4. Bölüm

3. Bölüm : Karanlığın Öpücüğü.

N A Z İ L E
aycicegiguzeli

"Lütfen bir dahakine yanımdan ayrılma. Sayende yeni fobi edindim..."

"Amma korkaksın sende ya..."

"Arsızlaşmadan duramaz mısın?" Ciddi durmaya çalışsa da yüzündeki gülüş onu ele veriyordu. Başımı hayır dercesine salladım, tekrar sırıttı. Nihayet aramızdaki hayali buzlar erimişti. Derin bir iç çekerek aramızdaki iki adımlık mesafeyi kapattı. Sağ elini kaldırarak yanağıma koydu. Bu teması karşısında nefesim kesildi, ilk defa bana bu kadar yakın duruyordu. Ve öyle güzel bakıyordu ki. Sanki... Beni öpecek gibi.

Yutkunarak bana doğru eğildiğinde gözlerimi kapattım. Diğer elini de yanağıma koyduğunda yüzlerimiz arasında tek nefeslik mesafe kalmıştı. Ben dudaklarımızın buluşmasını beklerken hiç beklemediğim bir şey oldu.

Tam arkamızdan bir çıtırtı duyuldu.

Sanırım bu defa gerçekten birine yakalanmıştık.

 

⚖️

 

"Gökyüzü, ne meleklerin ne de iblislerin yuvasıydı.

Her kanat çırpışı, sonsuz bir savaşın yankısıdır.

Sessizlikte iyiler de kötüler kadar karanlık sırlar taşır..."

 

⚖️

 

Luther hızlıca benden uzaklaştığında anın şokuyla kendime gelmem pek kolay olmadı. Neredeyse öpüşmek üzereydik! Gökler bir araya gelmememiz için elinden geleni yapıyor olmalıydı.

"Sen burada kal, ben kontrol edip dönerim."

Başka herhangi bir önerim olmadığı için dediğini yaparak ağacın arkasına saklandım. Eğer birisi bizi o halde görmüşse, bunu nasıl açıklardık bilemiyordum. Baş Melek Elliott oğluyla bu kadar yakın olduğumu öğrenirse, başıma neler geleceğini yalnız Tanrı bilebilirdi.

"Eva? Çıkabilirsin."

Luther'in sesini duymamla hızlıca ağacın arkasından çıktım. Saklandığımı gördüğünde kendini gülmemek için sıktı. Komik değildi, onu düşünerek saklanmıştım. Şimdiki melekler iyilikten de anlamıyordu.

"Güleceksen gül, içinde kalmasın."

"Ne haddime?"

Cümlesini bitirdiğinde büyük bir kahkaha patlattı. Etik olmayan bu davranışını kınadığımı belirtmek adına cıkladım. Gülüşü bir serap gibi beni içine çekse de buna kapılmamam gerektiğini çok iyi biliyordum. Bu işin sonu uçurumdu. Benim için. Kimse onu yargılamayacaktı çünkü o geleceğin baş meleği, ışığın temsilcisi olacaktı. Benden çok daha üstün olacaktı ve yanyana olacağımız hiçbir senaryo olmayacaktı. Eğer bir melek olsaydım, eğer taraf seçme şansım olsaydı... Belki o zaman bir şansımız olurdu.

Yüzde bir ihtimalle.

"Ne oldu? Yüzün düştü senin?"

Sesini duymamla daldığım hülyalı düşüncelerden sıyrıldım. Ona sahte bir tebessüm sunduğumda başımı bir şey yok dercesine salladım.

"Birisi mi vardı orda?"

"Küçük bir tavşandı sadece."

Rahat bir nefes alsam da içim hâlâ endişeyle doluydu. İlkinde de böyle olmuştu, şimdi de tavşan. Bu almamız gereken bir uyarı mıydı? Evren birlikte olmamamız için uyarı verdiği hâlde bunu görmezden geliyorduk. Göklerin gözü hep üzerimizde gibiydi, belli ki bu yakınlığı onaylamıyordu. Yine de kalbim, mantığıma galip geliyordu. Luther'e olan hislerim tüm kurallardan daha güçlü gibi geliyordu. Sanki onun için tüm yasaları çiğnermişim gibi.

Peki o da aynı şekilde hissediyor muydu?

Buna verecek net bir cevabım yoktu. Emin değildim. Bazen bana öyle bir bakıyordu ki sanki göklerde, benden daha güzel birisi yok gibi geliyordu. Ama bazen de bakışları bana çok yabancıydı, sanki bakıyor, ama beni görmüyordu.

"İyi misin sen? Daldın yine."

Luther'in kadife sesini duyunca dalgın bakışlarımı yüzüne çevirdim. Gözlerinde gördüğüm endişenin emaresi kalbime ok gibi saplandığında, kendimi gülümsemek için zorladım.

"İyiyim, endişelendim biraz."

"Endişe edeceğin bir durum yok. Olsa bile, ben hallederim."

Hallederdi. Bunu gerçekten yapar mıydı peki? Daha önce asla birlikte görünmemiştik. Çocukluğum onunla geçmişti, bana burada en iyi davranan kişi oydu. Düştüğümde yaralarımı saran oydu. Birkaç dakika sonra iyileşeceğini bile bile hem de. Yaralarıma merhem olmak için yapıyordu, kendimi ne kadar yalnız hissetiğimi biliyordu. Benim zaaflarımı biliyordu. Bunlarla ilgili ona tek kelime etmeme rağmen hem de.

"Bugün neden bu kadar sessizsin? O adam sana bir şey mi yaptı?"

Başımı hayır dercesine salladım. Bana bir şey yapmamıştı açıkçası. Zindana atması dışında.

"Dediğim gibi, sadece zindanda tutuldum. Oraya nasıl gittiğimi bende bilmiyorum. Detaylıca anlattım hepsini, o da beni serbest bıraktı."

"Bu kadar basit mi? Öylece gidebilirsin dedi?" Başını iki yana sallayarak güldü. "İnandırıcı gelmiyor. Ya aklında bambaşka bir şey var, ya da sen bana tüm gerçeği anlatmıyorsun."

Işınlandığımızı söylememiştim mesela. Ya da gözlerinin bir anda renk değiştirdiğini. Ya da... Luther'la olan yakınlığımızı gördüğünü. Sahi, bunun neden üstlerimize bildirmemişti? Onlar için kurallar farklı mıydı yoksa?

"Ben iyiyim, önemli olan bu değil mi? Bana bir şey yapacak olsaydı, onun bölgesinde olduğum zaman yapmaz mıydı sence de?"

Düşünürmüş gibi birkaç saniye sessizliğini korudu. Yalan söylemiyordum, bana zarar vermemişti. Aklıma girmeye çalışması dışında üstümde herhangi bir etkisi olmamıştı bile. Son söyledikleri zihnimde yankı yaptığında gözlerimi kaçırdım. Neyi anlamamı bekliyordu ki? Buraya ait olmadığımı söylerken ne demek istemişti? Bunları sırf zihnimi bulandırmak için söylemiş olabilirdi. Amacına da ulaşmıştı aslında, sözleri aklımdan çıkmıyordu.

"Ne söyledi sana?"

"Bir şey söylediğini nereden çıkardın?"

Oflayarak çimenlerin üzerine oturdu tekrar. Sırtını ağaca yasladığında bakışlarını yüzüme çevirdi.

"O basit bir iblis değil. İblislerin kralı! En beteri! Sana bir şey söylememiş olması mümkün mü? Sana zarar vermemiş olabilir ama aklına girmemesi imkansız. Neyle kandırdı seni Eva?"

İç çekerek onun yaptığı gibi yanına oturdum. Sırtım ağacın sert kabuğuna yaslandığında gözlerimi huzurla kapattım. Kendimi mutlu hissettiğim nadir yerlerden birisiydi bura. Burada kimsenin benden bir beklentisi yoktu, emirler yoktu. Bana verilecek ağır ceza da yoktu. Tek hatamda hayatımı mahvedecek kimse yoktu. Sadece sessizlik ve benim iç dünyam vardı.

Bir de yanımda oturan Luther.

"Eva... Senin için endişeleniyorum. Sana ne kadar değer verdiğimi biliyorsun..."

Kadife sesini duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim. Bakışları içimi eritircesine sıcacıktı. Keşke bana hep böyle baksa diye geçirdim içimden. Engel, korku ve endişe olmadan. Bana bakıyor, ve beni görüyordu.

"Biliyorum. Sen de... Benim için değerlisin."

Benim için değerli olan tek kişi sensin.

Bana doğru eğildiğinde yine bir ses duyacağımızdan emindim. Koyulaşan gözlerle beni izlediğinde bunun fazla uzun sürmeyeceğini biliyordum. Elini benim tarafımdaki gövdeye koyduğunda aramızdaki mesafe yok oldu. Tamamen üzerime eğildiğinde bedenim, ağaç ve onun iri vücudu arasında sıkışmıştı. Bu yakınlığı kalbimi öyle bir hızlandırdı ki yerinden çıkacak sandım. Her nefes alışımda bana biraz daha yaklaşıyor gibiydi. Bana bir nefes kadar yakın, bir dünya kadar uzaktı.

"Bu doğru değil... Sende biliyorsun."

Gözlerim ne ara kapanmıştı bilmiyordum ama güldüğünü duyunca yutkundum. Bana bu kadar yakın duruyorken her şeyi göze alabilirdim. Onun için savaşmaya hazırdım. Gözlerimi açtığımda koyu bakışlarla beni izlediğini görünce nefesimi tuttum.

"Doğru değil evet," fısıltısı zar zor duyuldu, "Ama söylesene, kaç kere mantığımızı dinledik ki?"

Bakışları dudaklarıma kaydığında yutkundu. Geri çekilmek için bir hamle yaptığımda vücudu buna engel olarak bana yapıştı. Ağzımı konuşmak için araladığımda dudaklarının baskısını hissettim.

Luther beni öpüyordu.

Beynim bunun bir hayal olduğunu düşünüyor olacak ki tepki veremedi. Gözlerim kendiliğinden kapandığında dudaklarının baskısı daha da sertleşti. Onun karşılık vermemi istiyormuş gibi hareket ediyordu. Hem acemi hem de oldukça istekliydi.

Luther beni öpüyordu!

Bunu en net hâliyle anladığım anda zihnim alarm çalmaya başladı. Bedenim titriyordu ve o bunu hissetmişti. Elini ağaçtan çekerek belime yerleştirdi. Sanki beni tutmasa dengede duramayacağımı anlamış gibiydi. Belimdeki tutuşu hafif bir okşamaya dönüştü.

Nihayet kendimi topladığımda ellerimi saçlarına götürdüm. Diğer elimi omuzuna koyduğumda öpüşüne karşılık vermeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı. Ama onun umrunda değil gibiydi. Ona karşılık verdiğimde bundan haz aldığını hissettiren inilti duydum.

Lanet olsun ki bu anı çok beklemiştim!

Alt dudağımı öperek nefes nefese dudaklarımızı ayırdı. Nefes almayı unutmuş gibiydim. O ayrılmamış olsaydı büyük ihtimalle oksijensizlikten ölürdüm. Ve işin garip yanı, bunun farkında bile olmadığımdı.

"Luther..."

Başka diyeceğim hiçbir şey yoktu sanki. Adı tek çareymiş gibi çıkmıştı dudaklarım arasından. Alnını alnıma yasladığında gözlerimi açmaya cesaretim yoktu. Benden etkilendiği için mi öpmüştü, yoksa sadece zevk almak için miydi? Bunu düşünmek istemiyordum, şu an hiçbir şey düşünmek istemiyordum. İlk defa, sadece ânı yaşamak istiyordum.

"Senin yanındayken aklımı kullanamıyorum..."

Fısıltısı kulaklarıma ulaştığında derin bir iç çektim. Sınıfı gitmemiz gerekiyordu, birazdan ders başlayacaktı. Liderler de aramızda olacaktı. O da aramızda olacaktı.

"Sınıfa dönmemiz gerekiyor..."

Güçlükle birbirimizden ayrıldığımızda ikimizin de yüzünde aptal sırıtışı vardı. Eliyle saçlarımı karıştırdığında omuzuna zararsız bir yumruk indirdim. Kıkırdayarak ayağa kalktığımızda yan yana okula doğru yürüdük.

"Sen önden git, bende birazdan geleceğim."

Başımı sallayarak onu onayladığımda koşar adımlarla sınıfa doğru ulaştım. Kapıyı açıp içeri girdiğimde birkaç meleğin içerde olduğunu gördüm. İblislerden kimse gelmemişti, onlar zaten asla zamanında gelmezlerdi. Yerime geçip oturduğumda kapı tekrar açıldı. Öğretmen içeri girdiğinde geç kalmış melekler özür dileyerek ardı ardına girdi. İblisler kahkahalar atarak içeri girdiğinde geç kalmaları umurlarında değildi.

"Birkaç dakikaya Lord Aaron ve Lord Darian burada olacak. İkisine de eşit şekilde saygılı davranmanızı istiyorum. Anlaşıldı mı?"

Onaylayan mırıltılar duyulduğunda kapı açıldı. İlk içeri giren kişi Lord Aaron'du. Kısa beyaz saçları ve ciddi bir yüzle içeri girdiğinde sınıfa derin bir sessizlik çöktü. Herkes iki liderin aramızda olmasından dolayı gergindi. Hemen ardından Lord Darian soğuk bir gülümsemeyle içeriye girdi. Siyah gözleriyle etrafı izlediğinde bakışlarında küçümseme hüküm sürüyordu. Bakışlarını benim olduğum tarafa çevirdiğinde yüzündeki gülüşü daha korkutucu bir hâle büründü.

Gözlerimi kaçırmak istesem de direndim. Korkak birisi değildim, ölümden falan da endişe etmiyordum. Benim liderim değildi, evet ona saygı duyacaktım ama korkmak? Kalsın. Ondan korkan bir sürü iblisi vardı, ona yeter ve artardı.

Lord Aaron'un sesi sınıftaki gerginliği azaltmak adına yükseldi.

"Bugün burada bulunmamızın sebebi, size iki dünya arasındaki dengenin önemini hatırlatmak."

Herkes sessizleşerek pür dikkat onu dinliyordu. Sesi öyle huzurlu ve sakin geliyordu ki ondan korkmak yerine, içimi derin güven hissi sarıyordu.

"Hiçbiriniz diğerinden üstün değilsiniz. Aranızdaki rekabete diyecek bir sözümüz yok, rekabet en keskin silahtır. Ama günün sonunda yine hepimiz bir aradayız, biriz. Bizi ayıran yegane şey durduğumuz yerler."

Gözleriyle sınıfı incelediğinde derin bir nefes aldı.

"Hem Cennet'in, hem de Cehennem'in ortak bir kararını sizinle paylaşmak istiyorum."

Herkes merakla ne diyeceğini bekledi, genelde ikisinin ortak bir karar aldığı görülmüş bir durum değildi. Kavga ettiklerini görmemiştik ama ortak bir karara varmaları da ilginçti. Meraklı sesler yükseldiğinde Darian elini kaldırarak sınıfı tekrar ölüm sessizliğine bürüdü. Tek hareketiyle tüm sesleri susturmuştu, bu da otoritesinin ne kadar güçlü olduğunun kanıtı sayılırdı.

"Aranızda hâlâ taraf seçmeyenler var," Darian bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde ne demek istediğini anlamadım. "Bugünden itibaren Denge Koruyucuları taraf seçme hakkına sahip. Her biriniz için geçerli bu, ya bir melek ya da iblis olacaksınız. İyi düşünün, zamanınız kısıtlı."

Soru sormamıza müsaade etmeyerek en önde onlar için ayrılmış sıraya oturdu. Sıra desem bile oturdukları yere taht demek daha doğru olurdu sanırım. Aaron da başını salladığında Darian'ın yanına oturdu. Öğretmen bugünün dersinde bir şeyler anlattı ama aklımı oraya veremiyordum.

Kendimi bildim bileli böyle bir kural duymamıştım. Biz de taraf seçeceksek, dengeyi kim koruyacaktı ki? Hepimiz neden taraf seçmek zorundaydık? Ne melek de iblis olmak istiyordum. İkisine de özel bir ilgim yoktu. Ama burada kalmak istiyorsam, ve Luther'la olmak istiyorsam melek olmam işime gelecekti.

Ders bittiğinde önce Lord'ların ayrılmasını bekledik. Hava kararmıştı aslında ve odama çıkıp uzanmak istiyordum. Ama içimden bir ses beni tekrar ağacımın olduğu yere çekiyordu. İçimdeki dürtüyü daha fazla bastıramadım, dikkat çekmeden aralarından sıyrıldım. Karanlık ormana doğru adımladığımda içimde korkunun emaresi yoktu. Tam tersi büyük bir heyecan ve adını koyamadığım bir duygu vardı. Küçük adımlarla ormanın içine yürüdüğümde adımlarım duraksadı.

Tanıdık bir enerji hissettim. Daha önce bu enerji yüzünden Cehennem'e gitmiştim. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum ama merakımı da bastıramıyordum. Koşar adımlarla mahzenime geldiğimde bir silüet gördüm. Hem tanıdık, hem de bana oldukça yabancı birisiydi.

Ve elinde benim sakladığım kitabım vardı.

"Bunu nereden bulduğunu merak ediyorum."

Tanıdık sesi duyduğumda o da arkasını döndü bana. Etraf karanlıktı, kitabımı nasıl bulmuştu ki? Yine bilmediğim ne gibi özellikleri vardı?

"Sen her şeyi böyle merak eder misin?"

Karanlıkta zor seçilen sırıtışı yüzünü kapladı. Darian, bana doğru iki adım attığında tam karşımda duruyordu. Boyu uzun olduğu için yüzünü görmekte zorlanıyordum. Açıkçası pek görmek istediğimden de emin değildim.

"Bu cesaret nereden geliyor küçük kız?"

Yutkunduğumda cesaretimin son kırıkları da kül olmuştu. Ona saygı duymam gerekiyordu ama benim yaptığım tek şey küstahlıktı. Kesinlikle bir iblis olamazdım. Kim bilir bana nasıl işkenceler ederdi!

"Siz özel alanıma karıştığınızda geldi."

Düşüncelerim ve dilim arasında büyük bir fark vardı. Bambaşka bir şey düşünüyordum ama dilime de hâkim olamıyordum. Bana bol işkence içeren bir senaryo yazması an meselesiydi. Lanet olsun ki çenemi tutamıyordum!

"Tek seferlik bu kibirini görmezden geleceğim," diye fısıldadı gözlerimin içine bakarak. "Ama sadece bu seferlik."

Başım döndüğünde düşeceğimi hissettim ama tam zamanında kapanan gözlerim açıldı. Bir anda etraf Cehennem sıcağıyla aydınlandığında nefesimi tuttum. Yine oksijen beynime ulaşmakta güçlük çekiyordu. Öyle bir yanıyordum ki sanki az sonra kül olacaktım. Tekrar şatosuna gelmiş olmalıydık, balkondan dışarıyı görüyordum. Etraftan ateş lavı akıyordu, bu sıcaklığın sebebi belliydi.

"Neden beni buraya getirdin?"

Onun odasında mıydık acaba? Beni odasına getirmeyecek kadar akıllıydı diye düşünüyordum. Etraf Cehennem gibi siyah ve kırmızı tonlara hâkimdi. Oda beş kişinin rahatlıkla sığacağı kadar genişti. Koca bir yatak ve tam arkasında kanat desenleri vardı. Oda gerçekten krallara layıktı. Ve ben onun odasında olduğuma emin olmuştum.

"Sana ne söylediğimi unuttun mu? Canım öyle istiyor. Ben bir şeyi yapıyorsam, altında neden arama artık."

"Benim rızam olmadan beni buraya getirdin, ve soru sormaya hakkın yok mu diyorsun?"

Bana dönük olan sırtı hareketlendiğinde tam karşımda durdu yine. Kalp atışlarım korkudan hızlandığında nefes alışım daha da zorlaştı. Etraf zaten sıcaktı, üzerime yürüyüp daha da sıcaklaşmasına neden olması zalimlikti. Ondan etkilendiğimden değildi elbette, sadece ondan korkuyordum.

"Sen benim kim olduğumu unutuyorsun, Evanora."

Tam ismimi söylemişti. Kimse benim tam ismimi bilmiyordu.

Darian nasıl öğrenmişti?

"Şaşırdın mı Evanora? Gerçekten kim olduğumu unutmuşsun, üzüldüm..."

"Ama... Bunu kimse bilemez..."

Yüzündeki küçümseme anlık olarak kibire dönüştü. Kendine o kadar güveniyordu ki buna anlık olarak hayran kaldım.

"Ben herhangi biri değilim." Elini şakağıma koyarak iki kere hafifçe vurdu. "Bunu aklından çıkarma Eva..."

Geri çekildiğinde sehpadaki sürahiden bardağa şarap doldurduğunda tekrar tam önüme geldi. Bardağı bana uzattığında almadım. İçki içmemiz de yasaktı, bu adam hiçbir şeyi bilmiyor muydu yani?

"İçebilirsin, bu aramızda kalacak küçük sırlardan birisi."

Almadığımı görünce gözlerini devirerek elimi tuttu, bardağı elime koyduğunda geri çekildi. Küçücük temas bile titrememe sebep olmuştu, beni böyle korkutması normal değildi. Beni incelediğini görünce bardağı dudaklarıma götürerek bir yudum aldım. Rahat bir nefes aldığında yüzümü buruşturdum. Oldukça sertti, daha önce hiç içmediğim için alışık değildim.

"Geçen gün konuşamadık, bir kere daha söyleyeceğim."

"Onlardan vazgeçmemi mi söyleyeceksin yine?"

Yüzündeki küçümseme tekrar belirdiğinde neden bu kadar nefret dolu olduğunu düşündüm. Tamam, iki tarafın anlaşamıyor olması çok normaldi. Ama Darian onlardan neden böylesine nefret ediyordu?

"Oraya ait değilsin, bir gün ne demek istediğimi anlayacaksın. İblislerin tarafını seçeceksin."

Emir tonunda konuşması sinirlerimi bozduğunda ağzımdan alay dolu bir 'hah' nidası kaçtı. Bu rahatlığımın sebebi oydu.

"Neden böyle bir şey yapayım? Buraya geldiğimde beni öldür diye mi? Ya da kölen olmak için mi?"

"Aptal olduğunun farkındaydım, ama artık kör olduğundan da eminim. Oradakilerin hiçbiri seni umursamıyor, bunu göremiyor musun?"

Benimle dalga mı geçiyordu! Bu küstahlığının tek sebebi kral olması mıydı? Bu kadarı artık fazlaydı, bana ona bulaşmamı söyleyen herkes haklıydı. Manipülasyon konusunda ustaydı. Birisini, inandığı tüm doğrulardan bir saniyede caydırabilecek kadar yetenekliydi.

"Pek bu niye senin umrunda? Beni böyle düşünmenin sebebi nedir?"

"Yanılgıya kapılma. Bu benim umurumda falan değil, olamaz da. İçindeki gücü hissediyorum diyelim, ve bunun beyaz kafalıların eline geçmesini istemiyorum."

Beyaz kafafılar mı? Melekleri böyle mi tasvir ediyordu?

"Neyi kastettiğini anlamıyorum. Beni geri götür, seninle daha fazla tartışmak istemiyorum."

Üzerime doğru bir adım attığında fazla yakınlaşacağımızı anlayarak, bende bir adım geri gittim. Tekrar yakınlaştığında yine geri adım attım. Ayağım yatağa çarptığında acımı belli etmemek için yüzümü buruşturmamaya çalıştım. Daha fazla geri gidemeyeceğimi anladığında yüzündeki şeytani gülüş büyüdü.

"Ben izin vermedikçe gidemezsin, bunun farkında mısın?"

Gözlerimin içine baktığında anılarımın içinde hoyratça dolaştığını hissettim. Yine özel alanıma giriyordu, bu sefer bir suçum yoktu. Her ne kadar benden üstün olsa da böyle saygısızca davranmasına izin veremezdim. Buna daha fazla tahammül edemeyerek iki elimle göğsünden ittim. Bir adım geriye gittiğinde küçük kahkahasını duydum, beni fazla hafife alıyordu. Onun kadar güçlü değildim belki ama korkak da değildim. Ben onun kölesi ya da yattığı iblislerden birisi değildim.

"Bir melek olduğumda da bakalım böyle rahat olacak mısın?"

İblis olmayı hiç düşünmemiştim, asla kendimi onlardan biri olarak göremezdim. Bana çok yabancı ve uzaktı. Onlar kadar kötü ve duygusuz olamazdım. Melek olabilecek kadar iyi değildim belki ama zalim de değildim.

"Balo da görüşüceğiz seninle Evanora, o zaman bu kadar rahat olmayan kişi sen olacaksın."

Kapanan gözlerim açıldığında kendimi okulda, odamda buldum. Aşağlık şeytan! Benimle resmen alay ediyordu! Şeytanların liderinden de anca böyle pislikler beklenirdi. Duşa girip rahatladığımda üzerime pijamalarımı giydim. Burada olmamın en iyi tarafı odamın tek kişilik olmasıydı. Koruyucu'ların odası genelde en az iki kişilik olurdu. Lakin bana kalacak partner kalmadığı için tek kişilik odayı vermişlerdi. Üzülmemiştim, tam tersi işime geliyordu. Odam sessiz ve düzenliydi.

Yatağa uzandığımda olanları düşündüm. Luther'ın beni öpmesi, taraf seçmemiz ve o şeytan... İçimde nasıl bir güç olduğuna inandırmıştı acaba kendisini? Gerçekten benimle dalga mı geçiyordu yoksa doğru mu söylüyordu?

Zihnim bana aptalsın diye fısıldadı. Şeytana nasıl güvenirsin? Haklıydı da. Ona güvenmek, hayatımda yapacağım en büyük aptallık olurdu. Bugüne kadar bana kimseden hayır gelmemişti, bir şeytandan mı gelecekti?

Gözlerim yavaş yavaş kapandığında kendimi uykunun sıcak kollarına teslim ettim. Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum, ama anlık hissettiğim yoğun enerji yüzünden gözlerimi açmak zorunda kaldım. Odamdaydım hâlâ ama o duygu beni terk etmemişti. Sanki birisi karanlık gölgelerin ardından beni izliyordu. Bundan nerdeyse emindim. Odamda yalnız değildim.

"Kim var orada?"

Sessiz fısıltım odada yankı yaptı. Duvara çarpan sesim karşılıksız bir şekilde bana geri döndü. Havadaki gerilimi buram buram hissediyordum ama elimde somut bir şey yoktu. Sanki etrafımda birileri beni izliyordu. En zayıf anımı bekliyordu saldırmak için. Bir ses duyduğumda bunun rüya mı yoksa benim uydurmam mı olduğunu anlamadım.

"Her güç bir bedel gerektirir. Kendini tanımak istiyorsan, önce kendini bulmak zorundasın. Karanlığı görmek istiyorsan, önce karanlığa dönüşmelisin."

Kadim bilgeliği andıran bu ses odada yankılandığında yutkundum. Varlığını göremiyordum ama hissediyordum. Belki burada bile değildi ama zihnimin derinliklerinde yalnız değildim.

Gözlerim karanlığa alıştığında bir rüyadan uyanır gibi oldum. Nefes nefese kaldığımda etraf aydınlanmıştı. Sadece bir rüya mıydı? Ama sanki az önce yaşamışım gibiydi... Daha fazla düşünemeden hızlıca üzerimi değiştim. İlk dersi kaçırmıştım, normalde hiçbir derse gecikmezdim oysa ki. İkinci ders neredeyse başlamak üzereydi, hızlıca kapıyı açarak içeri girdiğimde bir anlık bakışlar bana döndü. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak liderlerin yanından geçtim. Başımla ikisine de selam verdiğimde Aaron nazik bir şekilde karşılık verdi. Darian ise her zamanki kibiriyle inceledi beni. Utanmadan beni süzdüğünde daha fazla buna müsaade etmeyerek yanından geçip sırama oturdum. Arkamdan sırıttığına emindim, umrumda bile değildi.

"Senin de geç kaldığını gördüm ya, hayretler içindeyim!"

Luther'in abartılı şaşkınlığı sırıtmama sebep oldu. O da bana gülümsediğinde önüme dönerek gelen öğretmene odak kesildim. Yine Dünya'da özel bir görevimiz vardı, bu sefer bu bizim taraf tutmamıza da yardımcı olacaktı. Her Koruyucu bir iblis ve melekle birlikte Dünya'da ya iyilik, ya da kötülük yapacaktı. Bu tamamen bizim irademize bağlıydı, yaptıklarımıza göre bir taraf seçmemiz gerekiyordu.

"Ve unutmadan, önümüzdeki hafta sonu büyük bir balo düzenlenecek. Bütün ırklar davetli, gelmeniz şart. Hiçbir bahane istemiyoruz."

Çoğu kişi bundan memnun kalmıştı. Eğlenmeyi herkes severdi ama ben toplu ortamları sevmezdim. Gelmemek gibi bir şansım olsaydı kesinlikle bir bahane bulurdum. Ama ne yazık ki bu mümkün değildi, sadece davetli olsaydık iyiydi. Gelmemiz şarttı, aksi kabul edilmezdi.

"Lord Aaron ve Lord Darian, bir kişi seçecek aranızdan. Onlarla birlikte Dünya'ya gideceksiniz bugün."

İkisi de ayağa kalktığında yüzlerini bize gösterecek şekilde durdular. Aaron yüzündeki nazik tebessümle hepimizi inceledi. Birinin keskin bakışlarını üzerimde hissedince kim olduğunu tahmin etmem zor olmadı. Darian'ın hilekâr bakışları üzerimde durunca yutkundum. Bu bakışın sebebini iyi biliyordum. Seçeceği kişi ben olacaktım.

Cehennem Lordu'ndan hiçbir şekilde kaçışım yoktu.

 

⚖️

 

 

Bölüm : 13.12.2024 20:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...