28. Bölüm

27. Bölüm

Akizi
aycelebii

Hayat bize birçok şey öğretiyor/ öğretmeye çalışıyor. Bazen bu öğretilerin içinde inişler çıkışlar, ani duygu patlaması yaşanıyor. Lakin biz, tüm bunlara rağmen dik durmaya çalışıyor ve aldığımız dersler sonucundan başarıya ulaşmak için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Yapacağız da.

 

Zaten başarıya giden en önemli etkenlerden biri de inanmak değil miydi?

Zaten inanarak attığınız her adım da sizi başarıya yaklaştırır ve bize harikulade bir yol çizer. Bu yüzden inanın, elinizdeki en güçlü silah inanç olsun.

 

Epey zamandır yaptığım bir şey yapıyor, herkesi hayrete düşürecek raddede ders çalışıyorum hem de tüm yazımı bu odada geçirerek.

 

Inanması güç biliyorum, lakin gerçekler tam olarak buydu. Koca bir yazımı, bu odada geçirdim diyebilirim ama buna rağmen hala kendini yetersiz hissediyorum her ne kadar Uğur bana, "Hala sekiz ay var," dese de...

 

Çünkü biliyorum ki zaman denen kavram bir su misali akıyor ve biz, gözümüzü açıp kapayıncaya kadar sekiz ay gelip geçiyordu.

 

Işte tam da bu yüzden gecemi gündüzüme katıp, kitaplarla haşır neşir oluyorum.

 

Yine kitapların arasında boğuştuğum bu günde kapım iki kere art arda tıklandı. Başımı, matematik test kitabından kaldırmadan ve de soru gidişatını unutmamak adına ses vermeden testi çözmeye, istifimi bozmadan devam ettim.

 

Aradan saniyeler geçti ya da geçmedi kapı hafif bir gıcırtı sesiyle açıldı; ardından da babamın nahif sesi duyuldu.

 

"Güzel kızıma kendi ellerimle meyve tabağı hazırladım."

 

Bu sözler, benim tüm formülleri hatta bi' saniyeliğine aklımı başımdan alınmasına yetti. Çocuksu bi' heyecanla elimdeki kalemi kitabın üstüne bırakıp, başımı kaldırdım.

 

Yavrum kedi misali bakışımı babama dikip, adeta üç dört yaşında ki çocuklar gibi sevinçle olduğum yerden sıçradım.

"Ya, baba. Çok teşekkür ederim. Niye bu kadar zahmet ettin ki, seslenseydin gelip ben alırdım."

 

"Olur mu kızım öyle şey, senin ders çalışman lazım. Hem... Elime yapışmadı ya." Dedi babam yüzüne samimi bir tebessüm yerleştirip, elindeki meyve tabağını havaya kaldırarak.

 

Babamın tebessümü, benim de içtenlikle tebessüm etmeme; ve meyve tabağını sevinçle kavramama neden oldu.

 

Babam bu çocuksu tavrıma karşı gülüp, "Hadi sana iyi dersler güzel kızım, biz içerdeyiz. Bir şey istediğinde seslen," dedi aralık duran kapıdan çıkıp, sessizce kapıyı kapatarak.

 

Babam gittikten sonra tabağı masanın bir köşesine bırakıp, soru çözümüne kaldığım yerden devam etmeye başladım. Arada da ağzıma bir şeyler atmayı da ihmal etmiyordum tabi.

 

Matematik testinden 50 soru çözdükten sonra ağrıyan belimle ayağa kalkıp, odanın içinde spor egzersizleri yaparak dolaşmaya başladım. Ta ki pencere camı tıklanana kadar.

 

Alışık olduğum bu tıkırtı sesi, tüm ağrılarımı alıp, yerini özlem dolu bir tebessüme bıraktı. Özlem diyorum çünkü neredeyse iki gündür Uğur'u antrenmanlarından dolayı görmüyor, sadece mesajlaşarak özlemimi gidermeye çalıyordum. Ki, bunu başardığım da söylenmez. Çünkü yüzünü görünce içime dolan mutluluk, mesajlaşırken aynı hissi bana vermiyordu.

 

Kalp çarpıntısının şiddetine aldırış etmeden hızlıca pencerenin önüne doğru ilerleyip, pencereyi açtım.

 

Uğur'un, gülümseyle kaplı yüzünü gördüğümde içimde uçuşan kelebekler, benim yerimde heyecanla hareket etmeme neden oldu.

 

İçimde ki bu anlamsız, hala bir anlam vermediğim, duygunun getirdiği heyecanın ne kadar kuvvetli olduğu bilseniz eğer, Uğur'un masum olduğu kadar ne kadar fa tehlikeli olduğunu anlardınız. Ama bu tehlike, sadece Uğur'un bana kattığı heyecanlarla alakalıydı. Yoksa onun dışında Uğur, hayatım boyunca görüp görebileceğim en yufka yürekli insanlardan biriydi.

 

Uğur... Benim Uğur'um.

 

Beni, düşüncelerimden ayıran şey, Uğur'un saçıma bıraktığı öpücük ve sözler oldu.

 

"Meleğim, iyi misin?" Nasıl iyi olmam ki... Uğur'un varlığı bile benim iyi olmama yetiyordu.

 

Başımı Uğur'un gözlerini görebilmek adına kaldırdığımda neredeyse burun buruna geliyorduk, lakin Uğur, benim kalp krizi geçirmemi önlemek adına bir adıma geriye çıkıp, gözlerini gözlerimle buluşturdu.

 

"Iyiyim," dedim gözlerini hayranlıkla izlerken. Oysa ki Uğur'un gözleri de sıradandı ama sevince... Sevince gözüne bile aşık olunuyor ve gözlerinde binbir anlam arıyorduk.

 

Kısa yanıta karşı Uğur, gülümseyip elimi tuttu ve beni çalışma masanın doğru götürdü.

 

"Otur bakalım şuraya," dedi Uğur sandalyeyi oturmam için çekerken. İtiraz ermeden sandalyeye oturduğumda Uğur, oyuncak bebek taşıyormuş gibi sandalyeyi kaldırdığında dudaklarımın arasında kısık bir korku nidası döküldü.

 

Benim korkumla eğlenen Uğur, kapıya doğru ilerleyip, kapıyı kilitledikten sonra çalışma masamın yanında durarak çözdüğüm matematik kitabını eline alıp, soruları kontrol etmeye başladı. Tıpkı üç ay içerisinde, hiç aksatmadan her gün yaptığı gibi.

 

Dikkatle soruları inceledikten sonra, sanki anlamış gibi en zorlandığım sayfayı açıp, yine zorlandığım bir soruyu parmağıyla gösterip "Bana bunu nasıl çözdüğünü anlatır mısın?" Dedi sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi.

 

Oysa matematiğimin gelişmesinde en büyük katkıyı da Uğur sağlamıştı.

 

Zorla matematik çözdürüp, soruları kontrol ederek.

 

"Ya..." Diye huysuz bir çocuk gibi mızmızlandım. Ben şimdi bunu nasıl anlatayım ki ona. Uğur'u kararından nasıl vazgeçtireceğimi bilemediğimden klişe cümlelere sığındım.

 

"Soruyu sana anlatacağıma seni izlesem."

 

"İzlersin güzelim, izlersin. Sen bana bu soruyu anlat ondan sonra da sabaha kadar izleme süren var."

 

Alaylı ses tonu kaşlarımı çatmama neden oldu. Niye bana kanmıyordu ki... En azından birazcık kanıyormuş gibi yapabilirdi.

 

Homurdana homurdana soruyu sildiğimde Uğur, elimden silgi alıp konuştu.

 

"Sevgilim, biliyorum bana kızıyorsun ama senin en iyi yere varabilmen için yapıyorum tüm bunları. Yoksa bende isterdim seni izlemeyi, sana sarılmayı ve en çokta bana heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmanı... Ben sadece çektiğin emeğin karşılığını al istiyorum. Zaten programını da seni sıkmayacak şekilde yaptık. Aralığa kadar rahatız ondan sonra ise gecemizi gündüzümüze katacağız. Hatta ben de seninle sabahlayacağım," dedi bir kolu omuzuma atıp, dudaklarını saçıma bastırarak.

 

"Yorulursun ama..." Dedim elime kalemi alıp, soruyu çözerken.

 

"Sen yorulurken benim uyumamı beklemen hata."

 

İçimin yağlarının eridiğini hissettiğim an, konu değişsin diye soruyu çözerek, konuyu anlatmaya başladım.

 

"Son olarak da bulduğum sayıları X ve Y'nin yerine koyup topluyorum," dedikten birkaç dakika sonra kalemi test kitabın üzerine bırakıp, rahatlığın verildiği etki ile arkaya doğru yaslandım ve başımı kaldırarak Uğur'a baktım.

 

Üzerimde dolaşan bakışlarda ki hayranlığı sezmiş olsam da bunu, o'nun ağzından duymak istediğimden "E,.." dedim tek kaşımı sorgular biçimde kaldırarak.

 

"Harikasın," dedi hala gözlerinde duran capcanlı hayranlık belirtisiyle.

 

Tatmin olan egom ile gülümseyip "Ayıptır söylemesi ama biraz öyleyim," dedim gözlerimi kırpıştırarak.

 

Uğur verdiğim tepkiyi sessizce gülüp, yanımdan ayrılınca ben de, artık vücuduma yapışacağından endişe ettiğim sandalyeden kalkıp, tekrardan odanın içinde dolaşmaya başladım.

 

Biraz ayaklarım açılsın öyle değil mi? Otur otur nereye kadar.

 

Uğur, benim oturmayacağıma kanaat getirmiş olmalı ki sandalyeyi çekip, oturdu ve dikkatli bir şekilde beni izlemeye koyuldu.

 

Aramızda sürüp giden ama ikimizi de rahatsız etmeyen sessizliği bozmak adına "Bahçe duvarına tırmanmak, sonra da ağaca çıkıp odanın penceresine doğru atlamak seni yormuyor mu?" Dedikten sonra kaşlarımı çattın.

 

İlk defa yaptığı bu eylemi, rahatça dile getirdim; ve aslında Uğur'un yaptığı bu eylemi ne kadar da tehlikeli olduğunu fark etmemle kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatıldı.

 

Uğur dudaklarını aralayıp, bir şey diyecekti ki, o'nun konuşmasına müsaade etmeden ağır tepki verdim.

 

"Ay sakın bir daha duvara ve ağaca tırmanma, çok tehlikeli. Allah korusun ya ayağın kaysaydı ve düşseydin." Düşüncesi bile tüylerimi diken diken etmişti. Bir de Uğur'un bunu yapması... Kesinlikle akla zarar bir eylem.

 

"Bir şey olmaz, merak etme sen beni," dedi başımı sandalyenin başlığına yaslayıp, elini çenesinin altına sabitleyerek.

 

"Delirdin herhalde," dedim verdiği kısa yanıta karşın.

 

"Sevdan delirtti beni, öyle bir delirtti ki, her yerde yüzünü, sesini ve kahkaha tınını arar oldum."

 

Kabul, bunu bende beklemiyordum. Ve beklemediğim içinde de öylece, bir put misali kalakaldım.

 

Dudaklarımı bir açılıp, kapanırken dudaklarıma da gözlerim eşlik ediyordu.

Gözlerimin durmadan kırpıştıyor olması Uğur'un, sessizce kıkırdamasına neden oldu ve eş zamanlı olarak da, kapım tıklanmaya başladı.

 

Bedenimi ele geçiren korku ile hızlıca Uğur'un yanına gidip, kolundan tuttuğum gibi onu pencereye doğru götürdüm. Pencereyi açtıktan sonra da, her ne kadar istemesem ve içime sinmese de "Hadi git," dedim Uğur'a.

 

Çünkü ne yazık ki benim, kitap ve dizilerde olduğu gibi yatağımın altı, insan sığdıracak kadar geniş değil ve yine ne yazık ki odamda bir banyo yok.

 

Uğur benim tepkime gülüp, başıma hızlı bir öpücük bırakarak pencereden dışarı attı ayaklarını ve bir anda gözden kaybolduğunda korkudan çığlık atıp, panikle elimi kalbime götürdüm.

 

"Kızım, iyi misin, bir şey mi oldu?" Annemin merak dolu sesi, iki ayağımı bir pabuca girdirdi.

 

Anlık kararla pikeyi çekip, saçımı da çok hafif dağıtarak kapıyı açtım.

 

Rolüm gerçekçi olsun diye de sağ yumruğumu gözüme götürüp, yeni uyanmışım gibi davranmaya çalıştım.

 

"Anne?" Dedim daha çok soru soruyormuş gibi... Ağzımın içinde yuvarlayarak sarf ettiğim kelime ise, tamamen inandırıcı olmasın içindi...

 

"Uyuyor muydun, kuzum?"

 

"Içim geçmiş, bir anda kapı tıklanınca da refleks olarak çığlık attım." Dedim yalan söylemekten çarpılmayayım diye dua ederken. Allah, lütfen sen bu kulunu affet.

 

"Kusura bakma kızım, vallahi beni de kızlar aradı diye geliverdim."

 

"Önemli değil," diyerekten gülümseyip ekledim; "Kızlara niye seni aradı ki?"

 

"Parkta dedikodu mu ne yapacaklarmış, seni de çağırdılar. 'Gelip biraz hava alsın, kafa dağıtsın dediler.'

 

"Ağabeyim nerede?" Dedim hem merakımdan hem de sabahtan beridir sesini duymadığımdan.

 

"Onlar Esrayla dışarı çıktılar, bir yer dedi de pek hatırlamıyorum,"dediğinde gülüp, eğilerek annemin başını öptüm. Bu huyda bana, Uğur'dan bulaştı ama ne güzel bir huy...

 

"Tamam anne, ben hazırlanıp çıkarım şimdi." Annem benden uzaklaşıp, odadan çıktığında hızlıca kendimi dolabın karşısına atıp birkaç parça kıyafet seçtim ve üzerime geçirdim.

 

Saçımı da gelişigüzel topladıktan sonra odadan çıkıp, salona geçtim. Annem ve babamın, Kafa kafaya vermiş, film analizi yaptıklarını görünce yüzüme tebessüm oluştu. Çünkü bu analiz, genellikle annemi yeni başladığı ya da filmlerde hep olur ve sonunda kazanan elbette ki annem olurdu. Sonuçta annem Hint dizilerini bir ayda bitirmiş biri.

 

Daha fazla oyalanmak istemediğimden "Anne baba, ben çıkıyorum,' dedim. Annem ve babamın anında bakışları beni bulduğun babam, "Tamam kızım, erken gelmeye çalış," derken annem de "Allah'a emanet ol," diyerekten oturduğu yerden el salladı.

 

Bende el sallayıp, arkamı döndüm ve dış kapıya doğru ilerledim. Kapının yanında ki ayakkabı rafından spor ayakkabımı çıkarıp giydikten sonra evden ayrıldım.

 

Onca aydan sonra, geceleyin dışarı çıkmak beni oldukça mutlu etmişti, hem de ne mutluluk ama... Sanırsınız atomu ilk parçaylan kişi bendim.

 

Ders çalışmaktan artık yaptığı espirilerim de dersle alakalı olmuş ama bu yıl bunu dert etmeyeceğim inşallah.

 

Salına salına parka doğru ilerlemeye koyuldum. Bir yandan kendi kendime söylenip, bir yandan da modumu düşürmek için elimden geleni yapıyordum.

 

"Aferin Dilan, sen parklarda gezerken rakiplerin şimdiye onuncu soruyu çözüyordur."

 

Oflaya puflaya, biraz da vicdanın beni ele geçirmesiyle yüzüm düşse de bunu belli etmemek için yalandan gülümseyip parka, kızların oturduğu banka doğru yürüdüm.

 

"Selam gençlik!" Bağırmamla birlikte bakışlar bana çevrilirken az ileride ağabeylerimin, hatta Uğur ve tayfasının da burada olduğunu gördüm.

 

Kızların beni buraya çağıracaklarını bilseydim eğer, Uğur'a beni beklemesini söylerdim. Böylece de yarimle sohbet ede ede buraya gelirdim. Neyse, dertlenmenin bir manası yok ama... Olsa iyi olurdu hani.

 

Kızlar bir anda ayağa kalkıp, "Dilan!" diyerekten üzerime doğru üşüşmeye başladılar.

 

Ne yapacağımı bilemdiğimden ve refleksim kötü olduğuna öylece duruverdim. Beni kollarının arasına aldıklarında, bir çemberin içinde kalmış gibi bir görüntü sergiledik bizleri pür dikkat izleyen erkeklere.

 

Uğur'un yüzünde oluşan ve bir gülü bile kıskandıracak kadar güzel olan gülüşü iç çekmeme neden oldu. Ah bu adam yok mu bu adam... Ne güzel de kendini aşık ettiriyor bana.

 

"Millet, sakin olun. Babam Acun değil anne de Selena Gomez değil. Bu kadar sırnaşmayla da para elde etmiyorsunuz." Dedim kızlardan ayrılarak.

 

Yaptığım soğuk mizahı, Sene hariç kimse anlamadı.

 

"Allah aşkına bir daha sen espiri yapma," dedi yüzünü buruşturarak. Bu çocuğun da maşallahı var hani, Kulağı nasıl da iyi duyuyor.

 

Sene'nin sözleri beni etkilemezken ben de sırf taklit olsun diye yüzümü buruşturup "Sendeki de ne kulak ama..." Dedim banka doğru yürürken.

 

"Övünmek gibi olmasın ama kulakların pek iyi duyar."

 

"Belli belli." Dediğimde her konuşmaya karabiber misali karışan Semi, bu sefer de bu konuşmaya dahil oldu.

 

"Bu arada, benim de kulaklarım iyi duyuyor, bilin diye söyledim."

 

"Ya, o kadar iyisin ki sağol. Ben şimdi bu bilgiyle tüm YKS sorunlarını çözerim," dedim yapmacıktan gülüp, başımı masumane bir şekilde yana yatırarak.

 

Seki'nin anlık olarak yüzü düşse de umursamadım. Hayır, asla kalpsiz değilim ama bu ikizler, özellikle Semi... Evlat olsa sevilmez, hatta sevilecek olsa bile eldivenle sevilecek biri yeminle. Hâl ve hareketleri, büründüğü tavır o kadar yapmacık ki bazen yayvan yayvan konuşan ağzına çarpmak istiyorum.

 

Dilara, aramızda ki konuşmanın uzayacağını, hatta bu konuşma sonunda üzülecek kişini o olduğunu tahmin etmiş olsa gerek elini bana doğru uzattı. Yaz tatilinde Sene ve Dilara'nın da sevgili olduğunu atlamamak gerekiyor.

 

Dilara'nın uzattığı elini Sene'nin gözünün içine baka baka tutup "Kız, ne elini uzatıp duruyorsun. Sevgilim yok, elimi ısıtan yok diyemiyor musun yoksa," dedim nispeten. Göksu ağabey aralarında ki ilişkiyi bilemdiği için bu kadar çok eğleniyorum.

 

Dilara ağzının içinden, benim bile zor duyabileceğim bir şekilde"Öyle," diyip kestirip attı.

 

"E Zeynep, sizde yok mu bir şeyler?"

 

"Yok kuzum, ne olsun?" Bakışları bir an Gökhan ağabeye değse de başını hemen çeviriverdi.

 

Çünkü biliyorum ki aralarında ki ilişki için en çok direnen kişi Zeynep'ti ve umarım Zeynep'te en kısa zamanda hakettiği değeri görürdü. İnşallah.

 

"Aman... Takma sen Gökhan ağabeyi. Biliyorsun ki o, hanzoluk kulübü açacak ve içine de kendisi gibi olan yığınla inan alacak," dedim gözlerimi devirerek. Ağabeyim gibi görüyorum diye demiyorum ama kendisi tam bir odun, hatta odun az bile kalır. Çünkü Gökhan ağabeyin yanında odun tabiri caizse pamuk gibi bir şey kalıyor.

 

"Takmıyorum da..." Dedikten hemen sonra bir müddet sustu Zeynep... Susmanın bir anlam kazandırmadığını sezmiş olsa gerek çareyi konuyu saptırarak buldu.

 

"Sahi, Esra nerede?"

 

"Onlar ağabeyimle dışarı çıktılar, neden ya da niçin bilmiyorum," dedim ellerimi iki yana, bilmediğimi ispatlamak istermişcesine, açarak.

 

Daha sonra ile kızlara birlikte farklı konulara değinip, bir sürü şey hakkında konuşmaya başladık. Zaman öyle hızlı aktı ki ağabeyimin ve Esra'nın yanımıza geldiklerini hatta ve hatta sohbete dahil olduklarını bile sonradan fark ettik.

 

Konuşmaya o kadar dalmışız ki, Gökhan ağabeyin başımıza dikildiğini, öksürmesiyle fark ettik. Ve tabi ki bunu ilk fark eden de Zeynep oldu.

 

"Gökhan," dedi Zeynep heyecandan titreten sesiyle.

 

Gökhan ağabeyim bakışlarını kısa bir an bize değdirip "Gelir misin?" Diye sordu.

 

"Gelirim tabi de... Kötü bir şey yok değil mi?"

 

"Yok." Gökhan ağabey önde, Zeynep arkasından parkın orta yerine doğru ilerlediklerinde bizler, onları ve olanları merakla izliyorduk.

 

Gökhan ağabey olduğu yerde durdu ve arkasını dönüp Zeyneple yüz yüze geldiler.

 

"Nerden, nasıl başlayacağımı daha doğrusu ne diyeceğimi de bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. Hatta sadece bilmek de değil bu, çok derinden hissettiğim ve bu hissin bana mutluluk getirdiği bir sevdan var; bu öyle bir şey Zeynep, Zeynep'im... Sen olmadan olmayacakmışım gibi geliyor. Belki bu söylediklerim sana saçma gelecek ama inan bana ben duygularımın, küçücük ellerinin ellerimde değdiği an hızla atan kalbimi bile sorgulamıyorum. Ta ki bugüne kadar... Senin varlığına o kadar çok alışmış ki kalbim, sen küsünce o da küsüyor bana ve ben artık ne senin küsmene dayanırım ne de sensiz geçecek bir ömre. Bu yüzden Zeynep..." Dedikten sonra bir anda Zeynep'in önünde diz çöküp elini cebine götürdü.

 

Heyecandan olsa gerek zorlanarak da cebinden yüzük kutusunu çıkarıp kapağını açtı ve ilk defa kekeleyerek konuştu.

 

"Ben- benimle ev- evlenir misin?"

 

Zeynep durdu, Zeyneple birlikte biz de durduk her ne kadar vereceği cevabı merak etsek de.

 

Gökhan ağabey umut dolu gözlerle Zeynep'e bakarken bakışlarında yalvarma ve en çokta umut vardı.

 

"Evet," diye çığlık attınca Gökhan ağabey bir anda telaşla ayağa kalktı ve kollarını Zeynep'e dolayı onu etrafında döndürmeye başladı.

 

Mutlulukla onları izlerken bakışlarımı bir anda beni izlediğini hissettiğim yüze çevirdim. Uğur'un mutluluk saçan bakışıyla karşılaştığımda Uğur, dudağını anlamam için yavaşça kıpırdattı.

 

"Darısı da bizim başımıza." Sözleri gülümsememi genişletti ve ben de yavaşça dudaklarımı hareket ettim.

 

"Nasip."

 

"Nasibim sensin."

 

"Kim bilir."

 

"Ben bilirim."

 

Bu sayede konuşmamız sona erdi ama gözlerimiz birbirine kopamadı ve ben, o gün bir kez daha anladım mutluluğu.

 

Mutluluk bir anda olur lakin anılar ebediyen akılda kalır ve sana mutluluk getiren kişi bir ömür aklına kazınır.

 

Mutluluk hayattır, sorgulamayı bırakmak ve huzurla yaşamaktır. Tıpkı Joseph Roux'nun dediği gibi

 

Mutsuzken insan her şeyi sorgular, mutluyken, hiçbir şeyi sorgulamaz.

 

~Joseph Roux~

 

BÖLÜM SONU.

 

Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

 

Gökhan ve Zeynep'te oldu sonunda. Çok şükür. Darısı da Uğur ve Dilan'ın başına inşallah.

 

Dilan'ın hangisi bölümü okumasını istersiniz?

 

En sevdiğiniz karakter ya da çift?

 

Finale son bir bölüm kaldı.

 

Bölümü geç yayımlama nedenim de onları bırakmıyor oluşum...

 

Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın.

 

Sevgilerle. ❤️💓

Bölüm : 05.05.2025 06:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...