
8. Bölüm
Hayat, kargaşalar içinde sürüp giden, herkesi bu kargaşayla dolu dünyaya bağlayan hayat.
Ölüm dediğin nedir gülüm? Zor olan yaşamak,yaşatabilmektir. Demişti Adnan Yeşiltaş. Ne kadar da dokunaklı bir söz öyle değil mi? Herkes ölmek, ölümden korkutuğu halde bir an önce bu dünyadan göç etmek ister.
Peki bizler, ölümü dilediğimiz kadar yaşamı diledik mi? Yaşamak için kendimize bir sebep verdik mi? Tüm karamsarlığı üzerimize toplayıp bir tarafa çekilirken, neden o anı güzelleştirmeye çalışmadık.
Üzüldün mü? Üzüntünü, sonradan mutlu olacak şekilde yaşa. O anın senin için, geçmişe dönüp baktığında, kötü bir an olarak kalmasına izin verme.
Bunların hepsi ama hepsi senin elinde. Geçmişi unutmak da, geleceğe yol vermekte...
Neden bir anda bunu söylediğimi merak ettiğiniz değil mi?
Stefan Zweig, beni tüm bu düşüncelere bu adam itti. Daha önce hiçbir kitabını okumadım, okumak istemedim, lakin az önce, edebiyat hocasının Stefan Zweig'ın hayatını anlatmasıyla bir anda kitaplarını okuma istediğiyle yanıp kavruldum.
Intihar ederken, yanına eşini de alan adamı ve intihar mektubunu son satırına 'Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.' yazan yazarı kim merak etmez ki?
Çıkışta, kitapçıya uğramam gerektiğini aklımın bir köşesine not edip, bir ders önce yaşadığım olayı düşünmeye başladım.
40 Dakika önce.
Telaşla, tuvaletin içinde bir durmadan dönüp dolaşırken, işaret parmağımın tırnağını da dişlerimin arasına hapsedip, tırnaklarımı bir kedi misali kemirmeye başladım.
Gelen gidenlerin delici bakışlarına maruz kalsam da, nihayet zil çalabilmişti. Normalde su gibi akan zaman, bana inat bugün durmuş gibiydi. Ya da ben çok telaşa kapıldığım için öyle hissediyorum.
Öğretmenler zili de çaldıktan sonra, daha sakin ve daha normal durduğuma kanaat getirerek tuvaletten çıktım. Sessiz olmaya özen göstererek birkaç adım atmıştım ki, duyduğum ses ile durmak zorunda kaldım.
"Dilan?" Hay Dilan'ınız batsın em mi?
Oğuz'un soru barındıran ses tonuyla arkamı dönüp, yalandan da olsa yüzüme bir gülücük yerleştirdim.
"Efendim, Oğuzcuğum?"
"Ağabeyim gördün mü?" Ay, yoksa bu bizi gördü mü?
Görmemiştir kız, hem görmüş olsa niye sana sorsun ki? Direkt ' Ağabeyim nereye gitti' diye sormaz mıydı?
İlk defa iç sesimin doğru söylediğine inanmak istedim. Ve umarım iç sesim haklıdır.
"Yok," dedim. Sesimin stabil çıktığına emin olduktan sonra ise konuşmaya devam ettim. "Neden ki? Bir sorun mu var?"
"Ha, yok. Okula geçmeden önce babamın yanına uğramış da, biz de dersteyken bana 'tuvaletin olduğu tarafta gelir misi' diye mesaj atmıştı. E haliyle hoca da izin vermeyince..." dedikten sonra bir müddet durdu. Yüzü şekilden şekle girerken elini alnına götürüp "Öyle işte," dedi çekingen bir ses tonuyla.
O tüm bunları anlatırken ise benim takıldığım iki nokta oldu; birincisi şu, bu adamın babası burada mı çalışıyor? Ikincisi ise, bunlar gerçekten kayıt oldular mı şimdi? Nasıl ya. Lütfen biri çıkıp bunun bir kamera şakası olduğunu söylesin.
"Uğur'un, daha doğrusu sizin babanız burada mı çalıyor?"
"Evet, hani yeni müdür yardımcısı varya. Işte o bizim babamız. "
Allah'ım delireceğim. Kel olmaya yüz tutmuş yaşlı müdür yardımcısının oğulları bunlar mı? Ay duyda inanma.
Nasıl olur ya? Uğur ciddi ciddi işkolik müdür yardımcısının oğlu mu? Baba öyleyse -çok önyargılı olmak iyi değil ama illa kan çekiyor- Uğur da mı işkolik biri.
Kibar bir beyefendi olma nedeni bu mu yoksa?
N'alaka ya, saçmalama sen de. Bir insan işkolik olmadan kibar olmaz mı yani?
Iç sesim bugün ikinci kez haklı. Işkolik olmakla kibarlığın ne alakası var? Kesinlikle ben çok farklı düşünüyorum.
"Ay ay ne güzel ne güzel, ne kadar mutlu oldum anlatamam," dedim sevinmiş gibi yaparak. Oysa ki içimde zerre kadar bir sevinç duygusu yoktu. Çünkü, en başta da dediğim gibi benim o adam kanım ısınmadı. Yani bir türlü sevemedim. Hem bir insan, diğer bir insanı sevmek zorunda değil öyle değil mi?
"Oldu o zaman, ben Sene ile Semi'ye bi' sorim. Belki onlar görmüşlerdir."
"Iy, o ikiz bozuntuları da mı burada?"
"Evet," dedikten sonra durup "Görüşürüz," diye devam etti.
"Güle güle."
Ikimiz de sessize sınıfa doğru ilerledik. Ben, kendi sınıfıma geçtiğimde Oğuz daha ilerliyordu. Demek ki sınıflar birbirine yakın değil.
Hocadan özür dileyip hızlıca yerime geçtim, hocanın bakışları üzerimden ayrıldığında Dilara'ya çevirdim bakışlarımı. Ve sessiz olmaya özen göstererek "Bizim çatlaklar burada," dedim.
Dilara da, tıpkı benim gibi fısıldamaya başladı.
"Hani şu gece yarısı mahalleyi ayağa kaldıran manyaklar vardı ya. Işte onlar."
"Oha," dedi. Yanlız bunu diyince sesi istemsizce yüksek çıkmış ve hoca, elinde tuttuğu kırmızı tahta kalemiyle bizi doğru dönmüştü.
Dilara, hocadan özür diledikten sonra tekrar bana dönüp "Burada ne yapıyorlar?" Diye sordu.
Ee, benim kankam bana çekmeyecek de kime çekecek?
"Yeni gelen kel müdür yardımcısı varya. Heh, işte onun veletleriymiş bunlar."
"Desene bundan sonra gözümüz gönlümüz bayram edecek. " Ona sen ne diyorsun bakışı attım.
"Ne alaka lan?"
"Salak, bunlar yunan heykeli gibiler. Her gün açıp bir ünlünün fotoğrafına bakacağımıza, gözümün önünde ki mankenlere bakıp inceleriz."
"Ya, acaba seni küçükken çok mu düşürmüşler," dedim kafasına hafife vurarak. Tamam, yakışıklıya bakılır da bu kadar da çok bakmak, cehenneme bileti almak gibi bir şeydi.
"Yok da..." Derken sözünü kesen şey, canım hocamın bülbül gibi öten sesi oldu.
"Dilara ve Dilan, dışarı. Sohbetiniz bittikten sonra gelirsiniz."
Şimdi...
Gelip geçen onca dersin sonunda nihayet, çıkış zili çalmıştı. Ve ben ilk defa, dikkatinizi çekerim ilk defa diyorum, sakin bir şekilde hazırlanmaya başladım.
Duyan da bavul hazırlıyor sanacak.
Bavul olmasa, içinde bilgi yığılımı olan bir defteri kaldırmak zor oluyor.
Defteri çantayı koyduktan sonra, sınıfın kapısının önünde beni bekleyen Dilara'ya doğru ilerledim.
Koluna girip, salına salına merdivlerinden inmeye başladık. Ve ilk olarak binanın kapısından sonra da bahçe kapısından çıkıp salına salına, kitapçının olduğu semte doğru yürümeye başladık.
Yolu, yaptığımız dedikodu, eleştiri ve kavgadan son anda sıyrılarak bitirdik.
Kitapçının, ahşapla kaplı kapının önünde durup, şöyle etrafına bi' göz attım. Kapının önü, iki kişilik masa ve sandalyelerle doluydu. Ama öyle gelişigüzel durmuyor, aksine hepsi bir sıra halinde ve eşit ölçüde mesafe bırakılacak şekilde dizayn edilmişti. Kitapçının, buradan bile belli olan düzeni hayranlık uyandırıyordu doğrusu.
Kapının önünde ki üç basamağın üçü de beyazla kaplı, ama bu nasıl bir beyazlık... Bildiğiniz merdivler bal dök yala. Üstünde bir tene bile toz derseniz size yemin ederim ki, merdivlerinde bir tene bile toz ya da leke yok.
"Vav, vav, vav. Lan burası harika. Hatta harika az kalır. Burası bildiğin efsane," dedim ağzımın bir karış açık kaldığını ve daha da açılacağını hissederek.
"Oho, bu daha ne ki, sen bir de içini gör. Ama girmeden önce kızları bekleyelim de, kırk yılın başında bir kitapçıya uğrayan kankinlerinin halini görsünler," dedi Dilara eğlendiğini ve daha da eğlenceğini vurgulayan bir ses tonuyla. Kesinlikle haklı, sadece kapının önünde hayran halde ve o'nu eğlendiren bir halde isem içini gördüğümde ne olurum Allah bilir.
"Ay yetiştik mi?" Diyen seslerle birlikte bakışlarımı hayran olduğum kitapçıdan alıp, kızlara doğru çevirdim.
"Gelin gelin, yetiştiniz tabi," dedim heyecanla. Sesimin heyecanlı çıkmasına ben bile şaşırmıştım doğrusu. Düşüncesine derslerle en ufak bir bağlantısı olmayan kız, sırf merakından kitapçıya geliyor.
Inanılacak gibi değil ama maalesef gerçek.
Esra, Asuman, Zeynep ve Dilara ile birlikte, dikkatlice içeri adım attığımızda size bugün içerisinde ikinci kez yemin ederim ki böyle bir güzellik yok.
Içeriye adım attığın an, gözüme çarpan ilk şey bembeyaz duvarların üzerinde ki renkli çizimler ve tavandan sarkan göz yormayan abajurlar oldu.
Sıra sıra dizilmiş büyük kitap rafları, rafların hemen yanlarında olan sandalye ve masalar oldu. Ne kadar övsem az ama kesinlikle çok güzel bir yer burası.
Hayran hayran etrafı süzdükten sonra kitapların arasında dolaşmaya başladım. Kızların üzerimde ki bakışlarını görmezlikten gelerek Stefan Zweig'ın kitaplarının olduğu bölüme geçtim.
Dikkatimi çeken 'Olağanüstü bir gece' kitabı ile 'Bilinmeyen bir kadının mektubu' kitabını alıp kasaya ilerledim. Kasada ki görevli kız, bizim geldiğimizi görünce genişçe gülümsedi.
"Hoşgeldiniz," dedi parlak dişlerini göstererek. Yüzü ve mimikleri o kadar tatlı ki, kıza hemencecik kanım ısındı.
"Hoşbulduk, ben bu iki kitabı almak istiyorum."
"Tabi," diyerek elimde ki kitapları alıp barkodunu okuttu. Kitapları, üzerinde kitap evinin ismi ve logosu olan bir poşete koyarken, tatlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
"Kitap zevkin harika. Eminim ikisini de çok sevecek ve yanında ayırmayacaksın."
"Aslında biliyor musun?" Dedim sır veriyormuşcasına kısık bir ses tonuyla. Kız, poşeti tezgahın üzerine bıraktıktan sonra yüzüme doğru eğilip "Bilmiyorum," dedi haklı olarak.
"Aslında ben kitap okumayı da, okula gitmeyi de seven biri değilim. Sadece Stefan Zweig'ın hayatı beni etkilediği için kitaplarını almak istedim."
Söylediğim sözlerin ardından kız, küçük bir kahkaha attı.
"Desene sen de Faruk gibisin." Kimi kastettiğini bilmediğimden boş boş yüzüne baktım.
"Arkadaşının süzdüğü çocuk," dediğinde hızlıca arkamı dönüp, Dilara'ya ve süzdüğü çocuğa baktım. Dilara, yiyecekmiş gibi çocuğu süzerken çocuk, oralı bile değildi. Kısacık Dilara'yı takmıyordu bile.
"Heh işte, senin de baktığın bu buzlar devi tam olarak kitap katili."
"Nasıl?" Diye kıza dönüp yüzüne baktım.
"Basbaya işte, kitap kolileri geldiğinde kolileri taşıyışını ve afedersin ama ayı gibi yere atışını görsen, dersin ki bu adam katil."
Buranın sahibi kesinlikle manyak olmalı. Kitaplara hasar veren birini ne diye yanında çalıştırıyorsa artık...
Çok doğru valla, hele kitap aşıklarını düşünmek istemiyorum bile. Mesela Zeynep... Zeynep kolileri atışını görsen kesin kıyamet koparırdı.
"Madem bu deli, ne diye çalışıyor ki?"
Elini boş ver dercesine salladı ve tam bu sırada kız, başka bir müşteri ile ilgilenmeye başladı.
Bizim grubun masalardan birine oturmuş beni izlediklerini görünce elimle kalkmaları için işaret verdim.
Dilara, işaretim ile oflamaya başladı. Tüh, onu güzel manzarasından alıkoyuyoruz değil mi?
Nasıl üzüldüm, nasıl yıprandım anlatamam.
"Yalnız, kitaplara bir bakışın var... Efso," dedi Esra ıslık çalıp başını iki yana doğru sallayarak.
"Ne o, yoksa bana aşık mı oldun?" Dedim dışarı çıkıp, gülerek.
"Sana değil ama, seninle aynı kanı taşıyan adama neden olmasın," dediğinde kahkaha attım. Ah şu bitmek bilmeyen mesele.
"Yüz vermiyor değil mi odun?"
"Aman, ikisi de birbirinden öküz," diyerekten araya girdi Zeynep. Eğri oturup düz konuşmak lazım. Benim iki ağabeyim de odun olduğundan ellerinin tersiyle kısmetlerini bir köşeye atıyorlardı. Sonra da mırın kırın edip, annelerin ellerinden kurtulmaya çalıyorlardı. Ne güzel, tutsalar kızın elinden, annelerin karşısına çıkıp 'Bu sizin gelininiz' deseler ölecekler miydi?
Ama yok, beyefendiler keyiflerine düşkünler de, pişman olacakları günü dört gözle bekliyorum. Ve işte tam o sırada iş işten geçmiş, kızlar elden gitmiş olacak. Ama işte... Son pişmanlık kime ve neye fayda etmiş ki bizimkilerine etsin.
Asuman'ın "Kendileri kaybeder," demesiyle düşüncelerimden ayrılıp, tekrardan muhabbete dahil oldum.
"Aynen, boş verin. Vallahi çıtır gibi kızlarsınız. Elinizi sallasanız ellisi."
"Doğru," dedi Dilara ve bakışlarını tekrardan arkaya doğru çevirdi.
Furkan denen çocuğun bakmamasını kaldıramıyor tabi.
Biz koyu bir sohbet içinde mahalleye giriş yaptığımız, karşımızda bize doğru gelen grubu fark ettik.
Uğur, bizi görmesiyle yere vurarak sektirdigi topu tek eline alıp durunca diğerleri de bize döndü ve biz, o an hiç beklemediğimiz bir görüntüye şahit olduk. Çünkü Asuman, kızıl saçlı adama doğru hızlıca koştu ve adam, itiraz bile etmeden kollarının Asuman'a sarıp "Sevgilim," dedi.
İnanmazsınız ama burada bulunan herkes, koro halinde "Ne," diye adeta cırladık. Hatta o kadar şaşkındık ki, Uğur'un elinde ki top düşüp, kendi yolunu çizmeye başladı.
BÖLÜM SONU. ❤️
Bölüm hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Asuman ile kızılın sevgili çıkmalarını bekliyor muydunuz?
Dilara'nın bu kadar çapkın olması peki?
Müdür yardımcısının babaları olması?
Dilan'ın da müdür yardımcısını sevmemesi? 😂
Şimdilik bu kadar kendinize iyi bakın, mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın.
Sevgilerle. 💝
Instagram &Twitter = Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |