin bir özellik keşfettiğinde mutlu oluyorsun. Hani tam olarak bunu açıklaması nasıl yapılır bilmem ama... Sanki kendini başkasının gözünde görüyormuş gibi bir his ve midende çok hoş bir burkulma oluyor. Öyle ki, sanki biri karnını büküp, içinde ki kelebeklerin özgürleşmesine neden oluyordu.
Ve benim, şu an tam olarak hissettiğim ve yaşadığım şey de buydu.
Yani... Sanırım buydu.
"Wow," dedim bozguna uğramış bir vaziyette.
Wow ama gerçekten wow yani.
"Vay, Uğur beye de bakınız siz. Demek dikkatliyiz ha."
Uğur iç çekip, her bir noktayı ezberlemek istercesine yüzümü incelmeye başladı.
"Konu sen olunca," dedi içli içli ve devam etti. "Benim tek odak noktam sen oluyorsun. Öyle ki, dünyayla aramızda ki bağ da, iletişim de kesiliyor. Zaten ben sana baktığım an dünyanın da, kurmak istediğim tek bağ ve iliştimin de sen olmasını istediğimi bir kez daha anlıyorum."
Imdat! Biri beni tutsun lütfen. Çünkü bünyem bu kadar iltifata ve bu denli aşka alışık değil.
Elimi kalbime götürüp, kalp ritmimin atışını hesaplamak istedim. Normal atan kalbe nazaran ne kadar hızlı attığını kendim deneyerek bilmek istiyorum.
Bir Uğur'la, uzun uzun birbirimize bakarken kafenin, kapının açılıp kapanma sesi duyuldu daha sonra ise, bizim Uğur'la tanışmamız neden olan o üç kişinin sesi duyuldu.
Uğur'un, omuzunun üzerinde geriye doğru baktığımda, Sene, Semi, Oğuz ve bir türlü ısınmadığım Berk içeri girdi.
Dördünün de elinde birer hediye kutusu, hatta Oğuz'un elinde iki tane hediye kutusu vardı.
Nasıl ya da kimden öğrendiklerini bilmesem de beni düşünerek buraya kadar gelmeleri bile hiç olmadığım kadar mutlu olmama neden oldu.
Bu bir bakıma, belli etmeseler dahi beni benimsedikleri anlamına geliyordu.
Işte en çok sevdiğim şeylerden biri de bu, benimsenmek/ kabul görünmek.
Hem kim sevmez ki? Okula ilk gittiğimiz günü hatırlasak, herkesle arkadaş olmaya can attığımız ama adım atmak için bir türlü adıma atmadığımızı hatırlarız ve o esnada, sınıfın cana yakın öğrencisi yanına gelip ve hemen seninle konuşmaya başlar. Bu konuşma bir süre ilerler ve bir bakmışsın ki sen sınıfı da içinde ki öğrencileri de benimsemiş ve kabul etmişsindir. Işte o an yaşadığınız mutluluk ben de yaşıyor. Hem de tam şu anda.
Dördü de arayış içinde etraflarına bakındıklarında sonunda benimle göz göze geldiler ve ilk olarak bana, daha sonra ise hala arkası dönük olan Uğur'a bakıp, yanımıza doğru gelmeye başladılar.
Onlar, bizim yanımıza doğru gelirlerken ben de arkamda bir hareketlilik hissettim. Zaten gelen kişinin kim olduğunu öğreneceğimi bildiğim için istifami bozmadan bakışımı Uğur'un arkadaşlarından alıp, Uğur'a çevirdim.
"Dilan," diyerekten yanıma bitti Asuman, Asuman'ın hemen yanında ise Dilara, Esra ve Zeynep vardı.
"Efendim, canım?" Dedim gülüp onlara bakarken.
"Bir sorun yok değil mi?"dedi Esra sevecenliğinden ödün vermeden.
Başımı itiraz edercesine iki yana doğru salladım.
"Yok canım. Siz nasılsınız? Keyif alıyorsunuz değil mi?"
"Ay delinin zoruna bakın." Dedi Dilara gülüp, bana onaylamaz bakışlar atarak.
"Dedi aslında benden daha deli olan."
Verdiğim cevap, Dilara'nın daha çok gülmesine, hatta kahkaha atmasına neden oldu.
"Yanlız bu konuda çok haklısın, Dilan."
Zeynep'in de bana katılması, sadece Dilara'yı değil, Asuman ve Esra'yı da güldürdü.
"Sevgilim," diyen sese baktığımızda, Berk'in en ufak bir çekinme ihtiyacı duymadan Asuman'ın yanına gelmesini ve kimseyi tınlamadan sarılmasını hayretle izledim.
Allah'ım, benimki azıcık şöyle olsun başka bir şey istemiyorum. Şöyle benim onun sevgilisi olduğumu herkese belli etsin yeter. Çünkü o zaman bana "Uğur'un sevgilisi yoksa torunumla görüştürim," diye biri de olmayacak.
Olmaz da zaten, hele bi' olsun!.. bakın bakalım ben nasıl yoluyorum o torunları.
"Sevgilim, neden geleceğini söylemedin," dedi Asuman tıpkı Berk gibi çevresinde ki insanların varlığını unutarak.
Berk, dudağını Asuman'ın alnına bastırıp, kokusunu içine çekmek istercesine derin iç çekti. Öyle ki, iç çekişinin sesini ben bile duydum.
"Tatlı ponciğime sürpriz yapmak istedim, bebeğim."
Asuman başını Berk'e doğru kaldırıp, otuz iki dişini gösterecek şekilde güldü.
Iyy, en azından biz vıcık vıcık sevgili değiliz. Yemin ederim bu halimize bin şükür.
Yalnız o bu değil de, tatlı ponçik ne ağabey.
"Yaa, ama..." Diyerekten sondaki a harflerini uzattı ve bu, sanırım aralarında çözülmemiş bir dilde anlaşma şekliydi. Çünkü Asuman'ın a harflerini uzatması, Berk'in derince, hatta gamzesini ortaya çıkaracak kadar derin bir şekilde gülümsemesine neden oldu.
Peki biz ne mi yapıyoruz. Aşkolsun, tabi ki bu ne dilde olduğunu bilmediğimiz aşka hem kusma isteğiyle hem de anlamsızca bakıyoruz.
Tam, 'durun artık, olan var olmayan var,' diyecektim ki, kafenin içini, kulağımızın pasını silecek kadar müthiş bi' slow müzik doldurdu.
Berk, Asuman'ın elini tutup, onu kafenin ortasına doğru çekmeye başladı. O sırada da kapıdan içeri ağabeyim girdi. Duruşundan ödün vermeden, ve sanki yerimizi biliyormuş gibi sakin adımlarla bizim yanımıza doğru geldi.
Ağabeyim, ağabeylik içgüdünden olsa gerek, benim yanımda durup, elini belime götürdü; şefkatli bir biçimde saçımın üzerine dudağını bastırdı.
Dudağını başımın üstünden çektiğinde Esra'nın aşk dolu gözlerle bize baktığını gördüm.
O sırada tabi Sene denen ama hiçbir şekilde sevmediğim çocuk Dilara'nın yanına, gülümseyerek geliyordu. Göz ucuyla Dilara'ya baktığımda onun da en az Sene kadar mutlu olduğunu gördüm.
Bakışlarımı o ikisinden çekmeme neden olan şey ise ağabeyimin "Bu dansı bana lütfeder misiniz, küçük hanım?" Demesi ve önümde durup, belini bükerek elini bana uzatması oldu.
Elbise ya da etek giymediğim için, hayalet etek giymişim gibi davranıp, diz kırdım.
"Elbette."
Ağabeyimi elini tutup, kafenin ortasına doğru ilerledik. Ağabeyim, yine farkını ortaya koymak istermişcesine ellerini omuzuma koyunca bende mecburiyetten elimi ağabeyimin beline doğru götürdüm.
Yemin ederim çok farklı bi' şeyiz ya.
Gülme istediğimi zorla bastırıp başımı iki yana salladım.
"Esra bir şey dedi mi?" Dedi ağabeyim kaşla göz arasında Esra'ya bakarak.
"Ne gibi bir şey?"
"Yok bi' şey, öylesine sordum," dediğinde ağabeyim tek kaşımı sorgular halde kaldırdım. Burada bir şey dönüyor ama ne bir şeyler. Kesinlikle aralarında bir şey yaşandı ve benden gizliyor. Bunu, hem Esra'nın aşk dolu gözlerinden hem de ağabeyim her saniye başı Esra'ya bakmasından anlıyorum.
"He yani durdur durmadık yerde aklına Esra'nın bir şey söyleyip söylemediği mi geldi."
"Evet."
"Peki sevgili ağabeyim, Esra'nın tam olarak bize ne söylemesini isterdin."
"Hadi bakalım, sevgilinin yanına," diyerekten ağabeyim beni geçiştirse de o an aklıma sevgilim kelimesi kaliverdi ve ben daha ne olduğunu anlamadan bir anda ağabeyim tarafında döndürüldüm. Ağabeyim elimi bıraktığın anda ise elimi başka biri, hatta çokça aşina olduğum biri tuttu.
"Sevgilim." Uğur'un melodi gibi eşsiz sesi ile, ne zaman kapattığımın farkına varmadığım göz kapaklarını açıverdim.
"Uğur'um."
Uğur içli içli nefes aldı.
"Sana Uğur'um dedirten zihnini yerim."
Bu biraz Berk ve Asuman'ın ilişkisini anımsattı bana.
"Çokta şey yapmasan mı acaba," dedim aynı zamanda çevreyi de dikkatlice izlerken.
"Ne yapmasak mı Dilan'ım." Bu kesinlikle beklenmedik en güzle bir şeydi. Kalbim son atışlarını yapıyormuş gibi hızlıca ararken, ben nefesimi tutmuş vaziyetteydim.
Ölmesem iyi.
Tepemizde ki ışıklar bir anda renk değiştirdiğinde romantik andan zorlanarak da olsa sıyrılıp, bakışlarımı etrafa çevirdiğimde bir de ne göreyim.
Ağabeyim, bildiğiniz ağabeyim Esra'nın önünde diz çökmüştü. Dahası... Dahası şu ki, herkes şaşkınlığından dolayı heykeli misali durmuş ve olan biteni film seyreder gibi izliyordu.
"Esra, Esra'm. Cennette bana gönderildiğini düşündüğüm meleğim. Benimle aynı çatının altında yaşamak, aynı balkonda çay içmek, aynı kitapları okumak ister misin? Benim, benim bir ömür eşim olur musun? Benimle evlenir misin?"
BÖLÜM SONU.⭐
Bölüm hakkında ki görüşleriniz nelerdir?
Mami'nin son anda ki sürprizi peki?
Berk ve Asuman arasındaki ilişki sizce nasıl?
Sene ve Dilara peki?
Dilan ve Uğur'un sonra en sevdiğiniz çift?
Şimdilik bu kadar kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın. ❤️
Sevgilerle. 🌹
Spoiler ve alıntılar için;
Instagram &Twitter= Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |