3. Bölüm

2. Bölüm : Kaçık.

N A Z İ L E
aycicegiguzeli

"Geri dönme zamanı."

Hepimiz aynı anda zihnimizde portalı canlandırdık, gözlerimizi açtığımız an tam başımızın üzerindeydi. Tekrar zihnimde okulu hayal ettim, siyah beyaz duvarlarını ve olduğumuz sınıfı düşledim. Her şey yolundaydı aslında, hep bunu düşündüğümde gözlerimi açtığım an kendimi okulda bulurdum. Bu sefer farklı bir şey hayal etmemiştim, ama gözlerimi kapatmadan önce güçlü bir enerji hissettim. Bu öyle bir şeydi ki damarlarımdaki kanın bile çekildiğini hissettim. Bütün bedenim buna teslim olmak istiyor, hatta ona sahip olmak istiyordu.

Oysa sadece iki saniye sürmüştü bu. Önemli olduğunu düşünmemiştim. Gözlerimi açtığımda kendimi okul yerine bambaşka bir yerde buldum.

Olmamam gereken yerde.

Ruhum sıcaktan bayılacak gibiydi, etraf öyle bunaltıcıydı ki üzerimdeki kıyafeti parçalamak istedim. Burayı tanıyordum.

Burası Cehennem'di.

Ve başımın fena hâlde derde gireceği yerdi.

⚖️

 

 

"Hayatta bize verilen en büyük ödül aklımızdı.

 


Ve bize verilen tek özgürlüktü.

Onu kullanamadığım gün, gerçekten öldüğümüz gündür..."

 

⚖️

 

"Kahretsin..."

Başım bu defa çok büyük bir derde girmişti! Etrafıma bakarak tam olarak nereye yakın olduğumu anlamaya çalıştım. Büyük ve kasvetli şatoyu görmemle okkalı bir küfür savurdum. Neden ona bu kadar yakın düşmek zorundaydım ki? Beni kesinlikle öldürecekti! Cesedimi bile bulamayacaklardı!

Derin bir nefes aldım. Önce sakinleşmem ve dingin bir kafayla düşünmem gerekiyordu. Buraya portal sayesinde gelmiştim, zihnim beni neden yanıltmıştı? En son okula dönmeyi istemiştim, kafamda bunu canlandırdığımı bile net bir şekilde hatırlıyorum.

Enerji. Çok güçlü bir enerji hissetmiştim. Onun yüzünden mi buraya düşmüştüm? Basit bir iblis olamazdı, onu bu kadar net hissetmem mümkün değildi. Kimdi peki o kişi? Belki de benim buraya gelme sebebim o olmalıydı. Bunu nasıl öğrenmem gerekiyordu? Kahretsin! Kendimi büyük bir çıkmazın içinde hissediyordum.

Portal.

Sakinleşerek zihnimde portalı hayal ettim. Tekrar okulumu, odamı resmetmeye çalıştım zihnimde. Gözlerimi açtığımda hiçbir şey değişmemişti. Gergin olduğum için işe yaramıyordu büyük ihtimalle, sakinleşmem gerekiyordu.

"Sakin ol Eva, bir şey yok. Alt tarafı Cehennem'e düştük. En fazla ne olabilir ki?"

Gergin bir şekilde gülmeye başladım. Sanırım kafayı yememe ramak kalmıştı. Tekrar gözlerimi kapatarak bu defa daha sakin bir şekilde odaklandım.

Ve tam üç kere denedim. Üç kere.

Lanet olsun ki işe yaramıyordu! Neden yapmıyordum? Daha önce birkaç kere tek başıma portalı açmayı başarmıştım, görevlerim uzadığında tek dönmem gerekmişti. Şimdi de aynısını yapmaya çalışıyordum ama herhangi bir yanıt alamamıştım. Acaba yokluğumu farketmiş miydiler? Luther kaybolduğumu anlamış mıydı? Zaten anlasa bir tek o anlardı. Belki o bile fark etmemiştir.

Daha fazla yerimde durmayarak yürümeye başladım. Cehennem Lordu'yla görüşmeme izin verirler miydi? Bence direkt olarak beni zindana atacaklardı. Melez olmam onlar için bir şey ifade etmiyordu. Kanatlarımı bile kullanamıyordum, sanırım burdan çıkamayacaktım. Aslında dikkatle incelersek büyüleyici bir yerdi burası. Güzelliğinden düşüp bayılmıyordum belki ama garip bir çekiciliği vardı. Alnımda biriken boncuk boncuk terler olmasa katlanılabilirdi belki.

Büyük şatoya doğru adımlamaya devam ettim, burdan başka nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Etraf öyle sıcaklamaya başlamıştı ki nefes almam zorlaşıyordu. Her yeni adımımda göğüs kafesim sıkışıyordu, bu kadar sıcağa alışık değildim. Şatoya yaklaştıkça garip bir şekilde rahatladığımı hissettim. Beni boğan o sıcak yok olmuştu sanki, oysa buranın daha sıcak olması gerekiyordu. Derin bir nefes çektim ciğerlerime, nihayet aldığım nefesi hissetmiştim.

"Hey, dur bakalım!"

Arkamdan gelen sesle irkildim. Geriye döndüğümde bana nefretle bakan iblisleri gördüm. Sanırım buranın koruyucusu olmalıydılar. Beni zinadana mı atacaklardı şimdi? Kahretsin, buraya hiç gelmemeliydim!

"Ne işin var senin burada?" Boyu daha uzun ve kumral olan iblis söyledi bunu. Diğerine nazaran daha uzun ve iriydi. Siyah kanatları öyle asil duruyordu ki bir anlık hayran kaldım.

"Baksana, sanırım buradan değil."

"Bu daha kötü zaten Ram."

Adının Ram olduğunu öğrendiğim adam dikkatle inceledi beni. Kanatlarımın olmaması mı garip gelmişti ona? Nasıl açıklayacaktım burada kullanamadığımı?

"Sanırım o bir melez, buraya nasıl gelmiş olabilir ki?"

"Nereden bilebilirim ben?"

"Krala haber vermeli miyiz?"

"Nasıl geldi diye sorarsa ne diyeceğiz? Gökten mi düştü?"

Aslında aynen öyle olmuştu. Bunda garip bir şey yoktu bence. Sonuçta herkesin başına gelebilirdi.

"Aslında bende buradayım ama..." Nihayet konuştuğumu gören ikili bana garip bir mahlukat görmüş gibi bakmaya başladı. Ne o, konuşmadığımı falan mı düşünmüşlerdi yoksa?

"Nasıl geldin buraya?" Adını bilmediğim iblis bunu sorduğunda hemen yanıtladım.

"Gökten düştüm."

Bunu dememle Ram gülüşünü bastırdı. Yanındaki -artık adı her neyse- ona sorgularcasına bakınca ciddileşti.

"Bu komikti, ne yapabilirim?"

İblisler böyle mizah sahibi olabiliyor muydu ki? Ayrıca şaka yapmamıştım ki ben.

"Yürü, efendimize bildirene kadar burada kalacaksın."

Üzerime doğru yürümeye başladıklarında gerilmeye başlamıştım. Ram arkamda diğeri önümde yürüyünce mecbur onları takip ettim.

"Gerçekten gökten mi düştün?"

Ram arkamda kısık sesle bunu sorduğunda kaşlarımı çattım. Niye şaka yaptığımı düşünüyordu ki?

"Evet? Portal yüzünden geldim buraya, nasıl olduğunu bilmiyorum..."

Anladığını belirtmek istercesine başını salladı. Yerin yedi kat dibine düştüğümüzü düşündürecek kadar uzun süre yürüdükten sonra nihayet durmuştuk. Beni lüks bir odaya kapatacaklarını elbet düşünmemiştim, karanlık bir zindana getirilmiştim. Etraf o kadar ürkütücüydü ki tüylerim diken diken olmuştu. Daha ilk saniyelerden korkmaya başlamıştım, burada nasıl duracaktım ben? Etrafta yanıp sönen kırmızı ışıklar gözlerimi acıtıyordu, arada gelen çığlık seslerini anlatmak bile istemiyordum. Demir parmaklıkların yanından her geçtiğimde içerdekiler fare görmüş kedi gibi ava hazırlanıyordu sanki. Hepsinin ayakları zincirliydi, bazıları işkence görüyordu. Bu çığlıklar normal olamazdı çünkü.

İçerdekilere en uzak köşeye geldiğimizde uzun boylu olan kilidi açarak geçmemi bekledi. Yutkunarak içeri girdim, hemen ardımdan kapıyı kilitledi.

"Efendimizle konuşana kadar burada misafirimiz olacaksın." Misafir kelimesini bastırarak söyledi. Burada kendimi misafir hissetmem ihtimal dahilinde bile değildi. Yine de bir şey söylemedim. Eminim bir yanlış anlaşılma olduğunu anlayınca beni bırakacaklardı. Ben ne kadar aksini düşünsem de koruyucuların beni unutmayacaklarını biliyordum. Seth ne kadar acımasız olsa da beni burada ölüme terk edemezdi. Ben bir denge koruyucusuydum ve bana ihtiyaçları vardı.

Belki Luther yokluğumu fark etmiş ve çoktan üste haber vermiş olmalıydı. Evet, kesinlikle böyle olmalıydı. İyi düşünmem gerekiyordu. Kimse fark etmese bile o ederdi.

Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre boyunca köşede oturarak bekledim. Tahminen altı saat geçmiş olması gerekiyordu. Fazla da olabilirdi, sanırım emin değildim. Açlığa ve susuzluğa karşı dirençliydik, en azından bu iyi bir şeydi.

Sonunda adım seslerini duyunca çığlıklar kesildi. Beni çıkarmaya mı gelmişlerdi? Belki de direkt olarak öldüreceklerdi? Adım sesleri tam benim olduğum kısımda durunca oturduğum yerden başımı yukarı kaldırdım. Yine aynı kişiyi -hâlâ adını bilmiyordum- görünce ayağa kalktım.

"Efendimiz seninle bizzat görüşmek istiyor, şanslısın."

Ne için şanslı olduğumu sormadım ki bence şanslı falan da değildim. Gerektiği kadar ondan uzak kalmayı planlamıştım, gözüne batmak isteyeceğim son şey bile değildi.

Kilidi açarak çıkmamı beklercesine yana çekildi. Üstümü silkeleyerek içerden çıktığımda belim uyuşmuştu. Benim tutulduğum kısım zannettiğim kadar sıcak değildi, ilerledikçe etrafın sıcaklığı daha fazla artıyordu. En azından sıcaktan ölmeme izin vermemişlerdi. Yine uzun bir yolun ardından -şatonun bu kadar büyük olduğunu asla tahmin etmemiştim- nihayet normal odaların olduğu bölüme geldik. İçi öyle güzeldi ki tam krallara layıktı. Alt kısmı ise cehennemden farksızdı

Kırmızı halı serilmiş büyük bir merdiveni adımlamaya başladık. Gözlerimi güzelliğinden alamıyordum. Nerdeyse çoğu yeri mum aydınlatıyordu, bu da ortama ayrı bir hava katıyordu. Ortada olan büyük avize tüm ihtişamıyla göz kamaştırıyordu. Üstündeki mumlar yarısına kadar erimişti. Etraf fazla ışıklı değildi, ama sanırım güzellik katan detay da buydu. Sayamadığım kadar fazla oda vardı etrafta. Her bir köşede muhafızlar -onlara böyle demeyi tercih etmiştim- vardı. Duvarda karanlık sanat eserleri asılmıştı, garip olan ise ilgimi çekmeseydi. Sanırım buranın büyüsüne kapılmıştım, normalde karanlığı pek sevmezdim.

Dev kapının önüne geldiğimizde hâlâ adını bilmediğim iblis hiç zorlanmadan kapıyı araladı. İçeri adımımızı attığım an beynimde büyük bir uğultu yükseldi. Kulaklarım çınlıyordu, büyük bir güç hissettim. Öyle bir güçtü ki, zihnime bile sızabilirdi. İrademi koruyabilirdim. O bir kral olsa bile enerjisini bastırmayı deneyebilirdim. Bunun mümkün olmayacağını bilsem de.

Elbette başarılı olma ihtimalim çok azdı, hatta neredeyse yoktu. Buradaki kimse ona karşı koyamazdı, yaydığı enerji bile birini öldürmeye yeterliydi.

İki iblis de önünde başlarını aşağı eğince benim de eğmem için sert bir bakış attılar. Rütbe olarak benden üstün olan herkese saygı duymam gerekiyordu. Bu bazen öyle sinirimi bozuyordu ki! Niye benden üstün olmak zorundaydı? Niye köle muamelesi görüyordum?

Gözlerimi kırpıştırarak başımı eğdim. Bunlar benim düşüncelerim değildi, sanırım zihnime sızmayı şimdiden başarmıştı.

"Efendim, kız bu. Portal sayesinde buraya düştüğünü söylüyor."

Başımı kaldırdığım an onunla göz göze geldim. Kırmızı gözlerini görmemle başımda ufak bir sızı hissettim. Bunu belli etmemek adına dişlerimi sıktım. Oturduğu koltuk buraya yakışırcasına siyah ve kırmızı tonlara hakimdi. Giydiği siyah takım elbise üstüne tam olmuştu, yanımdaki iblise iri demiştim ama onun yanında oldukça cılız kalırdı büyük ihtimal. Kırmızı gözlerine tezat saçları siyahtı. Derken bir anda gözleri maviye döndü. Yanlış mı gördüm acaba diyerek gözlerimi birkaç defa kırptım. Hâlâ maviydi. Göz rengi nasıl değişmişti ki?

O an ciddi yüz ifadesinde ilk defa hafif sırıtış gördüm. Şaşırdığımı anlamış ve gülmüştü. Ama bu an o kadar kısa sürmüştü ki kendimden şüphe etmiştim.

"Demek portal yüzünden buraya düştün... Emin misin?"

Kaşlarımı çattım, başka nasıl olabilirdi ki? Okula dönmem gerekiyordu fakat kendimi burada bulmuştum. Ayrıca... Sesi güzeldi. Yüzüne yakışır derecede kalın bir sesi vardı. Her neyse, bunun konumuzla alakası yoktu.

"Evet, eminim."

Alay edercesine güldü, yanağında beliren küçük gamze gözüme takıldığında sinirlendim. Niye bana inanmıyordu ki? Ayrıca istese zihnime girebilecek gücü vardı, yalan söylemediğimi böyle anlayabilirdi.

Yüzü yeni traş olmuş gibi bembeyazdı, hafif kalkık burnu vardı. Dolgun dudakları ve uzun kirpikleri ona ayrı bir hava katıyordu.

Yakışıklıydı. Hatta öyle güzeldi ki bir insana her türlü günahı işletebilecek seviyedeydi. Bir insan ilk görüşte ona karşı çekilir, hatta büyülenirdi. Çok ayrı bir aurası vardı, ondan hoş bir enerji almamıştım. Ayağa kalkmamıştı ama boyunun uzun olduğu böyle de oldukça belli oluyordu. İnsanı mest edecek görüntüsü vardı.

Neyse ki ben insan değildim.

"Her zaman yaptığımız gibi okula geri dönmek için portalı açtık..." Yalan söylememiştim ama yine de detaylarıyla açıklamak istemiştim. "Her şey normaldi, nasıl çalıştığını biliyorsunuz zaten. Okula dönmek istemiştim, hatta aklımda başka hiçbir düşünce olmadığına emindim. Ama bir şekilde... Kendimi burada buldum."

Sözümü kesmeden dikkatle dinledi, ya da dinliyormuş gibi yaptı. İyi bir oyuncu olduğuna nerdeyse emindim. Cümlemi bitirdiğimde düşünür gibi 'hmm' diye mırıldandı.

"Ve başka bir şey olmadı?" dedi sorarcasına.

"Hayır," dedim yanıtlayarak. Ardından aklıma gelen şeyi söyledim. "Aslında, gelmeden hemen önce bir enerji hissettim. Çok... Güçlü bir enerji aldım. Önemli mi bilmiyorum ama sanırım buraya gelmemde bunun da bir katkısı olmalı."

Gözlerime öyle bir baktı ki ruhumu bile gördüğünü düşündüm. Zihnimin içine girdiğini hissettim ama mâni olmadım, bana güvenmesini beklememiştim zaten. Anılarımda hoyratça dolaşıyor, aradığını bulmak için aklımı talan ediyordu.

Aradığı anı çokta uzakta değildi ama araması gerektiğinden daha uzun sürdü. Aniden duraksadığında bugün yaşanan bir anda durdu.

Luther'la yakınlaştığımız an.

Aslında yakınlaşmış değildik ama aramızda bir şeyler olduğunu anlayacak kadar samimi bir andı. Daha fazla görmemesi için zihnimde hayali kalkan yarattım. Kesinlikle yanlış anlayacaktı, ya bunu birilerine bildirirse? Luther'in başını belaya sokmak isteyeceğim son şey bile değildi.

Zayıf çabama alaycı edayla sırıttı, tahmin ettiğim gibi yeterince şey görmüştü. Tamamen bağımızı koparmadan önce buraya geldiğim ana baktığını gördüm. Ve beni şaşırtan bunu hızlıca bulmuş olmasıydı. Zihnime sızmak için mi bu kadar uzun süre kalmıştı?

Gerçekten pisliğin önde gideniydi! Acaba düşüncelerimi duyuyor muydu? Öyleyse kusura bakmaması gerekiyordu zira düşüncelerime engel olamazdım.

"Emin olduğunuza göre... Artık geri dönebilir miyim?"

Bunu dememden birkaç saniye sonra ayağa kalktı. Tahmin ettiğim gibi boyu uzundu. Bana doğru geldiğini görünce gerildim, acaba gerçekten zihnimi mi okumuştu? Öyleyse beni öldürecek miydi? Boynumu ters çevirdiğini hayal edince yutkundum, zihnim bile benimle oyun oynuyordu.

"Cık, öyle kolay değil."

Lanet olsun, gerçekten lanet olsun! Aptal gibi beni hemen bırakacağını mı düşünmüştüm cidden? Hâlâ yaşıyor olduğuma şükretmem gerekiyordu bir bakıma.

 

"Ama neden? Buraya isteyerek gelmedim, biliyorsunuz..."

"Evet, biliyorum."

"O zaman neden burada kalmam gerekiyor?"

Tam önümde durduğunda göz göze gelmek için başımı geriye yatırdım. Boyu tahmin ettiğimden daha uzundu.

"Çünkü kaçık," dedi yüzlerimizi aynı hizaya getirerek, "Canım öyle istiyor."

Öfkemi belli etmemek için tekrar dişlerimi sıktım. Beni oyuncağı olarak falan mı görüyordu? Kesinlikle onun yüzünden ceza alacaktım!

"Ama benim geri dönmem gerek!" Sesimin fazla sinirli çıktığını düşündüğüm için derin bir nefes aldım. "Tamam, haklısınız. Burası sizin bölgeniz ve buraya düşmüş olmam benim hatam. Ama bunu isteyerek yapmadığımı sizde gördünüz. En azından birilerine haber vermem gerek!"

Sanki hiç önemi yokmuşcasına omuz silkti.

"Burada olduğunu biliyorlar."

Dediğiyle birlikte şok geçirdim. Haberleri vardı ve beni almaya gelmemişler miydi? Belki de yalan söylüyordu, neden onun sözüme güveneyim ki?

"Haberleri olsa beni çoktan alırlardı." O kadar emin bir cümle kurmuştum ki yüzüme birkaç saniye ciddiyetle baktı.

Hemen ardından ondan beklemeyeceğim bir şekilde gur bir kahkaha attı. Etrafta olan iblisler de ona eşlik etti. Say olarak fazla olmaları beni bir tık ürkütse de bunu belli etmemeye çalıştım. Ayrıca bu kadar komik olan neydi ki?

"Demek alırlardı öyle mi?" Nihayet gülüşünü sonlandırdığında küçümseyen bakışlarla beni izledi. Tekrar bana doğru adımlayarak dibimde durdu. Yakınlığından rahatsız olduğum için iki adım geriye gittim. Böylece yüzünü net bir şekilde görebilirdim. Ondan uzaklaşmama hafif sırıtışla karşılık verdi.

"Peki ben bırakmazsam ne olacak?"

"Neden böyle bir şey yapasınız ki?"

"Söyledim ya," dedi gözlerini kısarak, "Canım öyle istiyor."

Yüzünü pataklamamak için doğaüstü bir güç harcadım. O kadar egolu konuşuyordu ki içimde ona karşı nefret doğmaya başlamıştı. Böyle bir hakkı olmadığını söyleyemezdim, bir krala söylenecek en son cümleydi.

"Ne zaman geri döneceğim peki?"

İhtişamıyla göz kamaştıran koltuğuna dönerek oturdu. Düşünüyormuş gibi çenesini kaşıdı, elleri nerdeyse yüzümden daha büyüktü. Bana bir tane çaksa şurada ölüp kalırdım herhalde.

"Daha yeni geldin, ne bu acele? Biraz misafirimiz ol, eminim burayı çok seveceksindir."

Evet, ben zindanları gerçekten çok severdim.

Kendimi gülmeye zorladım, kenardan bakan biri felç geçirdiğimi düşünebilirdi.

"Evet, eminim çok severim. Ama daha sonra sevsem olmaz mı?"

Tek kaşını hayretle yukarı kaldırdı. "Yani buraya bir daha gelmek istediğini mi söylüyorsun?"

Kahretsin! Buraya öldürseler bir daha gelmezdim! Bunu söylesem idam edilir miydim? En iyisi çenemi kapalı tutmaktı yoksa bir gün kesinlikle kopacaktı.

"Davet ederseniz neden olmasın?" Bu sefer gülüşümü daha samimi tutmaya çalıştım. "Tabii etmezseniz daha çok sevinirim."

Tekrar sırıttı. Eğer beni öldürmeyi planlamıyorsa bile daha fazla konuşursam bunu yapacaktı. Lanet olsun ki laf sokmadan duramıyordum, en fazla bunu yapabilirdim zaten.

Tekrar ayağa kalktığında bu sefer kesinlikle pot kırdığımı düşünmüştüm. Hızlı adımlarla karşımda durduğunda elini şıklattı. Nasıl kapandığını hatırlamadığım gözlerim aniden açıldığında kendimi okulun karşısında buldum.

"Sen... Bunu nasıl yaptın?"

Yüzünde az önceki gülümseme yoktu. Bana sanki onun düşmanıymışım gibi bakıyordu. Olması gerektiği gibi.

"Eğer birine bunu anlatırsan, hiç düşünmeden seni öldürürüm. Anladın mı?"

Şaşkın bir şekilde başımı salladım. Kimse bunu bilmiyor muydu? Vay canına, resmen ışınlanmıştım!

"Artık gidebilir miyim?"

Sesim öyle kısık çıkmıştı ki ben bile güç bela duymuştum. Kim bilir başka bilmediğimiz ne güçleri vardı. Ondan korkmakta haklıydılar, ne yapacağı asla belli olmuyordu. Bir dakika önceye kadar samimi biri olduğunu düşünmüştüm. Ama elbette öyle olmadığını bilmem gerekiyordu, sonuçta o bir iblisti.

Cehennem lordu Darian.

Varlıklı. Anlamı buydu.

"Düşündüğün kadar önemli değilsin."

Birden bana neden böyle söylediğine anlam verememiştim. Onun için önemli olduğumu ima etmemiştim.

"Hâlâ şansın varken onlardan vazgeç."

Cennetten mi bahsediyordu? Neden bu konuyu açtığına bir anlam veremiyordum. O da anlamadığımı fark etmiş gibi başını iki yana salladı.

"Geri dönmek istediğin yerde bir piyondan farksızsın. Bunu hâlâ anlamadın mı?"

"Ne demeye çalışıyorsun? Benim ait olduğum yer burası."

Tekrar yüzünde alaycı bir gülüş belirdi. Benimle böyle oynamasından sıkılmıştım. Bir şeyler ima edip aklımı çelmeye çalışıyordu, tam da bir iblisten beklenen şekilde.

"Peki sence onlar da senin gibi mi düşünüyor?"

"Onların ne düşündüğü beni ilgilendirmez, beni görevimi yapıyorum."

Baştan aşağı beni inceleyerek başını iki yana salladı.

"Yani onlar için sadece bir piyonsun."

Sinirle soluyarak cevap verme gereğinde bulunmadan arkamı döndüm. Gideceğim sırada tekrar konuştuğunu duyduğumda adımlarım duraksadı.

"Ne demek istediğimi anladığın gün, tekrar buluşacağız kaçık."

Ben daha bir şey diyemeden gözlerimin önünden kayboldu. Ne demek istemişti? Söylediklerinden hiçbir anlam çıkartamıyordum, kapalı bir kutu gibiydi. Bunları daha sonra düşünmek üzere zihnimdeki köşelere sakladım. Nihayet ait olduğum yere dönmenin verdiği huzur vardı. Koşar adımlarla okula girdiğimde biriyle çarpıştım. Sakarlığıma küfürler yağdırmak üzereyken beni tutan kişinin tanıdık olduğunu fark etmiştim.

Luther'le göz göze geldiğimiz an sevinçten ağlayacaktım neredeyse.

"Özür dilerim," dedim sesimi kısık tutmaya çalışarak.

Birbirimizden uzaklaştığımızda kalp atışlarım biraz bile olsun sakinleşmemişti.

"Ne zaman döndün buraya? Sen..." Gözlerini yumarak sakinleşmek adına birkaç derin nefes aldı. Yutkunduğunda oluşan adem elması nefesimi kesecekti nerdeyse. Çok uzun bir süre geçmemişti, nasıl böyle özlemiştim onu?

"Sana bir şey yaptı mı? Kötü davrandılar mı sana? Yüce Menes, nasıl oraya düşmeyi başardın sen?! Yaralandın mı?"

Üzerimde herhangi bir hasar arıyormuş gibi kontrol etti. Kalbim sanki mümkünmüş gibi daha da hızlandığında terlemeye başladım. Cehennem sıcağı vardı sanki burada da.

"İyiyim ben, bir şey yapmadılar..."

Sesimi duyduğunda transtan çıkıyormuş gibi kendine geldi. Nerede olduğumuzu hatırlamış olacak ki peşinden gelmem için başıyla işaret verdi. Dışarı çıkacağımızı anladığımda başımı iki yanan salladım.

"Önce Seth'le görüşmem gerek. Büyük ihtimal o da beni çağırmıştır."

"Evet, geri döndüğünde onu görmeni tembihledi. Ama daha sonra gitsen olmaz mı?"

Hayır dercesine başımı salladım. Önce onu görmem gerekiyordu, neler olduğunu anlatmam gerekirdi. Daha fazla ısrar etmeyerek beni daha önce oturduğumuz ağacın altında bekleyeceğini söyledi. Gülümsememi saklayarak onayladım.

Merdivenleri çıkarak büyük kapının olduğu odaya geldim. Seth'in yardımcısı Rona'yı görünce hemen yanına gittim. Beni görünce samimi bir şekilde gülümsedi.

"Seth'i görmeye geldin, değil mi?"

Başımı salladım hızlıca.

"Tamam, ben haber vereyim."

Tekrar bir baş sallayış. Kapıda durarak Rona'nın gelmesini bekledim. Neyse ki fazla beklememe gerek kalmadan beni içeri davet etti. Yutkunarak ürkek adımlarla kapıdan içeri girdim. Herhangi bir hatam yoktu aslına bakılırsa, sadece onun tepkisini ölçemiyordum. Bu da beni oldukça geriyordu. Rona bizi yalnız bırakarak kapıyı kapattı. Seth başını kaldırdığı an başımı hafifçe eğdim, iki saniye sonra tekrar göz göze geldik.

"Demek dönmeyi başardın," dedi stabil tuttuğu sesiyle. Öfkeli miydi yoksa sakin hali bu muydu anlam veremiyordum açıkçası. Onu fazla tanıdığım söylenemezdi. Orta yaşlarda birisiydi ama oldukça genç görünüyordu. Sarı saçları kumral tenine uyumlu duruyordu. Yeşil gözlerinin etrafı kızarmıştı, sanırım uykusuz olmalıydı.

"Merhaba efendim," dedim saygılı davranarak.

"Nasıl döndün buraya? Cehennem'e izinsiz giriş yaptığın için seni cezalandıracağını söylemiş Darian. Ne yaptı sana?"

Öyle mi demişti? Sadece zindanda tutmuş olması yeterli bir ceza mıydı? Tam beni buraya onun getirdiğimi söyleyecektim ki, devamını açıklayamazdım. Işınlandığımızı söyleyemezdim sonuçta. Umarım zihnime girmeye çalışmazdı, Darian bunun için bir şeyler düşünmüş müydü?

"Zindanda tutuldum efendim... Kral'ın huzuruna çıktığımda her şeyi olduğu gibi anlattım. İsteyerek gitmediğimi ve nasıl olduğunu anlamadığımı söyledim. Zihnimi kontrol etti, yalan söylememiştim."

"Sadece zindanda mı tutuldun? Bu kadar mı?"

Şaşırarak başımı salladım. Başka ne bekliyordu ki? Bunun için yalandan bile olsa sevinmesi gerekirdi. En azından sağ salim geri dönmüştüm, hâlâ bunun şokunu atlatabilmiş değildim.

"Oraya nasıl gittiğini anlamış değilim, elbet çözülür. Şimdi çıkabilirsin."

İç çekerek başımı eğdim ve odadan çıktım. Ne beklemiştim ki? Benim için sevineceğini falan mı? Bazen saçma düşüncelere kapılıyordum. Bu düşünceler bana ait değildi, hepsi o adamı gördükten sonra oluşmuştu. Başımı silkeledim, kendime gelmem gerekiyordu.

Oturup kimseden sevgi dilenecek değildim, o kadar aciz değildim. Herkesin kendi düşünce tarzı vardı, belki de onlar için gerçekten önemli biri değildim. Bu niye bu kadar önemli olmak zorundaydı ki? Onlar beni önemsemiyorsa onlar yerine de kendime sarılırdım. İlgi beklemek benlik bir hareket değildi, Luther konusunda da kendimi fazla kaptırmıştım. Birbirimizi sevsek bile o asla babası karşısında aşkımızı savunmazdı. Hatta biz diye bir şey olamazdı. Meleklerden biriyle olması gerekiyordu, benim gibi melezle değil.

Beni sevmesini isterdim aslında. Ama yine de aşkın mucizesi birini sevmeyi başarmak değildi; kendini sevmeyi öğrenmekti.

Okuldan çıktığımda daha önce kitap okuduğum gizli sığınağıma geldim. Luther'i yerde oturmuş gökyüzünü izlerken gördüm. Sırtını ağaca yaslamış, derin düşüncelere dalmıştı. Çıtırtıyı duyduğu an bakışlarını bana çevirerek hızlıca ayağa kalktı. Nerdeyse koşar adımlarla yanıma geldiğinde şaşırdım.

"Her şeyin mantıklı bir açıklaması var aslında, kulağa delice gelecek ama duyduğunda-"

Ben cümlemi bitiremeden kollarını sıkıca belime doladı. Beni göğsüne bastırarak neredeyse boğacak kadar sıkı sarıldı.

Kalbim. Bu. Defa. Kesinlikle. Patlayacaktı.

Kokusunu aldığım an gözlerim kendiliğinden kapandı. Başını saçlarıma gömerek sırtımı okşuyordu. Sanki acıdığını hissediyormuş gibi şifa vermeye çalışıyordu. Gözlerim dolduğunda yumdum, heyecandan ona sarılmayı bile unutmuştum.

"Aklım çıktı Eva... Yemin ederim kafayı yiyordum! Babam gelip Cehennem'de olduğunu söyleyene kadar her yerde seni aradım. Oraya nasıl düştüğünü kimse bilmiyormuş, ceza aldığını söylediler! Yüce Menes, öldün sandım!"

Öyle telaşlı konuşuyordu ki kalbimin ısındığına hissettim. Demiştim, beni merak etse bir tek o ederdi. Onun dışında pek kimse varlığının önemsemiyordu sanırım. Ya da ben bunu fark edemiyordum. Zaten önemi de yoktu.

"İyiyim ben, ceza falan almadım. Sadece... Zindanda tutuldum, o kadar."

"O kadar mı? Orası hakkında neler dendiğini duydun mu? Kaç kişi orada aklını kaybetti, oraya giren neredeyse kimse çıkamıyor! Sen bunu basit mi görüyorsun?"

Benden ayrılarak bunları söylediğinde tekrar sarılmasını istedim. Neden uzaklaşmıştı ki daha ona sarılmaya doyamamıştım.

"Gerçekten iyiyim, zannettiğin kadar korkunç değildi. Sadece sırtım tutuldu o kadar."

Bana inanmayan bakışlar attığında ofladım. "Tamam, pekâlâ." Baş parmağımla işaret parmağımı birleştirerek, "Belki bir tık korkunç olabilir," dedim.

Yüzümde en sevimli gülümsemeyle ona baktığımda başını iki yana sallayarak gülümsedi. Onun gülüşünden cesaret alarak kıkırdadım.

"Benden böyle kolay kurtulamazsın bayım, ölmek için daha çok gencim."

Eliyle saçlarımı karıştırdığında küçük bir kahkaha attım.

"Lütfen bir dahakine yanımdan ayrılma. Sayende yeni fobi edindim..."

"Amma korkaksın sende ya..."

"Arsızlaşmadan duramaz mısın?" Ciddi durmaya çalışsa da yüzündeki gülüş onu ele veriyordu. Başımı hayır dercesine salladım, tekrar sırıttı. Nihayet aramızdaki hayali buzlar erimişti. Derin bir iç çekerek aramızdaki iki adımlık mesafeyi kapattı. Sağ elini kaldırarak yanağıma koydu. Bu teması karşısında nefesim kesildi, ilk defa bana bu kadar yakın duruyordu. Ve öyle güzel bakıyordu ki. Sanki... Beni öpecek gibi.

Yutkunarak bana doğru eğildiğinde gözlerimi kapattım. Diğer elini de yanağıma koyduğunda yüzlerimiz arasında tek nefeslik mesafe kalmıştı. Ben dudaklarımızın buluşmasını beklerken hiç beklemediğim bir şey oldu.

Tam arkamızdan bir çıtırtı duyuldu.

Sanırım bu defa gerçekten birine yakalanmıştık.

 

⚖️

Bölüm : 07.12.2024 19:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...