
"Seni uyarmıştım, melez."
Darian'ın sesini duymak beni şaşırtmadı. Haklıydı. Beni üstü kapalı da olsa uyarmıştı. Yine de bunu sindirmek kolay değildi. Hiçbir zaman da olmayacaktı.
"Sende mi bu işin içindesin?"
Sorduğum soru aptalcaydı. Elbette onlardan biriydi, bir şeytanın iyi olmasını nasıl beklerdim ki? Belki de her şeyin başında o vardı. Yanından geçip gitmek üzereydim ki kolumu tutarak beni durdurdu. Beni korkuluk ve kendi arasında sıkıştırdığında ondan da tiksindim.
"Rahat bırak beni, seni etrafımda görmek istemiyorum!"
"Aklından geçen her neyse yanılıyorsun. Bu düzenin kurucusu ben değilim, ama karşı da çıkmadım Evanora."
"Bu neyi değiştirir? Onlardan birisin işte, farklı düşünmüyorsun." Biraz daha yaklaştığında yüzümü başka tarafa çevirdim. Yumuşak hareketle çenemden tutarak gözlerimizi birleştirdi.
"Diğerleri umrumda değil, doğru. Ama senin benim tarafımda olmanı istiyorum."
"Neden sadece ben?" dedim fısıltıyla. Gözlerimin içine bakarak hiç beklemediğim cümle döküldü dudakları arasından.
"Aileni tanıyorum Evanora, kim olduğunu biliyorum..."
⚖️
"Gece karanlığı her zaman güvenliydi.
Çünkü karanlıkta herkes eşitti.
Ama artık biliyordum, bazı gölgeler
diğerlerinden daha tehlikleliydi...
⚖️
Dünya hile üzerinde dönüyordu. Her ne kadar iyilik var olsa da bu dünyada kötülük çok daha ağır basıyordu. İşte bu yüzden dünya daha huzur verici geliyordu bana. Ama bunu da iyi biliyordum ki orada doğmuş olsaydım aynı şekilde düşünmezdim. Yer yüzünün göklerden bir farkı yoktu, hatta belki orada işler çok daha kötüydü. Bilmediğim için bana güven veriyordu, bazen az bilmek nasıl huzur veriyorsa.
"Yalan söylüyorsun," dedim doğruyu söylediğini bilsem de. Bazen bilmemek hayat kurtarırdı. Bu hayatta her şeyi bilenler, aslında en mutsuz olanlardır.
"Yalan söylemeyi öğrenmen gerek Melez."
Ben tekrar hareketlenmek isterken kolumdan tutarak sabit kalmaya zorladı bedenimi. Ne kadar iyi bir yalancı olabileceğini tahmin ediyordum. Ona inanmayacak kada iradeli biri değildim, o fazla güçlüydü. Ama yine de ona boyun eğmeyecektim, ben de bu kadar aptal değildim.
"Beni kandırabileceğini mi sanıyorsun?" Sesim beklediğimden daha sakin çıkmıştı. Darian başını yana eğerek tepkimi ölçmeye çalıştı, acemi birisi değildi elbet.
"Ben kandırmam Evanora. Sadece gerçeği, görmek istemeyenlere hatırlatırım."
Dudaklarımı sıktım. Sözleri gerçekten oyunbaz bir adamın ağzından mı çıkıyordu, yoksa içinde az da olsa gerçek var mıydı? Bunu öğrenmenin bir yolu olması gerekiyordu. Hayatım boyunca hiçbir zaman, kimseye ailem hakkında tek kelime edemedim. Yasaktı. Sorulmaması gerekiyordu. Zaten bizim soru sormamız bile yasaktı. Emirlere itaat et, çeneni kapalı tut, gerekirse kendini feda et. Çünkü kanatlı varlıklar bizden daha üstündü. O lanet canları bizimkinden çok daha özeldi!
"Ne biliyorsan açık açık söyle Darian," dedim sabırsız çıkan ses tonumla, "Bana kelime oyunu yapma."
Dudağı bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldığında neden güldüğünü anladım. Ona adıyla hitap etmiştim. Bir krala adıyla seslenmiştim. Normal şartlarda bunun da bir cezası olmalıydı, diğerlerinde olduğu gibi. Darian bundan rahatsız olmuş görünmüyordu. Güldüğüne göre belki de hoşuna gitmişti. Ya da beni nasıl öldüreceğini düşünüp mutlu oluyordu.
"Bazı şeyleri ölümsüzün kendisi hatırlamalı," dedi kolumdakı tutuşu gevşeterek. İçimde bir huzursuzluk yükseldi ama bunu ona belli etmeyecektim. Düşüncelerim zihnimde hızla dolanırken bakışlarımı kaçırmadan ona meydan okurcasına baktım.
"Demek ki hatırlayacağım kadar önemli bir şey yaşamamışım."
Küçük bir kahkaha attığında gözleri kısıldı. Dediğim gibi, gülümsediğinde karşı konulamaz kadar cezbedici ve samimi geliyordu gözüme. Ama bu sadece anlık bir yanılsamaydı, kırmızı gözlerini görmüştüm. İçinde nasıl bir güç ve tehdit taşıdığını görüyordum. Uzak durulması gereken birisiydi, hatta hiç konuşulmaması gereken. Ama nedense ondan korkmam gerektiği kadar korkmuyordum. Belkide henüz beni öldürmemiş olmasından kaynaklanıyordu. Herkes onun gözlerine bakmaktan bile korkuyorken, ben ona meydan okuyordum. Bana bu kadar yaklaşmasına müsaade ediyordum. Kim bilir kaç kişinin celladı olan eli, benim kolumu nazikçe tutuyordu. Bu adam benden ne istiyordu?
"Hem cesursun, hem de aptal..." Aramızdaki mesafeyi kısaltarak yüzlerimizi aynı hizaya getirdi. Hain kalbim birden hızlandığında bunun korkudan olduğunu düşündüm. İçimdeki ses bunun sebebinin o olmadığını fısıldasa da görmezden geldim. En azından şimdilik.
"Toplantı yarın sabah olacak, benim tarafımda olmak istediğini söyle. Gerisini ben halledeceğim."
Bir şey söylememe müsaade etmeden yanımdan ayrıldı. Ondan geriye kalan tek şey parfümünün kokusuydu. Balkonda daha kaç dakika durdum hatırlamıyordum bile. Soğuktan üşümeye başlayan vücuduma aldırış etmeden orada durmaya devam ettim. Aklıma dönüp duran tek soru şuydu, neden? Zaten bizim kendimize ait seçimlerimiz yoktu, neden yalandan taraf tutmamızı istiyorlardı? Melekler iblislerden daha mi kötüydü yani?
Hepsinin kötü olduğunu söyleyemezdim elbet ama demek ki suyu bulandıranlar vardı. Ben ne yapacaktım peki? Darian'ın gururu okşansın diye onun yanında mı durmam gerekiyordu? O şeytanın aklıma girmesine izin vermemeliydim. Her ne kadar haklı olsa da bu onun farklı olduğu anlamına gelmiyordu. O iyi birisi değildi. Bunu en başından beri biliyordum zaten. Ama neden bana öyle değilmiş gibi gösteriyordu ki kendini? Benden hoşlanmış falan olamazdı. Ben sıradan bir melezdim, altında çok daha kirli işler olması gerekirdi. Acaba ailem güçlü kişiler falan mıydı? Öyle olmuş olsaydı beni niye koruyuculara teslim etsinlerdi ki? Luther haklıydı, o hiç bir şey yapmamış olsa da aklıma girmeyi başarmıştı.
"Ne yapıyorsun burada?" Luther'in sesini duymamla daldığım düşüncelerden bir çırpıda sıyrıldım. Acaba o biliyor muydu? Bizi meleklerin maşası yapacaklarından haberi olması mümkün müydü? Bilmiyor olma ihtimali de vardı ama eğer biliyorsa, bununla nasıl başa çıkacaktım? Onu çocukluğumdan beri tanıyor ve hayranlık duyuyordum. Ondan hoşlanıyordum, bunu inkar etmeme gerek yoktu bile. O da bana karşı bir şeyler hissediyor olmalıydı, yoksa neden beni öptü? Bana neden öyle güzel bakıp özel hissettirdi? Beynim sürekli ondan kaçmam gerektiğini söyleyip duruyordu, onun yanında olmak bana zarar verecekti belli ki. Babası aramızda bir şeyler olduğunu öğrenirse ne olurdu? Luther benim arkamda durur muydu? Hayal dünyam fazla genişti, o asla babasını karşısına almazdı. Ona ne kadar bağlı olduğu belliydi.
"Hava almaya çıkmıştım," dedim kafamdaki sesleri susturarak. Ne olacağının bir önemi yoktu artık. Luther buradaydı, ondan uzakta olmak içime sinmeyecekti. Her ne kadar hiçbir yerde olmak istemesem de eninde sonunda Cennet'e dönmeyecek miydim zaten? Ben Cehenneme ait değildim. Oranın yakıcı sıcaklığına bile dayanamıyordum, nasıl yaşardım ki ben orada? Yapamazdım. Tek bildiğim ve sevdiğim kişi oydu, bilmediğim ve yabancı olduğum yerden olmaktansa onun olduğu yerde olmayı tercih ederdim.
"Hadi geri dönelim, seni merak ettim." Üzgün bir tavırla bakışlarını kaçırdığında, "Ben seni dansa davet edecektim, lakin o kız babamın çok yakın olduğu birinin kızı. Özür dilerim, bunu görmeni istemezdim." Önemli değil dercesine başımı salladım. "O adam seni niye dansa davet etti? Sende onu reddedemezdin farkındayım ama bu aralar hep etrafında dolanıyor. Seni tehdit falan mı ediyor Eva?"
Haklıydı. Sürekli farklı şartlarda da olsa etrafımda dolanıyordu. Lakin beni tehdit ettiği yoktu, en azından ben öyle anlamıştım. Bazen dlimi koparmak istediğini söylese de bunu ciddi anlamda söylediğini düşünmemiştim. Kendi kendime gülümsediğimde bunun ne kadar absürt olduğunu fark ettim. Kim böyle bir tehdit yöntemi kullanırdı ki? Gülüşümü silerek öksürdüm, Yüce Menes ne yapıyordum ben?
"Endişe edecek bir durum yok, her şey yolunda." En azından şimdilik.
"Bir şey olursa bana söyle, Lord'a bildiririm ben. O herif için endişelenme." Aslında endişe etmiyordum, hatta ondan korkmuyordum bile. Luther gerçekten beni korumak mı istiyordu yoksa gerçekleri gizlemek mi? Karşımdaydı işte, her zaman tanıdığım kişiydi o. Ama ya ben bir masala inandıysam ne olacaktı? Bununla nasıl başa çıkardım hiç bilmiyordum, o güvendiğim tek kişiydi. O, Gökler'de bana iyi davranan tek ölümsüzdü.
"Tamam, bir şey olursa haber ederim sana." Luther gülümseyerek elimi sıktı. Gitmesi gerektiğini söylediğinde sessizce onayladım. Biraz daha tek başıma kaldığımda kendi düşüncelerimle yalnız kaldım. Şimdilik kendime bir yol çizmiştim, ne kadar doğru olduğunu zaman gösterecekti.
Odama döndüğümde balo hala devam ediyordu, uzun zamandır bu kadar eğlenmemişlerdi herhalde. Kendimi hiçbir yere ait hissettmiyordum. Odam bile bana artık yabancı geliyordu. Biz gerçekte kimdik? Gerçekten dengeyi koruyalım diye mi görevlendirilmiştik? Bu bana inandırıcı gelmiyordu. Artık neye inandığımı ben bile bilmiyordum. Başımı yastığa koyduğumda uykuya dalmam uzun sürmedi. Garip bir koku aldığımda gözlerim açıktı. Odamda değildim. Bana oldukça yabancı bir yerdeydim, neresi olduğu hakkında bir fikrim yoktu.
"Neredeyim ben?" diye fısıldadım belirsizliğe doğru. Yanıt gelmedi. Tek hissettiğim şey yoğun bir kokuydu, bu bana yabancı değildi. Çok tanıdık geliyordu ama nereden hatırlıyordum bunu?
"Hep böyle sessiz misin sen? Çok sıkıcısın." Duyduğum ses bir çocuğa aitti. Yüzünü gördüğümde beni çatık kaşlarla izleyen iki çift göz gördüm önce. Erkek çocuğu. Böyle bir tanıdığım var mıydı ki benim?
"Seninle oynamak istemiyorum!" Dudaklarım arasından dökülen sözcükler bana yabancıydı, sanki olayları üçüncü bakış açısından izliyordum. "Hep korkutuyorsun beni!"
"Korkak! Hep kaçıyorsun!" İçimde öfke yükseldi o an. Neden olduğunu anlayamamıştım. Sadece saf bir öfke vardı içimde, o an o çocuğa haddini bildirmek istemiştim sadece.
"Ben korkak değilim!" Etraf karardı bir anda. Küçücük avuçlarım sıkmaktan kıpkırmızı olmuştu. Az önce kuşların fısıldaştığı ortam şimdi Cehennemi anımsatıyordu.
"Burada olmayı hak etmiyorsun," dedi az önceki çocuk. Ondan hoşlanmamıştım. Sesi öyle ciddi ve sertti ki sanki karşımdaki bir çocuk değildi.
"Nedenmiş o?" dedim sesim yükseldiğinde.
"Burası kız çocukları için fazla karanlık."
Küstah sesi öfkemi tekrar alevlendirdi. Sonra olanları hayal mayal gördüm. Beyaz bir ışık patladı. Ellerim heyecan ve korkudan titriyordu. Çocuk arkaya doğru savrulduğunda sol kolunun kanlar içinde kaldığını gördüm en son. Bana korkuyla bakmıyordu, bakışlarında büyük bir şaşkınlık vardı. Böyle bir şeyi beklemiyordu, şayet ben de.
Gözlerimi açtığımda nefes nefese etrafı izledim. Odamdaydım. Okulda. Güvende.
Gerçekten güvende miydim? Artık olduğum hiçbir yer bana güven vermeyecekti. Bunda haksız da sayılmazdım, güvenmem gereken kimse yoktu ve beni gerçekten önemseyen kimse de yoktu. Tek başımaydım, her zamanki gibi. Darian yine kafamı karıştırıp beni kendi düşüncelerimle yalnız bırakmıştı. Ondan öylesine nefret ediyordum ki keşke bunu bir şekilde dindirebilseydim. Bencil ve düşüncesiz herifin tekiydi, karşısındakinin duygularına asla umursamıyordu. Hoş, benimki de boşa umutlanmaydı. Şeytanın melek gibi davranmasını nasıl beklerdim ki? O hep olduğu kişiydi, ben farklı olmasını istemiştim.
Toplantıya daha birkaç saat vardı, beni fazla uyku tutmadığı için erken uyanmıştım. Ne yapacağım belliydi, meleklerle kalmam gerekiyordu. İki saat sonra nihayet toplantının olduğu zaman gelmişti. Üstümü giyerek hızlıca salona indim, dün balo yapılan yerde olacaktı. Lord Aaron ve Darian salonun en başında yüksekte durup herkesin gelmesini bekliyordu. Bugün koruyucular geçici tarafını seçecekti. Oysa bunun sadece bir gösteri olduğundan kimsenin haberi yoktu. Bunu bilen kişinin ben olmam dışında bir sorun yoktu.
"Hoş geldiniz ebediler! Daha önce söylediğimiz gibi bugün hepinizin bir taraf seçmeniz bekleniyor. Sırayla önümüze gelin ve durmak istediğiniz yeri söyleyin. Korkmanıza gerek yok, alışmanız elbet zor olacaktır. Lakin unutmayın ki taraf değiştirme şansınız olmayacak. O yüzden dikkatli olun."
Aaron konuşmasını bitirdikten sonra tekrar tahtına oturarak lafı Darian'a bıraktı. Oysa konuşmamayı tercih ederek yerine oturdu. Egoist.
Herkes yavaş yavaş lordların karşısına çıkarak durmak istedikleri tarafı söyledi. Nerdeyse eşit olduğunu söyleyebilirdim. Sıra bana geldiğinde bir saat geride kalmıştı bile. Tam önlerinde durduğumda saygıyla eğildim diğer herkes gibi. Kimse lafı uzatmamıştı, benim de uzun konuşmama gerek yoktu.
"Lord Aaron," dedim ona bakarak tekrar eğildiğimde. "Lord Darian," dediğimde eğilmek istemesem de kendimi buna zorladım. Her ne kadar ondan hoşlanmasam da saygı duymak zorundaydım.
"Efendiler, ben Işık'ın tarafında kalmak istiyorum." Sesim net ve kararlı çıkmıştı. Salonda hafif bir uğultu yükseldi ama kimse doğrudan bir cevap vermedi. Aaron gülümseyerek seçimimi onayladı. Darian'ın durumu ise tamamen farksızdı. Seçimime en çok şaşıran kişi kesinlikle oydu diyebilirdim. Bu yüzden onunla bir saniyeden uzun süre bakışmaktan kaçındım. Yoksa fikrim değişebilirdi. Aileni tanıyorum demişti bana. Blöf yaptığından emindim. Beni etrafında neden istiyordu bilmiyorum elbet ama bunun altından hayırlı bir şey çıkacağını asla düşünmüyordum. O bir iblisti. Ondan bana sadece zarar gelirdi. Onun tarafında olmak kolaydı tabii, ama doğru değildi...
Herhangi bir tepki vermediğini görünce başımı sallayarak yerime döndüm. Tepkisiz kalması belki de daha fazla tehlikeliydi. Fırtına öncesi sessizlik gibi. Yerime geldiğimde kalbim deli gibi atıyordu ama ifademi sabit tutmuştum. Luther uzaktan bana bakıp gülümsediğinde kibar bir şekilde ona karşılık verdim. Onun yanında olacaktım, en azından şimdilik. Ama içim hiç rahat değildi. Çünkü biliyordum, bu daha başlangıçtı.
Odama döndüğümde kendimi hem halsiz hem de garip hissediyordum. Fazla sorgulamadan yatağıma uzandım, kafam fazla karışıktı belli ki. Her ne olduysa bir anda oldu. Önce aşırı halsizlik hissettim bedenimde. Bu fazla yaşanan bir durum değildi, bu yüzden biraz paniklemiştim. Derin nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Abartacak bir durum yoktu, bugün gerici bir gündü ve onun etkisinde kalmıştım.
"Hadi ama böyle basit bir şeyin etkisinde mi kalacaktım?"
Basit değildi... Fazla abartmıştım.
"Kabul etmiyorsun, görmüyorsun...."
Kafamda yabancı biri vardı sanki. Ben böyle saçma şeyler düşünmezdim zira. Aynanın önüne gelerek saçlarımı serbest bıraktım. Biraz daha yüzümü inceledğimde bir saniyelik... Hayır, sadece bir saliselik gözlerimi gördüm.
Gözlerim. Kırmızıydı.
Bir anda geriye doğru sendelediğimde ayağım yatağa çarparak beni yere düşmeye zorladı. Kalçam sertçe zemine çarptığında ellerimle ağzımı kapattım. Az önce gördüğüm bir yanılsama mıydı? Hayır, emindim. Gördüğüme emindim, hayal olamazdı... Kafamda yükselen uğultular şiddetlendiğinde kulaklarımı siper etmek adına ellerimle kapattım. Lakin bu bile sesi azaltmama yardımcı olmadı.
"Susun artık!"
Acıyla çığlık attığımda etrafımda dönen hiçbir şeyden haberim yoktu. Kendi çığlığım bile kafamdaki gürültüyü susturmaya yetmemişti. Hayal mayal odamın kapısının açıldığını duydum. Ama belki bu da kafamdaki seslerden biriydi.
"Eva, kendine gel!"
"Sus artık, yeter!"
Gözlerimi açtığımda karşımda Luther duruyordu. Bir anda odadaki eşyalar yere düştüğünde korkuyla çığlık attım. İçimde bir şey uyanıyordu ve ne olduğunu bilmiyordum. Kalbim hızla atarken gözlerim pencereye doğru döndü bir anda. Bir refleks gibiydi sanki. Tam o anda pencereye bir şey çarptı. Bunun etkisiyle cam parçalanarak kırıldı. Bir kuş yatıyordu odamda. Hareket etmiyordu. Tüyleri, kara gecelere zıt düşecek kadar parlaktı. Gözleri ise açık ve bomboştu.
İşte o an kalbim hızlandı.
Bu bir uyarıydı. "Yas Kuşu," diye geçirdim içimden. Göklerdeki efsanelerden birisiydi. Onun görülmesi ölüm ya da ihanet demekti.
"Noluyor burada!" İçeri öfkeyle giren kişi asla beklemediğim birisiydi. Baş melek Elliot. Luther'ın babası.
Bizi böyle bir durumda görmesi asla iyi bir şey değildi. Oğlu kollarını bana sarmış ben ise ellerimi omuzlarına koymuştum. Çok yanlış anlaşılabilecek durumdaydık şu an. Luther bir çırpıda benden uzaklaştığında bir saniye kadar ellerim havada asılı kaldı. Tıpkı hayallerim gibi. Evren yine bir tokatla gerçekleri yüzüme vurmuştu. Asla yan yana olamazdık.
"Bu etrafın hali ne?" Birkaç saniye gözleriyle etrafı taradığında gözü yerde ölü yatan kuşa takıldı. "Bu..." Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. "Bir Yas Kuşu mu?" Herkes gibi o da şaşkındı. Ama beni asıl şaşırtan şey onun sorduğu soruydu.
"Onu sen mi davet ettin?" Ne? Kafam o kadar doluydu ki cümlelerini anlamak bile zor geliyordu. Az önce ne yaşamıştım ben? Etrafta eşyalar uçuşuyordu, cama kuş çarpmıştı ve ölmüştü. Kafamda konuşan birisi vardı. Bunu uydurmamıştım, benim cümlelerim değildi onlar. Ve kuşun davet edilebileceğinden haberim dahi yoktu. Ölümün kendisini niye davet edeyim ki?
"Nasıl... Böyle bir şey mümkün mü?"
Bana inanmadığını gösteren bakışlarla süzdü beni. Yalan söylediğimi düşünüyordu ama neden? Neden birden ana şüpheli ben olmuştum? Tehlikede olan ben değil miydim, neden bir anda suçlu olmuştum? Hiçbir şey anlayamıyordum. Ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Gözlerim dolmuştu, ilk defa kendimi bu kadar güçsüz hissediyordum. Bu kadar zayıf, korkmuş.
Luther'a baktığımda bana bakmadığını fark ettim. Ona ihtiyacım olduğunu anlamamıştı. Her zamanki gibi. Beni anlayan yoktu, az önce neler yaşadığımı, nasıl olduğumu soran yoktu. Herkesi kendi lanet sorunları ilgilendiriyordu. Benim acım kimsenin sikinde değildi! Korkmuş olmam, şokta olmam onları ilgilendirmiyordu. Bu her zaman böyleydi. En son akla gelen bizler olurduk, kimsenin umrunda olmayan bizlerdik. Köle olan bizdik. Hor görülen, alçaltılan...
"Kurtul onlardan!"
Bir şey yapmadığıma yemin edebilirdim. Aklımdan geçmiş olması herhangi bir eylemi yaptığım anlamına gelmiyordu. Kulaklarım çınladığında tekrar başımdaki ağrı yükseldi. Gözlerim yaşarmıştı, o kadar güçlü bir enerji hissettmiştim ki... Bu aynı o günkü gibiydi. Cehenneme ışınlandığım gün. O gün de aynı enerjiyi hissettmiştim. Durmadan çığlık atıyordum ve buna kendim dâhi mâni olamıyordum.
"Evanora, dur!"
Kulağımın dibinden gelen sesle çığlığım kesildi. Sanki anahtar kelime buymuş gibi kendime geldim. Gözlerim güçlükle açıldığında gördüğüm manzara karşısında şok oldum. Bu sefer dağılan tek şey etraf değildi. Herkes yere yığılmıştı. Sanki güçlü bir rüzgar tarafından savrulmuş gibiydiler. Odada baş melek ve Luther'dan başka birkaç kişi daha vardı. Hepsi yüzünde büyük şaşkınlık ve öfkeyle beni izliyordu. Luther endişeyle beni izliyordu ama biliyordum ki bu sefer bana yardım edemezdi. Ve asıl beklemediğim kişi oydu, Darian.
Kulağıma adımı fısıldayan kişi oydu. Beni elleriyle tutan kişi de yine oydu. Ben ondan bir kötülük beklerken hep aksini yapan yine oydu. Beni suçlamayan kişi yine oydu. Gözlerimin dolduğunu fark eden de ondan başkası değildi.
"Seni Cehenneme götüreceğim."
Bu sefer zorlamıyordu sanki, benden müsaade istiyor gibiydi. Başımla onayladım, burada kalırsam ne söyleyeceğimi bilmiyordum zaten. Gözlerim kapandığında vücudumun rahat bir yatakta olduğunu hayal ettiğimi sandım. Gözlerimi açtığımda ise gerçekten kendimi yatakta buldum. Ve burası bana yabancı değildi. Onun odasıydı. Onun yatağı.
Hızlıca ayaklandığımda başıma giren ağrıyla acıyla inledim.
"Uyuman gerek önce, fazla enerji harcadın."
Beni yavaşça geri ittiğinde kendimi yine onun yatağında uyur pozisyonda buldum.
"Ne enerjisi? Benim o kadar enerjim bile yok ki..." Boşver dercesine göz kırptığında istemsizce tekrar gözlerim kapandı ve derin bir uykuya daldım.
Rüyamda bir çocuğun gözlerinin içine bakıyordum. O çocuk bendim ama kendimi tanıyamıyordum. Uçsuz bucaksız beyaz bir salonda duruyordum. Gümüş cübbeli varlıklar etrafımı sarmıştı. Hiçbiri konuşmuyordu ama hepsi bana bakıyordu.
O an bir kadının sesi kulağımda çınladı. "Adını asla söyleme. Gerçek ismin seni yok eder!"
Titriyordum, gökyüzünden siyah tüyler yağıyordu, ama bu tüyler kuşlara ait değildi. Düşmüş Meleklerin kanatlarıydı.
Gözlerimi korkuyla yumduğumda bir çocuk çığlığı duydum. Bir başkası benim yüzümden yere düşüyordu. Avuçlarım arasındaki ışık kontrolüm altında değildi.
Sonra... Her şey bir anda karanlığa gömüldü.
"Bazen ışığı görmek için karanlığı görmen gerek..."
Ve gözlerim gerçekliğe açıldı.
"Hiç uyanmayacaksın sandım." Darian'ın sesi beni gördüğüm rüyadan uyandırdı. Uyanmak için onun gelmesini beklemiştim sanki. Onunla aramda bir bağ olduğunu düşünmeye başlayacaktım.
"Kabus gördüğümü nereden anladın?"
"Bazen benim kim olduğumu gerçekten unutuyorsun, Melez."
"Tesadüf olamaz, hep ihtiyacım olduğu anda bir şekilde ortaya çıkıyorsun. Ya benden bir şey istiyorsun ya da sakladığın daha fazla şeyler var."
Dudaklarını büzerek başını takdir edercesine salladı. Durduk yere bana yardım ettiğine inanmak oldukça güçtü. Ben kimdim ki benim için kendini riske atsın? Onun gözünde nasıl bir konumdaydım?
Yine aynısı yapıyordum... Her şeye fazla anlam yüklüyor ve kafamda olayları büyütüyordum. Birisi için önemli olmak istiyordum. Birinin vazgeçilmezi, birinin her hangi sevdiği kişi. Ben hiç kimsenin hiç kimsesiydim. Olduğum kişi tam olarak buydu. Hiç kimse. Okulun taş duvarı bile benden daha önemliydi. Kırık bir cam parçası benim duygularımdan daha önemliydi. Neden bunlara katlanmak zorundaydım ki? Dünyada insan olmak çok daha kolaydı. En azından orada sadece kendim olabilirdim. Gizli saklı kitap okumama gerek kalmazdı, belki bende bir yazar olurdum. Kendi isteğimle. Kendi irademle.
"Çok erken daha Evanora, şimdi olmaz. Zamanla ne demek istediğimi anlayacaksın." Ardından kaşlarını çatarak ciddi ifadeyle baktı yüzüme. "Yanlış karar verdin, seni uyarmıştım diye hatırlıyorum. İşleri çok karmaşık hale getiriyorsun Eva, önce bunu aklında tut, ben düşmanın değilim. En azından sen bir hata yapmazsan."
"Neden hata yapabilecek taraf ben oluyorum? Esas benim senden şüphe etmem gerek."
Yüzünde yine samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme peydahlandı. Gülümsediğinde ondan daha az korkuyordum. Tabii bunu onun bilmesine gerek yoktu.
"Şu dilin yok mu senin..." Aramızdaki mesafeyi kısaltarak bana doğru eğildi. Ellerini iki yanıma koyduğunda bir anlık nefes almayı durdurdum. "Bir gün ya başına bela alacak, ya da onu susturmam gerekecek."
Cevap vermediğimi görünce sırıtarak birkaç saniye daha güzlerimin içine baktı. Put gibi durduğumu fark etmiş olacak ki nefes almam için geri çekildi. İşte tam o anda oksijen ciğerlerime doldu. Sahi, kaç saniye tutmuştum nefesimi?
"Bu burada bitmedi Melez, daha başlamadık bile. Gece uzun olacak anlaşılan."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |