2. Bölüm

1. Bölüm : Kırık Aynalar.

N A Z İ L E
aycicegiguzeli

"Bir rivayete göre melekler bir zamanlar insanlar arasında yaşardı.

İnsanlar arasında barış ve sevgi temelleri yeşertmişlerdi.

Ta ki onlar gelene kadar.

İblisler. Cehennem elçileri..."

 

⚖️

 

"Eva? Nerdesin sen!"

 

Adımı duymamla birlikte okuduğum kitabı artık gizli yerim hâline gelen ağacın altındaki boşluğa sakladım. Antrenman yapmam gerekiyordu fakat ben kitap okuma kararı almıştım. Dünyalıların böyle ilginç hayal dünyaları olması kesinlikle benim suçum değildi.

 

"Geliyorum!"

 

Bağırarak ayağa kalktığımda üzerimdeki kumu silkeledim. Ağaçların sık olduğu yerden ayrılarak bizim için yapılan kısma geldim. Etraf yeşillikti, burada tek sevdiğim şey doğayla iç içe olmamızdı. Alana geldiğim an üzerimde birkaç bakış yakalasam da fazla üzerimde durmadılar. Herkes tekrar işine devam ettiğinde derin bir nefes aldım. Ne yazık ki doğanın da tadını çıkaramıyorduk. Hislerim oldukça kuvvetliydi, üzerime doğru gelen enerji akınını hissettiğimde kendime kalkan yaptım. Görünmez güç kalkanıma çarptığı an hafifçe sendeledim, ucuz yırtmıştım.

 

"Reflekslerin kötü değil. Antrenmanlarını aksatırsan daha iyi olmayacak, biliyorsun." Luther'in ikazıyla birlikte mahçup bir şekilde gülümsedim.

 

"Üzgünüm," dedim samimi bir ses tonuyla. İç çekerek başını onaylamaz gibi iki yana salladı.

 

"Fazla dikkatsiz davranıyorsun, böyle devam edersen Seth'in gözüne batarsın."

 

Seth bizim kurucumuzdu. Denge Koruyucu'larını o seçer ve eğitirdi. Koruyucuların hepsi melezdi, şayet bende onlardan biriydim. Söylenenlere göre oldukça katı bir adamdı, çok sık görmezdim onu ama buna ihtiyacım olmadığı için de şanslıydım açıkçası. İblislerin ve Meleklerin birlikte olması yasaktı. Lakin koruyuculara da ihtiyaç duyulduğu için seçilen iki kişi birlikte olur ve bir melez doğardı. Ailemizin kim olduğunu öğrenmemiz de yasaktı, zaten öğrenebilmemiz de ne yazık ki mümkün değildi.

 

Hayattaki tek amacımız dünyaya gelmek ve birer koruyucu olmaktı. Bir hayatımız yoktu, olmamalıydı. Kulağa oldukça berbat geliyordu değil mi?

 

Luther'in bembeyaz olan saçlarına baktım. Saçları uzamıştı ve kesmeyi düşünmüyordu sanırım. Baş meleğin oğluydu, buna rağmen onda kibirin emaresi bile yoktu. Melekler arasında hükümdardan ve Zirve üyesinden sonra en yetkili kişinin oğluydu. Beyaz bir teni vardı, ela gözleri de bununla uyumluydu. Boyum kısa değildi fakat onun karşısında oldukça küçük duruyordum. Benden fazla antrenman yaptığı için vücudu oldukça gelişmişti.

 

"Daha dikkatli olacağım Luther."

 

Buna inanmadığını bakışlarından dâhi anlayabiliyordum. Gözlerini kısarak bana kınayan bakışlar attı, sen iflah olmazsın dercesine. Haklıydı, olmazdım.

 

Bir buçuk saat süren antrenmanın ardından bedenim hafiften yorulmaya başlamıştı. Genelde çok sık yorulmazdım ama sanırım eskisi kadar aktif değildim. Luther sanki bunu fark etmiş gibi omuzlarını düşürdü.

 

"Bugünlük yeter," ardından sadece benim duyacağım şekilde fısıldadı, "Ama sadece bugünlük Eva. Birileri kuytu köşelerde kitap okuduğunu görürse ceza alırsın." Hüzünle başımı salladım, nadir zevk aldığım şeylerden biri de elimden alınıyordu. Üzüldüğümü anlamışcasına derin bir iç çekerek başıyla peşinden gelmemi işaret etti.

 

Benim mabedim hâline gelen ağacın altında durduğumuzda yorgun bir şekilde yere oturdu. Geniş sırtını ağaca yaslayarak gözlerini kapattı. Öyle güzel görünüyordu ki gözlerimi alamıyordum. O bana yasaktı. Böyle düşünmem de şayet. Fakat düşüncelerime engel olamıyordum, karşımda bir manzara oluşundan habersiz duruşu can alıcıydı.

 

"Basit zevklerin var," dedi kapalı gözlerinin ardından. Fazla düşünmeden yanına oturarak onun gibi sırtımı ağaca yasladım. Nefes alış verişini duymak kalp ritmimi bozuyordu, bundan haberi var mıydı acaba?

 

Topuz yaptığım kızıl saçlarımı açarak rahatlamalarına izin verdim. "Zarar görmeni istemiyorum Eva." Gözlerini açarak yüzünü bana döndü. Göz göze geldiğimizde bakışları bir süre yüzümde oyalandı. Gözlerindeki saf beğeniyi fark edince yutkundum, uzun zamandır ondan hoşlanıyordum. Bu yasaktı ama direnemiyordum. Aramızdaki mesafeyi kısalttığında heyecandan ellerim terlemeye başladı.

 

"Eva..." Adım ilk defa kulağıma böyle güzel gelmişti. "Ne yapacağım seninle?"

 

Burnuma gelen baharatlı ve odunsu kokusu genzime dolmuştu. Sınırları ilk defa bu kadar aşmıştık, normalde ona bu kadar yakın durmam bile pek mümkün olmuyordu. Burada çok fazla hayranı vardı, ona böyle yakın olmak için her şeyini feda edecek kızları tanıyordum. Yakışıklı bir adamdı, kızları suçlamak haksızlık olurdu.

 

Dalların çıtırtısını duymamızla hızla aramıza mesafeler girdi. Bana öyle yakındı ki bir anlık aramızdaki tüm imkansızlıklar boş gelmişti. Geleceğin baş meleği oluşu, benim koruyucu olmam... Hepsi gözümde silinmişti. Ama aramıza giren ufacık mesafe tüm gerçekleri yüzüme tokat misali çarpmıştı.

 

"Derse geç kalmayalım."

 

Ayağa kalktığında kalkmam için elini uzattı. Tuttuğum an beni bir çırpıda yerimden kaldırdı. Mahzenimden ayrılmak bana üzücü gelse de derslere girmem lazımdı. İblisler ve meleklerin gittiği ortak bir okul kurulmuştu Cennet'te. Cehennem'e pek gitmezdik, kütüphane dışında. Açıkçası pek gidilesi yer de değildi. Bazı kısımları öyle sıcaktı ki ruhum daralıyordu. Siyah ve kırmızının hâkim olduğu büyük bir şehir gibiydi. Oradaki en güzel şey büyük bir şatosunun olmasıydı sanırım. Öyle göz alıcıydı ki içine keşfetmek istiyordum her defasında. Ama elbette bu mümkün değildi.

 

Cennet'in hükümdarı olduğu gibi Cehennem'in de hükümdarı vardı. Pek iyi şeyler bahsedilmemişti ondan haliyle. Görme şansım olmamıştı, umarım da olmazdı.

 

Luther'la birlikte saray gibi görünen okulun önüne geldik. Etraf öyle ışıltılı ve canlıydı ki hayran kalmamak elde değildi. Luther özür dileyerek yanımdan ayrıldı, üzülmeye hakkım yoktu. Birlikte fazla görünmemiz ikimiz için de iyi değildi. Burası bizim hem evimiz hem de okulumuzdu, bu yüzden devasa olması gayet normaldi. Hızlıca odama doğru çıkarak içeri girdim. Duşa girdiğim anda bedenim gevşedi, ruhum nihayet derin bir nefes almayı başardı. Üzerime kot pantolon ve beyaz bir gömlek giydim. Saçlarımı açık bırakarak taradım, zaten gün içinde sürekli topluyordum. Onların da özgürlük hakkı vardı bana göre.

 

En üst katlar öğrenci odalarıydı. Melekler en üst katta, iblisler onlardan bir kat aşağıda kalırlardı. Denge koruyucuları ise iblislerin altındaki katta kalmak zorundaydı. Birbirimizi ziyaret etmemiz yasaktı. Zaten kimse birbirini görmeye meraklı değildi ve pek iyi anlaştığımız söylenemezdi. Melekler tabiatı gereği daha hoşgörülü ve nazikti. İbleslerse herkese tepeden tırnağa bakmayı tercih ediyordu. Yalan söyleyemezdim, büyüleyici bir güzellikleri vardı, erkek kız farketmeden. Ama elbette görünüş her zaman aldatıcıydı, güzellik sadece maskeydi.

 

Asıl kişilikleri maskenin derinliklerinde saklanıyordu. Ve bunu görmeye pek de hevesli değildim.

 

Dördüncü kata indiğimde hızlıca sekizinci odaya girdim. Nerdeyse çoğu öğrenci buradaydı, pek fazla oturacak yer kalmamıştı. Luther'in yanında ona haddinden fazla yakın oturan bir melek vardı. İçimde dolup taşan öfkeyi göz ardı etmeye çalıştım, bunları hissetmem bile büyük bir yanlışın içinde olduğumu gösteriyordu. İçime dolan enerji nefes almamı zorlaştırdı, bir anlık kendimi farklı hissettim. Ama bu sadece bir saniye sürmüştü. Gözlerim tekrar netleştiğinde Luther'in bana üzgün bakışlar attığını gördüm.

 

Sanki bakışları bana yapıştı gitmiyor diyordu. Ona sorun olmadığını göstermek için hafifçe tebessüm ettim. Bana herhangi bir açıklama borcu yoktu. Aramızda bir şey olduğu da yoktu nihayetinde. Onu yargılamak ya da surat asmak benim haddim değildi. Aramızda belli bir kimya vardı, belki de sadece güzel olduğum için ilgisini çekmiştim. Kendimi hiçbir zaman çirkin birisi olarak görmemiştim ve sanırım güzel olmak benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Daha fazla ayakta durmayarak orta sıralardan birine oturdum, yanım boştu. İblislerin yanına da oturabilirdim ama onlarla aramın iyi olduğu pek söylenemezdi.

 

"Hazırsanız başlayalım." Orta yaşlarında olan bay Grant boğazını temizleyerek dikkatleri üzerine çekti. Güçlü bir iblisti, akıl hocalığımızı yapsa da hepimiz çoğu zaman ondan çekinirdik. Her dersimizde iki taraftan da birisi olmak zorundaydı. Bayan Elina da orta yaşlı olmasına rağmen oldukça güzel bir kadındı. Zarif bir vücudu, sapsarı saçları vardı. Bazen ona hayranlık duyardım, öyle güzel anlatırdı ki saatlerce konuşsa sıkılmadan dinlerdim. Sık sık tebessüm ettiğini görürdünüz, ona yakıştığını söylediğimde ilk defa utandığını görmüştüm. En sevdiğim öğretmen Elina'ydı. Ve zaten başka birileri de yoktu.

 

"Dün Zirve yeni bir karar aldı, bunu açıklamamız için hepinizi buraya topladık." Elina'nın ince sesi bit anlık beni duraksattı. Zirve'den genelde bahsedilmezdi. Oraya ulaşmamız, kimliklerini bilmemiz mümkün değildi. Tek bildiğimiz orayı Cennet ve Cehennem'den çok önemli iki kişinin yönettiğiydi. Lord'lar bile onların kararına itaat etmek zorundaydı. Göklerde en önemli ve kritik kararları onlar verir, kaderimizi onlar belirlerdi. Yüce Manes'e -Tanrı'ya- en yakın kişiler onlardı.

 

"Önümüzdeki haftadan itibaren artık Cennet ve Cehennem lordları sizinle birlikte eğitime katılacak."

 

Sınıfta derin bir sessizlik oldu. Kimse böyle bir haber beklemiyordu. Aaron -Cennet'in lordu- çok iyi birisiydi. Onu pek görmezdim ama birkaç kere denk gelmiştik. Herkese kibar davranır, güler yüzle yaklaşırdı. Bir keresinde ağaçtan elma kopardığımda az daha düşecekken etrafımı görünmez bulutlar sarmıştı sanki. Kendimi tüy gibi hafif bir enerji dalgasının üzerinde hissetmiştim. Ben rezil olduğum için utanmaya vakit bulamadan o, gülümseyerek dikkatli olmamı söyleyerek yanımdan ayrılmıştı. Kendimi ağaçın dalından asmak gibi hain düşüncelerim olsa da bugün buradaydım işte.

 

Karanlıklar lordunu daha önce hiç duymamıştım diyebilirdim. Kimse ondan bahsetmezdi. Kötü kalpli bir gaddar olarak anılıyordu ve açıkçası pek ilgimi çekmemişti. İblisler ona hayran olsa da ben aynı şekilde düşünmüyordum.

 

"Dersler sırasında eşit olacaksınız, ama yine de onlara saygılı davranın. Özellikle Karanlıklar Lordu'yla iletişim kurmamaya özen gösterin."

 

Anlatılan efsanelere göre onunla göz göze gelenler iradelerini kontrol etmekte zorlanırlar. Kimse onun karşında gücünü kullanamıyor, herkesin enerjisini gölgede bırakıyormuş. Etrafa yaydığı enerji o kadar baskınmış ki kimse ona karşı koyamıyormuş. Elbette bunlar sadece birer efsaneydi. Gerçeklik payı olmayan hikâyeler.

 

İblislerden birinin kıkırdadığını duydum. "Tabii canınız tatlıysa." Birkaç iblis daha kızın cümlesine güldü. Sanırım benden başka pek duyan olmamıştı. İstemsizce gözlerimi devirdim, gerçekten seveni çoktu.

 

"Bugünkü göreviniz Dünya'ya gitmek olacak. Güçleriniz olmadan savaşacaksınız, bu yüzden insanların arasında olacaksınız. İki taraf da sizin düşmanınız, ona göre davranın. İçinizdeki enerjiyi kontrol etmeyi öğreneceksiniz, siz izin vermedikçe dışarı çıkmasına müsaade etmeyin. Unutmayın, güçlerinizi kullanırsanız fark edilirsiniz. Bunu istemeyiz, değil mi?"

 

Birkaç onaylayan mırıltı duyuldu. Enerjimi kontrol etmeyi az çok biliyordum. Dövüş sanatında da kötü olduğum söylenmezdi. İnsanların kullandığı silahlardan mı kullanacaktık peki? Bu konuda bilgim yoktu işte. Grant sanki aklımı okumuş gibi soymadığım soruya bir cevap getirdi.

 

"İnsanların nasıl savaştığını görmüşsünüzdür, veyahut duymuşsunuzdur. Kullandıkları silahlar, bombalar, bıçaklar... Bunları kullanmayı da öğreneceksiniz. Bunlara ihtiyacınız olma ihtimali pek yok ama tedbirli olmak her zaman sizin yararınıza. Luther size nasıl kullanacağınızı öğretecek."

 

Luther üzerindeki bakışları hissetmiş gibi onaylayarak başını salladı. Göz göze geldiğimizde yorgun bir edayla gülümsedi. Aynı şekilde karşılık vererek hızlıca bakışlarımı üzerinden çektim.

 

"Dediğim gibi, iki taraf da düşmanınız. Onlar birbirine karşı savaşıyorken siz ikisine de savaş açacaksınız. Fark edilmemek için iki gruba ayrılacaksınız, aynı anda ikisine de saldırmanız şüphe uyandıracak. Bir kısmınız A tarafına saldıracak bir kısmınız ise B tarafına saldıracak. Böylece iki taraf da birbirlerine karşı savaştığını düşünecek. Unutmayın, güçlerinizi kullanmanız yasak."

 

Herkes onayladığında Elina da gülümsedi. "Öldürmemeye çalışın, onlarla herhangi bir düşmanlığınız yok. Aklınızda bulunsun." Herkes onaylamasa da çoğu kişi aynı şekilde düşünüyordu. Çoğu kişiler de melekti anlayacağınız üzere.

 

"Luther, sıra sende." Usulca ayağa kalktığında önümüzdeki silahlara baktık. Luther birini eline aldığında nasıl mermi doldurmamız gerektiğini, nasıl ateş edileceğini anlatmaya başladı. Göründüğü kadar kolay değildi, silah ağır olduğu kadar kullanışı da zordu. Eğer önümüzde bir hedef yoksa her zaman kişilerden uzak tutmamız gerektiğini anlattı. İçi boş olsa bile güvenliğimiz için her zaman doluymuş gibi düşünmemizi söyledi. Ateş etmeye hazır olduğumuzda emniyeti açmamız gerektiğinin altını da çizdi.

 

"Anlaşılmayan herhangi bir şey var mı?" Birkaç kişi tekrar anlatmasını rica edince ikiletmeden hemen her şeyi tekrar gösterdi. Göründüğü kadar basit değildi ama anlamıştım. Elbette bunda akıl hocamın rolü büyüktü.

 

El bombası adı verilen demir parçasını gösterdiğinde bunun bize ne gibi yararı olacak diye düşündüm. Küçücük bir şeydi, ne işe yarayacaktı ki?

 

"Pimi çektiğiniz anda 3 saniye içinde atmak istediğiniz bölgeye hızlıca fırlatın. Bir saniye fazla elinizde kalırsa patlar. Sizi öldürmez ama kendinize gelmeniz çok zaman alır. Öldürmek için kullanmanızı pek tavsiye etmem, kafa karıştırmak ya da rakibi kendinizden uzak tutmak için atabilirsiniz." Ona benzer bir el bombasını daha gösterdi. "Bu öldürmez ama sizi rakipten gizler. Sis bombası olarak geçer adı." Bizim insanlardan gizlenmemiz için buna mı ihtiyacımız vardı yani? Zaten bizi istemediğimiz sürece göremezlerdi.

 

Elina kibarca teşekkür ettiğinde Luther elindeki bombaları bir kenara bırakarak tekrar yerine oturdu. Hepimizin önüne gerekli silahlar verildiğinde hepsini aldığım küçük sırt çantasına yerleştirdim.

 

"Hazırsanız portal'a gidelim artık."

 

Sınıftan birer birer çıkmaya başladığımızda Luther benim arkamdan gelerek kulağıma doğru fısıldadı.

 

"Korkuyor musun?"

 

Başımı hayır dercesine salladım. "Hayır. Korku bana oldukça uzak bir duygu." Yüzünde yarım bir gülüş belirdi.

 

Fark ettirmeyecek bir şekilde biraz daha eğilerek, "Melezlerin bu kadar cesur olduğunu bilmiyordum..." dedi.

 

Sırıttım, daha bilmediği çok şey vardı.

 

"Bende senin silahlardan anladığını bilmiyordum. Her güne yeni bilgi."

 

Kıkırdadı, eğleniyordu anlaşılan. Portal'ın önüne geldiğimizde adımlarımız yavaşladı. Etraf sisle kaplıydı ama bu görüntü bile oldukça güzeldi. Büyük bir çukur vardı önümüzde, kenardan görünen buydu. İçeriye baktığınızda göz kamaştıracak kadar güzel bir çukur... İçerisi öyle rengarenkti ki her baktığımda iç çekmeden duramıyordum. Gökkuşağı gibi parlak ve ışıl ışıldı. Derin bir sis vardı içinde, sonsuzluk gibi uzundu. Herkes tereddütsüz bir şekilde gözlerini kapatarak içeriye doğru atladı. Dünya'ya geçmek için kullandığımız portal buydu. Birkaç saniye içinde kendimizi yer yüzünde buluyorduk, oldukça kullanışlıydı.

 

İznimiz olduğu sürece veyahut göreve gitmemiz gerektiğinde kullanmamız serbestti. Ama şahsi isteklerimiz için Dünya'ya inmemiz yasaktı. Bu yasak sadece bizim için değildi, herkes için geçerliydi.

 

Luther tam yanımda durarak göz kırpıp, "Hazır mısın?" dedi. Gülümsedim. Hep hazır olduğumu bilirdi.

 

Aynı anda kendimizi boşluğa bıraktığımızda ayaklarımızın yere değmesi sadece iki saniye sürdü. Keşke daha uzun sürse dedirtecek cinsten bir deneyimdi benim için.

 

Kendimi bir anda büyük bir kaosun içinde bulmam sürpriz olmadı. Koşar adımlarla yıkık dökük bir binanın içinde saklandım. İçerde herhangi bir yaşam yoktu, bunu anlamam zor olmamıştı. Nefes alan bir canlı bile olsaydı bunu hemen fark ederdim. Şimdilik burada güvendeydim en azından.

 

Yanıma aldığım çantadan el silahını çıkardım. Gösterildiği gibi ateş etmeye hazır bıraktım, ne olacağı belli olmazdı. Binadan çıkacağım sırada gözüm yerdeki kırık aynalara takıldı. Yansımama baktığımda iç çektim.

 

"Tüh, rujum bozulmuş."

 

Elimle yayılan kısmını düzelttim, ne ara bozulmuştu ki? Kendi hâlime güldüğümde yansımama baktım tekrar. Kırık ayna parçacıkları bana beni hatırlattı; benim de hayatım böyle darmadağınıktı. Her parçam belirsizlik ve bilinmezlikle doluydu. Ne olacağım, nerede olacağım belliydi. Ama düşüncelerim? İşte ona yapacak bir şeyim yoktu.

 

Yıkık dökük binadan çıktığımda etraf kan gölüne dönmüştü bile. Ne için savaştıklarını bilmiyordum, açıkçası pek umrumda da değildi. Olması gereken buydu. Genç yaşta elinde silah tutmaları adil değildi. Ama Dünya'da öğrendiğim en önemli detay şuydu; burada hiçbir şey adil değil.

 

Arkamdan birinin koştuğunu hissettiğim an bunun bir insan olduğunu hemen anladım. Bir saniye daha geç dönseydim elimdeki silah yerine onun beni nişan alan silahı patlayacaktı. Kalbimi hedef almıştı, bir saniye ve eliyle kanayan kalbini tuttu. Dizlerinin üstüne düşerek son nefesini verdi, ateş etmek sandığım kadar zor değildi.

 

Silahı sıklıkla kullanmamaya özen gösterdim, beni hedef almadıkları sürece sorun yoktu. Kimseyi öldürmek istemezdim, ama doğanın kanunu buydu. Ya öl, ya öldür. En azından insanlar için.

 

Peşimde yine birisinin olduğunu fark edince taşın arkasını kendime siper aldım. Birkaç kez ateş ettikten sonra durdu, sanırım mermisi bitmişti. Benim hâlâ mermim vardı çıkıp ateş edebilirdim. Ama biraz eğlenmek benim de hakkım değil miydi? Ayağa kalkarak adamın üzerine doğru koşmaya başladım. Bana korku ve nefretle baktığında yaptığımı aptalca bulmuş olacak ki sırıttı. Kimle karşı karşıya olduğunu bilse yine güler miydi?

 

Çevik birisiydi, içimde bitmek bilmeyen enerji olmasaydı beni çoktan öldürmüş olurdu. Avuçlarım kaşınıyordu, tek hamlede adamı öldürebilirdim. Unutma enerjini kullanmak yasak. Beni durduran tek cümle buydu. Az önce kemerime taktığım bıçağı alarak üzerime doğru eğilen adamın boynuna batırdım. Bunu beklemediği için tepki vermeye zamanı olmadı. Tek hamle ve işte bu kadardı. İşi bitmişti. Üzerime akan kan midemi bulandırsa da yanıma aldığım peçete sayesinde yüzümdeki kandan kurtuldum. Oldum olası kan kokusunu sevmezdim. İyi ki tedbirli gelmişim dedim içimden.

 

Arkamı dönüp gidecektim ki birisi arkamdan ateş etti. Herhangi bir acı belirtisi bekledim ama beklediğim sonucu almayınca arkama döndüm. Luther elindeki silahı indirdiğinde arkamda duran adam kanlar içinde yere düştü.

 

"Daha dikkatli olman gerek, ben hep arkanda olamam."

 

Gülümsedim. Hep arkamda olacağını ikimiz de biliyorduk.

 

"Belki de beni kurtarmana izin vermişimdir?"

 

Küstah yanıtım yüzünü güldürdü. Bana yaklaştığında elimden tutarak en yakın binaya doğru çekti. Üzerimize kurşun yağmaya başladığında neden buraya geldiğimizi anladım.

 

"Ya da ben seni kurtarmak için can atıyorumdur belki?"

 

Yanıtı kalbime ok misali saplandığında bunu belli etmemek için bakışlarımı kaçırdım. Öyle cesurca konuşuyordu ki nefes alışım hızlanıyordu. Yüce Manes, böyle hissetmem yasaklanmalıydı!

 

Bir anlık öyle büyük bir enerji hissettim ki başımın ağrıdığını hissettim. Ama üzerimize doğru gelen kurşun yüzünden buna dikkat kesilemedim. Etrafta iblislerden birisi olmalıydı.

 

Kaç saat geçti, kaç kişi öldü takip edememiştim. Geri dönme vaktimiz geldiğinde hepimiz bir araya geldik. Savaş sona erecek gibi değildi ama iki taraf da halsiz düşmüştü. Ne kadar süredir devam ettikleri bilinmiyordu. Belki de günlerdir kan dökülüyordu, bir sonu olsa dâhi onarılması zor hasarlar almıştı iki taraf da.

 

Luther bir komutan edasıyla hepimizi teker teker kontrol etti, eksik kimse yoktu. Göz göze geldiğimizde yutkunarak bakışlarını kaçırdı. Kimse yara almamıştı ama büyük yaralar bıraktıklarından şüphem yoktu.

 

"Geri dönme zamanı."

 

Hepimiz aynı anda zihnimizde portalı canlandırdık, gözlerimizi açtığımız an tam başımızın üzerindeydi. Tekrar zihnimde okulu hayal ettim, siyah beyaz duvarlarını ve olduğumuz sınıfı düşledim. Her şey yolundaydı aslında, hep bunu düşündüğümde gözlerimi açtığım an kendimi okulda bulurdum. Bu sefer farklı bir şey hayal etmemiştim, ama gözlerimi kapatmadan önce güçlü bir enerji hissettim. Bu öyle bir şeydi ki damarlarımdaki kanın bile çekildiğini hissettim. Bütün bedenim buna teslim olmak istiyor, hatta ona sahip olmak istiyordu.

 

Oysa sadece iki saniye sürmüştü bu. Önemli olduğunu düşünmemiştim. Gözlerimi açtığımda kendimi okul yerine bambaşka bir yerde buldum.

 

Olmamam gereken yerde.

 

Ruhum sıcaktan bayılacak gibiydi, etraf öyle bunaltıcıydı ki üzerimdeki kıyafeti parçalamak istedim. Burayı tanıyordum.

 

Burası Cehennem'di.

 

Ve başımın fena hâlde derde gireceği yerdi.

 

⚖️

 

Bölüm : 29.11.2024 09:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...