
Bir hafta sonra...
Bazen hayat bize inişlerden inmeyi, çıkışları da rahatlıkça, soluğumuz boğazıma takılmadan çıkmayı öğretir/ öğretmeye çalışır.
Hayatta bir çok şeyi sorgulamayı bırakmış vaziyetteyiz, çünkü ne sorularımıza bir cevap alabiliyoruz, ne de sorguladığımız şeyin neticesinde varabiliyoruz.
Tıpkı şu an olduğu gibi. Pandemi sonrası, YKS sınavına girecek olan o mağdurlardan biriyim ben. Belki kimse gibi çalışmadım, hatta okula defter bile götürmeye tenezzül etmedim ama farkındayım. Bu saçma sınav sisteminin farkındayım. Bir insanı, aldığı puana göre bir konuma yerleştirmek kadar saçma bir şey yok. Çünkü o puanlar bizi terbiye etmiyordu. Mesela, öğretmenliği sevmediği halde, sırf puanı öğretmenliği yettiği için öğretmen olmakta saçma.
Ve bu saçmalık bizi, suratsız öğretmenler, ilgisizlik doktorlara muhatap ettirmek zorunda kalıyor. Ve bunları hepsinin kaynağı ne mi? Elbette ki tek kaynağı insanları puanına göre bir yere atayan sistemdi.
Peki ben niye mi bu kadar dertliyim? Çünkü tam kırk dakika sonra o meşhur sınava bende gireceğim. Hemde elimde ki sıfır bilgilerle. Ama yapacakta bir şey yok. Peki bunca olup bitene ve dertlenmeme rağmen ders çalışmadığım için pişman mıyım?
Size yemin ederim ki içimde, zerre kadar pişmanlık yok.
Sınava gireceğim okulun bahçede ki bankında ağabeyim ve Uğur'la yan yana oturmuş, telaş içinde ki öğrencileri; öğrencilerden daha telaşlı olan ve çocuklarının ağızlarına bir şeyler tıkıştıran velileri izliyorduk.
O an, bir kez daha annemin elinden kaçtığım için kendimle gurur duydum. Yoksa annem de şimdi benim ağzıma, tüm mağdurlar gibi, bir şey tıkıştırıyor olacaktı.
Gerçi sabah bunu yapmaya kalkışmadı değil... Neyse ki hurafelere inanmayarak kendimi annemin elinden rahatça kurtarmıştım.
"Güzelim, hâlâ heyecan yok mu?" Diye soran ağabeyimle, bakışlarımı bahçedeki kalabalıktan ayırıp o'na çevirdim.
Sabahtan beridir aynı soruları durmadan sorması ve benimde her seferinde aynı cevaplar vermem ne beni ne de ağabeyimi bıktırmıştı. Ve sanırım bu diyalog, dakikalar bitene kadar devam edecekti.
"Yok," dedim omuzlarımı silkeleyip, dudaklarımı çocuksu bir edayla büzüştürerek.
Öylesine, sıfır bilgi ile neler yapacağımı kontrol etmek için gireceğim sınavdan ne gibi bir beklentim ya da heyecanım olabilir ki?
Hem konuyu değiştirmek, hem de verdiğim yanıtta sonra gelecek olan konuşmayı ezbere bildiğimden "E, sende yok mu bi' heyecan?" Diye sordum ilgiliyimişim gibi bir tavra bürünerek.
Oysaki hiçte ilgili değildim. Sonuçta onların hayatı ve onları kararı. Ne yaptıkları ya da ne yapacakları beni ne kadar etkileyebilir ki?
Omuzumda hissettiğim hafif dokunuşlarla başımı, geriye doğru çevirip, aşık olduğum auraya dikkatlice baktım.
Uğur, yüzünde ki o eşsiz, herkesten sakınmak istediğim gülüşüyle bana tatlı tatlı bakıyordu.
Uğur'a baktığım ilk andan itibaren ne ağabeyimle konuştuğumu ne de ağabeyimi bana bir şey dediğini duydum.
Eğer Uğur dudaklarını aralayıp konuşmasaydı ben hala o'na, hayran hayran bakıyor olacaktım.
"Güzelim, herkes içeriye geçiyor." Avucumun içinde kağıdı ve kimliği daha sıkı tutup dudak sarkıttım. Ne olurdu biraz daha bekleyip şu güzel yüzü hayranlıkla izlesem.
"Asma suratını," dedi ağabeyimin yanımızda oluşuna aldırış etmeden saçımın ucuyla oynayarak.
"Ama..." Ne diyeceğimi unuttuğumdan dudaklarımı birbirine bastırıp, başladığım kelimeyi sonlandırarak. Sahi, ben ne diyecektim?
Bir anda gelen unutkanlık benim yüzümün kızarmasına neden oldu. Sanırım- birazcık- onun yanındayken kendim olmadığımı belli etmiştim.
Utançtan boğazıma bir şey kaçmış gibi bi' iki kere hafifce öksürüp ayağa kalktım.
Ikizini de göz hapsime aldıktan sonra elimi kaldırıp, kağıdı havada salladım.
"Ben sınava giriyorum, siz de istediğinizi yapabilirsiniz. Arkamdan da gelmeyin lütfen. Çünkü biri yanımda olunca ahiret gününe hazırlanıyormuşum gibi hissediyorum." Tek nefesten sarf ettiğim sözler ikisinin da yüzünde tebessüm oluşturdu.
Daha fazla burada kalkmak istemediğimden- ki istesem de vaktim yetmeyeceğinde - hızlıca arkamı dönüp, kapıya doğru sakin adımlarla ilerlemeye başladım.
Herkes telaş içinde kağıtları ve kimliği güvenliklere gösterirken yüzlerinde ağladı ağlayacak ifadesi vardı. Ve bu, sadece bir kişide bile değil, neredeyse herkes ağlayacak gibi duruyordu. Hatta bazıları direkt ağlıyordu.
Şükür etmem doğru mu bilmem ama, iyi ki çalışan taraf değilim. Yoksa benim de onlardan kalır yanım olmazdı.
Güvenlikten geçtikten sonra giriş katındaki sınıflardan birine girdim. Sınıfa girdiğim an beni içine çeken atmosfer bir anda benim de sebepsiz yere heyecanlanmama neden oldu.
Optiği doldurduktan dakikalar sonra görevli hocanın 'başlayın," demesiyle önümde ki kitapçığın ilk sayfasını açıp, soruları çözmeye koyuldum.
***
Saniyeler dakikaları, dakikalarda saatleri kovalarken yaptığım tek şey inanması güç ama sorulara odaklanma oldu. Ve yine inanması güç ama tam tamına 27 tane matematik sorusu çözmüştüm.
Görevli hoca bittiğine dair bir şeyler söyledi ve herkese ayaklanıp sınıftan çıkmaya başladı.
Anlamdıramadığım bir duygu, beni içine çekerken sakin adımlara okul kapısından çıktığımda karşılaştığım manzara ağlaşan gençler oldu.
Bir müddet bahçesinin ortasında durup, insanların ifadelerinin izlerken hissettiğim gölge ile bakışlarımı önüme çevirmek zorunda kaldım.
Derince soluduğum koku, karşımda ki kişinin kim olduğunu bana hissettirse de gözlerimi kapatıp, kokuyu tüm uzuvlarımı hissetmesini sağladım. Bu koku... Efsane olmayacak kadar gerçek, gerçek olmayacak kadar eşsizdi. Herkeste bulunan bu koku, nasıl olur da Uğur'da farklı durabilirdi. O kadar çok Uğur olmuş ki koku, Sanki doğumundan bu yana, hep üzerinde var olan kokuydu.
"Güzelim." Bir melodi, hatta bir şiirin en güzel beyiti gibiydi sesi. Bana şiir yazmıyor, okumuyor da... Ama sesi, sesi şiirin altınlarından koparılmış gibi içten geliyordu.
Göz kapaklarımı aralayıp, meraklı bir halde bana bakan Uğur'la göz göze geldim.
"Efendim?" dedim içimden konuşuyormuş gibi kısık bir ses tonuyla.
"Ne oldu?" Dedi iki elimi de kavrayıp, dudaklarını hafifçe- kıyamıyormuş gibi- alnıma bastırarak.
Dudaklarının ısısı alnımda yuva kurarken gözlerimi tekrardan katma ve bu anın tadını doya doya yaşamaya karar verdim.
Uğur, dudaklarını alnımda uzaklaştırdıktan sonra ellerini göz kapağımı üzerine götürüp "Gözlerin açıyor mu?" Diye yeni bir soru ekledi cevaplamadığım sorulara.
Elleri göz kapaklarımı okşayıp, yanağıma doğru kaydı. Yanağımı tüy hafifliğinde okşadığında gözlerimi açmak zorunda kaldım.
"İyiyim, sadece insanların sınavı bu kadarı önemsemeleri, hatta sınav için ağlayıp, sonradan içine kapanacağını bildiğim insanları görmek beni karamsarlığa bürüdü."
Haksız da sayılmam aslında. Bir insan, karamsar ortamda bulunduğun da otomatikman o da karamsar oluyordu. Hatta o insanla çok vakit geçirmeye başladığında bir zaman sonra fark edersin ki ondan kalır bir yanın kalmamıştır; dinlediği şarkıları dinler, dile getirdiği isyanları dile getirir, yediği yemekleri benimser olmuştur. Tıpkı iyimser biri ile çok vakit geçirdiğinde senin de düşüncelerinin iyimserden yana olduğunu fark etmek, anlamak gibiydi.
"Anlıyorum," diyerekten düşüncelerimin üzerinden kara kalemle geçti Uğur. Ardından verdiği bu küçük yanıt onu da tatmin etmemiş gibi konuşmaya devam etti.
"Haklısın güzelim, ama maalesef bizim haklı olmamız hiçbir şeklide işe yaramıyor ve hiçbir şeyi değiştirmiyor."
Ikimiz de haklıydı ve dediği gibi haklı olmak bir şeyleri değiştirmiyordu. Bu yüzden de sadece başımı olumlu anlamda sallamakla yetindim.
"Gidelim mi? Ağabeyin ve Esra bizi, yan sokaktaki kafede bekliyor," dedi ellerini uzatarak. Düşünme gereksiniminde bulunmadan, ellerimi Uğur'un avucuna doğru götürdüm ve sıkıca ellerine sarıldım.
Birlikte el ele, sanki az önce sınavdan çıkan ben değilmişim gibi okuldan çıktık.
Yolda yürürken de birinin bizi görme ihtimalini göz önünde bulundurarak başımı yere, iyicene eğmiş; kafama da kapşonu geçirmiştim. Gülü seven dikenine katlanacak artık.
"Biraz daha eğilirsen bebek diye seni kucağıma alacağım," dedi Uğur eğlenir bi' halde. Ki, Uğur'un yerinde ben olsam bende eğlenirdim.
Hiç acımadan Uğur'un elini, uyarır nitelikte sıktım. Lakin Uğur, yaptığım bu eylemle kahkaha atmaya başladı.
Uğur'un benimle uğraşmasından kafeye geldiğimizi bile fark etmemiştim. Ta ki, Uğur kahkaha atıp sinirimi bozana kadar. Başımı kaldırıp, kafeye öylece gelişigüzel göz attığımda az ileride, ağabeyim ve Esra'nın gülerek bize baktıklarını gördüm. Ama gülme nedenlerinin ben olmadığını da tahmin edebiliyorum.
Bir anda Uğur'un elini bırakıp, koşar adımlarla ağabeyimlerin yanına ilerledim. Yan yana, iki boş sandalyeden camın tarafında olan kısmına geçip oturdum. Saniyeler sonra da Uğur gelip yanıma oturduğunda ağabeyimler bir anda sessizliğe bürünmüştü.
"Rahat olun ya, biz bizeyiz," dedim gülüp, başımı hafife omuzuma doğru yatırarak.
"Diyenin de biraz önce saklanarak gelmesi," dedi Uğur bir tek benim duyabileceğim bir ses tonuyla.
Fısıltısı, hem dudaklarımın kıvrılmasına hem de Uğur'a sinirli bir bakış atmama neden oldu. Bu adam deli, hem de zır deli ya.
"Uğur..." Dişlerimin arasında fısıltıyı andıran ses tonum ağabeyim konuşması ile bölündü.
"Zaten rahatsız da, siz bizden rahat gibisiniz sanki," dedi ağabeyim kinaye ile. Neyi kastettiğini anladığımdan dik pozisyona geçip, sandalyemi iyicene cama doğru yaklaştırdım.
Masadan yükselen kahkaha sesiyle yaptığım şeyi ne kadar da saçma olduğunu kavrayınca sandalyemi tekrardan eski yerine getirdim.
Başımı dik tutup, gözlerimi öfkeyle kısıp ağabeyimlere ve Uğur'a ters bakışlar attım.
Ne bu şimdi. Tamam yaptığım şey çok saçma ama onların bana giymeleri, yaptığım şeyden daha saçma.
Ben onlarla sinirli bakışlar atarken yanımıza garson gelip, ne istediğimizi sordu.
"Kardeşim bize iki Türk kahvesi, bir de sütlü kahve," dedikten sonra ağabeyim, bakışlarını Uğur'a çevirdi.
"Bana da bi' kahve lütfen." Uğur da siparişini verdikten sonra garson gülümseyerek yanımızdan ayrıldı.
Ağabeyimler hala gülümseyerek bana bakarken sinirim, Esra'nın elini saçına götürünceye kadar sürdü.
Bir anda, nerede olduğumuzu unutup sevinçle çığlık attım.
Benim çığlık atmamla birlikte ağabeyim ve Uğur hızlıca ayağa kalktılar. Uğur, bir anda arkamda bittiğinde ve ağabeyim de yanıma doğru adımlamaya başladığında oturduğum yerden kalkıp, ağabeyim ve Uğur'u; bakışları bize dönen insanları umursamdan Esra'nın yanına gidip, elini tuttum.
Taştan kalp şeklini almış yüzüğü gözüme sokmak istercesine gözüme yaklaştırıp, daha dikkatli inceledim.
Tek kelime ile efsane bi' yüzük. O kadar hoş ve zarif ki, sanki Esra'nın parmağı, yüzük için en uygun parmak gibiydi ve Esra'ya çok yakışmıştı.
"Ay bu çok güzel!" dedim herkesin bize bakmasına neden olacak şekilde çığlık atarken. Yaptığım şeyin etik olmadığının farkındayım lakin, kendime de hakim olamıyorum.
Esra beni bu tavrıma karşı otuz iki dişini gösterecek şekilde gülüp, bana sarıldı.
"Darısı da senin başına diyelim mi?" Dedi Esra sarılmamızı sonlandırıp oyuncu tavırla göz kırparak.
"Neden olmasın?" Cilveli ve eğlenir tonda ki sesim, Uğur'un bir anda konuşmamıza dahil olmasına neden oldu.
"Sen istersen hemen kuyumcudan gidip bir tek taş alabilirim." Sesinde ki muziplik, tek kaşımı kaldırmama neden oldu.
Ağabeyimin "Bak kardeşim," demesiyle bakışlarımı ağabeyime çevirdim. Lakin onun gözü bende değil, Uğurdaydı. Ağabeyim elini Uğur'un omuzuna götürüp sıktı.
"Bak canım kardeşim, seni severim ama kardeşimi senden de çok severim. O yüzden bir müddet bizden uzak dur tamam mı canını yediğim."
Uğur'a tesir etmeyeceğini bildiğim sözler, yine de Uğur'un saygıdan başını saklamasına neden oldu.
Ağabeyimle Uğur kendi aralarında konuşurken ben de rezilliğimize daha fazla rezillik katmamam maksadıyla yerime geçip oturdum. Aradan geçen dakikalar sonra Uğur'un yanımda oturmasıyla garson siparişlerimizi getirdi.
Uğur, ayağa kalkıp garsona yardım ederken gururla ona bakıyordum. Bu kadar güzel kalpli olmak... Çok gurur verici ve her seferinde ben, Uğur'un yerine mutlu ve huzurlu hissediyorum.
"Sormayacaktım ama merak ediyorum, sınav nasıl geçti?" dedi Esra bir elini çenesinin altına yerleştirip, dikkatlice yüzüme bakaraken.
Ağzıma götürdüğüm kupayı masaya bırakıp, omuz silkeledim.
"Vallahi aşkım, çalışmadığım için geçti mi, geçmedi mi bilmeme," dedikten hemen sonra Uğur öksürmeye başladı.
Başımı hızlıca yanıma çevrildiğimde Uğur, elinde ki kahve fincanını havaya kaldırıp, öksürüklerin arasından "Çok sıcaktı, bir anda içince de şey oldu," dedi.
"İyisin değil mi?" Dedim yüzünün her bir noktasını ezberlemek istercesine dikkatlice bakaraken.
Uğur, benim ona olan bakışıma karşı gülümseyip, göz kırptı. Iyi olduğuna kanaat getirdikten sonra önüme dönerken sütlü kahvemi yudumlamaya başladım.
Kafenin içini dolduran kahkahalarımız annemin atamasına kadar sürdü. Annem, bizi merak ettiğini dile getirdiğinde, annemleri daha fazla bekletmemek adına ayağa kalkıp, kafeden çıktık.
Yine sohbet dolu bir yürüyüşün ardından ilk önce Esra'yı eve bıraktık, daha sonra Uğur'u en sonunda da biz eve geldik.
Ağabeyim anahtarı ile kapıyı açıp içeri girdiğimizde annem, hemen kapının arkasında belirdi; annemin hemen arkasında da babam.
Annemle babam aynı anda "Hoşgeldiniz," dediğinde. Onlara vereceğim mutsuz haberden dolayı birazcık vicdan azabı çekmeye başladım.
"Hoşbulduk," dedim sesimin buruk çıkmasına mâni olamadan.
Annem, bir anda heyecanla "Sınav nasıldı?" Diye sorduğunda zorlukla yutkundum. En azından, kendim için bile değilse ailem için çalışmalıydım.
Ve şu an, sabahtan beri hissetmediğim pişmanlığı hissediyorum. Hem de en derinlerimde.
"Pek iyi sayılmaz." Verdiğim yanıt annemin yüzünü düşürse de annem, hemencecik kendini toplayıp beni kendine doğru çekerek kollarını belime doladı.
"Uy kuzum, sıkma canını. Bu yıl değilse de seneye yaparsın İnşallah. Bak olmadı diye de sıkma canını ha." Yüzümde bir gülümseme oluşsa da hâlâ bir yanım vicdan azabı çekiyordu ve sanırım bu vicdan azabı seneye kadar devem edecekti.
"Olur anne," diyerekten annemin yanaklarını öpüp, annemden ayrıldım ve hemen babama sarıldım.
"Moralini bozma olur mu güzel kızım. Biz senin her zaman yanında ve her zaman da arkandayız." Babamdan da ayrılmadan önce her iki yangına öpücük bırakıp geriye çekildim.
"Birazcık başım ağrıyor da odama geçebilir miyim?"
"Tabi kızım," annemin onayı ile odama geçip arkamdan kapıyı kapatıp kilitledim. Belimi kapıya dayandıktan sonra gelen pişmanlık hissi ile sessizce gözyaşı dökmeye başladım.
Üzgündüm, beni umutla bekleyen aileme iyi bir cevap vermediğim için ve üzgünüm onları mutlu edemediğim için. Ailem, benim için ellerinden gelen her fedakarlığı yaparken benim her şeyi yok saymamın pişmanlığını yaşıyorum. Keşke, keşke zamanı geriye alabilseydim ve keşke ailemi mutlu etmek için derslere çalışsaydım.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum lakin, beni kendime getiren şey penceremin tıklanması oldu.
Yavaşça ayağa kalkıp, sakin adımlarla pencerye doğru ilerledim.
Tül perdeyi çektikten sonra pencereyi açtığımda Uğur'la burun buruna geldim.
Uğur, gülen ifadeyle yüzüme bakarken ne gördü bilinmez bir anda gülüşü soluverdi.
"Güzelim," dedi kendini yukarıya doğru çekip, içeriye doğru atlarken.
Uğur'un odamda oluşunu ve pencerenin de açık oluşuna aldırmadan parmak uclarında yükselip, kollarımı Uğur'un boynuna doladım.
Uğur da duraksamadan kollarını belime dolayıp yatıştırıcı bir sesle "Şt güzelim, geçti geçti," dedi.
Birinin ne olduğunu bile bilemeden yanında olması ve sana her şeyi geçeceğini söyleyip, yanında olduğunu hissettirmesi kadar güzel bir şey yoktu. Uğur, Uğur'umdu ve iyi ki benim yanımdaydı.
Sevmek buydu sanırım. Her halükarda yanında olması ve sana yanında olduğunu hissettirmesiydi.
Ve sevmenin en güzel yanı, seninle üzülüp seninle mutlu olmasıydı.
En önemlisi ise seni güvende hissettirip, her şeyi gecenine inanmamızı sağlamasıydı. Çünkü biliyorum ki zamanı geldiğinde her şey geçecek ve biz bu anları buruk bi' gülüşle hatırlayacaktık.
BÖLÜM SONU. 🦋
Bölüm hakkında ki görüşleriniz nelerdir?
Esra ve Mami'yi seviyor musunuz?
Siz olsaydınız Dilan gibi pişman olur muydunuz?
Peki Dilan'ın ailesi?..
Finale çok az kaldı.
Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın.
Sevgilerle. ❤️
Alıntı ve spoiler için;
Instagram &Twitter Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |