3. Bölüm

3. Bölüm

Akizi
aycelebii

3. Bölüm

Bedenim şaşkınlık ile kasılırken, bedenimle birlikte dişlerimi birbirine bastırmaktan çenem kasılmıştı.

 

Bakışların üzerimde oluşunu zerre kadar umursamayıp hızlıca oturduğum yerden kalktım. Hala bana melul melul bakan adama doğru, yeri dövecek kadar sert adımlarla ilerledim.

 

Oysaki ben, bu kadar kolay sinirlenen biri değilimdir. İki dakika da altüst etmişlerdi narin duygularımı.

 

Canım duygularım.

 

Adamların, daha doğrusu bir adam üç çocuğun karşısında durup hesap sorarcasına ellerimi leğen kemiklerime sabitledim. Sinirimi hakim olmadan "Nasıl çıktınız?" Diye soru yönelttim karşımda ki kişilere.

 

Adının Uğur olduğunu öğrendiğim yakışıklı uğursuzun, ses çıkartmadığı her an o'na kafa atma isteğiyle dolup taşsam da yüzüne kıyamadığım için hiçbir şey yapmadım. Bunun, boyumun kısa olmasıyla yakından uzaktan alakası yok. Hatta şöyle söylim, ben kısa değilim karşımda ki kişiler dev gibi.

 

"Polis meymuru gelip kapıyı açtı biz de çıktık," dedin dün zar zurna sarhoş olup beni annesi sanan çocuk. Onun bu iğrenç espirisine şakadan kahkaha attım.

 

"Ay annem, sen ne kadar da espritüel birisin," dedim cadı kahkahası atan iç sesimi duymazlıktan gelerek.

 

İç sesim diye demiyorum ama çok fena bir iç sesim var. Allah düşmanın başına versin. Amin.

 

Espri yaptığını sanan çocuk gözlerini devirince sırıtıp, daha fazla onlarla muhatap olmamak adına arkamı dönüp bankaların olduğu yere ilerledim. Bankın üzerinde ki çantamı elime aldıktan sonra içerisinden yeni maske çıkarıp, ağzımı ve burnumu kapatacak şekilde yüzüme taktım.

 

Dilara da hemen yanı başımda bittiğinde, kısık olduğunu düşündüğünü yüksek bir sesle "Lan, oğlanlar bir içim su değil mi? Hatta su değil bildiğin yunan heykeli. Al, koy evin bir köşesine sabaha kadar izle," dediğinde maskenin altında kahkaha attım.

 

Allah'tan maske varda kimse bizim ne biçim güldüğümüzü görmüyor, göz zevkini bozmuyordu.

 

Elimle dostane bir tavırla omzuna pat pat diye vurup "Bence bakmak yerine başka konulara, örneğin derslere yöneltebilirsin," diye göz kırptım.

 

Asla kötü bir niyetle bunu dile getirmedim. Hem niye kötü niyetle söylemiş olim ki, sonuçta benim derslerde çok mükemmel değil, altüstü geçen sene 51 ile geçtim.

 

"Ulan, ulan... Dinine küfreden müslüman olsa. Sen ne kadar da şeytansın öyle. Öbür dünyada cayır cayır yanarken sana arafta el saklayacağım yeminle."

 

Başımı iki yana sen iflah olmazsın dercesine salladım. Kesinlikle iflah olmaz.

 

"Lan, asıl sen cehennemde yanarken ben sana el saklayacağım. Hem ben kötü bir şey demedim. Senin iyiliğini düşünmek suçmuş gibi beni kaale bile almıyorsun," Omuz silkip okul kapısını açarak dışarı çıktım. Dilara adımların ilk birkaç saniye durdursa da sonradan harekete geçip cık'ladı.

 

"Allah Allah, sen neyi durduk yere benim iyiliğimi isteyesin ki?" Dedi tek kaşını merakla havaya kaldırarak.

 

"Niye olacak canım. Sınav zamanı yanma gelip bana ders anlatırsın diye şey ettim... Yoksa asla kendi çıkarımı düşünmüyorum."

 

Yalan, bir de utanmadan cennet cehennem muhabbeti yapıyor.

 

Sus kız iç ses. Bir yüzümü kızartıp, utanmış gibi de başımı sağa eğip, tırnaklarımla oynayarak mı konuşsaydım.

 

Evet, en azından yapay da olsa utandığını görürüz.

 

Sus kız zilli. Benim yanımda olman gerekiyor.

 

Iç sesimle yaptığım gereksiz sohbetten sonra başımı iki yana sallayıp, bana bir şeyler anlatan Dilara'ya kulak verdim.

 

Yaptığımı ünlüler ve ünsüzler dedikodusunun sonunda nihayetinde ölü bir halde eve gelmiştik. Sorun neyde biliyor musunuz? Sorun Dilara'nın aklına uyup ona yolu yürürken gelen benim akılsız başımda.

 

Soluk soluğa kaldığımdan yüzümde ki maskeyi çeneme doğru indirdim ve hafifçe eğilip, iki elimin avucunu dizlerime bastırıp derin nefesler alıp- vermeye başladım. Öldüm anam... Sanırsın ki belimde yüz kilo taş taşıdım.

 

Nefesim düzene bindikten sonra onaylamaz tonda çıkan bir ses duydum.

 

"Vah vah vah, ne olmuş kız size. Biz eskiden bu kadar çabuk yorulmuyorduk."

 

Sesle birlikte benle Dilara aynı anda başımı kaldırıp karşında bize, sırıtarak bakan ve seke seke yanımıza doğru gelen Asuman'ı fark ettim.

 

Allah bu kıza akıl versin.

 

Amin baby.

 

Iç sesimin benim yanımda olması dudaklarımın hafifçe yukarı doğru kıvrılmasına neden oldu.

 

"Allah aşkına Asuman, duyan da seni elli yaşında sanacak- ki İnşallah senin elli yaşındaki halini görmeyiz. Yirmi yaşındayken bu kadar dırdır eden elli yaşında bastonla herkesi kovalar yemin ederim."

 

Dilara'nın sözlerine eşlik eden kahkaham Asuman'ın kaslarının çatılmasına neden oldu.

 

"Hadi lan ordan, ben yirmi yaşında olduğum gibi elli yaşında da çok güzel ve narin olacağım," dedi Asuman elini tersiyle saçını geriye atarak.

 

Dilara ve Asuman'ın konuşmasından istifade ederek Asuman'ı incelemeye başladım.

 

Asuman; doğal siyah saçlara ve saçlarıyla eş değer olan siyaha kaşa ve siyah olmadığı bildiğim ama ısrarla siyah gibi duran iri gözlere sahipti. Minik yüzünü şekillendiren elmacık kemiği ve ince dudakları onu yaşından küçük gösteriyordu; lakin yüzünün aksine konuşma dili tam da yaşlıları anımsatıyordu.

 

"Tamam ya, sende..." Tam olarak ne olduğunu bilmesem de Dilara'ya hak veriyormuş gibi baş salladım. Umarım yanlış bir şeye baş sallamamışımdır. İnşallah.

 

Asuman bizi kaale almadan "Sizden de hayır yok zaten," dedi ve arkasını dönüp bahçe kapısını açıp içeri girdi. Biz de dik pozisyona geçip onun peşi sıra ilk bahçeye daha sonra da binaya giriş yapıp sakin adımlara merdivleri çıkmaya başladı.

 

Annemin tam bir Sherlock olduğunu bildiğimden biz kapının önünde durduğumuz an kapı açılmaya başladı. Ne tesadüf, oysaki biz kapıyı bile çalmamıştık.

 

Annem yine muhteşem ötesi oyunculuğu konuşturup şaşırmış gibi elini ağzına götürdü "A, siz mi geldiniz. Bende tam kapının önünde ayakkabı bırakılmış mı diye kontrol edecektim," dedi elini ağzında geçip gülümseyerek. Kapının önünde hiçbir şey olmaması gözlerimi devirmeme neden oldu.

 

Hadi ama... En az benim kadar siz de biliyorsunuz ki annem tam bir gözlemci takıntısı. Oturur kanepenin önüne ve hiç bıkmadan bir televizyonu izler bir de dışarıyı.

 

"Ay Hatice abla ya, seninkiler çürümüş. Iki saattir iki adımlık yol meselesini tartışıp duruyorlar," dedi Asuman annemle yumruklarını tokuşturarak.

 

Koronanın bize getirdiği alışkanlıklardan biri de tokalaşmanın el sıkışma ile değil, yurmuk tokuşturma olduğuydu. Yanlışlığı, doğruluğu; faydası ya da zararı tartışılır tabi...

 

"Geçin kuzularım geçin," dedi annem kapıyı iyice açıp içeri girmemiz için eliyle yol gösterirken. Ayakkabılarımı çıkardıktan sonra maskeyi tamamen çıkarıp tek elime aldım diğer elimle de anneme havada öpücük gönderip içeri geçtim. Maskeyi çöpe attıktan sonra da tuvalette rutin işlerimi halledip elimi yüzümü yıkayıp içeri girdim.

 

Mutfağa geçtiğimde annemin yemek hazırladığını, kızların da sohbet ederek anneme yardım ettiğini gördüm.

 

"Nasıl yani, Dilan'ın dediği o mapus olayı doğru muydu?" Dilara'nın kuşku dolu sesiyle cıkladım. Ne kadar da sadık bir dost.

 

"Tabi kızım, sabah Uğur evladım geldi bizden ve Zeytin abladan özür diledi ve Zeytin ablaya bahçeyi düzelteceğine dair söz verdi." Vay şerefsiz. Demek bahçeyi düzenleyecek ha. Velhasıl işini biliyor bu uğursuz.

 

"Ama ben şikayeti çekmedim dedi Dilan." Işte benim dört göz ve dört kulakla beklediğim bu soru.

 

"Ay kız, bizim kız daha reşit olmadı ya. Onun şikayetini biz çekebiliyormuşuz. Uğur gelip özür dilediğinde ve annesi arkadaşım çıktığından onu kırmak istemedik." Annemin sözleriyle gözlerimi şaşkınlıkla büyüttüm. Hadi ama.

 

Bir insan hatasını çekmeyecekse ya da hatasından ders almayacaksa ne diye kurumlar ki? O zaman herkes tanıdığı diye şikayetini geri çeksin ve suçlular- bir haftalığına bile olsa- cezasına almadan serbest bırakılsın.

 

Kesinlikle düşüncelerime ters bir davranış şekli.

 

"Anne," dedim şaşkınlığımı sesime yansıtarak.

 

Annem elindeki ki tabağı Asuman'a verdikten sonra yüzünü bana doğru çevirip hayat sakin bir ses tonuyla "Ne oldu kız?" Dedi eğlenceli tınıyla.

 

"Neden benim fikrimi sormadan onların şikayetini çektiniz?" Dedim kollarımı göğsümde bağlayıp başımı mutfak kapının pervazına yaslayarak.

 

"Ay ne olacak kız, sanki bilmediğimiz insanlar."

 

"Farkında mısın bilmiyorum ama, onları bir tek sen tanıyorsun- ki tanıdığın kişi sadece annesi yani onun çocuklarının nasıl bir çöp çatan olduğu konusunda en ufak bir fikre sahip değilsin."

 

"Yok kız, Uğur'u bilirim. Iyi çocuk o." Elimi burun kemerine götürüp, burun kemerini sakinleşmek adına sıktım.

 

"Işte sorun da bu değil mi zaten? Sen sadece Uğur denen adamı tanıyorsun oysa ki geçenin bir vakti, geç kızın camının önünde şarkı söylen ve hadsizce konuşan kişi de Uğur değil," dedikten sonra bakışlarımı bize tedirginlikle bakan iki kızın üzerinde dolaştırıp tekrar anneme bakarak devam ettim. "Ve bunu yapan Uğur bile olsa, bir kızı daha doğrusu bir kızı bırak komple binada oturan insanları rahatsız ettiği için onun bir ceza görmesi ve haddini bilmesi gerekiyordu- ki başkasına da aynı şekilde davranıp rahatsız etmesin."

 

Anneme dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekti ki hızlıca arkamı dönüp onun konuşmasına müsaade etmeden odama doğru ilerledim.

 

Odaya girdikten sonra sakinliğimden ödün vermeden kapıyı kapatıp yatağa yöneldim ve yatağın üzerine bağdaş kurarak oturdum.

 

Birkaç dakika sonra kapıyı art arda tıklandığında "Gel," diye kabaca komut verdim. Kapı yavaşça açıldığında görüşüme, ilk abimin siması daha sonra ise heybetli bedeni, girdi.

 

Mami abim sırıtarak kapıyı kapatıp hızlı adımlarla yanıma doğru gelip, yatağın baş ucuna oturdu.

 

"Hayırdır? Yine kim kimi yedi ve kim kimi doğradı," dedi abim espiri yaptığı sanarak oysa ki kaç defa o'na, espiri yapmamasını önermiş hatta dile getirmiştim ama nafile. Şu saatten sonra da değişeceğini sanmıyorum.

 

"Ya sen niye bu kadar komiksin," dedim yalandan gülüyormuş gibi yaparak. Sonuçta fakiri sevindirmek sevap değil mi? Işte benim abim de esprilere fakir.

 

Abim bu söylediğimi ciddiye almadan omuzundan tutarak beni kendine doğru çekip, başımı omzuna yasladı.

 

"Ne oldu bi'tanem?" Dedi az öncekinin aksine gayet nahif ve yumuşak bir ses tonuyla.

 

"Annemler şikayeti çekmiş," dedim mırıltıya benzer bir ses tonuyla.

 

Belki size hatta birçok kişiye göre abartmış olabilir lakin bana göre kesinlikle bu bir abartı değil. Yine söylüyorum ve her zaman söyleyeceğim; sadece küçüklüğünü gördüğün bir insan küçükken olduğu kadar ve anlatıp duyulduğu kadar masum değildir. Onun kişiliğini bilmek için de kesinlikle o kişiyle içli dışlı olmalı ve hayatını onunla geçirilmeli. Oysa ki ben o adamın ne daha önce adını duydum ne de Semih ağabey ve Gökhan ağabey gibi onunla ömrümü geçirdim. O yüzden de ön yargı ile yaklaşmayı kesinlikle yanlış bulmuyorum.

 

"Biliyorum, Gökhan söyledi."

 

"Peki neden bir şey yapmadınız?"

 

"Bizim bir şey yapma hakkımız yok ki kardeşim, annem ve babam sıradan, halktan biriymiş gibi gelip şikayeti çekmek istediler biz de bir şey diyemedik. Ve biliyorsun ki Gökhan asla ama asla işi ve aile ilişkilerini bir birine katmaz. O karakolda olduğuna Zeynep'i bile görmezlikten geliyor."

 

Ne yazık ki biliyorum. Gökhan ağabey, mesleğine o kadar düşkün ki, karakola gittiği an kesinlikle eski Gökhan yok oluyor ve yerini işkolik bir adama bırakıyordu. Allah, Zeynep'e sabır versin. Amin.

 

"Anladım," dedim sesimin gönülsüzce çıkmasını sağlayarak.

 

Abimle bir müddet konuştuktan sonra onun da ısrarı ile odamdan çıkıp annemlerin yanına gittim. Salona geçtiğimde kızların çoktandır gitmiş olduğu ve annemin de yine o saçma sapan Hint dizilerini izlediğini fark ettim.

 

Bedenimi tekli koltuklardan, kapının yanında olana atıp başımı annemin izlediği diziye çevirdim- ki çevirmez olsaydım. Allah'ım bu isim ne?

 

Baş tacım diye lanet olası isim mi olur? Olmaya olmuş adını direkt ayak parmağım ya da saç telim koyun.

 

Saç teli olur da ayak parmağı olmaz gibi be karı

 

Diyen iç sesimin düşmanım olduğuna artık emindim. Hayır yani gören de beni haklı çıkarda ölecek sanar. Hıh, pabucumun kiri.

 

Iç sesime trip atmaya devam ederken art arda duyduğum zil sesiyle oturduğum koltuktan sıçrayıp, baş parmağımı, korktuğumu belli etmek amacıyla damağıma götürüp başımı griye doğru attım.

 

Birkaç saniye öyle durduktan sonra annemin bana attığı salak bakışıyla elimi pantolonun arka cebine götürüp telefonu kavradıktan sonra daha fazla annemin bakışlarında maruz kalmamak adına tekrar koltuğa oturdum.

 

Bir gözümle anneme bakarken diğeriyle de telefonun şifresini açmaya çalışıyordum. Neden mi? Çünkü annemin şifremi öğrenmesini istemiyorum. Yine neden diyecek olursanız şöyle ki, benim annem telefon kurcalamayı sevdiği için ve her an telefonumu eline geçirme ihtimali olduğu için kendi çapımda küçük bir önlem aldım.

 

On bir haneli şifremi girdikten sonra direkt bildirim paneline tıklayıp Whatsapp mesajlarına girdim.

 

Söz, aramızda.

 

Esra: Müjdemi isterim lan.

 

Zeynep: Evleniyor musun?

 

Mami ağabey: Kim evleniyor, kim?!

 

Esra: Sakin olun lan, birinin evlendiği yok. Her şeyi de evliliğe çekmeyin da, bıktım.

 

Dilara: Boşver aşkım sen onları, müjdeyi gönder gelsin.

 

Asuman: Aynen baby, sen ne diyeceksin?

 

Esra: Maske zorunluluğu kalkmış.

 

Allah'ım, delireceğim. Sanki maske zorunluluğu kalkmadan önce maske takıyordu. HasbinAllah.

 

Gözlerimi devirip, oflayıp pufladıktan sonra tekrar gruba girdim.

 

Semih: Çok takıyordun sanki lo...

 

Gökhan ağabey: Tamam, MÜJDELİ haberi de verdiğine göre artık sussan...

 

Esra: İyi be, sende başımıza ahkem kesildin zaten.

 

Daha fazla konuşmaları okumak istemediğimden koltuktan kalkıp mutfağa geçtim. Babama gelişigüzel bir sofra hazırladıktan sonra yemeği ısınması için mikrodalgaya koyup, üç dakikaya ayarladım.

 

Mikrodalganın bitiş ziline eşlik eden kapı ziliyke seke seke kapıya ilerleyip, kimin geldiğine bakmadan kapıyı açtım.

 

Kapıyı açtığım an karşılaştığım müthiş ötesi bir suratla gülüşüm büyüdü. Hızlı hareketlerle öne doğru atılıp kollarımı babamın boynuna doladım. Babam benim ya, canım, her şeyim. Babam olan hayranlığım ve sevdim dillerde dolaşsın istemem normal mi?

 

"Dur, deli kız. Boğdun beni," dedi babam güldüğünü sesine yansıtarak.

 

Babamın sözlerinin ardından hızlıca ondan uzaklaşıp gülümseyerek yüzüne baktım. Benden sonra annem, babamı karşıladı ve birlikte içeri geçtik.

 

Babam içeri geçtikten annemle birliktelik hızlıca yemek hazırlamaya koyulduk. Ağabeyim ve babanın da yardımı ile yemek hızlıca hazırlanmış ve biz de sofraya oturmuş bulunduk.

 

Ailecek yaptığımız güzel bir yemek keyfinden sonra ağabeyim çay bardakların dizip çaydanlığı ocağa koyarken ben de bulaşıklarla uğraştım.

 

"Vallahi ağabey niye yalan söyleyeyim seni alan yaşadı," dedim elimde ki son tabağı da yıkayıp, durulması için ağabeyime verirken.

 

"Tabi kızım ne sandın," dedi ukalalığından ödün vermeden. Bu tavrına karşı gözlerimi devirmek istesem de, bu isteği şu anlık geri plana attım.

 

"Şaka maka bir yana da hayatımızı birleştireceğim kadına da yardım etmeyeceksem niye evlendim öyle değil mi?" Diye etti sözlerine.

 

"Ne bilim, hadi bazı kesimin zihninde kadın ev işiyle uğraşır düşüncesi varya benden acaba sen ne düşünüyorsun diye ağzını aradım."

 

"O kesimin ne düşündüğü umurumda değil ama herkes şunu bilmeli ki benim dışarıda çalıştığım, yorulduğum kadar ev hanımları da evde çalışıp yoruluyor. Kimileri ev işinde ne var dese de emin ol ki onların işleri bizimkinden daha zor ve ben, vicdansızlık yaparak da evde olduğum zamanlar işi kadına yükleyemem. Şükür ki elimde tutuyor ayağım da. Susadım da kalkıp kendim alırım. Sırf dışarıda çalışıyorum diye de suyun ayağıma kadar gelmesini istemem," diye ağabeyim alnında öpesim geldi.

 

O kadar haklı ve gerçekçi konuştu ki ne yazık ki bizim toplumumuzda kadınlara ev hanımı gözüyle bakılıyor ve hep başkalarına hizmetleri etmeleri bekleniyor.

 

Ağabeyimle aramda geçen bu kısacık konuşmadan sonra annemlere çayları götürüp onlara ikram ettim. Bir süre oturduktan sonra uykunun geldiğini hissettiğim de annemlere iyi geceler dileyip, odama geçtim ve bedenimi dinlenmek amacıyla yatağa attım. Ta ki camdan içeriye atılan bir şeye kadar. Parkelerden çıkan tok sesle sinirle uzandığım yerden doğrulup yerdeki top yumağına ilerledim.

 

Her yakınlaştığımda gözüme çarpan gerçekler kaşlarımı anlamsız bir şeklide çatılmasına neden oldu. Çünkü bu sıradan, küçük bir top değildi. Bu, apaçık yumruk hâline getirilmiş bir kağıt parçasıydı.

 

Eğilip kağıdı elime aldıktan sonra korkunun yanımdan bile geçmesine izin vermeden kağıdı açıp içinde ki, gelişigüzel yazılmış, yazıyı okumaya başladım.

 

Biliyorum, yaptığım şey çok akıl kârı değildi. Bu yüzden senden özür diliyorum. En kısa zamanda hatamı düzeltmek dileğiyle.

 

- Uğur -

 

Elimdeki kağıdı açtığım gibi tekrardan yumruk hâline getirip sert adımlarla cama doğru ilerledim ve başımı, camın aşağısına çevirdim. Uğur denen şahsiyet, yüzünde ki maskeden pek açık olmasa yüz metreden bile kaşlarını, gergin olsa gerek, çatmıştı ya da sadece ben öyle görmek istediğim için öyle gördüm.

 

Elimdeki kağıdı, tam da gözlemlediğim gibi kafasına atıp, bizi birilerinin duyup duymamasını umursamdan "Senden af dilemeni de, hatalarını düzeltmeni isteyen de yok. Çünkü, ne ben seni tanıyorum ne de sen beni... Ama illa bir şey dememi istersen sana bir tavsiye de bulunacağım. Birinci tavsiyem; O kardeşin ve yanında kişilere şöyle bir daha kendilerini kaybedecek kadar sarhoş olmasınlar. Iki, eğer sarhoşlarsa ya da değillerse, umurumda değil, lakin insanlara saygısızlık etmeleri gerektiğini, hatta sadece insanlara değil; hayvanlara ve doğaya da saygısızlık etmemi gerektiğini öğrenmesi gerek." Bakışlarınmı adamın üzerinde çekmeden onu, rahatsız edecek kadar dikkatli inceledim. Ve ekledim; "Eğer siz bu görevi yerine getirmezseniz ben seve seve hatta döve döve o görevi yerine getiririm," dedikten sonra bana cevap vermesini beklemeden camı kapatıp, üzerimi değiştirmeye üşendiğim için hızlıca yatağa attım kendimi- ki zaten gözlerimi zor bela açık tutuyorum.

 

BÖLÜM SONU. ✨

 

Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

 

Sizce neden Uğur bu kadar ısrarcı?

 

Dilan ve Mami. ❤️

 

Spoiler ve alıntılar için;

 

 

Instagram & Twitter= Aycelebininhikayeleri

Bölüm : 06.02.2025 18:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...