
5. Bölüm
Şaşkınlık, tüm bedenimi ele geçirip götürürken, gözlerimin yanı sıra dilim da lal olmuştu. Kim niçin bana bir kutu dolusu çikolata bırakabilir ki? Ya da bu çikolatanın sahibi gerçekten ben miyim?
İçinde her çeşit çikolatanın bulunduğun kutunun bir köşesine kıstırılmış pembe bir kağıt dikkatini çekti. Omuz hizasında geriye doğru, sınıfa gelişigüzel bir bakış attıktan sonra tekrardan önüme dönüp, ürkerek kağıdı elime aldım.
Korkak değilim, sadece başkasını çıkarsa ve beni not kağıdını okurken görürse ayıp olacağını bildiğimden ürkek hareketler sergiliyorum.
Dörde katlanmış kağıdı açıp, kağıtta yazılanları gözlerimle okumaya başladım.
Merhaba... Ya da selam... Nasıl başlayacağımı, neyle başlayacağımı bilmediğimden öyle saçma ve sıradan bir yazı yazdım. Belki de şu an içinden 'Bundan bana ne?' diyorsundur haklı olaraktan. Ne yapabilirim ki, ben de öyle biriyim işte.
Sadece seni mutlu eden şeylerden birini fark ettiğim için bu hediyeyi sırana bırakmak istedim. İleride, seni mutlu eden bir diğer şeyleri de öğrenmem dileğiyle. Kendine iyi bak ÇİKOLATA PERİSİ.
Dipnot: Çikolata yerken çok tatlısın.
- Öylesine biri -
Kağıtta yazılarını bir kez değil, abartısız belki de on kez art arda okumuş ve yine bir şey anlamamıştım. Ve sanırım gerçekten bu kutu benim değil.
Hayır hayır, salak ya da gerizekalı değilim. Sadece tabiri caizse, hayvan gibi çikolata yediğimi bildiğim için bu denli şaşkınım.
Kağıdı tekrar eskisi gibi katlayıp, arka cebime koydum. Tekrar sınıfa göz gezdirdikten sonra çantamı açıp, görgüsüz ayı misali tüm çikolataları çantama koyup, fermuarı kapattım ve kutuyu da önümde ki sıraya bırakıp yerime geçtim.
Ne olur ne olmaz, olur da biri çantamı açmak ister diye çantamı da kucağıma alıp, başımı sıraya gömdüm.
Aradan geçen birkaç dakika sonra sınıfta bir ay sesi duyuldu ve bu, bir ayak sesi iken giderek çoğalmaya başladı.
Peki ben tüm bu olan bitenlerde ne mi yaptım, şöyle ki tabi ki en iyi bildiğim şeyi, yani oyunculuğumu konuşturdum.
Çıt bile çıkarmadan öylece durdum ta ki sınıfı dolduran, hatta bir deprem etkisi yaran çığlık sesini duyana kadar.
"Lan! Bu... Bu ne?" Evet tam olarak çığlık çığlığa bu sözler sarf edildi. Peki kim tarafından mı? Tabi ki benim biricik kankim Dilara tarafından. Eğer bir gün katil olursam, katil olmamda ki en büyük payın Dilara da olduğunu bilmenizi isterim.
Başımı sıradan kaldırıp bir bana, bir ön sıradaki kutuya bakan kıza gözlerimi devirerek baktım.
"Ne oldu?" Dedim sesimin bıkkın bir tonda çıkmasını önlemeden. Çünkü, gerçekten bana neden şaşkınca baktığını anlamış değilim.
"Kızım, sen... Sen ne ara bu kadar romantik oldun?" Dedi Dilara çantasını sıranın üstüne atıp, ellerini leğen kemiğinin üzerine sabitleyerek.
Şu an, tam olarak hesap soran bir anne gibi duruyordu ve bu, benim için oldukça tehlikeliydi. Nedeni ise, Dilara'nın bu duruşla ağzımdan her kelimeyi alabilme özelliği olmasıydı.
Çünkü bu duruş, Dilara'dan korkmam gerçeğini bana gösteriyordu.
"Ne romantikliği be," dedim ağzımdan çıkacak olan kelimeleri zihin süzgecinden geçirip, sarf edeceğim kelimeleri özenle seçerek.
Dilara'ya hiçbir şey söylemeyeceğim. Bu konuda hiç olmadığı Kadar çok ciddiyim. Tabi bu ciddiyet ne kadar sürer bilmiyorum ama sürdüğü kadar da devam edeceğim. Bu sefer ağzımdan bir laf, çantamdan da çikolata almayacaktı.
Dilara'nın bana attığı öldürücü bakışlardan kaçmak istedim; lakin gözlerimi kaçırıldığım an bir şeyler sezeceğini bildiğim için, öldürücü bakışlarına maruz kalıyorum.
"Bu kutu ne?" Bu sefer bakışlarını kutuya çeviren ben oldum. Ne demek istediğini almadığını için yine salak gibi yüzüne baka kaldım.
"Ben ne bileyim lan? Kutu işte." Dedikten sonra duraksayıp devam etti. "Hem, bunun romantiklik ile ne gibi bir bağı, alakası var? "
"Salak. Bizim önümüzde kimse oturmadığında bu kutunun sahibi ya benim ya sensin."
"Yani?"
"Yanisi şu ki, benle senin sevgilisi ya da bir seveni olmadığı için bunu sen bana bırakmış oluyorsun," dediğinde ağzımı hayretle açtım. Hadi canım. Bunu düşünmek için ne kadar süre sarf etti bilmiyorum ama bu kız harbi çok farklı ve imkansızı düşünüyor.
"Of Dilara. Lütfen daha fazla saçmalama ve otur yerine," dediğimde Dilara hayal kırıklığı ile yüzüme bakıp, yanıma oturdu.
Ne yani, yalan söyleyip ona aldım mı deseydim?
En azından daha kibar olabilirdin.
İç sesime lanetler okunduktan sonra, bir daha onu kaale almayacağıma dair kendime söz verip, içeriye giren öğrencileri öylesine süzmeye başladım.
Tamam, birazcık hatta çokcuk deli dolu olabilirim ama bu deli hallerimi insanları eleştirmem gerektiğini göstermez. Zaten o yüzden herkese öylesine, boş bakışlarla bakıyorum.
Sonunda öğretmen de içeri girildiğinde dersimizin matematik olduğunu- tam şu anda- öğrendim. Derslerle aramda ki bağ sorgulanmaz.
Matematik hocası, hızlıca yoklamayı aldıktan sonra konuşmamıza fırsat dâhi vermeden tahtaya rastgele sayı ve şekiller çizmeye başladı. Buraya kadar sorun yok... Sorun bunları çözmekte.
Zaten ben çözmüyorum da, çözen bunu nasıl çözüyor abi? Hayır yani sen, karede verilen tek bir sayı ile nasıl çevre alanını buluyorsun. Şahsen ben tahtaya bakmaktan başka bir şey yapmıyorum.
Zor bela geçirdiğim iki matematik dersinden sonra Dilara'yı da koluma takarak kantine indim. Hem onun gönlünü almak için hem de benden önce burada kimin olduğunu öğrenebilmek için.
Kutunun benim için olup olmadığı merak ediyorum bir kere. Hem zaten kim etmez ki?
Kantine indiğimizde, Dilara'yı boş bulduğum bir yere oturmasını söyleyip, kantine ilerledim. Cebime attığım çikolatayı çıkarıp, avuç içine hapsettim.
Kantinci ağabeyden çay isterken, çay hazır olana kadar ağabeyle konuşmaya başladım.
"Ağabey ya, sabah benden önce buraya biri geldi mi?" Evet. Çok güzel bir başlangıç olduğunu ben de biliyorum.
"Oldu tabi. Ama gelenler direkt çay, abur cubur alıp kütüphane gitti," dediğinde bayılmak istedim. Yanlış anlamayın üzüntüden değil, insanları bu kadar erken saatte kütüphane olmasına dayanamadığım için bayılmak istedim. Çünkü eğer ben olsaydım, kütüphane girmek yerine kantinde oturup telefonla oynardım.
Herkes senin gibi tembel değil ki.
İç sesimi ciddiye almayacağımı söylemiştim zaten.
"Hm, anladım," dedikten sonra çayı alıp, kolay gelsin dileğimi ilettikten sonra Dilara'nın oturduğu masaya gittim.
Kutudan çıkan ama artık kesinlikle benim olmadığını emin olduğum çikolatayı Dilara'ya verip, karşında ki sandalyeye oturdum. Dilara hemen, sevinçle çikolatayı eline aldığında, gönlünü kazandığım için mutlu oldum.
Acaba biri yanlışlıkla bizim sınıfta bırakmış olabilir mi? Ya da bizim sınıftan birine gelmiş ama öğrencinin nerede oturduğunu bilmediği için benim sırama bırakmış olabilirler mi? Belki da sırama bıraktılar, benim olamadığını anladığımda birilerine sormak için. Ah... Lanet olsun. Nasıl olur da görmemiş gibi bir anda hepsini çantama koyarım.
Kimse görmeden çikolatayı tekrar kutusuna koymam gerek ve kutuyu da sahibine ulaştırmam gerek. Maalesef başka şansım yok. Yaptığım ayıbın bedelini öyle ya da böyle ödemem gerek.
"Huhu, dünyadan Dilan'a!" Dilara'nın adeta kükrercesine sarf ettiği cümlelerle daldığım düşüncelerden sıyrılıp, bakışlarımı o'na diktim.
"Efendim?"
"Hayırdır ya, daldın gittin," dediğinde elimi boş ver dercesine sallayıp, çayımı yudumlamaya başladım. Lakin bu Dilara'nın bakışları altında pek de başarılmış gibi durmuyordu. Sırf Dilara'nın bu delici bakışlarından kurtulmak adına "Sabah erken kalkıp, geldim. Bir de yürüyerek gelince ister istemez uyku tuttu," dedim bir nebze doğruları dile getirirken. Yalan yoktu, biraz yorgundum.
"A, o zaman sen Selin'i gördün?" Dilara'ya sen ne diyorsun bakışı attıktan sonra dudaklarımı aralıyor, derin bir nefes çektim içime ve konuştum.
"Anlamdım, neden Selin'i göreceğim ki?" Selin, bizim sınıfın başarılı hatta sadece sınıfında değil, okulun en başarılı öğrencilerinden biri- de ben niye Selin'i göreceğim onu anlamış değilim. Ya da gerçekten matematik dersinden sonra beynim işlevini kaybetmeye başladı.
"Manyak, Selin'i sabah okula gelmiş hatta Instagram'a kantinde çikolata yerken fotoğraf atmıştı ya. Görmedin mi?" Dediğinde gözlerimi sevinçle büyüttüm.
İşte bu (!) Selin, tabi ya... Çikolata kutusu neden Selin'e ait olamasın ki? Hem onunla konuşmak isteyen bir sürü kişi varken o hiçbirine yüz vermemişti. Belki de çikolata ile gönlünü kazanmak isteyen biri vardır?
Çay bardağını dudaklarıma dayayıp, bardakta ki tüm sıvını tek dikişte içtikten sonra oturduğum yerden hızlıca ayağa kalktım. Dilara'nın bana attığı bakışlarını görmezlikten gelerek koşar adımlarla sınıfa çıkıp, hala yerli yerinde duran kutuyu ve çantayı da elime aldım.
Bana dönen bakışları önemsemeden geldiğim gibi, yine aynı hızda, sınıftan çıkıp yangın merdivenine yöneldim. Yangın merdiveninde oturan, hatta gizlice sigara içtiğini düşünen, ama aslında hocaların görmezlikten geldiği için ceza almayan öğrencilerin arasından özür dileyerek geçtim.
En alt kata geldiğimde, bahçenin arka tarafına açılan kapısından çıkıp, rastgele bir banka oturdum.
Ders zili çaldığında tüm öğrenciler teker teker yerlerinden kalkıp, okulun içine doğru ilerlediler. Onların ardında öğretmenler zili de çaldığında bahçenin boş olmasında ve duvarda güvenlik kameralarının olmamasından kaynaklı, ayağa kalkıp dikkatlice etrafını seyrederek uzun duvara baktım.
Kutuyu, ne halde olacağını düşünmeden duvardan diğer tarafa doğru atıp, kutudan sonra da çikolataların ezilmesini umursamdan çantayı diğer tarafa attım.
İlk tırmanışta ayağımın kayması ile başlayan duvara tırmanma serüvenim, yarım saat sonunda başarı ile son erdi ama nasıl erdi sormayın. Çünkü ben hatırladığımda olduğum yere çöküp ağlamak istiyorum.
Her şeye rağmen bir şey olmamış gibi davranmak istediğimde yüzüme, sevimli bir gülüş takıp, çantayı omzuma, ezilen kutuyu da çöpe atarak yollarda ilerlemeye başladım.
Telefonumundan gelen bildirim sesi ile, telefonu cebimden çıkarıp, bildirim paneline aşağıya indirerek mesaja girmeden, atılan mesajı okumaya başladım.
Zeynep ve Esra, nerede olduğumu? Dilara'nın okulda olmadığımı onlara yetiştirdiğine dair bir mesajdı.
Onlara kısacık olayı özetleyen ses kaydını gönderdikten sonra çikolata almalarını söyleyip telefonu sessize aldım. Bilmediğim bir hediye satan mağazasına girip, etrafı şöyle bir süzmeye başladım. İlk defa birine bir hediye kutusu alacağımdan ve ilk defa bir hediye malzemelerini satan bir mağazaya girdiğimden şaşırıyorum haliyle.
Mağazanın içinde dolaştıktan sonra kutuların olduğunu bölmeden aynı olmasa da bir benzeri kutuyu elime alıp, kasaya ilerledim. Biriktirdiğim paralardan içim acıya acıya kırk lirasını kutuya verip mağazadan çıktım. Ya mağaza çalışanları beni dolandırdı ya da harbi kutu işi çok para ediyor.
Acaba okulu bırakıp, kutu süsleyip satma işine mi başlasam diye düşünürken aklıma bir anda iflas ettiğim geldi. O bu değil de, vallah benim cebimde para bitti.
Hızlıca cebimden telefonu çıkarıp, kızlara konumu attıp, iki dakikalık bir mesafede olan parka doğru ilerledim. Teyzelerin oturduğu bankın köşesine oturup çantayı yere, kutuyu da kucağıma bıraktım. Sonuçta kırk lira vermiştim.
Kutuyu ve çantayı da açıp, çantanın içinde ki sağlam çikolataları kutuya özenerek dizmeye başladım. Annem benim bu gayretimi görse, iki dakika gözlerini şelale olur. Canım anam ya.
Düşünceler ve çikolata dizimine dalmışken kafama gelen ağır bir şey ile kutuyu üzerimden atıp, çığlık attım. Başımın döndüğünü hissedip etrafımda bakındığım vakit, ayaklarımın önünde seken top ile dönen başım bir anda duruverdi ve bedenim, bir anda öfke ile kasılmaya başladı.
Toplarla aramda bir sorun yok diye, top sahibine susacak değilim tabi ki. Bu yüzden de eğilip topu aldığım gibi kim olduğuna bakmadan topu yanıma doğru koşan kişinin yüzüne attım.
Tanıdık bir sesten gelen ağır küfürlerle kaşlarımı çatıp, eliyle yüzünü kapatmış adama dikkatlice baktım. Allah Allah, bu ses niye bana bu kadar tanıdık geliyor acaba? Ay yoksa ben mi herkesi tanıdık olarak görüyorum. Umarım delirmiyorum.
Adam elini yüzünde çektiği an yaşadığım döndüğüye lanet okudum. Çünkü şu an tam karşımda duran kişi, günümü mahfeden Uğur denen adamın ta kendisiydi.
"Yuh."
"Cüş."
İkimizin de aynı anda bağırması ve şaşkın nidası ile bu sefer de yine aynı anda "Yine mi sen?" Dedik. Keşke demez olsaydık. Allah, ne olur bu kabus olsun. Her günümü bu adamı görerek geçirmek zorunda mıyım ben?
İkimizin de başkalarında buram buram öfke korkuyordu lakin Uğur, benden önce davranıp, sağ elini havaya kaldırıp beni gösterdi ve sert bir ses tonuyla adeta cırladı.
"Kızım sen deli misin?"
"Deliyim oğlum deliyim. Terapistim olmadığına göre benim deliliğimden sana ne?" Dediğimde benden bu yanıtı beklemiyor olmalı ki affaladı ama bu, o kadar kısa sürdü ki gerçekten mi yoksa gördüğüm sadece bir hayal mi tartışılır.
"Bak güzel kardeşim, ben tam üç gündür buradayım ve bu üç gün içinde benim başım gelmeyen kalmadı, peki bunun sorumlusu ki?" Derken eliyle lamba çeviriyormuş gibi yapıp tek kaşını sorgular biçimde havaya kaldırdı. Halk arasında bilinen bir gerçek vardır ki o da şu, lamba çevirmiş gibi çevrilen el kesinlikle bir soru barındırma anlamına gelir. Lakin; yine bilenen bir gerçek var ki o da şu, üç gündür beni helak eden bu ve salak kardeşleri. Haksız mıyım? Değilim ve bu yüzden de asla susma gibi bir niyetim yok.
"Sorumlusu sen ve biricik kardeşlerin iken niye gelip bana soruyorsun ki? Hem, sen daha sabah bana beni gördüğünde yerde bile yolunu değişeceğine dair söz vermedin mi?" Aramızda öyle bir konuşma geçti, fakat bu konuşma da yol değiştirme var mıydı emin değilim.
"İşte ben de onu diyorum. Sen..." Dedikten bir müddet sonra durdu ve devam etti; "... Sen benim mi takip ediyorsun?" Yok at nalı.
"Ay yok bacının nikahı. Ne şimdi bu, biz yaz dizisi falan çekiyoruz da benim mi haberim yok," dedim etrafı gösterip kaşlarımı çatarak. Ay gerçekten bana sağdan soldan geliyorlar... Dayanamıyorum. Şu adamın saçını başını yolmak istiyorum da işte... Maalesef ortam müsait değil.
"Ne yaz dizisi?" Dedi Uğur konunun bir anda değişme şaşkınlığını yaşayarak. Çok anlatmak ve dövmek isterdim ama okul çıkışına kadar benim kutuyu...
"Lan?" Bir anda bağırıp, hızlıca arkamı döndüğümde gerçekler bir su misali yüzüme kutu adeta çamura beslenmişti ve lütfen biri en acilinden bana sakinleştirici yapsın yoksa kesin bu benim elimde kalır.
Ondan geriye yavaş yavaş saydıktan sonra bir anda arkamı dönüp, zıplayarak Uğur'un saçlarına yapıştım. Uğur'un dudaklarından firar eden hakaretleri şu anlık görmezlikten gelerek saçını boyumu yettiği kadar çektim.
"Senin yüzünden hediye gitti salak, manyak tipsiz. Uğursuz deyyus." Arkamdan biri beni tutmaya çalışırken, birkaç gün önce sarhoş olup da camın önünde konuşan kişiler Uğur'un saçını kurtarmaya çalışıyorlardı. Ama pes eder mi Anadolu çocuğu? Etmez.
"Lan! kızım bıraksana... Aaa! Saçım lan saçım. Lan kopardın."
Çığlıklarını duymazlıktan gelip saçını son bir kez daha çektim ve ayaklarımın üzerinde basıp parmağımı yüzüne doğru salladım.
Uğur ellerini başına götürüp eğilirken arkadaşları da önünde eğilip başına ve yüzüne su serpmeye başladılar. Oysa ben daha sinirmi almamıştım. Onun yüzünde hem para, hem kutu, hem de çikolatalar ziyan olmuştu. Pis tipsiz seni.
"Alın şu kızı şuradan," dediğin Uğur efendi, ellerimi leğen kemiğine bastırıp tek ayağımla yerde ritim tutmaya başladım.
"Kutunun aynısından ve çikolatalardan alana kadar şuradan şuraya gitmiyorum," dediğimde tüm bakışlar üzerime toplandı. Yüzsüz değilim, ama bu devirde de el sıkışarak bedavadan para kazanılmıyor.
"Tamam Allah'ın cezası tamam. Oğuz, Allah aşkına şununla git ve ne halt alırsa parasını ver de bir daha gözüme görülmesin." Bak sen Uğur efendiye. Daha iki gün önce çamdan, bugün de okulda benden özür dilerken şimdi ne hale geldi. Ama ben hatırlatırım. Ben de Dilan isem onu, o anları hatırlatırım.
"Dedi daha sabah benden özür dileyen adam." Hatırlatırım demiştim.
"Allah dün de bugün de benim belamı versin. Keşke dilim olsaydı da özür dilemeseydim. Ama affetmediğin iyi oldu, yoksa beni affettiğin için şimdi vicdan azabı çekerdim." Yüzüne İngilizce öğretmenin yüzüne baktığımda gibi baktım. Çünkü dediği şeylerin sadece bir kısmını anlamıştım o da iyi ki affetmemiş olmamdı.
Saçlarını tutup iki büklüm olan adama göz devirip, Oğuz denen oğlanın yanıma gelmesini bekledim. Oğuz, biraz ürkütüğünden olsa gerek bebek adımlarla yanıma geliyordu.
En son yanıma geldiğinde, onun sarhoş olmayan ve beni rahatsız etmeyen biri olduğunu fark ettiğimden kısık bir ses tonuyla "Şu ana kadar insan yemedim korkma" dedim ve devam ettim. "Yok eğer Ağabey için üzgünsen üzülme, çünkü o benim açımdan insan Katagorisine girmiyor."
Oğuz'un dudaklarından minik bir kıkırtı koptuğunda ağabeyi ve diğerleri bize döndü ve ben, o yüzlerin arasında sabah kavga ettiğim adamı yüzünü gördüm.
BÖLÜM SONU.✨
Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Yavaş yavaş tüm karakterlerle tanışmaya başlıyoruz.
Şu anlık en sevdiğiniz karakter?
Dilan ve Uğur'un atışmalarını sevdiniz mi?
Daha kutunun sahibi bulunmadı?
Bugünlük bu kadar kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın.
Sevgilerle. ❤️
Spoiler ve alıntılar için;
Instagram &Twitter=Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |