7. Bölüm

7. Bölüm

Akizi
aycelebii

7. Bölüm

Herkese göre tarifi zor olan ya da tarif edilmeyen bir kelime; kurulması zor olan bir cümle vardır. Benim için de tarifi yapılamayan kelimelerden biri de huzurdu. Babamın kollarının arasında kendimi güvende hissetmek mi? Annemin şefkati ile büyümek mi? Ya da abimle aramızdaki güçlü bağa mı huzur denir?

 

Belki de tüm bunların bir arada toplanmasıyla birlikte, aşk ve dostluğun da içinde bulunduğu bir topluluktur huzur?

 

Bir sürü benzetme ve bir sürü cümle kurulsa da, tam anlamıyla insanı tatmin eden bir anlatımı yoktu.

 

Belki de bir tek bana göre huzurun kelime anlamı çözümsüzdü.

 

Peki ya size göre? Size göre, huzur tam olarak neydi? Uyumak, eğlenmek, sohbet etmek, aile ortamında büyümek... Ya da bambaşka bir aktivite içinde bulunmak mı?

 

İşte tüm bu cevapsız sorulara cevap arayan zihnim beni olağanüstü bir çıkmaza sürüklüyordu. Gördüğüm rüyanın beni bu denli etkileyip, bir ton sorunlara maruz kalmamı sağladı için bu öfke.

 

Yüzünü görmediğim ve sesinden de çıkaramadığım ama erkek olduğuna emin olduğum birinin, rüyamda bana huzurlusun dediği için ve rüyama konuk olduğu için de burnumdan soluyorum.

 

"Hayırdır? Sabahtan beri yüzün sirke satıyor?" Ağabeyimin sorusu ile düşüncelerimden sıyrılıp, bakışlarımı kahvaltı tabağından ayırıp, hemen karşımda oturan ağabeyime çevirdim.

 

"Efendim? Hı... Yok bir şey," dudağımdan firar eden anlamsız cümleler, benim ruh halimi yansıtsa da kimseye bir şey anlatmamak konusunda kararlıydım. Bu kararı ise, tam olarak şu an vermiş sayılırım.

 

Azıcık da bu ruh halimi anlamalarını ve sorgusuz sualsiz beni bu şekilde de kabul etmelerini istiyorum.

 

Deli dolu yönümü gördükleri kadar, bu yönüme de şahit olmalarını istemem çok mu abes olurdu.

 

Ağabeyim elinde ki çatalı sakince tabağa bıraktıktan sonra ayağa kalkıp yanıma doğru geldi ve yanında ki sandalyeyi çekip oturdu.

 

Bir elini omuzuma atarak beni, göğsüne doğru çekip, başımın göğsünün üzerine durmasını sağladı.

 

"Evimizin neşesine bugün ne olmuş öyle?"

 

Omuz silkmekle yetindim. Tavrım da abartı olabilir ya da başkası çok abarttığımı düşünebilir ama, birisi, özellikle kim olduğu ve rüyasında gördüğü birinin huzurlusun demsisni kim düşünmez ki? Şahsen ben çok fazla ve birçok yönle düşünürüm. Mesela kötü manada mı huzurlusun demiş ve benim huzurumdan sebepsiz yere rahatsız olmuştu. Ya da güzel bir manada mı söylemiş. Belki de bir felâkete değinmişti.

 

İşte tüm bu kafa karışıklığın nedeni, belirsiz olan şahsiyetti.

 

"Kardeşim, poğaça yanaklım. Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?" Ağabeyime kocaman, tüm iyilikleri bulmasını istercesine sarıldım.

 

"Aslında," diye başladım söze. "Bir şey var ama... Of... Biliyorsun, ben sık sık rüya gören biri değilim ve genellikle gördüğüm rüyaların hayatımıza bir etkisi oluyor. İnşallah Allah'ın zoruna gitmez ama yani sonuçta ben bir kâhin ya da bir müneccim değilim, haşa. Of... Neyse işte. Dün bir rüya gördüm ve o beni biraz etkiledi."

 

Kendi sözlerimden ve kelimeleri bir araya getirdiğim halde ortaya çıkan bu anmasız konuşmadan ağabeyimin bir şey anladığını sanmıyorum.

 

Başımı, göğsünde uzaklaştırıp, bedenimi de tekrar dik pozisyona getirip, sandalyeme yasladıktan sonra bir müddet ağabeyimin yüzüne baktım. Sanırım cümlelerimi toparlamaya ve onlardan bir anlam çıkarmaya çalışıyordu.

 

En nihayetinde bir şeyleri anlamış olmalı ki gözlerini kısarak yüzümü dikkatlice izledi. Ne var canım, alt tarafı konuşamamıştım. Ve de salak damgası yemiş bulunmaktayım. Hem ne olacak ki, sonuçta ağabeyim yanına benden daha beter, yani beterin de beteri kişiler gidiyor ve ağabeyim de onları da anlamaya çalışıyor öyle değil mi?

 

"Olsun güzelim, her sorunu, derdi, el birliği ile atlatmaya çalışırız. Yeter ki bağlar sarsılmasın," dediğinde bir kez daha sarılmak istedim ama çok abartmış olmayayım diye sadece gülümsemekle yetindim.

 

"Hemen havaya girme ama iyi ki varsın." Dedikten sonra, ağabeyim sanki bu anı bekliyormuş gibi bir anda göğsü kabarmaya başladı, dik pozisyona geçti. Ay, Allah'tan havaya girme dedim. Desen hangi şekle bürünürdü Allah bilir.

 

"Tabi kızım, ben olmasam kim sana sahip çıkacak."

 

"Allah Allah, sen ne kadar da komiksin öyle. Hem..." dedim tek kaşımı alayla kaldırıp, dişlerimi gösterecek şekilde sırıtarak. Yarıda kalan cümle de nokta getirmek için, genzimi temizleyip konuşmaya başladım.

 

"Sen olmasan bile, annemle babam bana bakardı - ki şu ana kadar senin bana baktığını, hastalandığım da annem gibi sabaha kadar başımda beklediğini ya da babam gibi bana baktığını görmedim. Hadi belki, masraflarımda yardımcı olmuş olabilirsin ama... O da çok nadir." Dediğimde yüzünün asıldığını gördüğüm an, elimle kolunu dürtüp, konuşmaya son noktayı koydum.

 

"Annem ve babam gibi olmamış olabilirsin lakin, bana çok iyi bir ağabey, hatta ağabeylikten fazla; çok iyi bir arkadaş oldun." Yüzünde gülüş belirdiğinde bir kez daha ağabey kardeş sarıldık. Bu güzel sarılma anını ise canım anam bozdu.

 

"Ay, Allah rezil olacağım." Evet, tam olarak dediği şey bu oldu. Ve biz, ne için bunu dediğini asla bilmeden birbirimize sorgulayıcı bakışlar atmaya başladık.

 

"Anne, ne oldu?" Dedim annemin cevabından korkarak. Çünkü, annemin bu telaşlı hali hiçte hayra alamet değil.

 

"Ben, sabahtan beri durmadan koşturayım, siz oturup sohbet, keyfi yapın," dedi annem kollarını göğsüne toplayıp, çatık kaşlarla benle ağabeyime ölümcül bakışlar artarak.

 

Ay kız, Hatice sultanın hâli hâl değil. Biraz sonra uçan terlik yersen hiç şaşırma.

 

Kes sesini uğursuz iç ses, dedim ailemin deli olduğumu düşünmemeleri için içi sesime, iç sesimle karşılık verirken.

 

İç sesime nasıl iç sesimle karşılık verilir diye sormayın çünkü bende bilmiyorum.

 

Annemin, öldürücü bakışları hala diriliğini korurken, yavaşça yemek masasına doğru eğildim; gözlerimi kısaraktan da "Sormaya korkuyorum ama anneciğim, sen tam olarak n'için koşturup duruyorsun,' diye sormuş bulundum.

 

"Niye olacak, bugün gün var dedim ya?" Ne? Hatta sadece ne de değil, direkt Kerim Can gibi neğğğ diyorum. Benim kulaklarımda mı bir sorun var, yoksa annem gerçekten gün olduğunu mu söylüyor.

 

Eğer ciddi olarak bunu söylüyorsa çok komik, şaka olsun diye söylüyorsa hiç komik değil.

 

"Anne, yalnız senin kız gitti. Kendine gelmesi sabahı görür," diye ağabeyimi bir kaşık su da boğmak istedim.

 

Artık evlense de kurtulsak yahu.

 

Kesinlikle. Evlensin de ben de rahatlayayım, o da.

 

"Karışmayın, miniğime." Babam, ne zaman açıldığını dahi fark etmediğim dış kapının önünde durmuş, güler yüz ifadesiyle bizi izliyordu.

 

Babamı gördüğüm an, tüm stresim, bir anlığına su misali akıp gitti.

 

Hızlıca oturduğum yerden kalkıp, babamın yanına koşturdum. Dün erken uyuduğumdan, bugün de geç kalktığımdan babamı görememiştim. Ve şimdi... Onu gördüğüm için o kadar mutlu oldum ki anlatamam.

 

"Hoşgeldin, baba." Dedim elini öperek. Babam, elini öpmemle saçıma küçük bir öpücük bırakıp geriye çekildi.

 

"Hoşbulduk kızım ama hemen çıkmam lazım. Dükkanın anahtarını unutmuşum, dedim gidip bir alayım, hazır gitmişken de güzle kızıma günaydın diyeyim. Nasıl, iyi etmiş miyim?" Bu da soru mu ya? Tabi ki çok iyi etmiş. Hem zaten, babam gelmese ben okul çıkışı onun yanına uğrayacaktım.

 

"Çok iyi yapmışsın baba, sen anahtarı al. Ben de daha fazla okula geç kalmadan gideyim."

 

"Sahi, sen niye bugün okula geç gidiyorsun," diye bir anda ortaya atladı ağabeyim.

 

"İngilizceci doğum iznine çıkmış, bu yüzden de müdür, ingilizce dersine geç gelebileceğimizi söyledi." Katiyen yalan. Çünkü bu söylediğimin aksine müdür, okula tam saatine gelmemiz gerektiğini ve boş dersleri test çözerek değerlendirmemiz gerektiğini söylemişti. Lakin bunu, annemlerin bilmesine gerek yok öyle değil mi?

 

"İyi madem, hadi gel ben seni bırakayım," dedi ağabeyim sandalyeden kalkıp yanıma doğru gelirken.

 

Ağabeyim yanıma geldikten sonra babama başıyla selam verdi. Onlar kendi aralarında konuşmaya başlarken ben de hızlıca odama geçip, çantayı elime alıp odadan çıktım. Ağabeyim beni geldiğimi fark edince "Biz çıkıyoruz, bir şey ister misiniz?" Diye sordu.

 

"Dikkatli olun." Annemle babamın aynı anda verildiği yanıtla, babam, başını hafifçe yana eğerek anneme doğru höz kırpıp gülümsedi. Ağabeyimle aynı anda birbirimize tuhaf bakışlar atmaya başladık. Çünkü biz, romantikliğe bayılırız(!) Ama bu bayılma, iyi yönden değil, kötü yönde bir bayılma eylemi.

 

Yüzümüzü buruşturarak ayakkabılarımızı ele alıp, dış kapıyı açıp dışarı çıktık. Ayakkabıları yere bırakıp, ayağımıza geçirdikten sonra yapışık ikizler gibi yine aynı anda doğrulduk. Ağabeyim evin kapısını kapattıktan sonra sessizce binadan çıktık.

 

Dedikoducu tayfanın iş başında olması artık beni şaşırtmıyordu. On yedi buçuk yıldır aynı mahallede olmak ve aynı mahalle sahipleriyle içli dışlı olmak nasıl gurur verici (!) Ne de olsa bizler, akrabalara ölüp bitenlerdeniz(!)

 

"Mehmet, oğlum nasılsın?" Zeytin teyzenin bağırış ile düşüncelerimden sıyrılıp başımı, yukarı kaldırdım.

 

"Allah'a şükür Zeytin teyze, sen nasılsın?" Dedi ağabeyim kibarlığa bürünerek. Bu adam da maşallah yani, evde hanzoyken dışarıda nazoya dönüşüyor.

 

"İyi oğlum, hadi ben sizi tutmim."

 

"Sağol teyzem ya." Benim bağırmam ile Zeytin teyzenin bakışları, ağabeyimin üzerinde ayrılıp beni buldu.

 

Zeytin teyze ve diğer teyzelere el sallayıp, koşar adımlarla bahçeden ayrıldık. Yoksa, dur şunu diyeyim, bunu diyeyim derken bizi çeneye tutacaklardı.

 

Sıradan, gereksiz sohbetleri ederekten ilerliyorduk ki, arkada duyduğum "Mami," sesi ile durmak zorunda kaldık.

 

Gökhan ağabeyim, tüm heyetini gözlere sokmak istermiş gibi koşaraktan yanımıza geldiğinde, o'nu şöyle bir tepeden tırnağa kadar süzmeye koyuldum.

 

Gökhan ağabey, hani iri yarı diye bahsedilen adamlar olur ya, hah işte tam olarak öyle bir cisme ve öyle bir auraya sahip. Uzun boyuna ve esmer tenine yakışır kara iri gözlere, kara kaşlara ve saçlara sahip. Bu sert duruşunun aksine ise, belki çok klişe gelecek ama, çok iyi bir kalbe sahip.

 

"Bücür, n'aber," dedi Gökhan ağabeyim saçlarımı karıştırarak. Umurumda olmasa da umursuyormuş gibi görünmek adına elini itip saçımı düzeltmeye başladım. Bir yandan da söylenmeyi ihmal etmiyorum tâbi.

 

"Of ya, saçımı bozdun. Senin yüzünden kimse bana bakmayacak." Asla öyle bir niyetim yok, sırf gıcıklık olsun diye öyle dedim.

 

"Benim kardeşime kimse bakamaz," dedi Gökhan ağabey, zaten çatık olan kaşlarını daha da çatarken.

 

"Hadi ya, siz bakarken iyi ama. Sizi kızlara bakın ama bize gelince kimse bakmasın öyle mi? Çok beklersiniz. Eğer bize bakılmasını istemiyorsanız ilk önce siz gözlerinize sahip çıkacaksınız," dedim elimin tersiyle saçımı geriye doğru savurup, yüzüme muzip bir ifade takınarak.

 

"Biz bakmıyoruz zaten."

 

Yalandan gülüyormuş gibi yaptım.

 

"Peki bu dediğinde sen inandın mı? Allah aşkına ağabey, sadece sizin için değil, tüm erkekler için bunu diyorum. Şuradan iki tane mini etek giymiş kız geçse, mini eteği boş ver. Şurada iki tane sıradan kız geçse kızlara bakmaz mısınız?"

 

Bir iki saniyelik bekleyişin ardından cevap gelmeyince gülümsedim.

 

"Bende öyle düşünmüştüm." Gökhan ağabeyim gerçekten çok iyi birisi ama bu, o'nun kıskanç olduğu gerçeğini değiştirmez. Dediği gibi belki bakmıyor ya da bakmamaya çalıyordur lakin; bu o'na başkasına karışma hakkını tanımıyor. Bu kişi annesi bile olsa.

 

Kimse kimsenin üstü değil ve kimse de kimseye hüküm sürme hakkına sahip değil. İlk önce yerimizi, sonra da dilimize ve gözümüze sahip çıkmayı bileceğiz.

 

Yolun geri kalanın da ağabeyimle yine, buna benzer konular hakkında tartışmaya başladık. Beni bu tartışmadan kurtaran ise pek sevgili okulum oldu. Okula vardığımda hızlıca ikisine de görüşürüz diyerekten el salladım ve bahçeye girdim.

 

Güvenlikçi ağabeyin bana attığı sen ne ayaksın bakışları altında okul binasına girip, sınıf katına çıktım.

 

Koridorun başına kadar gelen seslerin kaynağını elbette ki biliyorum. Bu ses, canım sınıfımın canım öğrencilerinden geliyordu.

 

Adımlarımı hızlandırıp, sınıfın kapısı tabiri caizse ahıra girer gibi açıp, içeri girdiğimde herkesin, halay çektiğini gördüm. Tek bir kişi hariç, o da şaşmaz isimlerden biri olan Selin'di.

 

Kız, dünya yansa umrumda olmaz modunda, tüm dikkatini önünde ki test kitabına vermişti. Tam o sırada dün geceden beri telefonu elime almadığım, ve beni apar topar evden sürükleyen ağabeyim yüzünden telefonu evde unuttuğumu hatırladım. Bu hatırlama ise mental sağlığım için hiç iyi olmadı.

 

Telefonumun canım olduğunu söylemiş miydim? Söylemediysem eğer söylüyorum. Telefon benim için can demek. Sıkı sıkıya sarıldığım bir kol, sığındığım liman demek.

 

İkizler burcu olmamdan kaynaklı olsa gerek, yine bir anda duygularım değişmeye başladı. Sonuçta telefonum yoktu benim? Nasıl mutlu olabilirim.

 

Tam mutsuz olacağım derken ne olsun istersiniz? Bir anda şemmamme açıldı ve ben, o anda tüm stresimi unutup, kendimi Dilara'nın elini tutarken buldum. Bir yandan halay çekiyor diğer yandan da dingonun ahırında halay çekiyormuş gibi "Heyt Heyt," diye bağırıyorduk. Bizim bu coşkulu halimize alışık olan sınıf ehli de bizimle birlikte coşmaya başladı.

 

On dakika sonra hepimiz bitkin bir halde yerlerine geçerken, ben, terlediğimden ve kızardığıma emin olduğumdan sınıftan çıkıp, koridorun sonundaki tuvalet doğru ilerledim.

 

Tam, daha doğru dönüyordum ki, bir bedene çarpmam ile geriye doğru sendelendim. Sendelenmem ile birlikte de ağzımdan ufak bir çığlık firar etti.

 

"Çok özür dilerim," dedi tanıdık ses. Uğursuz Uğur'un sesi ile başımı yerden kaldırıp, yüzüne doğru bakarak konuştum.

 

"Yemin ederim ki, artık yaz dizisinde olduğuma inanmaya başlayacağım. Bu ne ya, her yerde karışma çıkıyorsun. Bir de arkada işimde gücümde - sağımda solumda ah her yerde sen açılsa tam olacak."

 

"Geçen de yaz dizisi dedin ama yemin ederim ki, hiçbir şey anlamıyorum," dedi masumane bir ses tonuyla. Sesi o kadar ince ve zarif çıkmıştı ki, saniyelik bile olsa içim yumuşacık olmuştu.

 

"Boş ver..." Dedikten sonra dünden beri aklımda dönüp dolaşan ama sizlere yansıtmadığım bir şeyi yaptım.

 

"Özür dilerim. "

 

"Özür dilerim."

 

Ikimizin de dudaklarının arasında çıkan sözlerle birbirimize, hayret, şaşkınlık ve adını bilmediğim bir duygu ile bakmaya başladık.

 

Aramızda sürüp giden, sessizliği bozmak amacıyla sessizce yutkunup" N'için?" Dedim. Sesimin içime kaçmasına lanet ederekten.

 

Uğur, elini ensesine atıp, ensesini kaşıyarak "Dün, sergilediğim tavır hoş değildi. Ne olursa olsun, hiç kimseye bu şeklide çıkışmamalıydım." Dedikten sonra elini ensesinden çekip "Sen... Sen n'için özür diledin?" Diye sordu.

 

Bakışlarım ile, Uğur'un üzerinde mekik dokurken ellerimle oynamaya başladım.

 

"Ben de, ne olursa olsun seni pataklamamalıydım. Nasıl ki, bir kadın şiddeti hak etmiyorsa, bir erkek de sinirin kurbanı olmayı ve şiddeti hak etmiyor. Çünkü; cinsiyet, dil, din, ırk ayrımı yapmaksızın hiç kimse ama hiç kimse şiddetin kurbanı olamaz/ olmamalı. "

 

"Tıpkı, kedi ve köpeğin ezilmeyi, gül ve çiçeğin de koparılmayı hak etmediği gibi," dediğinde onaylar biçimde başımı hızlıca aşağı yukarı doğru salladım.

 

"Kesinlikle. Dün benim yaptığım şey de, tamamen sinirden di. O yüzden kusura bakma lütfen."

 

"Sorun değil."

 

Ikimizde birbirimize bakıp gülümsemeye başladık. Karakoldaki tanışmadan sonra, ilk defa birbirimizle doğru düzgün konuşmaya başladık .

 

Yüzümüzde ki tebessüm, canlılığını korurken yavaşça geri geri çıkmaya başladım. Tuvaletin kapı kolunu kavradıktan sonra başımı, selam veriyormuş gibi eğip içeri geçtim. Vereceği karşılığı beklemeden kapıyı kapattım.

 

Bir iki adım öne çıktıktan sonra başımı kaldırıp aynaya baktığımda az daha dilini yutuyordum. Allah'ım bu ne? Halay çektiğimde yüzüm kıpkırmızı, saçım ise kavgadan çıkmak gibi dağılmış vaziyette.

 

Bir de ben, bu halimle Uğursuz Uğur'la konuştum öyle mi? Aferin Dilan sana, daha fazla nasıl rezil oluyorum diye sakın düşünme. Çünkü sen, bugün, en rezil halini ilk önce sınıfına sonra da Uğur'a gösterdin. Aferin. Gerçekten bravo.

 

Öfkeden deli dana gibi etrafta dönerken tuvaletin kapısını açılması ve içeriye erkek girmesi ile çığlık attım. Bunun ne işi var burada.

 

"Sen, ne yapıyorsun burada?" Dedi on iki olduğunu bildiğim, lakin adını bilmediğim çocuk.

 

"Asıl senin ne işin var?" Bu çocuğun başına taş düşmüş olmalı. Hem kızlar tuvaletine giriyor, hem de hesap soruyordu öyle mi? Hah, ne kadar da komik.

 

"Sanırım okuman yazman yok. Bence sen ilkokulu biri tekrarla. " Dediğinde anlamayarak yüzüne baktım.

 

"Diyorsun ki, yanlış tuvalettesin ve müsaade edersen yakışıklı suratıma bakmak istiyorum," demesiyle kan akışının ters bir yöne saptığını ve kanların da yangımda biriktiğini hissettim.

 

Daha fazla rezil olmam mı demiştim? Kesinlikle çok büyük konuştum ve bundan sonra büyük konuşmamam gerektiğini zihnimin bir köşesine not ettim.

 

Çocuğun hala, çapkın bir edayla yüzüme baktığını görünce hızlıca tuvaletten çıkıp, kızlar tuvaletine geçtim. Birkaç gözün üzerime çevrilmesine aldırış etmeden aynanın önünde geçtim. Hafifce musluğa doğru eğilerek musluğu açıp, yüzme art arda su çarptım ve içimden defalarca kez bazı şeyler kalbe, hiç iyi gelmiyor diye tekrar edip durdum.

 

BÖLÜM SONU. 🤍

 

Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

 

Dilan ve Uğur'un diyalogların nasıl buluyorsunuz?

 

Peki sonradan dahil olan erkek karakteri sevdiniz mi? Sizce daha fazla yer almalı mı?

 

Ve sonradan dahil olan erkek karakterin adı ne olsun?

 

Babaları ile aralarında ki ilişkiyi nasıl buldunuz?

 

Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın.

 

Sevgilerle. ❤️

 

Instagram &Twitter=

Aycelebininhikayeleri

Bölüm : 08.02.2025 21:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...