
UĞUR’DAN
Dilan'ın cevabını almadan önce, biraz da Uğur'un hislerini sizinle paylaşmak istedim.
Içten istenilen her şey bir zaman sonra
gerçeğe dönüşür diye söz vardır ya hani. Ve bizler, en çok kendimizi o sözlerle avuturuz ya, hah. Işte benim de en büyük dileğim bu, Dilan'ın, Dilan'ımın beni sevmesi.
Ne zamandan beridir bu istek beni tesiri altına aldı inanın hiç bilmiyorum. Ama sanki... Sanki doğduğumdan beridir istediğim tek şeyin Dilan'ı beni sevmesiydi.
Sabah ezanı okumadan beş dakika önce uyanmış, abdestimi alıp, ezanın okumasını bekledim. Ezan okuduğunda ise ellerimi semaya doğru kaldırıp, içimden gelen her şeyi Allah'a anlatmaya başladım.
Hani derler ya, anlatacak kimsen yoksa aç elini Allah'a anlat...
Benim, içindeki duyguları anlatacak ailem, kardeşim ve arkadaşlarım olsa da, duygularımı, dertlerimi ve tasalarımı en çok Allah'a anlatmayı, bana bir yol göstermesi için ona dua etmeyi seviyorum.
Ezan bittikten sonra dolabın üzerinden ki seccadeyi elime alıp, yere serdim. Ve
namaza başlama duamı da ettikten sonra namaza durdum.
Iki sünnet ve iki farzı kıldıktan sonra seccadeyi katlayıp, tekrardan yerine koyup, namaza kalkmaları için telefonla annemle babamı aradım.
Birkaç çalışın sonunda telefonu kapattığımda zaten annemle babamın da sesi duyulmaya başlamıştı. Babamın, Oğuz'u kaldıracağını bildiğimden yatağa uzanıp, bugün yaptığım şeyi belki de ellinci kez doğruluk payını düşündüm.
Dilan'a o çikolata kutusunu almam, daha sonra ise sarf ettiğim sözler ne kadar doğruydu? Ben, bu yaptığım davranışı kendime yakıştırmazken bir de Oğuz'u ortaya katman... Hiç hoş olmadı.
Oysa ki buraya geleli daha üç gün olmuştu ve ben, bu üç gün içerisinde Dilan'ı önceden sevdiğimi ne kadar belli etmek istemesem de belli etmiş, hatta bazı günler- ki bu üç gün içerisinde- her an ve her dakika dibinde bitmiştim.
Evet evet, Dilan'ı, bundan neredeyse dört ay önce görmüştüm. Gördüğüm an ise o, kalbime bir kor misali düşmüştü. Bu koru söndürmek de ne yazık ki pek mümkün olmamıştı.
Dilan'ı nerede gördüğüme gelecek olursak o'nu, Asuman'ın fotoğrafında görmüştüm. Daha doğrusu Berk, annesine, Instagram hesabından Asuman'ın fotoğrafını gösterirken ben de göz ucuyla bakmıştım. O an, o gördüğüm yüz kader miydi, yoksa Allah'ın bana gösterdiği bir yol muydu bilmem, bir anda yerimden doğrulmuş ve kendimi fotoğrafa bakarken bulmuştum. Hatta, en başında Dilan'ın Asuman olduğunu düşünmüştüm.
Ta ki annesi Dilan'ı sorana kadar.
"Bu kız kim annem?"
"Bilmiyorum, arkadaşıdır herhalde," diyerekten umursamaz bir tonla konuşmuştu. O an, içimde tarifi zor bir duygunun yeşerdiğini hissetmiştim.
"Hayırdır lan, sen kızlara bakar mıydın?" Diyen Sene ve Semi'nin ağzına da oyuncak olmuştum.
Ama aldırmadım ve tekrardan yerime oturup, Instagram'ı yükledim.
Üç yıldan beridir artıp duran ve sürekli atılan mesajlarda dolayı hesabımı kapatmadan Instagram'ı silmiştim.
Çünkü, çıktığım ilk maçtan itibaren takipçi sayımın bu denli artacağını ne ben, ne de çevrem tahmin ediyordu.
Işte o gün Instagram hesabımı tekrar açmış ve Berk'in takipçilerinden Asuman'ı bulup, Asuman'ın da takip ettiklerine girmiştim.
Takip ettiklerini arasında dolaşırken Dilan'ın Instagram hesabını hiç zorlanmadan bulmuştum. Zorlanmadan bulmamın nedeni, profilini koyduğu harikulade ve oldukça çekici fotoğrafı da olabilir.
Çünkü profilinde sadece yüzü vardı. Hemde öylesine çekildiği belli olan ama bana dünyanın en güzel fotoğrafıymış gibi gelen bir yüzdü.
Onu sevmem dört ay öncesini almış olsa da sonrasında her şey tamamen kaderin elindeydi.
Bir anda transfer olmam, sonrasında çocukların sarhoş olması ve sanki başka bir yer yokmuş gibi Dilan'ın pencerenin altına olmaları, karakolda karşılaşmamız her şey ama her şey kaderdi. Çünkü ben, buraya geldiğimde Dilan'ı bir tek Berk'le Asuman buluştuğunda görürüm sanmıştım ama işte kader. En güzel kaderim.
Bugün aldığım çikolata kutusu ise sanırım benim, kaderime yaptığım bir teşekkürdü. Lakin Dilan, bunu bir süre bilmeyecekti.
Düşüncelerim ve geçmişi anımsamakla ne kadar vakit geçirdim bilmiyorum lakin beni bu düşüncelerden sıyıran şey kapımın iki kere, art arda tıklanması oldu.
Yattığım yerden doğrulup, kapıya ilerledim. Kapıyı açtığım an, annemin nur yüzlü suratı karşımda belirdi.
Hemencecik, anneme sarılıp, anne kokusunu içime çektim. Bu dünyadaki en güzel korkulardan birisi anne kokusu, diğer ise sevdiğinin kokusu. Şahsen ben, dünyada ki bütün çiçeklerin Dilan'ın üzerine açtığını düşünüyorum. Çünkü bu kadar güzel kokuyor olmasının başka bir açılması olamaz.
"Cennet kokulum, melek yüzlü annem."
"Oy, yavrum benim." Annem her iki yanımadan da öpüp, sıktığında gülümsedim.
"O, yine bensiz anne yavru sarılışı ha." Oğuz'un serzenişi ile annem, bu sefer Oğuz'a sarılıp, neşe dolu sesle konuştu.
"Deli oğlan seni."
"Deli meli diyorsun ama ben demesem benim varlığımdan haberiniz yok." Oğuz'un küskünce konuşması annemin yüzünün düşmesine neden oldu.
"Yavrum olur mu hiç öyle. Bir daha duymim."
Oğuz, annemin sesindeki üzüntüyü fark etmiş olmalı ki aniden kahkaha atıp, tekrardan anneme sarıldı.
"Şaka yapıyorum annem ya, sen meleksin melek. Vallahi bana melek ne diye sorsalar, düşünmeden annem derim, bazılarının aksin," diyerekten yan gözle bana baktığında elim çoktan ensesini bulmuştu.
"Kardeşim, hadi kahvaltımı yap da okul git. Sonra geç kalacaksın."
"Sanki sen gelmeyeceksin." Oğuz'un pervasızca konuşması ile ensesine bir kez daha şaplak attım.
*Ne oluyor?" Dedi annem kaşlarını sorgularcasına çatıp, Oğuz'un ensesinde ki elime ve Oğuz'un eğlenir yüz ifadesine bakarak.
"Gelinini görmeye gidecek."
"Yok bir şey annem." İkimiz de aynı anda ama farklı sözlerle konuştuğumuzda annem, kime inanacağını bilmez bir halde bize baktı.
Heyt be Oğuz, sana güvenende kabahat be oğlum.
"
Oturum bakalım kahvaltı masasına, yemek yediğiniz yerde konuşuruz," dedi annem eliyle yemek masasını göstererek.
Ben sessiz sedasız sandalyeye otururken Oğuz, az daha benim bu halime kahkaha atacaktı. Her ne kadar içimden sövmek gelse de günah olduğundan çenemi tuttum.
Annem masaya geçtiğinde, kurtarıcım olan telefon zil sesi ile hızlıca oturduğum yerden kalktım. Allah'ım, sana binlerce kez şükürler olsun.
"Sizlere afiyet olsun, ben okula kaçıyorum," diyerekten kapıya doğru ilerledim. Spor ayakkabıyı giydikten sonra "Selametle," diye bağırıp, kapıdan çıktım.
🕊️
Zaman, bir su misali akıp giden ve gittiğinin/ geçtiğinin asla farkına varmadığımız zaman. Bazen, öyle güçlü izler bırakıyor ki bizlere feleğimiz şaşıyor.
Gün içinde telefonu kaç kere açtım, kaç kere Instagram'a girip, Dilan'a mesaj atmak istedim inanın saymıyor.
Ama sabır sabır nereye kadar öyle değil mi?
Ben de sabrımın sonuna gelmiştim.
Dilan'ın bana attığı bakışlar, gözlerinde ki ferin aniden sönmesi, ve daha birçok şey... Onun, bakışlarının neye sebep ya da kimin sebep olduğunu anlamak adına, Dilan'a, aşağıya inmesine dair mesaj attım.
Içim içime sığmazken düşündüğüm tek şey, acaba bugün ona olan duygularımı anlatsam mıydı?
Bu düşünce, Dilan'la kavga etmemiz ve benim sesimi istemden de olsa birazcık yükseltmeme kadar sürdü.
Lakin Dilan'ın sarf ettiği son sözler.
"Dilan yok, Dilan yok, Uğur efendi. Sen, duygularından emin olana kadar, benim sana aşık olduğum kabul ettiğim gibi senin de bana aşık olduğunu kabul edene kadar Dilan yok."
O an, hayatımın en büyük şokunu ve aynı zamanda mutluluğunu yaşadığımdan, aptal gibi "Sen..." Demekle yetinmiştim.
Oysaki Dilan'ı kollarımı arasına almak ve "Sana sevdalıyım, gözüm senden başka kimseyi görmüyor, bir bilsen gönlümde ki yerini..." demek istemiştim.
Ama ben, daha bir şok atlatmadan bana ödlek demesi, lanet olası erkeklik gururumu öne çıkamış ve dilim ucunda ki tüm sevgi sözcüklerini bir anda geri itmek sorunda kalmıştım. Ki, Allah benim gerçekten belamı versin.
Oysa ki ne çok isterdim o gününün bizim için özel olmasın, ne çok isterdim ona, sevdamı haykırmayı ve ona sıkıca sarılmayı.
Belki o gün ben bir şey yapmadım ama Dilan ikimiz içinde hayatımın en güzel kavgasını yapmıştı.
O kavga esnasında bana, aşkını itiraf etmesi kulağımdan silinmiştir, adeta zihnimde o sözler dolanıp duruyordu.
Bu psikopatça bir düşünce de olabilir ama bana göre değil, sonuçta insan, sevdiğinden aşk itirafını ne zaman duyar ki? Belki arada sırada ama, ilk aşk itirafını gibi olmaz/ olamaz da zaten.
Ben içten içe sevinirken aniden kafama dank eden sözleriyle olduğum yerde irkildim.
Bana, onun yüzünü görmeyeceğimi söylemişti ve bu sesler benim, olduğum yerde sarsılmama neden oldu.
Durmasını ve ona olan bu delice sevdamı haykırmak istediğim ama Dilan'ın, bir anda arkasını dönüp gittiğini gördüm.
Bu öyle bir anki insan, pusulasını şaşırıyor. Rotası elinden alınmış bir mecnuna döndüm. Leyla'sı olmayan bir Mecnun, ya da az önce Leyla'sı tarafında kovulan bir Mecnun.
O an anladım ki insan, asla gururuna yenilmemeliydi. Çünkü bizler, gururumuza yenildiğimizde sevdiklerimizi kaybediyor. Her ne kadar istemden de olsa.
Seviyor musun? Sevdiğini sonuna kadar dile getir, aşık mısın, durma hemen aşkını itiraf et ki, sonradan aşkına geç kalma, ve ebedi pişmanlığa hapsolma.
Çünkü ben, bugün yapamadığım itiraf için, hayatımın sonuna kadar, aldığım son nefese kadar içimdeki ukte ve pişmanlık kırıntısıyla yaşayacağım.
Daha ilk saniyede bile içim bu kadar acıyor ve afedersiniz ama köpek gibi pişmanken, Dilan beni affetmediğinde ne halde olacaktım acaba.
Kahretsin, ve koca bir lanet olsun.
O gün, gece gündüze karışıncaya kadar ve güneş yeniden, tüm şaşalığı ile doğana kadar Dilan'ın penceresinin önünde bekledim.
Nedendir bimem ama, sanki ondan uzağa attığım her adım, bizim aramıza bir mesafe, koca bir kırgınlık çığı oluşturuyordu.
Annem arayana kadar Dilan'ın odasının altında oturdum. Annem aradıktan sonra ise, zorlukla ayağa kalkıp, içimdeki kırgınlık ve çökmüş bir omuzla evin yolunu tuttum.
Eve vardığımda kimseyle konuşmadan, ne halde olduğumu umursamadan odama geçip, kapıyı ardımdan kapatıp, kilitledim.
O günden sonraki bir hafta bir cenaze gibi geçmişti. Şu içmek dışında hiç bir şey yapmıyor, ihtiyacım olmadığı takdirde de odadan dışarı adım atmıyorum. Namazlarımı kılıp, Oğuz yanıma geldiğinde dertleşiyor ve Oğuz'dan akıl alıyorum.
Büyükler her şey bilecek ve herkese akıl verecek diye bir kaide yok. Bazen küçükler bize o kadar güzel örnek ve bizimle o kadar içten konuşurlar ki feleğimiz şaşar ve kendimizi bir anda sorgularken buluruz.
Oğuz'un, "Eğer kendinden ve sevda dediğin şeyden eminsen git konuş. Şu ana kadar kim gurur ile yaşadı ki sen yaşayasın, ya da gurur kimi yaşattı ki seni yaşatsın? O yüzden git ağabey, her şeyi ayaklarını altına al ve git. Sen, sevdiğin ile mutlu olmadıktan sonra, evde ölü gibi dolaşman kime yarayacak?" Demesi beni kendine getiren şey oldu.
Doğru diyordu, şu ana kadar gurur kimi yaşattı ki beni yaşatsın.
Hızlıca yataktan doğrulup, dolaba doğru ilerledim. Dolaptan gelişi güzel kıyafetler çıkardıktan sonra, Oğuz'un, odadan çıkmasıyla kıyafetimi üzerime geçirdim.
Hazırlandıktan sonra saçıma başıma çeki düzen verip, odadan çıktım. Annemin, öğle yemeğini hazırladığını görünce sessizce yanına yanaşıp, yanağına sulu bir öpücük bıraktığımda annem irkildi.
"Ay, ödüm koptu."
"Niye ödün koptu melek yüzlü annem."
"Bir anda öylecene, sessizce yanaşılır mı oğlum. Ben, yaşlı başlı kadımı. Ya korkudan öbür tarafa gitseydim."
"Allah korusun annem," dedikten sonra bir kez daha yanağına öpücük bırakıp, pişmekte olan sarmaladan bir tanesini elime alıp hızlıca ağzıma attım.
Ağzımın ısıdan yanmasıyla, elimle ağzımı kapatıp, ağzımı açtım.
Ateş, hem de ne ateş.
Isı geçtikten sonra sarmayı ciğneyip, buzdolabına doğru ilerledim. Buzdolabının kapağını açıp, içinden bir elma alarak buzdolabını kapattım ve elmayı yıkadım.
Elimdeki yıkanmış elma ile mutfaktan çıktıktan sonra dış kapıyı yürüdüm. Ayakkabılarımı giyip, mutfağa doğru "Hadi ben kaçtım, selametle," dedim ve hızlıca kapıyı kapatıp elmayı yiyecekten Dilanların evinin yolunu tuttum.
Bugün bazı şeyler gerçeğe kavuşacaktı. Tıpkı güneş ile gökyüzünün eninde sonunda kavuşacak olması gibi.
Bugün, eğer bir şansım varsa Dilan'ın kalbinde bir sevdanın filizlenmesine neden olacaktım.
Bugün, benim/ bizim için unutulmaz bir gün olacaktı.
Sevda, sevda öyle güzel bir duygu ki insanların neden durmadan dillerinde sevda sözleri ve türküleri dolandığını bugün daha iyi anlıyorum.
Sevda insanı yaşatan ve insanların duygularını yeşeren ve aynı zamanda sevda insanların gözünü kör edip, onları çıkmaz bir yola sokan.
Sevda öyle bir duygu ki, seven sevdiğine yanar,sevipte kavuşmayanlar, kavuşamadıklarından yanar ve bazen, içlerinde ki kavuşma hasretinden dağları deler, köylerde sevdasına türkü söylerler.
Tıpkı şu ana kadar kulaktan kulağa gelen aşk efsaneleri gibi.
Ama ben efsane olmak istemiyorum. Ben, bizzat insanlara efsanenin en alasını kavuşarak yaşatmak istiyorum. Ki, belki birilerine umut olur ve sevdalarına kavuşmaları için onlara yol oluruz.
Bugün, bugün değilse yarın, elbet bir gün biz de Dilanla bir yola başlayacaktı.
Eğer Dilan isterse efsane olacağız ama istemezse de efsanelere karışacaktık.
Ben, her şeyin cevabının Dilan'ın kanser gecesinde duyacaktım.
BÖLÜM SONU ⭐
Bölüm hakkında ki görüşleriniz nelerdir?
Uğur'un ağzından bölümü okudunuz ve ne hissediyorsunuz.
Peki, Dilan'ın cevabını ne olacak sizce.
Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın mutlu, huzurlu ve sağlıklı kalın.
Sevgilerle. 🕊️
Spoiler ve alıntılar için;
Instagram &Twitter Aycelebininhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |